5 Eylül 2013 Perşembe

Alfabe Fanzin Sayı 3

0 yorum

Muhteviyatı bolca olan bir sayı! Sonbaharın bu ilk günlerinde, çayınıza/kahvenize eşlik eden çok güzel bir sayı. Ben okurken bir yandan da Blues dinliyordum. Bir mevsim bu kadar mı güzel olabilir? Diğer taraftan, her sayfayı çevirişte başka bir dünyanın kapısına ulaşılıyor. Başlıkla kapının kolu çevriliyor ve bir başka yol daha sizi kendi dünyasına götürüyor. 

Ön kapak, Alvaro Tapia Hidalgo'dan ve arka kapak da Safwat Saleem'den.

Ömer Kaçar Sunuş'ta dergi muhteviyatından şöyle bahsediyor:
İlk sayfada Canset Er’in bir öyküsü var: “Dediler Ki:” Bu öyküsünde yazar, “Ölüm acıydı ama Nermin Teyze için huzurdu. Ne de olsa beklenen gelmiş, bekleyiş bitmişti,” diyerek ölmeyi bekleyen yaşlı bir kadının içinde kopan fırtınaları etkili bir dille anlatıyor. “Rostam’ın Ağacı” adlı öyküsüyle Umut Tugay Temel, “Dolunay, Şiraz Ovası’nın üzerinde tüm egemenliğini ilan etmiş, bir Pers im¬paratoru edasıyla gecenin tahtına oturmuş, karanlığı bir küfür gibi arsızca yarıyordu,” diyerek Rostam’ın Şiraz Ovası civarlarında yaşadığı çarpıcı bir olayı okuyucusuyla buluşturuyor. Yeni kalemlerden Fırat Akova, “Av Dokunuşu” adlı öyküsünde “Dokunuşların doğuruyor seni bana,” diye başlayarak, aslında dile getirmeye hiç cesaret edemediğimiz bir konuyu –cinselliği– av ile avcı benzetmeleriyle konu ediyor. Fanzinin sürekli yazan kalemlerinden Merve Tursun da “Oğlum Müfit…” adlı öyküsüyle “Sizin uğrak olmayan gölgelerinizde serinlerdim. İsmim Müfit,” diyerek okuyucunun kafasında gizemli bir dünya yaratmayı başarıyor. Önceki sayıda “Apo’nun Kanlı Elleri Kanıyordu” adlı öyküsünü yarım bırakan, devamını bu sayıda bizlerle paylaşan Faruk Demirbilek ise merakla beklenen sonu açığa vuruyor. “Hayatımda belki de ilk kez ne için olduğunu bilerek ama elimde olmadan ağlamıştım,” diyor yazar. Yeni yazarlardan Birce Altın da “Oluruna…” adlı minimal öyküsüyle ‘ıslık çalan’ bir bank arkadaşıyla derin bir diyalog içinde buluyor kendini ve fanzinin orta sayfalarındaki yerini alıyor. Hilal Yıldırım, kendi iç çekişmelerine yer verdiği, “Yara Kabukları” adlı öyküyü bizlerle paylaşıyor. Samet Yangın, “Memur” adlı öyküsünde monoton bir yaşam sürecini bir memurun üzerinden anlatıyor. Bu sayıda yeni öyküsüyle fanzine katkı sunan yazarlardan Eyüp Tekin de “Vicdanın Nefesi” adlı öyküsünde bir adam ile bir kadın arasındaki vicdan muhasebesini konu ediyor. Yazdığı anılarından birini paylaşan Nesrin Er, “Bilinmeyen ve Uzak” adlı yazısıyla akıllarda yer edici yaşanmış bir olayı anlatıyor.
Şiirlerden ilkin Ömer Kaçar, “Vesaireler” adlı şiir denemesiyle karşımıza çıkıyor. Farklı bir yazım biçimiyle yaşamın anlamı sorgulanıyor bu şiirde. Sena Türkmen “Çıkmaz” ve Burak Çıkırıkçı “İki Ölüm Haberi Üzerine Gelen Bahar” adlı şiirleriyle, şiirdeki imgelemde yeni alanlar oluşturuyor.
Emre Gürkan Kanmaz, “Her şeyi sahici sanmak, belki ölmek için iyi bir nedendir!” diye başlıyor yazdığı denemeye. Hemen ardından “Günümüzde Tragedya Yazılabilir Mi?” adlı tiyatro yazısıyla günümüz ve tragedya yapıtları arasındaki ilişki irdeleniyor. Yine bir kitap ve film tanıtımı var. Hilal Yıldırım, “Kuytumda” adlı şiir kitabının tanıtımını yapıyor. Her sayıda oluşturulan Mantar Pano’nun ardından Alfabe’nin dolu dolu üçüncü sayısı sona eriyor.
 Yine çok güzel bir sayı olmuş ve böylece bir sonraki sayı için bekleyiş başlıyor!

