25 Şubat 2014 Salı

Sherlock Holmes Dörtlerin İmzası

0 yorum
Martı Yayınları'ndan dört kitaplık Sherlock Holmes serisinin ikinci kitabı. Bir günde biten kitap, kendini tekrar okutturuyor!

İlk Kitap:
Sherlock Holmes Kızıl Dosya

Kapağı ayrıca hoşuma gitti. Arkası dönük olan kişi BCC'nin güncel Sherlock Holmes uyarlamasında oynayan Benedict Cumberbatch'in siluetini anımsattı. 

Bayan Morstan, Cecil Forrester'in yanında çalışmaktadır. Babası on yıl kadar önce kendisine bir ulaşmış ve Londra'da bir otelde buluşma ayarlamışlardır. Ancak babası buluşmaya gelmemiştir. Bayan Morstan ne kadar babasını bulmaya çalışsa da bulamamışdır. Altı yıl kadar öncesinde kulağına kendisinin arandığı haberi gelmiştir. Bayan Morstan iletişim bilgilerini gazeteye ilan vermiştir. Böylelikle kendisine her sene çok nadide bir inci gönderilmiştir. Bayan Morstan ne kadar uğraşsa da göndericiye ulaşamamıştır.Bayan Morstan'ın Sherlock Holmes'e gelmesinin nedeni ise, gönderici kendisiyle iletişime geçmiş ve bir buluşma ayarlamıştır! Sherlock Holmes ve Dr. Watson çok ilginç bir hikayenin derinliklerine ineceklerinin farkında değillerdir.

Gerçek anlamda bir gün içinde biten bir kitap. 

Bendeki kitap Cumhur Mısırlıoğlu çevirisiyle Martı Yayınları'nın Mayıs 2013 tarihli baskısı.

Kitap;

24 Şubat 2014 Pazartesi

Yeniçeri Kılıç Kından Çıkınca

0 yorum

Hakan Kağan romanı. Yeniçeri Ocağı'nı 3. Selim zamanındaki Nizam-ı Cedid yüzünden gerçekleşen isyandan (Kabakçı Mustafa İsyanı) başlayarak anlatılıyor.

Elvan, doğrudan Sultan 3. Selim'e bağlı bir görevlidir. Sultan Selim'in verdiği görevle hayatına devam etmektedir. Hakan Kağan öykünün temelinde Pir Elvan'ı işlemektedir. Tarihi bir roman olduğu için bazı olayların birden bire sonuçlanması beklenmiyor. Çünkü o noktaya kadar nazlı bir örgü varken, sonucun birden karşınıza çıkması olay örgüsünde bir aksaklıkmış gibi hissettiriyor. Bununla birlikte, olayları birazcık renklendirmek adına olsa gerek, Behiye karakteri var ki olmasa da olurmuş... Bunlara rağmen okuması güzel bir roman karşımıza çıkıyor.

Okuma esnasında bağlantıların koptuğu anlar olabiliyor. Birazcık da Yeniçeri tarihine bağlı kalmak adına yapılmış gibi görünüyor.

Bektaşi Tarikatı'na eğilim de kitabı ayrıca güzel kılıyor. Yeniçeri ile Bektaşi birlikteliği güzel işlenmiş. Bunun yanısıra Kazan Kaldırma'yı bir romandan okumak insanı o günlere götürüyor.

Bu tip romanların sayısının çoğalması gerekmetedir. Bununla birlikte takvime çok da bağlı olmaksızın kurgusal romanlar da ilgi çekici olacaktır. Sadece Elvan'ın çalışma şekli üzerine bile bir roman çıkacağına inanmaktayım.

Kitabı okurken bir tarih kitabı havasında okumadığım için takvimle ve isimlerle pek fazla ilgilenmedim. Ancak bu yine de Kabakçı Mustafa İsyanı'nın bir roman şeklinde okumak ayrı bir zevk oldu.

