Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2014 Çarşamba

Kuşatma 1453

1 yorum

Okay Tiryakioğlu kitabı. İstanbul'un Fethi'ni romanlaştıran bir eser. Kitapta dikkatimi çeken ilk nokta Fatih Sultan Mehmet'in kendisiyle konuşması oldu. Ancak kendisine "sen" ağızla konuşmasını biraz yadırgadım. Bazı cümlelerde "sen" ağız yerinde olmamış, istenilen anlam verilememiş. Düşünmeye "ben" ağız daha çok yakışırdı sanki. Bununla birlikte, bu düşünme durumları gemilerin karadan yürütülmesi konusuna değinmemiş. Sanırım Fatih'in bu olayı iyice gizlemeye çalışmasını yansıtmak adına böyle bir tutum sergilenmiş.

Sonunu bildiğimiz bir savaşın bir de romanını okumak gayet güzel. Bu tarz kitapların başka yazarlarca da yazılması taraftarıyım ve Timaş Yayınları bu konuda Okay Tiryakioğlu'nun  ve Hakan Kağan'ın eserlerini yayınlıyor. Umuyorum bu konuda yazan yazarların sayısı artacaktır.

Kitap macera kitabı tadında ilerliyor. Bu da onun için ayrı bir güzellik. Kitapta iki noktaya gelmeyi sabırsızlıkla bekledim. Bunlardan ilki gemilerin karadan yürütülmesi ve ikincisi Ulubatlı Hasan'ın nasıl meydana çıkacağı.

Fatih'in çadırıyla XI. Konstantin'in meclisi arasındaki ikili anlatım da (hatta üçlü bir anlatım var; Azaplar Ocağı'ndan bir grup asker de anlatılıyor) kitaba çok güzel bir hava vermiş.
-Bugün, artık pek çok şeyin bir anlamı yok eski dostum. Hayatlarımızın, düşlerimizin ve geçmişlerimizin; gelecek ise zaten bir masal. (sayfa 245)

Elden düşmeyecek şekilde kendini okutturan bir kitap böylece meydana gelmiş! Akışın kronolojik sırasını teyit etmedim. Bir başvuru kitabından ziyade bir roman olarak baktım.

Kitap Timaş Yayınları'ndan olup ilk baskısını Mayıs 2009'da yapmış. 10. baskısı ise Mart 2011 tarihli.
Timaş Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

15 Mart 2014 Cumartesi

Kitap Hırsızı

0 yorum

Markus Zusak'ın muhteşem kitabı! Olayları Azrail'in gözünden okuyacaksınız! Hitler Almanyası, bir kitap hırsızı, bir Yahudi ve Himmel -Cennet- Sokağı, Molching Kasabası.

Liesel Meminger, evletlık verilir. Rosa ve Hans Hubermann yeni ailesidir! Bu aileye gelirken yolda erkek kardeşini de kaybeder. Yeni evinde Liesel Meminger hayata tutunmaya çalışır! Rudy Steiner ise Liesel'e bu hayata tutunmasına yardım eder.

Markus Zusak'ın üslubu, anlatıcı olarak Azrail için mükemmel olmuş! Hitler dönemini Azrail'den daha iyi anlatabilecek kim var ki? Mükemmel kurgusu içinde kaçınılmaz sona ilerliyoruz. Kitabın içiniz sızlayacak...

Liesel'e Kitap Hırsızı adını veren Rudy Steiner, Liesel'le yaşıt ve Hitler döneminde çocuklar...

Liesel, Himmel Sokağı'na gelirken, yolda kardeşini gömen mezarcılardan biri, el kitabını düşürmüştür ve Liesel bu kitabı alır ve ilk çaldığı kitap bu olmuştur. Okumasa da kitabın varlığı, anılarına tutunmasını sağlar. Liesel, kabuslarından uyandığı bir gece, Hans Hubermann kitabı bulur. Böylece birlikte okuma maceraları başlar.

Kelimeler arasında, kızıl hava altında bir yaşam masumiyeti...

Defalarca okunacak bir kitap! Kitap mutlaka okunması gereken harika bir kitap. Karakterlerin güzel işlenişi, üslubun ve kurgunun mükemmel bir şekilde birbiriyle örtüşmesi ve mükemmel bir hikaye!

