29 Mart 2020 Pazar

Son Av

0 yorum

Grange'ın yeni kitabı. Bu karantina günlerine polisiye yakışacaktır elbet.

Niemans adlı Fransız komiser başına gelen elim olaydan sonra sahadan çekilmiş ve eğitimci olarak devam etmektedir. Ancak yeni kurulan bir ekibin içine dahil edilmiştir. Danışman olarak vakalara yardım edecektir. Ancak ekip tek başına kendisinden oluşmaktadır.

Niemans'ın isteği üzerine ekibe birisi daha katılmıştır. Ivana Slav genç bir polistir. Fransa-Almanya sınırında yaşanan bir cinayeti aydınlatmak için Alman polisiyle birlikte çalışacaklardır.

Öldürülen ise ekonomik bir imparatorluğa sahip bir ailenin genç varislerinden birisidir. İpuçları çok belirsizdir. Tek büyük ipucu varis bir av yöntemine göre -pirsch- öldürülmüştür ve bu yönteme göre temizlenmiştir. Bu ikilinin ilk sorgusu aile doktoruyla başladı.

Ölüm von Geyesberglerin kendi arazi olan Kara Orman'de gerçekleşmiştir. Bu orman ailenin kendi partileri özenle baktıkları, yetiştirdikleri bir özel mülk.
Aristokratın tek bir meydan okuması vardır, kan. (sayfa 276)
Peki bu meydan okuma sadece hayvanlara karşı mıdır? Yoksa insanlar bu av partisinin neresindedir?
Soy her şeydir ve öğrenim aşağı tabakalardan biri için zavallı bir umuttur. (sayfa 279) 
Avlanma ile toplumsal yaşam arasındaki bağ ve bağlamlar yadsınamaz benzerlikler sergiliyor... İnsan en tepedeki avcı durumunda. Bizi avlayan var mı? Belki de Covid-19 bizim avcımızdır?
Gerçek çevreciler avcılardır. Bu doğru. Ormanı tehdit eden en büyük tehlike, aşırı kalabalıklaşmadır. (sayfa 71)
Av ve avcılığı insan harici düşündüğümüzde tamamen doğal ve dengeli oluyor. Hatta durumu kabulleniyoruz. Ancak insan işin içine girince olaylar çetrefilleşiyor.

İnsan insanı avlar mı?

Bendeki kitap Tankut Gökçe çevirisiyle Şubat 2020 tarihli ilk baskısı

Kitap:
Doğan Kitap

21 Mart 2020 Cumartesi

Bir Köpeğin Araştırmaları

0 yorum
Franz Kafka öyküsü. Bu seferki biraz uzunca çünkü bu kitabında bir köpeğin yaşamını ve yaşamındaki adanmışlıkları okuyoruz.

Köpek olma felsefesini de görüyoruz, köpek olmanın ne demek olduğunu da anlıyoruz, varlığının kaynağına kadar düşünüyoruz.

İnsanlar ne kadar köpekse köpeklerin de o kadar insan olduğunu düşünmemek elde değil.

Köpeğimizin araştırmaları yemek üzerine, toprağın verdiği yemeği neden hava da vermesin? Havanın yemek vermesi için ne kadar beklemek lazım ve ne yapmak lazım?

Belki de yememek lazım.

Kitabın her cümlesini birden fazla kere okumam gerekti. Anlaşılmazlığından değil. Her okuyuşumda bambaşka düşünceler içerisinde kaldım. Köpeğin peşinden gittiğinizi düşünürken kendi kaybolmuşluğunuzda boğulabilirsiniz!

Bu korona salgınında evde kalınız ve bol bol okuyunuz. Unutmayın ki size bir şey olmasa bile virüsü taşıdığınız ve çok sevdiğiniz kişi koronadan dolayı ölebilir!

Sağlıklı günler!

Bendeki kitap Olympia Yayınları'ndan Derya Öztürk çevirisi.


Ateş

0 yorum
Henri Barbusse kitabı. Birinci Dünya Savaşı'nın aslında kimler için olduğunu gösteren bir kitap.

Kitabın ben dili ile ilerliyor ancak bir yandan da sanki bir fanus içerisinde saflarda ilerliyorsunuz. Yazar sizi tamamen savaşın içine sokmuyor ama savaştan da uzak tutmuyor. Bir başka deyişle üzerine kan bulaşmıyor ama kanın kokusunu ve tadını alıyorsunuz.

Ancak bu hissiyat savaşın en korkutu zamanlarnda devam etmiyor. Üzerinizde mermiler uçuşurken yerde çamurun içine batmış şekilde bekliyorsunuz. Bu bekleyişe hareket ederseniz vurulacağınızın korkusuyla birlikte; çamurun içinde saplandığınz için hareket etmek istesenizde hareket edemediğinizin korkusu katılıyor.

Bu hissiyatla savaş hatlarında geziniyoruz. Barut kokusu, kan kokusu, çamur ve lağım kokusu birbirine karışıyor. Hatlarda bu kokuların, tatların içinde kimler yaşıyor?
Bu savaşta başlarını, buralarda mazgal deliklerinde, tehlikeye sokmuş aydın, sanatçı veya zengin hemen hemen hiç olmamıştır. Eğer olmuşsa tesadüfen buradan geçerken olmuştur ve muhakkak ki, başındaki kepi sırma şeritlidir. (sayfa 24)
Savaşı yaşayanlar ve savaşı isteyenler arasındaki çizgi böyle çiziliyor denebilir mi?