Hakan Kağan ile bu romanla tanıştım. Süslü bir üsluba sahip. Takvimin sabitliğini yumuşatmak için böyle bir yol seçmiş gibi.
Güneşin turuncuya dönen ışıkları, ahşap evlerin damlarına yenice yüz sürmüştü ki Frenk kulesi dibinden bir doğan havalandı. (sayfa 9)
"Eski bilmeler demiştir ki; üç şey vardır ki ateş gibi yakıcıdır. 'Krallarla arkadaşlık etmek, kadınlara sır vermek, bir de acaba zararı dokunur mu diye zehir içmek.' İktidar zehirdir, ona kavuşmak için krallarla arkadaşlık etmek gerek." (sayfa 139)
Galip'i kucaklarken biliyordu ki hiçbir toprak parçası, hatta padişahın bütün mülkü bir oğul etmezdi. (sayfa 216) 
 Bendeki kitap Timaş Yayınları'ndan Eylül 2009 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Timaş Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

20 Şubat 2014 Perşembe

Beyaz Diş

0 yorum

Jack London eseri. Bir köpek, kurt kırması yavrunun maceralarını anlatıyor. Anlatmakla kalmıyor, yaşatıyor. Bu kadar göze aşina ancak bir o kadar da yabancı bir kahramanla karşı karşıyayız. Rüyalara işleyecek kadar derin bir eser.

Beyaz Diş, Kiche adlı dişi köpek ile, Tek Göz adlı kurdun yavrusudur. Kiche, evcilleştirilmiş ancak sonradan insanlardan kaçmış bir köpektir. Ancak bir gün Beyaz Diş, dünyayı yeni yeni tanıyan o yavru haliyle yuvasının yakınındaki nehre su içmeye gider. İşte ilk olarak burada insanla tanışır. Daha sonra annesinin de nehrin kenarına gelmesiyle Kiche onları tanır ve Beyaz Diş'in insanlar arasındaki macerası bu şekilde başlar. Kızılderili sahibi onu döverek terbiye eder. Böylece Beyaz Diş ile sahibi arasında korkuyla örülmüş bir bağ oluşur. Diğer yandam kabilenin diğer köpekleri de Beyaz Diş'i hırpalar. Beyaz Diş'in mizacı bu iki etmen arasında gelişir.

Beyaz Diş'in son sahibine kadar başından geçen her deneyimin, yıllar sonra hala aynı şekilde kaldığını görmek daha da tuhaf bir durum.

Beyaz Diş'in insana bakışı da çok ilgin. Başta insan hayvan olarak nitelerken daha sonra tanrı olarak nitelemeye başlıyor. İnsanın bu tanrısallığının ellerini ve çevreyi kullanabilmesinden ileri geldiğini düşünüyor.
Eğer yavru, insanlar gibi düşünseydi, hayatı tükenmek bilmeyen bir yemek isteği, dünyayı ise içinde yiyecek yığınlarının sıralandığı bir yer olarak özetlerdi. (sayfa 26)
Diğer yandan Jack London, döneminde Kızılderililerin yeri açışından da ırkçı sayılabilecek bir eser ortaya koyuyor.
Beyaz Diş ilk beyaz adamı Fort Yukon'da gördü. Tanıdığı Kızılderililerle karşılaştırınca başka bir ırktan, yüksek tanrılar ırkından olduğunu düşündü. (sayfa 80)
Bendeki kitap Kumsaati Yayınları'ndan Kerim Çetinoğlu çevirisiyle 2010 baskısıdır. Kumsaati Yayınları'nda alışık olduğumuz baskı veya yazın hataları mevcut. Ancak Beyaz Diş'in hayatı o kadar çok içine çekiyor ki bu hatalar görünmüyor.



17 Şubat 2014 Pazartesi

Kayıp

1 yorum

Harlan Coben ile tanıştığım kitap oldu. Kitabın arkasında Harlan Coben'in kısa bir özgeçmişi bulunuyor. Burada Harlan Coben'in eserleri bir deha olarak nitenlediği yazılmış. Maalesef benim için bir deha ürünü değil. Hatta büyük bir esinin ürünü olduğunu bile rahatlıkla söyleyebilirim. 2013'ün Ekim ayında hayatını kaybeden Tom Clancy tarzından öteye gidememiş... Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki -kitabın içinde geçtiği için- deha olan Sherlock Holmes'tür.

