1 Mayıs 2025 Perşembe

Evelyn Hardcastle’ın Yedi Ölümü

0 yorum

 Evelyn Hardcastle ölecekti; hem de yedi günde yedi kere. Agatha Christie tadında bir polisiye; fantastik bilim-kurgu öğeleri bir arada.

Aynı cinayet nasıl yedi kere işlenebilir ? Peki bu cinayeti neden çözmek gerekiyor? Kitaba polisiyeden daha çok fantastik bir yaklaşımla ulaşmıştım. Kitap ilk sayfalarından itibaren okuyucu içine çekiyor. 

Kitaptaki bölümler karakterlerin günleri şeklinde ilerliyor. Bu kısımdam sonra kitabın içinden heyecan kaçıran olabilir. Olabildiğince uzak durmaya çalışacağım. 

Bir ormanın derinliklerinde gözlerini açan baş karakterimiz geçmişine dair bir şey hatırlamıyor. Aklında tek bir isimle -Anna- varlığı başlarken kendi adını dahi hatırlamıyor. Arkasında bir sesle korkuyla söylenen yöne koşuyor. Ulaştığı malikanede herkes onu tanıyor ancak o kendisini tanımıyor ve aklındaki tek ismin bulunması için onu tanıyanlardan yardım istiyor.

Gözlerini açtığında ise bu sefer başka bir bedende uyandığını farkediyor! Yedi günde bir cinayeti çözmesi gerekiyor. Her bir günde bir bedende olacak baş karakter. Her bedenin kendi özellikleriye olaya yaklaşan karakterimiz beden ile zihnin arasında kendisini unutmaya başlıyor. Nasıl oluyor da burada bunları yaşıyor?

Bu olay örgüsünde takibi zorlaştıran tek kısım karakterler arasında geçişlerde tam bir sıralama olmuyor. Ancak bu durum kitabın kurgusunu daha da zenginleştiriyor çünkü karakterler bedenler arasındaki geçişler  her yirmi dört saatte bir olmuyor. Bedenlerden biri örneğin bayılıyor; hop başka bir bedende gözlerimizi açıyoruz. Karakterin bedenler arası geçişleriyle birlikte Hardcastle ailesinde yaşanan trajedi daha da görünür hale geliyor. Peki Evelyn Hardcastle ile Anna arasındaki bağlantı nedir? Neden bu olay yaşanıyor? Bu olay kaç kere yaşanmış olabilir?

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan. 

13 Aralık 2024 Cuma

Vardiya (Silo 2)

0 yorum

 Silo serisinin ikinci kitabı. Olayların başlangıcından esas kızın geldiği zamana kadar olan kısmı anlatıyor. Öyle ki neden silolara ihtiyaç duyulduğunu göstermiyor. Neden insanlar yüzeye çıkamıyor? Siloları kim inşa etti? Neden inşa etti? İnşa ederken neler vardı? 

Düşünceler arasında gezinirken malum diziden sahneler de gözümde canlanıyordu. Kitabı ben üç şekilde ele alacağım. İlki bilimkurgu olacak. Ardından felsefi altyapısını dizisiyle birlikte ele alıp üçüncü ve son olarak da düşünce deneyleri üzerine eğileceğim. En sevdiğim kısmını en sona bırakıyorum. 

Kıyamet sonrasında insanların silolarda yaşadığını öğreniyoruz serinin ikinci kitabında. Ancak bu kıyamet nasıl kopuyor? Kim kıyametin ilk ateşini atıyor ya da gerçekten kıyamet var mı sorularının etrafından dolaşıyor. Okuduklarımız siloların inşaacılarının asıl amacını daha da merak etmemize neden oluyor.

Kitabın temelinde var oluş kaygısı işleniyor. Ancak kaygıdan çok toplum sözleşmeleri deneyini andırıyor. Daha da ilginci bana Fare Cenneti deneyini anımsatmıştır. Bu deneyi bilmeyenlere hızlaca şöyle bahsedeyim: Deneyde farelerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam verilmiştir. Ancak bu ütopik rahatlıktaki ortamda nüfusla birlikte davranışsal bozukluklar tespit edilmeye başlanıyor. İşte burada her bir siloda başka başka özelliklerin varlığından haberdar olmaya başlıyoruz. Mesela ilk kitapta herkesin çokça sorduğu soru çok basit bir soru: asansör neden yok? Bakınız buradaki vurgu nedende; asansörde değil. Soru şu şekilde de olabilirdi: Neden asansör yok? 

Buradan da işte sevdiğim düşünce deneyleri kısmına evriliyoruz. 

Silo serisinde ilk olarak bende canlandırdığı aklın duvarları düşüncesiydi. Fiziki olarak duvarların var olması bir yana bu duvarlar içerisinde gündelik hayatı idame ettirmeye çalışmak inanılmaz bir zihin gücü gerektirdiği kanısındayım. Bunun en çabuk akla gelen benzetmesi tabi ki cezaevi benzetmesi. Cezaevindeki insanlar neden cezaevinde olduklarını bilir. Çünkü kendi suçlarıdır. Silodaki insanlar da neden siloda olduklarını biliyor. Çünkü kendilerinin, atalarının suçu. Cezaevindeki insanlar -müebbet harici olanlar- ne zaman çıkacaklarını bilir. Müebbettekiler çıkamacaklarını bilir. Silodakiler de. Bu benzer yapılanma içerisinde cezaevindekiler de gündelik hayatına devam eder Silo'dakiler de. Peki bu zihinsel altyapı nereden geliyor? Hiç cam açıp temiz havayı solumayı öğrenmemiş bir topluluk bunun ne demek olduğunu bilmediği için hiç zihinsel zorlanma yaşamadan bunu kabullenebilir mi?

Bu kabullenişi kolaylaştırmak için ekranların varlığına bir kere daha bakmamız gerekiyor. Ekranlar dışarıyı göstermiyor. Dışarıya çıkanlara ne olduğunu gösteriyor. Haliyle Big Borther'dan bildiğimiz o bilinmez düşman tam gözümüzün önünde duruyor ve bu savaş hiç bitmiyor.

“Evet. Bir keresinde Thurman’a ekranları neden koyduklarını sordum ve ne yanıt verdiğini biliyor musun?”

Charlotte omuz silkti ve bir yudum su aldı.

“Gitmelerini engellemek için. O silolard kalmalarını istiyorsak onlara ölümü göstermeliyiz. Aksi taktirde, orada ne olduğu görmek isteyeceklerdir. Thurman bunun insan doğası olduğunu söyledi.

Bu insan doğasının varlığında ölüm korkusundan başka hangi korku vardır acaba? Silo içerisinde kalmak olabilir mi? Peki öyle olursa yaşamaya devam edemez mi? Elinde tüm yaşam imkanları var ve tek başınıza kaldınız. Bu bir distopya mı ütopya mı?

Silo'nun ikinci kitabında buna da değiniyor Hugh Howey. Kendi düzenini kendi zihninde temellendirdiğinde diğer insanlardan kurtulamayacağın, hep bir arada olduğun kendi başına kalamayacağın bir kalabalığa insan hazır mı?

Buna rahatlıkla evet diyebiliyorum. İnsan topluluğunun virüs gibi davranmasından dolayı Silo içerisinde yaşamaya uyum sağlayacak bir topluluk evrimleşecektir.

Bir varlık felsefesine zeminlendirilmiş bir politik distopyada Silo'ların temellerine uzanıyoruz. Nasıl kurulduğuna dair bilgileri alıyoruz. Geçmiş ile gelecek bir orta zamanda birleşiyor.

 
Copyright © Kitaplık
S.Y.