Kitabın sinema uyarlaması da çekildi: IMDB

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri çevirisiyle Aralık 2012 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr


24 Şubat 2014 Pazartesi

Yeniçeri Kılıç Kından Çıkınca

0 yorum

Hakan Kağan romanı. Yeniçeri Ocağı'nı 3. Selim zamanındaki Nizam-ı Cedid yüzünden gerçekleşen isyandan (Kabakçı Mustafa İsyanı) başlayarak anlatılıyor.

Elvan, doğrudan Sultan 3. Selim'e bağlı bir görevlidir. Sultan Selim'in verdiği görevle hayatına devam etmektedir. Hakan Kağan öykünün temelinde Pir Elvan'ı işlemektedir. Tarihi bir roman olduğu için bazı olayların birden bire sonuçlanması beklenmiyor. Çünkü o noktaya kadar nazlı bir örgü varken, sonucun birden karşınıza çıkması olay örgüsünde bir aksaklıkmış gibi hissettiriyor. Bununla birlikte, olayları birazcık renklendirmek adına olsa gerek, Behiye karakteri var ki olmasa da olurmuş... Bunlara rağmen okuması güzel bir roman karşımıza çıkıyor.

Okuma esnasında bağlantıların koptuğu anlar olabiliyor. Birazcık da Yeniçeri tarihine bağlı kalmak adına yapılmış gibi görünüyor.

Bektaşi Tarikatı'na eğilim de kitabı ayrıca güzel kılıyor. Yeniçeri ile Bektaşi birlikteliği güzel işlenmiş. Bunun yanısıra Kazan Kaldırma'yı bir romandan okumak insanı o günlere götürüyor.

Bu tip romanların sayısının çoğalması gerekmetedir. Bununla birlikte takvime çok da bağlı olmaksızın kurgusal romanlar da ilgi çekici olacaktır. Sadece Elvan'ın çalışma şekli üzerine bile bir roman çıkacağına inanmaktayım.

Kitabı okurken bir tarih kitabı havasında okumadığım için takvimle ve isimlerle pek fazla ilgilenmedim. Ancak bu yine de Kabakçı Mustafa İsyanı'nın bir roman şeklinde okumak ayrı bir zevk oldu.

Hakan Kağan ile bu romanla tanıştım. Süslü bir üsluba sahip. Takvimin sabitliğini yumuşatmak için böyle bir yol seçmiş gibi.
Güneşin turuncuya dönen ışıkları, ahşap evlerin damlarına yenice yüz sürmüştü ki Frenk kulesi dibinden bir doğan havalandı. (sayfa 9)
"Eski bilmeler demiştir ki; üç şey vardır ki ateş gibi yakıcıdır. 'Krallarla arkadaşlık etmek, kadınlara sır vermek, bir de acaba zararı dokunur mu diye zehir içmek.' İktidar zehirdir, ona kavuşmak için krallarla arkadaşlık etmek gerek." (sayfa 139)
Galip'i kucaklarken biliyordu ki hiçbir toprak parçası, hatta padişahın bütün mülkü bir oğul etmezdi. (sayfa 216) 
 Bendeki kitap Timaş Yayınları'ndan Eylül 2009 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Timaş Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

13 Mart 2013 Çarşamba

Amat

0 yorum

İhsan Oktay Anar'dan bir mükemmel kitap, bir şaheser daha! İhsan Oktay Anar'ın fikir denizinde, ahşaptan bir gemiye yüklü fırtına, kan ve bilinmezlikle; gerçekçi bir masal ile, masalsı gerçekleri anlatıyor! Gerçekle masalın bu raksında varlık ve zaman üzerinde kalem mürekkebini bırakıyor!

Bu kitapla birlikte, İhsan Oktay Anar'ın okumadığım kitabı kalmamış oldu! Amat bir gemi.; kah sisin ortasında kalan, kah düşman gemileriyle karşılaşıyor. Ancak gemidekiler zamanla Amat'ın sıradan bir gemi olmadığının farkına varıyorlar.

Belirtmeden geçemeyeceğim, Amat kelimesinin anlamını kitabın içinde bulabilirsiniz. TDK'nin resmi sitesi sonuç vermeyecektir.

İhsan Oktay Anar'ın kitaplarında varlık üzerine yoğunlaşması malumunuz.