Kitabın kurgusu ve hareketi sizi içine çekiyor. Bununla birlikte maceranın bolluğu, kitabın bir aksiyon filmi tadında geçmesini sağlıyor. Kitabın kahramanı, tipik bir Amerikalı kahraman: Myron Bolitar. Bir kişi temsilciliği firması işletiyor. Gençken büyük gelecek vadeden basketbolcu, ancak dizini sakatlaması dolayısıyla sporculuğu bırakmak zorunda kalmış. Ancak yılmamış(?) üniversitede hukuk bitirmiş bir kişi. Yeri geldiğinde şiddete başvurmaktan kaçınmayan -Arkadaşı Win ile birlikte Rambo'yu anımsattılar bana- bir kişi. Ancak bencilliğinin farkında olması karakteri bir adım öne geçirdi. Ancak bununla birlikte benim gözümde birazcık da aptal bir karakter oluştu.
"Bazen böyle cuk oturturum lafları. Huyum kurusun." (Myron Bolitar söylüyör.) (sayfa 22) 
Bununla birlikte işin nasıl hallolduğu bilinmeyen kısımlarını, arkadaşı -Batmanvari-  Windsor "Win" Horne Lockwood, III. halletmektedir.  Win, babadan zengin -ama mirasyedi değil; parasına para katmayı bilmiş- bir kişidir. Çeşitli bağlantıları sayesinde bir şeylerden haberdar olan, ihtiyaç duyulduğunda ortaya çıkan, işleri halleden bir kahraman. Deli dolu bir tiptir. Esperanza, işin ofis kısmına, araştırma kısmına bakan, temkinli kahramanla ekip tamamlanıyor.

-Myron Bolitar serisinin önceki kitaplarında tanıştıklarını düşündüğüm- Therese sekiz yıl aradan sonra Myron'a telefon ederek onu Paris'e çağırmasıyla olaylar başlıyor. Therese ile Myron, ruhsal çöküntü zamanlarında adada tanışmışlardır. Birbilerine soru sormadan birbirlerine destek olmuşlardır. İşte bu noktadan sonra Harlan Coben'in merak unsurları devereye giriyor. Therese neden Myron'u Paris'e çağırır? Paris'te ne olmuştur?

Tuhaf bir son kitabın sonunda okuyucularını bekliyor.

Burada söyleyeceğim, kitabın doğruca sonuyla ilişkili bir konudur; kitabı okumadıysanız ve okumayı düşünüyorsanız bu paragrafı atlayarak sonraki paragrafa geçmenizi tavsiye ederim. İslami terör üzerine eğilen bu kitabı diğerlerinden ayıran, Arapların yahut Ortadoğu toplumlarının esmer bir ırk veya toplum olmasına gönderme yapılarak, mavi gözlü ve sarışın insanların terör aracı olarak kullanılmak üzere istedikleri her yere sızabilecekleri fikri bana pek de dahiyane gelmedi. Zira bir terör örgütünün "insanlar bizi ten rengimizden ayırt ediyor, onlara benzeyelim" düşüncesi güttüğünü düşünmüyorum. Öyle bir tutum terörü savunan ideolojinin de asimilasyonu anlamına gelmektedir. Terör örgütü kendi ideolojisi uğruna şiddete başvururken -yani bu derece kendi fikirlerine saplantılıyken- saldırdıkları insanlara benzeme düşüncesi kesinlikle abestir. Bu düşüncenin İslami terörden veya terörden korkan Amerikalıların -Amerikan edebiyatı ürünü olduğu için onları işaret ettim- biraz esmerce gördükleri her insanı neredeyse terörist ilan etme boyutuna varan paranoyanın bir ürünü olduğunu ve bunun ırkçı bir tutum olduğunu düşünüyorum.

Harlem Coben benim gözümde dahiyane eserler sunmamış olabilir, ancak kesinlikle çağımızı ve yaşayış şeklini edebi olarak kayda geçirmiştir.. Bu da onun adının anılması için yeterlidir. Aksiyonu bol, merak unsurları bol bir kitap. Bu merak unsurları okuyuşu hızlandırmaktadır. Ancak hareket içinde kurgunun eksik kalan yönleri gözden kaçmaktadır. Örneğin kitabın temel öyküsüyle hiçbir alakası olmayan Myron'ı tanıtmak ve belki de haklı göstermek adına dört, beş, belki de daha fazla, bölüm bulmaktadır. Ancak bu bölümler yeterli olmamış ki yukarıdaki gibi cümleler de sarfederek Myron bize kendisini anlatmaya çalışıyor.

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim birkaç yazın konusu var.
1) Özel isimlere gelen yapım ekleri kesme işaretiyle ayrılmaz!
2) "Her şey" ayrı yazılır! "Herşey" diye yazılmaz!
3) "Mail" kelimesi Türkçe değildir!