E-Posta:       alfabefanzin@gmail.com

3 Eylül 2013 Salı

Hazan Bülbülü

0 yorum

Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan dönemin sahne oyunlarına tepki olarak yazılmış bir eser. Kitabın Başlangıç bölümü 14 Ocak 1913 tarihli olup döneminin tiyatrosuna tepkisini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte kendi oyununu da mükemmel olacak iddiasıyla yazmadığını belirtmiştir. Ayrıca roman gibi okunması önceliğini kabul ettiğini yine bu bölümde belirtmiştir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar yıllar yıllar sonra, bizleri, kendi dönemine götürüyor. Bir aşk üçgeni içinde olaylar ilerlerken siz de kendinizi bir an o dönemdeymiş gibi hissediyorsunuz. Hüseyin Rahmi Gürpınar, eserinde aşk ve onu yaşamak üzerine tartışıyor. Okurken eğlendiren, içine çeken bir eser.

Refi Efendi, yaşlı ve zengin bir adamdır. İhtiyarlığa çarenin genç bir kadınla evlenmek olacağını düşünür. Hizmetçileri Ayşe Kadın, Selime ve Anika da onun eşi olmak gayesindedir ki Refi Efendi öldükten sonra maaşları olsun. Ayşe Kadın, Selime ve Anika evin hizmetçileridir.

Refi Efendi'ye bir gün kılavuz bir kadın gelir ve Refi Efendi'nin gençlik aşkına -Nezihe adında bir kişi- benzeyen genç bir kadının fotoğrafını -Şahende Hanım- gösterir. Ancak Şahende Hanım Refi Efendi evlenmek istemeyişi dayısı Akif Efendi ile dayının eşi Nedime Hanım'a bir türlü kabul ettiremez. Nedime Hanım bir şekilde Şahende Hanım ile Refi Efendi'yi evlendirir. Böyle Şahende Hanım sevgilis Nuri Bey'den ayrılmış olur. Evlilik sonrası Refi Efendi'nin ilk eşinden kızı olan Naime Hanım ile, kızının eşi İhsan Bey, taşradan dönerler. Naime Hanım, üvey annesinden büyüktür! İhsan Efendi çok geçmez Şahende Hanım'a aşık olur ve olaylar çetrefil bir duruma gelir.
İHSAN BEY, kulisten başını çıkararak kendi kendine - İhtiyar ne dedi? Ne dedi? 'Benim gibi bir kocanız olmasından dolayı elbette siz de gururlanırsınız' mı dedi? Aman dinleyeyim bakayım. Yetmişlik bir sevdalının sevgilisine ne diller döktüğünü işitmek elbette pek ibretli bir şey olur... Öt bakalım hazan bülbülü... Öt de etrafta mevsimsiz güller açılsın. (sayfa 84)
Bendeki kitap Atlas Kitabevi'nden 1968 tarihli 2. baskısı! Bu da kitabı ayrıca özel kılıyor ya. Yapraklarının kokusu kitabı açar açmaz sizi karşılıyor!


 
Copyright © Kitaplık
S.Y.