Her kitabında varlığın bir başka boyutu üzerine eğilmiştir:
"Fisagorculara göre zamanın sonsuz olmasının yegâne yolu onun döngüsel olmasıydı. Risâlede bu bahsi izah etmek için şöyle bir örnek verilmişti: Söz gelimi Amr, belli bir tarihte doğup zamanla büyüdüğü vakit Zeyd ile arkadaş olduktan sonra, arkadaşına ihanet ederek onun tarafından öldürüldüğünde, zaman döngüsel olduğu için tekrar doğacak, yine Zeyd ile karşılaşacak yine ona ihanet edecek ve yine öldürülüp yine doğacaktı. Bu döngü sonsuza kadar sürecekti. İşte, zaman döngüsel olduğu için sadece geçmişi değil, geleceği hatırlamak da mümkündü. Kısacası hatırlama ile kehanet aynı şeydi. Öte yandan, filozof Aristâtalis gözler nasıl ki ışığı ve kulaklar da sesi algılıyorsa, hafızanın da zamanı algıladığını ileri sürmüştü. Müridinin yazdıklarına bakılırsa, İbni Parmen de hafızanın, tıpkı göz ve kulak gibi bir duyu organı olduğunu söyler görünüyordu. Bununla birlikte hafıza geçmişi ve geleceği algılamaktaydı. Ancak bu filozof, geçmişin ve geleceğin olmadığını söyleyerek Fisagorculardan ayrılıyordu. Mesela, 'Bir dedem var idi,' dendiğinde bundan, dedenin artık var olmadığı, 'Bir oğlum olacak,' dendiğinde ise oğlun henüz var olmadığı sonucu çıkıyordu. Öyleyse var olduğu söylenen herhangi bir şey geçmişte ve gelecekte olamazdı. 'Her ne kadar uzakta olsalar da zihinde şimdi bulunan şeylere bir bak' diyen İbni Parmen'e göre, 'şimdi çocuk olduğunu' ve 'şimdi ihtiyar olduğunu' hatırlayan, dolayısıyla 'algılayan' biri yanılmaktaydı. O, aynı zamanda hem çocuk hem de ihtiyar olamazdı. Ne çocuk ne de ihtiyar olan biri de, ezelî ve ebedî bir 'şimdi' içinde yaşıyor demekti. İşte bu yüzden o kişinin ölümsüz olduğunu kabul etmemiz gerekiyordu." (Sayfa 117)
 Amat eserinde, İhsan Oktay Anar mitolojiye olan hakimiyetini bir kere daha göstermiştir!

Bu kitabı üzerien anlatılabilecek, konuşalabilecek o kadar çok şey var ki! Ancak ben bunları bir şişenin içine koyup denize bırakmak taraftarıyım. Çünkü söyleyeceklerimin hepsi İhsan Oktay Anar'ın denizinde çoktan ortaya çıkmıştır!

Kitabın sonlarını nefessiz okudum. Amat'a ne oldu? İhsan Oktay Anar, kıvrak sonlarına bir yenisini daha eklemiş! İhsan Oktay Anar kitaplarıyla ilgili şimdiki hedefim, tüm kitaplarını inceleyerek okumak. Zira kendisine ait hangi fikir tohumunu nereye gömdüğünü bulmam lazım!

Bendeki nüsha Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olup, İletişim Yayınları'ndan 2010 tarihli sekizinci baskısı. Kitabın ilk baskısı 2005 yılındadır.



İletişim Yayınları Resmi Sayfası
Kitapyurdu.com

6 Mart 2013 Çarşamba

Kitab-ül Hiyel

0 yorum
İhsan Oktay Anar'ın bir başka mükemmel eseri! İhsan Oktay Anar bizi bu kitabında pastel renkli dünyasında mucitlerin hayatlarına bir yolculuğa davet ediyor! Kendi çizimleriyle de bezmiş olduğu bu şaheseri dişli çarklar arasında budasyom patlamaları vaat ediyor!