Harlan Coben aksiyonu bol bir macera romanı sunuyor! Sonrasında ne olacağını merak ederek, sonunu öğrenmeden elinizden düşüremeyeceğiniz bir kitap.
"Peki söyler misiniz o zaman neden buradayız?" (Myron, çatıya çıkışlarını soruyor.)
"İçeride sigara içmek yasak ve müthiş derecede sigaram geldi."
Derin bir nefes daha aldı.
"Başlangıçta sigara yasağı bana da gayet cazip gelmişti. Dışarı çıkmak için beş kat aşağı inmek bana spor olacaktı biraz. Ama bu sefer de sigaradan tık nefes olmaya başladım."
"Sigarayı bıraksaydınız o zaman."
"Ama o zaman da sporu bırakmış olacaktım. Anlatabiliyor muyum?" (sayfa 81)
Bendeki kitap Martı Yayınları'nın Elif Sezginci çevirisiyle Ocak 2010 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr




14 Şubat 2014 Cuma

Köpek Düşleri

0 yorum
Markus Zusak'ın ilk kitabı. Kitabın adı Köpek Düşleri olsa da kitapta belirli bir köpek yok, komşunun köpeği dışında. Ancak anlatıcı kahramanın soyadı "kurt" anlamına gelen kelimenin -Wolf- kökünden türüyor. Markus Zusak, üslubuyla yine bambaşka bir dünyaya götürüyor.

Cameron Wolfe, Wolfe ailesinin en küçük üyesi. 15 yaşında. Bir büyüğü, Ruben. bir büyükleri Sarah ve en büyükleri Steven. Anne ve babayla birlikte 6 kişilik aile. Sarah'nın erkek arkadaşı Bruce da evin içinde...

Cameron'ın hayatı keşfi yolunda, çok da şatafatlı olmayan bir yolda ona eşlik ediyoruz. Gününü de rüyalarını da bizlere aktarıyor.
"Oku," dedi. (Cameron'ın babası.)
"Neden?" (Cameron)
"Çünkü okuma sabrın olmazsa hiçbir şey öğrenemezsin. Televizyon sana bunu veremez. Kafanı bomboş yapar." (sayfa 27)
Bir anda, kendim için hiç dua etmeyişimin ne kadar tuhaf olduğunu düşündüm. Kurtarılamayacak durumda mıydım? Bir duayı bile hak etmeyecek kadar sefil miydim? Belki. Belki. (sayfa 87)
"Hey, neden dövüşen sadece bir kişi var?" Yine yanımda duran adama soruyorum bunu.
Bu kez bana bakmıyor. Hayır. Bakışları çemberin ortasındaki çocuktan ayıramıyor; çocuk o kadar şiddetli dövüşüyor ki kimse ondan başka bir şeye bakamıyor.
Adam benimle konuşuyor.
Bir cevap.
"Dünyayala savaşıyor," (sayfa 91)
"Kazanabilir mi?" (sayfa 92) 
Orada durup kahkahalara boğulmuşken, yanımdan gelip geçen insanlar muhtemelen delirdiğimi, uyuşturucu kullandığımı ya da içtiğimi filan düşünmüş olmalıydılar. "Neye gülüyorsun sen?" der gibi bakıyorlardı. Ama ben kendi hayatımda durup kalırken, onlar hızlı adımlarla kendi hayatlarına doğru yürüyorlardı. (sayfa 149-150) 
Belki de insanın en olgun çağı ergenliktir. Duyular o kadar açıkken, bir şeyleri değiştirmeyi o kadar isterken, hiçbir şeyin değişmediğini farketmek, hiçliğin de hiç olmadığını, bir düşünce, bir fikir olduğunu anlamak güzeldir.

Cameron Wolfe, düşleriyle birlikte, çok da değişik bir hayat yaşamıyor aslında. Ama bu sıradanlığı onu daha da değerli kılıyor.

Son zamanlarda meşhur olan övgü cümlelerine itibar etmem lakin Niv York Taymıs'ın "Hiçbir çığlık bu kitabı abartmaya yetmez!" cümlesini gerçekten beğendim. Zira kitabın sonunu okuyunca bu cümle çok daha değerli oluyor.

Serinin diğer kitapları;

İt Dalaşı
Köpekler Ağladığında

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri çevirisiyle, Ağustos 2013 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

13 Şubat 2014 Perşembe

Kayboluş

0 yorum

Ken Grimwood ile tanıştığım kitap. Çok ilginç bir bilimkurgu eseri.