Siperlerin dibinde benzer düzenin farklı ifadesini de görüyoruz. Bir bakıma insanın gerçek yüzü böylece görülüyor.
Her bitli asker, kendi arkadaşının sırtından yaşar, eğer sen karavanadan en iyi parçayı alır ya da bir anggaryayı atlatırsan ve görevde en rahat yeri alırsan, muhakkak bundan arkadaşların zarar görür. (sayfa 38)
İnsanın temel düzeni ortaya böylece çıkıyor. Hepimiz çamurun içindeyiz. Ama bizim mecmualarda okuduğumuzu hep çamurun cilde iyi geldiğidir.
On beş aydır biz böyle şeyler okuyoruz; on beş aydır, müdür, yazarlara: "Omuzdaşlar, siz bütün bunlarla şu kirletmemiz lazım gelen şu dört beyaz sayfayı bulayınız," diyor. (sayfa 43) 
Savaşı kim istiyor sorusuna gizli bir cevap bu. Peki insanın ihtiyacı mıdır savaşmak?
Ne kadar  şeyler bulursam hepsiniz alıp, hepsini yapacağım. Başkalarıyla savaşmak ve kan çıkıncaya kadar, bok içinde didişmeye mecbur olmadan yaşayacağım. İki elimi lüks bir eşya gibi kıpırdatmadan yorganın üstüne koyacağım. Yorganın altında bacaklarım, yukarıdan aşağıya sıcacık olacak. (sayfa 61)
 Peki kendi askerlerine karşı insanlık nasıl bekliyor?
Yalnız kollarını değil, ellerini de açıp, bizi karşılayan bu cömert insanlar! (sayfa 76)
İnsanlığın geninde var olan bir sıkıntı belli ki bu. Yoksa savaşa ihtiyaç olmaz ve birbirini öldürmek için uğraşmazdı. Sosyal düzen oluşurken bu gendeki sorun sosyal düzene de yansımış. Ama insan böyledir işte.
İnsan her zaman birini kendine siper eder, dedi. (sayfa 125)
Başkalarını kendimize siper alıyoruz. İnsanlık hiyerarşisinin en üstünden en altına kadar bu sirayet etmiş. Yahut zaten hep vardı(?)
Tüfekler de el yazılarına benzerler, hepsi birbirinden farklıdır. (sayfa 184)
Öyle ki hepsi aynı şekilde öldürmektedir insanlığı. Ölen insanlığın propagandası tüm insanlığın aklının kaybetmişliğinin göstergesi.
Tüm insanlığın çılgınlığı yüzünden, onlara zorla kabul ettirilen deli rolünü bir kez oynamak için. (sayfa 245)
Ancak unutulmamalı ki insanın içinde zaten bir delilik mevcut ki deli rolüne çok hızlı uyum sağlayabiliyoruz veya kabulleniyoruz ama ölen yine bizler oluyoruz.
Tüfek hangi taraftan atılırsa atılsın aynı ses çıkarır, aynı dili konuşur. Ama milletler aynı tüfeklerle birbirlerine saldırmaktan çekinmezler. (sayfa 288)
Bizler kimiz? Bizler mutsuz olanlarız.
Bu dünyada  hiçbir memlekete tek ülke denilemez... Doğru değil mi? Her memleket sınırları içerisinde iki ayrı üke var... Ve her bir memleket birbirine yabancı iki ülkeye ayrılmış. Cephede, orada çok mutsuzlar var; burada geride ise çok fazla mutlular var!..(sayfa 307)
Bizler unutanlarız.
Biz birer unutma makinesinden başka bir şey değiliz... İnsanlar biraz düşünen fakat özellikle unutan yaratıklardır İşte bizler böyleyiz... (sayfa 338)
Bizler intihar edenleriz.
Savaşan iki ordu intihar eden tek ordudur, diye bağırıyorduç (sayfa 340)
Bundan kurtulmanın tek bir yolu var.
Savaş düşüncesi ortadan kalkmadıkça, öldürülmedikçe, her devirde boğumaşmalar olacak... (sayfa 341)
Savaş düşüncesinin ortaya çıktığı eşitsizlik de öldürülmüş olacak haliyle.
Bütün insanlar eşit olunca, birleşmez zorunda kalacaklar... (sayfa 348)
Peki biz neden eşitsizliği ortadan kaldıramıyoruz?
Eğer her ulus, savaş tanrısına günde yüzbinlerce körpe delikanlının taze etini hediye ediyorsa, herhalde bundan faydalanan bir iki kışkırtıcıdır. (sayfa 348)
Yalnızca bunlar değil, bir de onlarla birlikte cennetlerinin morfini ile bizleri önce heyecanandıran ve sonra uyutan papazlar var. Ekonomistler, tarihçiler... Ne bileyim ben, daha kimler?.. Sizin kafaınızı teorik cümlelerle allak bullak ederler. (sayfa 351)
Kitap savaşın kanlı tadını aktarıyor ve savaşın ortadan kaldırılması için en temelde neler gerekli söylüyor.

Katılmadığım bir nokta var, tüm insanlar birleşse ve eşit olsa bile bazıları kendilerinin daha eşit olduğunu savunacaktır. Çünkü bizde var olan bir bozukluk bunu defalarca kanıtlamıştır.

Tüm kana susamışlar kanın miktarı ve kokusu karşısında bir zaman sonra elbette rahatsız olacaktır, peki o zamana kadar akan kanın hesabını kim verecek?

Kitap:
Nadir Kitap
 
 
 
 
 
 
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.