Yâfes Çelebi'nin hiyel(mekanik) merakıyla başlıyan bir serüven! Yâfes Çelebi'den sonra, onun uyguladığı kuvvetle çalışmaya başlayan çark, aynı evde iki kuşak daha döndürüyor. Yâfes Çelebi mekaniğe yatkın ve de meraklı bir kişi. Demirci çıraklığıyla başlayan ticaret hayatında ilk icadı bir makas-kılıç oluyor! Bu icadı onun demirciler çarşısından atılmasına sebep oluyor! Yâfes Çelebi'nin ustasının konuyla ilgili sözleri:
"Diğerleri senin yeteneğini görüp korktular. Çünkü gediğin elinden alınmasaydı onların bu ticareti yürütmeleri zor olacaktı. Yaptığın kılınç, onların bütün müşterilerini ellerinden alır, üstelik bunun arkası da gelir. Ama ben bambaşka bir sebepten ötürü onların kararına katılıyorum: Ustaların kılınç yapmak için saatlerce ve günlerce dövdükleri demir neden serttir, bilir misin? O, insan oğluna hemen boyun eğmez, çünkü onların, kendisiyle işleyecekleri suçları bilir. Bu yüzden de ortak olacağı günahların bedelini ateşte dövülürken peşinen öder. Zalimlerin kolları kendi erişilmez isteklerine göre çok kısadır. Tutkularının büyüklüğü onları böylece sakat kıldığından, bizim kılınç dediğimiz koltuk değneğini kullanırlar. İcad ettiğin silah işte onların tutkularını büyütecek ve zulümlerini arttıracak. Sen onların kollarını uzattın. Oysa kılınçlar yeterince uzun değil miydi?" (Sayfa 14)
Yâsef Çelebi'nin makas kılıncı.

Yâsef Çelebi'nin ustası Zekeriya Efendi işte böyle öğütlüyor. Ancak buna rağmen Yâsef Çelebi'nin mekanik aşkı dinmiyor. Aksine körükleniyor. Çizimlere döktüğü icatlar İmparatorluk Hiyel Nazırı Uzun İhsan Efendi tarafından kabul görmüyor. Sonunda doğrudan padişahın huzuruna çıkartmak adına "tahtelbahir"i icat ediyor! Lakin bu onun hayatını değiştirecek bir karardır.

Yâsef Çelebi'den sonra hiyel ilmini, onun azat ettiği eski kölesi "kara" namlı Calûd devam ettiriyor. Calûd'un iktidara olan meraki belki de doğuştandır ki daha köle pazarında kendini gösteriyormiştir. Calûd efendisinden sonra tüm dünyayı ele geçirmek planları peşinde koşmaya başlamıştır ki bu da onun kendi sonunu hazırlayışına delalettir. Calûd bir zaman sonra yardımcı arayışına girer. Son yardımcısı, yetim olan Üzeyir Bey'dir ki çocukluktan ergenliğe kadar hiyel ilmini Kara Calûd'dan öğrenmiştir. Ayrıca Kara Calûd o kadar çok eziyet etmiştir ki, Üzeyir kendi benliğini unutup Calûd'un aşıladığı benliği yaşamaya başlamıştır.

Uzun İhsan Efendi'den:
"Önce bir yıldız gördüğünü sandı. Oysa bu sadece bir noktaydı. Böylece kör olmadığını ve her şeyi gördüğünü anladı. Çünkü gördüğü noktanın olmaması, bütün gözlerin kör olması demekti." (Sayfa 148)
Nokta üzerine:
"Arapçada noktasız ha ile yazılan tahayyül, becerikli olmak, maharet göstermek, hiyle yapmak, hiyel ilmiyle uğraşmak, hiylekâr ve hiyelkâr olmak gibi anlamlara geliyordu. Noktalı hı ile yazılan tahayyül ise hayal etmek, imgelemek anlamına geliyordu." (Sayfa 149)
İhsan Oktay Anar yine mükemmel bir şaheser ortaya koymuş!

Kitabın İletişim Yayınları'ndan 2011 yılındaki 22. baskını Kocaeli Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki kopyasını okudum.


İletişim Yayınları Resmi Sayfası
KitapYurdu.Com

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

0 yorum

Muhteşem bir eser! Mutlaka okunması ve okutulması gereken kitaplardan. Kapağında da belirtmişler; Mustafa Kemal'in Türk milletinden okumasını istediği kitap diye!

Okuyun!

Grigory Petrov kalkınan bir ülkenin mükemmel bir tablosunu çizip bizlere aktarmış. Dili sade ve gayet rahat anlaşılır. Bir halkın yeniden yükselişi için gerekli olan ve en temel uygulamaları anlatmış. Fin düşünür ve önderlerinden Snelman anılarıyla bezeli!

Grigory Petrov, bu kitabıyla yeni bir bakış açısı kazandırıyor! Üstelik Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptıklarıyla karşılaştırmalı olarak okursanız bambaşka bir bakışa daha sahip oluyorsunuz. 