Elizabeth Austin, 1963 yılında epilepsi ile tanışan, buluğ çağına yeni girmiş bir genç kızdır. Üniversite hayatına kadar epilepsi ile mücadele ederek, sosyal yaşamdan soyutlanmış bir yaşam sürmüştür. Üniversitede David Auistin ile tanışıp evlenmiştir. Evlilikleri kör topal ilerlerken Elizabeth epilepsi ile mücadele için yeni ve deneysel bir tedavi yönteminden haberdar olur. Dr. Garrick ile tanışıp bu deneysel tedaviyi kabul eder. Beynine yerleştirilecek bir çip ile, Elizabeth sara aurasını hissettiğinde bu çipi uyaracak ve böylece sarası başlamadan engellenecektir. Bunun yanı sıra Dr. Garrick Elizabeth'e birden fazla çip takarak, beyninin haritasını çıkartmak ister. Beynin sessiz bölgelerini de uyaracak olan bir dizi çip ile deneyler başlar. 12 numaralı çip, Elizabeth'in hayatını değiştirecektir.

12 numaraları çipin uyarılmasıyla Elizabeth gözlerini Viktoryen İngiltere'de açar! Ancak bunu analaması için, 12 no'lu çipin çok defa çalıştırılması gerekmektedir. Doktorları Elizabeth'in gördüklerini sanrı olarak görürler. Ancak bu sanrıların zararsız bir zevk merkezinde tanımlayamadıkları biçimde olduğunu kabul ederler ve Elizabeth'in çiplerini çalıştıran kumandaya 12 numaralı çipi de çalıştıran bir düğme eklerler.

Elizabeth taburcu olduktan sonra, bu düğmeyle diğer gerçekleği takibe başlar. Bir başkasının -Jenny Curran- zihnindedir, içindedir. Ancak onun bedenini kontrol edemez. Onun hissettiği her şeyi hissederek, Jenny'nin zihnine misafirdir. Jenny'nin kötücül planlarını öğrendikten sonra Jenny'nin bedenini kontrol etmek ister ve bizi çok ilginç bir sona sürekler!

Kitabı okurken ister istemez, acaba zihnimde bana misafir(!) bir başka benlik var mı diye sorgulamak rahatsız ediciydi. Benliğimin içinde benden bağımsız bir benlik kabul edilebilir bir durum değil. Ancak diğer yönden acaba başka bir zihne misafir olabilir miyim düşüncesi de bir o kadar ilginç!

Ken Grimwood kitabını 1976 yılında yayımlamış olmakla birlikte Elizabeth'in hikayesine 1963 yılından başlamıştır. İşin bilim kurgusundan ziyade felsefi kısmıyla ilgilenmek daha güzel.

Elizabeth'in deneyleri kabul etmesi de ayrıca ilginçtir. Beyninde, işlevi bilinmeyen bölgelere yerleştirilmiş yongalarla uyarılacak ve ortaya ne gibi etkilerin çıkacağı meçhul. Ancak buna rağmen hırsla deneyleri kabul ediyor...
Herkesin beyninde farklı bir farkındalık ve algı olduğunu anladım; insanların duyguları benimkilere benzer ancak yine de farklılar. (sayfa 160)
Bendeki kitap; Elif Özkaya ile Seçil Ersek'in ortak çevirisidir. Koridor Yayıncılık, kitabın ilk baskısını 2010 yılında yapmış.
Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com




10 Şubat 2014 Pazartesi

Arsen Lüpen Bütün Maceraları-1 813

0 yorum
Maurice Leblanc'un unutulmaz karakteri Arsen Lüpen'in, Güncel Yayıncılık'ın oluşturduğu serinin ilk kitabı. Arsen Lüpen'i okurken, Sherlock Holmes pastişlerini görmemeniz imkansız. Zaten seride Herlock Sholmes karakteri bulunmaktadır ki bu Sherlock Holmes'ün, Maurice Leblanc gözünde ta kendisidir. Bununla birlikte Arsen Lüpen'in köpeğinin adı Sherlock'tur. Bu da kitabı biraz daha ilginç kılmaktadır. Döneminde gerçekleşen hararetli tartışmaları da bugün gibi hissetmemek elde değil! Bu da ayrıca güzel bir tat oluşturuyor. Gönül isterdi ki, döneminde, bu hararetli tartışmayı edebileyim...

Serinin kitapları:
813
Oyun İğnenin Esrarı
Kontes Cagliostro
Saat Sekizi Çaldı

Arsen Lüpen, Kibar Hırsız. Pırlantı Kralı Rudolf Kasselbach, Paris'e gelmiştir. Bu arada peşinde olduğu çok gizli bir projesi vardır. Bu da Arsen Lüpen'i cezbettiği gibi başka insanları da cezbetmektedir. Arsen Lüpen, bu projenin peşine düşer ve Kasselbach ile görüşme ayarlar. Bu görüşme Arsen Lüpen'in incelikli hesaplarıyla gerçekleşir. Ancak ertesi gün dairesine kendisine ziyarete gelenler müfettiş tarafından ölü bulunur ve üzerinden Arsen Lüpen'in kartviziti çıkar. Arsen Lüpen gerçekten Kasselbach'ı öldürmüş müdür? Araştırmalar devam ederken. Kasselbach'ın bankada sakladığı kutusundan "Apoon" kelimesiyle "813" yazan etiket çıkar... Bu gizler birbirini kovalarken ilginç bir hesaplaşmaya şahit oluyoruz.

Arsen Lüpen, -klasik tabir ettiğimiz- Fransız milliyetçisidir. Bunu eser içinde ilerledikçe görüyoruz. Uluslararası durumlarda tutumu aşağıdaki gibi. Bunu bu kadar açık söylediği gibi, bazen de sadece sezdiriyor.
"O zaman benim hizmetime girin! Muhafız alayımın kumandanlığını vereyim size. Kendi kendinizin efendisi olacaksınız. Her türlü yetkiye sahip olacaksınız; polise dahi emredebileceksiniz."
"Olmaz, Efendim."
"Niye?"
"Ben bir Fransızım."
Bir an sessizlik oldu. Cevap İmparator'un hoşuna gitmemişti:
"Ama siz artık her şeyle bağınızı koparmışsınız..."
"Bu bağ kopmaz, Efendim."
Ve Lüpen gülerek ekledi:
"İnsan olarak ben bir ölüyüm, ama Fransız olarak canlıyım. Majestelerinin bunu anlamamalarına akıl erdiremiyorum." (sayfa 379)
Arsen Lüpen'in o meşhur nüktedanlığını ise biraz araştırmak gerekiyor. Zira her zaman yaptığının bir nüktedanlık olduğu anlaşılmıyor. Kendisi söylüyor. Bu da sanki zoraki bir kabullendirme durumu gibi oluyor. Böylece, zaten kabil olan, şişkin egosuyla karşılaşıyoruz. Ancak bazen o nüktedanlığı gerçekten yakalayabiliyoruz.
"Yarın, senin evinde. Kaçta?" (Lüpen)
"Saat birde." (Baron)
"Orada olacağım. Saygılarım."
"Haa, bir şey daha var. Silahlarını beraberinde getir."
"Neden?"
"Dört tane uşağım var; sen tek başına olacaksın."
"Yumruklarım var," dedi. "Parti eşit koşullarda gerçekleşecek demektir."
Arkasını dönüp giderken bir ara dönüp seslendi:
"Bir şey daha var, Baron. Sen yanına dört adam daha al."
"Niye?"
"Karar verdim. Kırbacımla geleceğim." (sayfa 142)
Bendeki kitap Güncel Yayıncılık'tan Saffet Günersel çevirisiyle Eylül 2003 baskısı.

Kitap:
Güncel Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com


7 Şubat 2014 Cuma

Bu Gece Pera'da

0 yorum

Jale Sancak ile Galapera Kültür ve Sanat Derneği sayesinde tanıştım. Son kitabından önce ilk kitabını merak etmiştim. Bu Gece Pera'da Jale Sancak'ın öykülerini topladığı ilk kitap. Basım tarihi 1989. Öykülerinde şiirsel bir anlatım ve yazım dikkat çekici. Nesir ile nazım iç içe! Haliyle semboller de ağırlıklı.

Jale Sancak dönemin uluslararası ve ulusiçi kültürel etkileşimi öykülerin üzerinde büyük bir çatı oluşturmuş. Türk isimleriyle yabancı isimler iç içe. Kültürel çatışmanın izleri olduğu gibi kültürel birleşmenin de birer yansıması. Bunalmış hayalgücünün, yer yer edebiyata kaçışı, yer yer Amerikan Rüyası arayışı ve yer yer Avrupa sahnelerine çıkışı bunların göstergesi. Dönemi doğrudan anlatmak yerine, insancıl öykülerle, kişileri okuyoruz. 1989 yılında basılmış kitapta şu cümleye ayrıca dikkat çekmek isterim:
Hırant, dışarıdaki amansız çatışmanın bitmesine rağmen sokağa çıkmıyordu artık.(sayfa 75)
İçindeki öyküler şu şekilde:
Eski Sesler
Saint Teofilos'un Güvercinleri
Norma Jean Baker ve Hıfsiye
Sonsuz Bir Dans
Düş
Bu Gece Pera'da, Şükrü Beydeyiz
Yarımada
Alp'in Krallığı
Ressam
Eski Sesler'e Jale Sancak;
Eski bir ses
haziran ikindisini hatırlatıyor. 
dizeleriyle başlıyor ve Kör Hüsniye'nin hayatını bizlere aktarıyor.