"Kurtçuklar gibi önemsiz ve kişisel dertlerinizin çamurları içinde kıvranmayın. Bunun yerine devletin temellerinin yenileştirilmesini ve ulusun bundan sonra alacağı eğitimin biçimlerini düşünün! Tarih bazı ulusların, bazı devletlerin acıklı sonuçlarını yazdığı gibi, diğer bazı devletlerin ve ulusların gelişme ve ilerlemelerini yazmak için de parlak sayfalar açmaktadır."(sayfa 15)
"Tarih, halk kitlelerinin bir hayvan sürüsü veya çalışkan bir karınca yuvası konumundan çıkarılarak, akla uygun ve mutlu bir hayat yaratan milyonlarca sanatçıya çevirmenin çarelerini, devlet hayatının nasıl güçlendirileceğini, halk kitlelerinin nasıl eğitileceğini gösteren bir bilimdir."(sayfa 16)
 Grigory Petrov Snelman'dan aktarıyor:
"Finlandiya, her zaman Rusya ve İsveç tarafından işgal edilme tehlikesi karşısındadır. Güçlü ve açgözlü komşularına karşı durabilmesi için kültür bakımından onlardan yüksek olması gerekir." (sayfa 35)
Grigory Petrov kitabında; Türkler tarafından da sevilen futbol için ayrı bir bölüm açmıştır.

Kitap hakkında bir kitap daha yazılabilir! Basit anlatımlı o kadar çok bilgi var ki içinde! Bazı kütüphaneler bu kitabı dünya klasiği olarak kabul etmektedir ki etmemek de el değil gibi görünüyor!

Kendime notlardan birisi de şudur ki; düşünmeyi bırakıp diğer fikirleri dinlemeyi de unutmuşuz! Dinlemeyip, fikirlerimizi salt savunma içine girmişiz!

Bendeki kitap, Tutku Yayınevi'nden, A. Göke Bozkurt çevirisiyle Ocak 2013 baskılıdır.



Tutku Yayınevi
KitapYurdu.Com

22 Mart 2012 Perşembe

Işık Bahçeleri

0 yorum
Amin Maalouf'un kaleminden çıkan bir başyapıt. Mani'yi anlatıyor. Mani'nin öğretisini, barışçıllığını ve Işık'ın aydınlatıcılığını... Mani'yi tanımıyordum. Aslında ismi pek yabancı gelmemişti. Ama yine de tanımıyordum... Halbuki bizim coğrafyamızdandı. Mani'ye adanmış bir kitapla Mani'yle tanıştım. Belki gerçekten de bir peygamberdi, belki de "alter egosu"yla konuşuyordu. Bilinmez... Çağının çok ilerisinde bir insan olduğu gerçekliğini de değiştirmez. İşin tuhafı, kitabı okurken de farkettiğim, bugün de yaşasa aynı tepkiyle karşılaşırdı. Hırs ve iktidar isteği, bencillik; Mani'nin en büyük düşmanıydı.

Kısaca Mani'den ve kitabın içeriğinden bahsedeyim. Mani'nin babası Pattig,bir tarikata katılıyor. Tarikat dişil olan her şeye karşı ve sadece beyaz giyiniyorlar. Ak-Giysililer olarak biliniyorlar. Pattig, eşi hamileyken gidiyor ve Mani dünyaya gelince Mani'yi almaya dönüyor. Annesinden koparılarak Ak-Giysililerin diyarına -Hurma Bahçesi'ne- getiriliyor. Mani burada, Ak-Giysililer öğretisiyle yetişiyor. Ancak içinde her zaman bir eksiklik hissediyor. Ürünlerini sattıkları komşu köyün pazarına gidip gelirken Yunanlı bir köylünün harabe evinin duvarlarına işlenmiş resimler görüyor. Onarılması gereken resimler... İçinde inanılmaz bir istek duyuyor ve buna karşı gelmeyip resimleri onarıyor. Bu sıralarda kendiyle başbaşa kaldığı, yalnız kalmak istediğinde her zaman gittiği yerde 'İkizi'yle konuşmaya başlıyor. Öğretisi şekillenmeye başlıyor. Yirmili yaşlarında Ak-Giysililerin memleketini terk ediyor.  Bu terk ediş Mani'nin öğretisini yaymaya başlamasıdır. Önce Hurma Bahçesi'nden kendinde önce ayrılan Malkos'un yanına gidiyor. Malkos daha sonra Mani'nin peşinden ayrılmıyor. Malkos'a Mani'nin babası da ekleniyor. Oğluna müritlik ediyor.
"Babil ülkesinden Çığlığım bütün dünyada yankılansın diye geldim" 
diyor Mani. Çığlığı hep güzellikleri öğütlüyordu. Güzelliği, saygıyı ve birlikteliği. Işık ve Karanlık'ın birlikteliğini, iç içe geçmişliğini anlatıyordu. Mani insanlardaki Işık'ı görüyordu.