Saint Teofilos'un Güvercinleri'ne Jale Sancak;
Saint Teofilos uyandı.
İlkin penceresini açtı.
dizeleriyle başlıyor ve bize Saint Teofilos'u, onun güvercinlerini ve taşıdıkları ruhları anlatıyor.

Norma Jean Baker ve Hıfsiye'ye Jale Sancak;
Öteki adını kullanmayacağım,
Norma Jean Baker diyeceğim ben ona.
dizeleriyle başlıyor. Dönemin kadının maruz kaldığı kültür çatışmasını ve buna bağlı olarak gelişen iç çatışmasını anlatıyor.

Sonsuz Bir Dans'a Jale Sancak, bir uyarıyla başlıyor: Lütfen Yüksek sesle okuyunuz. Kendinizi bir tiyatro sahnesinde hissettirecek bir öykü! Sahnelenen bir aşk öyküsü.

Düş'te Jale Sancak bize Delta'nın gördüğü bir düşü, bir sahne rüyasını aktarıyor.

Bu Gece Pera'da, Şükrü Beydeyiz'e Jale Sancak;
Birlikte çıktık.
Niça'nın kapısını çaldık.
dizeleriyle başlıyor. Zarif Şükrü Bey'in naif hayatı anlatılıyor.

Yarımada'ya Jale Sancak;
Bir geceyarısı yitik denizciler geri dönecekler
yarımada'ya.
dizeleriyle başlıyor. İnsanlı bir yarımada öyküsü böyle başlıyor.

Alp'in Krallığı kitaptaki tek tamamı nesir olan öykü. Genç Alp, ailesi ve Alp'in krallığını okuyoruz.

Ve son olarak, yukarıda alıntıladığım bir cümlesi bulunan öykü, Ressam. Bir ressam anlatılıyor bize yazar dostuyla birlikte.

Sararmış yapraklarıyla geçmişe gittiğim bu hayal aleminden fırlamış gibi duran bir kitap...

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan; Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait, 1989 baskısı.

Kitap:
Can Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Nadir Kitap

Yeşil

0 yorum

Ted Dekker ile tanıştığım kitap. Maalesef, beklentilerimin altında...
Tarih Kitapları'na göre, 2010 yılından sonra meydana gelen her şey aslında M.S. 4036'da başladı. (sayfa 5)
Bu cümleyi okuduktan sonra ilk düşüncem, 2010 yılı ve sonrasındaki insanlar, kendilerini 2010 yılında zannetmelerine rağmen M.S. 4036'ta yaşamaktaydılar. Bu yanılsama fikri çok hoşuma gitmişti. Ancak işin aslı, M.S. 4036 ile 2010 yılı farklı zaman hızlarında olmak üzere aynı anda yaşanmaktadır. M.S. 4036'lı yılların 10 yılı 2010'ların 30 küsür yılına tekabül eden bir oran geçiyor kitabın içinde. İlk hayal kırıklığım bu şekilde gerçekleşti.

M.S. 4036'lar 2010'ların geleceği durumunda. Aynı dünya üzerinde geçtiğini varsayıyorum. Çünkü kitap içinde buna benzer bir ibare göremedim, gördüysem de dikkatimden kaçmış olması çok olası. Çünkü peşpeşe iki cümle arasında konu bağlantısı hiç olamayabiliyor. Böylece Ted Dekker'ın üslubundan beklentimi düşürmeye başladım.

Ted Dekker, bu ikili zaman dünyasını 4 kitaplık bir seri halinde düşünmüş. Birinci kitabın adı Siyah. Yeşil ise sıfırıncı kitap. Ted Dekker, istersek birinci kitaptan başlayıp sıfırıncı kitapla seriyi bitirebileceğimizi, istersek de sıfırdan başlayıp üçüncü kitapta seriyi bitirebileceğimizi söylüyor. Yani bir çember oluşturduğunu belirtiyor. Bu olay çok büyük bir risk teşkil ediyor. Bu sebeple de kitap içinde 1-2-3-0 sıralamasıyla okuyacakların anlayabileceği bir çok nokta bulunmaktadır. 0-1-2-3 sıralamısıyla okuyacaklar ise 1-2-3'te ne olduğunu merak ettirmeyi amaçlayan gizli noktalar bulunmakta. Bu da okumayı daha da sıkıcı hale getiriyor.