Mani'yi sevmeyen çağdaşları onu sapkın olarak ilan etmenin peşindeydi. Dönemin güçlü kralı Şahpur tarafından himaye altına alınıyor ve hem kralın özel danışmanı oluyor hem de öğretisini,dinini istediği gibi yayma özgürlüğüne sahip oluyordu ve mücadelesi Mani ölünceye kadar devam ediyordu. Öyle ki benim buraya yazdığım sadece devede kulak. Amin Maalouf, kendine has üslubuyla bize olayları zaman zaman kurgalayarak, zaman zaman efsanelere dayandırarak bazen de arkeolijiden bahsederek aktarıyor. Bu üçlüyü o kadar güzel harmanlıyor ki o sayfaların içinden o toprakların havasını yüzümde hissettim.

Mani, insanlara çağının çok ötesindeki olgulardan bahsetti ve sonunda işkenceyle öldürüldü. Sureti ölse de anlattıkları çok kişiye, kişinin kendindeki Işık'ı keşfetme imkanı sundu.

Bendeki kitap 10. baskısı Saadet Özen çevirisi Mart 2011 tarihli Yapı Kredi Yayınları çıkışlı.

Kitap:

Yapı Kredi Yayınları
KitapYurdu.Com

19 Şubat 2012 Pazar

Puslu Kıtalar Atlası

0 yorum
Bir şaheser! İhsan Oktay Anar'la tanışmam bu kitap sayesiyle oldu. Bazı kitaplar bir çırpıda okunur, insan elinden düşüremez. Bu da onlardan. Şimdi ne olacak?.. Kişiler zaman çizgisi boyunca kendi parçalarında geçiyor. Sonunda zaman çizgilerinin kesişimi şaşırtıyor!

Uzun İhsan Efendi evinden çıkmadan bir dünya atlası yazıp çizmek ister. Bu sırada eline Rendekâr'ın kitabı geçer. "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyor Rendekar.Uzun İhsan Efendi bunun üzerine düşünüyor.

İhsan Oktay Anar masalsı anlatımıyla alıp götürüyor Konstantiniye'ye. Uzun İhsan Efendi'nin oğlu Bünyamin'in o melun parayla karşılaşma hikayesini okuyoruz. Kişilerin renkliliği, kesişmeleri arasında Konstantiniye sokaklarında geziniyoruz.

Kitabın sonunda, o meşhur paragraf, varlığı tekrar sorgulatıyor. Oğluna bıraktığı Puslu Kıtalar Atlası'nda oğluna yazdığı mektupta okuyoruz:
"Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hala çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."

Evinden çıkmadan bir atlas çizme peşinde olan Uzun İhsan Efendi, oğlu Bünyamin, eski hırsızlardan o zamanın dilenci kethüdası Hınzıryedi, Büyük Efendi Ebrehe, sakallı maymun Müşteri, Lağımcılar başı Vardapet, Arab İhsan, esirliği Alibaz namı Efrasiyab... Adını unuttuğum diğerleri... Bu Puslu Kıtaların arasındaki Konstantiniye'deler. İhsan Oktay Anar'ın masalsı anlatımıyla okunmayı, yaşanmayı bekliyorlar.

Şaheser İletişim Yayınları'ndan ilk baskısını 1995'te yapmış.Bendeki 36. baskısı 2009 tarihli.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

16 Şubat 2012 Perşembe

Şah & Sultan

0 yorum
Kitapçı : Berkay Hür AKBABA

Şah ve Sultan İskender Pala'nın tarihi romanlarından bir diğeri... Anadolu üzerindeki değişik etnik kültürlerin oluşum süreçlerine Üniversitedeki eğitimci dostlarınının da katkılarıyla değinmeye devam ediyor...

Eserimizde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkış süreçleri ve Anadolu halklarının seçim yapma durumunda kalması yıllarca ülkemizi bölen, ayıran, ötekileştiren sürecin ilk yıllarında kardeşi kardeşe nasıl düşman ettiğinden başlayarak anlatılıyor... Alevi-Şii kültüründen ve Türk Müslüman adetlerinden sıkça bahsedilen eser alışılageldiği üzere bölümlerden (BAB) oluşmakta...

Olayların ilerlemesi ile aşk konusu ile kitaba sürükleyicilik katmaya çalışıyor yazar ama yukarıda bahsettiğimiz tartışmalara derinlemesine inceleme yapma imkanı bulamıyor bu yüzden... Bir yandan da anlatıcıya başvurmasının etkisinden bahsetmek mümkün.. Üstelik belki de anlatıcı yüzünden olacak Şah'ın sarayında her şeyden haberdar oluyorken Sultan'ın sarayına girmek pek mümkün olmuyor..

Diğer eserleri Katre-i Matem ve Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk'a yaklaşamayan bir eser olduğunu belirtmekte fayda var... Konu yıllarca insanların birbirini öldürdüğü bir temele dayandığından tepki çekmemek adına yazarın bunlardan kaçınması normal görülebilir ancak böle bir yazıyı kaleme almaya niyetlenmiş bir yazarın kaçamak yapma lüksü olduğuna şahsım adına inanmadığımı son olarak belirtmem gerekir.

Kitap Kapı Yayınları'ndan Ekim 2010 tarihli ilk baskısı.

Kapı Yayınları
KitapYurdu.Com

13 Ekim 2011 Perşembe

Benim Adım Kırmızı

0 yorum
Nakkaşlığın bir maceraya dönüşmesi! Orhan Pamuk üslubuyla güzel bir esere imza atmış. "Ben Ölüyüm" bölümüyle başlayan kitap daha ilk satırlarından merak uyandırıyor. Sonrası kendiliğinden geliyor.Şeküre'nin kocası yıllardır eve dönmemiştir. Şeküre'yse bundan sıkılmıştır. Olaylar başlar.

Nakkaşlığın gerektirdikleri de minik hikayelerle anlatılmış, roman bunlarla bezenmiş. Bu romonla birlikte nakkaşlığın aslında sadece bir resim türü değil, bir yaşam felsefesi olduğunu, hatta bir öğreti görevi gördüğünü anladım.

Kimileri Orhan Pamuk'u sever kimileri sevmez. Ancak unutulmaya yüz tutmuş bir sanatın bir maceraya dönüşmesi küçümsenecek bir olay değil gözümde. Karakterlerin zenginliği, işin çetrefilini arttırıyor. Roman 1591'de de geçse oradaki karakterlerin günümüzde de karşımıza çıkması ayrı bir tattır.

Kitap İletişim Yayınları'ndan.1998 yılında ilk baskısını yapmış.2010 yılındaysa 33. baskısı yapılmış.

Kitap:

İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com
>

16 Ağustos 2011 Salı

Aşk

0 yorum
Elif Şafak'la tanıştığım kitap oldu.Ne kalemini tanıyordum ne kendisini. Sadece televizyonlardan duyduğum raflarda gördüğüm, arkadaş çevresinde ismi telaffuz edilen bir kişiydi.

Kitabın sayfalarını açtığımda bir önsözle karşılaştım.İşin aslı, pek de beklemiyordum böyle bir şey. Beklemeliydim; Elif Şafak ne de olsa bir Uluslararası İlişkiler mezunu... İlerleyen sayfalarda "Zaman: Mayıs ayında bir cumartesi öğleden sonra. Mekan: Evlerinin mutfağı." metnini görünce işlerin sarpa sardığını düşündüm. Ancak Ella'nın karakterini tanıdıkça bu ibarenin yerindeliğini anladım.

Ella, Amerikalı bir evhanımı. Kocasına sadık ve zamanla yaşamı rutinleşmiş. Bir zaman sonra bir kitapevinde "editörün asistanının asistanı" olarak işe başlıyor. Kitapevi Ella'dan "Aşk Şeriatı" adlı romanın raporunu istiyor.Aşk Şeriatı' Mevlana ile Şems'in mistik hayatını anlatan bir roman.Yazarı Aziz Zahara.