Thomas Hunter, M.S. 4036 ile 2010 yılı ikili zaman dünyası arasında geçiş yapan ilk kişi. Ancak biz Yeşil'de Thomas Hunter'ın ilk geçişini değil, son geçişinden gelecek zaman yılına göre 10 yıl sonrasını okuyoruz. Bununla beraber tahmin ettiğim bir olay da şudur: Ted Dekker Thomas Hunter'ın ilk geçişin (artık hangi kitaptaysa) nasıl olduğunu anlatmayarak, sıfırıncı kitapta bu geçişin detaylarını vererek son kitap vasfı kazandırmak istediğini düşünüyorum. Böylece Thomas Hunter gelecek zaman yılına göre 10 yıl öncesinde bu ikili zaman arasında bir geçiş yaparak dünyayı kurtarmış...

Bu -muş'lar kitap içinde ilginç şeylere sebep olabiliyor. Mesala, birden gelecek zaman yılındaki meyvelerin aslında iyileştirici ve güçlendirici gücü olabiliyor. Yahut, bir bölüm öncesinde bir yere giden ve ne yaptığı bilinmeyen karakterlerden biri, cebinden bir şey çıkartabiliyor... Böyle mesela şu da varmış, çocuksuluğuyla oluşturulmuş gelecek zaman var. Ancak diğer yandan şunu da düşünüyorum. Ted Dekker, böyle bir rastlantıların sebeplerini diğer kitaplarda anlatmış olabilir. Yahut böyle umuyorum.

İkili zamanda, M.S. 4036'lı yıllarda fantastik bir dünya, tam olarak hayal edemediğim garip konuşan yaratıklar ve tuhaf tanrılar -ya da tanrı çocukları veya ona benzer şeyler- var. Thomas Hunter, Elyon adlı bir tanrıya tapıyor ve bu tanrı tipik iyi. Thomas Hunter'ın gelecekteki karısı (çünkü 2010'larda başka bir kadın daha varmış meğer) tipik kötü tanrıyı -Teeleh- izleyen ve alsında kafası karışık olan kumandan Qurong'un kızıdır. Ve Thomas Hunter'ın oğlu Samuel de Elyon'un amacını (ne olduğunu tam anlamadığım bir amaç) düşmanla savaşarak gerçekleştirmek istiyor. Oysa ki Hunter'ın takipçileri savaşmayı bırakmış barışçıl bir topluluktur. Yani Samuel yoldan çıkmıştır. İşte böylece tipik; iyi ve kötü arasında gerçekleşen bir entrika var.

Karakter listesine gelince, gerekli gereksiz (belki de hepsinin ilerideki kitaplarda bir yeri vardır) bir çok isim var. İsimlere boğulmamak elde değil. Bu isim kalabalığı arasında, bazı isimler önce çıkıyor ki onlar zaten başkahramanlar... Ancak bir zaman sonra öyle bir ismin varlığını bile unuttuğunuz bir anda, karakterlerden birisi söze karışabiliyor.

Martı Yayınları'nda alışık pek alışık olmadığım imla ve baskı hataları bu kitapta var. Bana mı öyle geldi yoksa yayına hazırlayan Şahin Güç de mi kitabı incelerken sıkıldı bilemiyorum.

Ted Dekker, seri için kitapların isimlerini güzel düşünmüş ancak, çember oluşturacağım kaygısıyla, hikayesindeki kopukluklar okumayı güçleştiriyor. Ancak, Ted Dekker'ın oluşturduğu ilginç bağlantılar da kitap için hala bir umut olabileceğini gösteriyor. Örneğin gelecekten günümüze kaçan Shataiki (dişlerinde kan taşıyan ve bu kan sayesinde üreyen aseksüel yaratıklar) vampir türünün ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Hayal kırıklığına uğradığım bir kitap oldu. Seriye devam eder miyim hiç bilmiyorum. Ancak önce okumak istediğim kitapları okuyacağım kesin. Ted Dekker, ilginç bir ikili zaman kuramıyla yola çıkarak dikkatimi çekmişti ancak ilerledikçe işler değişti. Kimileri için bir kıstas olan Niv York çok satanlar listesinin bu kitabı da kapsadığını belirtmek isterim. Sanırım benim hatam 0-1-2-3 sıralamasıyla başlamış olmam. 1 no'lu kitaba göz atmayı düşünüyorum.

Kitap, Martı Yayınları'ndan Mihriban Doğan çevirisiyle Nisan 2012 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.