Ella kitabı okudukça ona bağlanıyor. Bir zaman sonra Aziz'e bir e-posta atmak istiyor. Bu e-postayla Ella'nın hayatı değişmeye başlıyor. "Aşk"ı unutmuş bir kadın Aşk'ı hatırlıyor, onunla tanışıyor.

Elif Şafak'ın olayları bir kaç koldan anlatması kitabı daha heyecanlı, daha çekici kılmış ve Mevlana'nın, Sufiliğin "bütünlük" ilkesiyle süslenmiş. Farklı insanlar, farklı yorumlar... Farklı bakışaçıları ve oysa hepsi bir bütün...

"Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milâd demektir. Şayet 'aşktan önce' ve 'aşktan sonra" aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!"(s.339)
Doğan Kitap'ın bastığı bu kitabın bendeki baskısında Bir "Ek" mevcut. "Söyleşi ve Görüşler".

Aşk'tan herkesin kendince çıkartacakları vardır. Ne kadar genişse kalbin, Aşk'a o kadar susarsın.

Kitap:
Doğan Kitap
KitapYurdu.Com

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Oniki

0 yorum
Napoleon Rusya'ya hareket halindedir. Bir Rus gizli birliği -4 kişidirler- istihbarat için Fransızlara gizli baskınlar vermenin, içlerine sızmanın planlarını yapmaktadır. İçlerinden birisi bir arkadaşından yardım ister ve o arkadaşının onlara Oniki, savaş konusunda yetenekli askerle geleceğini gizli birlikteki arkadaşlarına haber verir. Oniki savaşçının gelmesiyle savaşın seyri değişir. Gizli birlikten diğer üç kişi bu savaşçıların gerçek yüzünü öğrenmeye başlayınca işin seyri değişir...

Kitap Sibel Şakacı tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. Can Yayınları'ndan çıkan kitap sizi akıl almaz bir savaşın içine sürüklüyor. Dostluğun, savaşın ve düşüncelerin iç içe olduğu bu kitap Rusların efsaneleriyle besleniyor. Jasper Kent'in kaleminden çıkan eser bilindik bir savaşa bir başka açıdan bakmamızı da sağlıyor. O dönemin Rusyasını da ele almaktadır. Kulaktan kulağa yayılan savaş haberlerinin etkisini ve savaşın kendisinin etkisini de gözler önüne sermektedir.

Jasper Kent ön kapakta şunu da belirtmiştir:
Rusya, 1812.
Bu savaş Napoleon'un işgalci ordusuna karşı son bir direniş olarak başlamıştı, ancak insanoğlunun kendi düşmanına karşı savaşı olarak bitecekti.
Kent, ön sözde masalı bizlere aktararak işe başlıyor. Devamında roman bizi içine çekiyor.Jasper Kent insan ilişkilerine gerçekçi ve sade bir gözle yaklaşmış. Bu gerçekçi yaklaşım fantastikliği biraz daha inandırıcı kılmakta.Genel anlamda akıcı olan roman çözüm kısmı biraz ağır kaldığından sıkıcı olabilir Ancak Oniki savaşçının gizemi çözüldükten sonra savaşçılarla son kalan arasında bir takip başlıyor ve sanki ikinci bir son bizi bekliyormuş hissi uyandırıyor.

Kitap içinde zaman zaman Türklerden de bahsediliyor ve onların bize bakış açısını aktarıyor. Bu da gayet güzel. Belki hoşumuza gider, belki gitmez o ayrı konudur.

Olaylar Aleksey İvanoviç eksenli bizlere aktarılmaktadır. Karısıyla ve metresiyle ilgili düşünceleri de insanları şaşırtabilir. Belki gerçekten böyleydi ya da değildi.İkisini de isteyen bir subay.

Maksim'in bir hain olduğunu öğrenmesi, ancak ona karşı yine de düşmanlık beslememesi hatta onu özlemesi de savaşın düşünce boyutunda olmadığının bir göstergesidir sanırım. Maksim düşünceleriyle Fransız İhtilali'ni destekler. Ancak Rus'tur...

Oniki size iyi vakit geçirtecek, fantastik dünyayla tarihin bir harmanı olarak okunmayı bekliyor.

Kitap:
Can Yayınları
KitapYurdu.Com

 
Copyright © Kitaplık
S.Y.