Vakıf serisinin son kitabı. Seriyi oluşturmak bir bilmece halini almıştı... Kitapları okumak ayrı bir güzel, okuma sırasını tartışmak ayrı: yazım sırasına göre mi okumalı yoksa örgü sırasına göre mi?
Ben örgü sırasını tercih ettim. Sebebi de Asimov'un insanlığın gelişimini ele alışını görmek istedim. Böylece
insanın, Galaksi'ye de yayılsa Arz'da sıkışıp da kalsa benzer bir bir tavır sergilemesinin tuhaflığına tanık oldum. Haliyle yavaş yavaş Hari Seldon'ın Psikotarih bilimin de temellerinin nasıl atıldığını görmüş oldum. Yazım sırasına göre okuduğumuzda ileri gidip daha sonra aradaki boşlukları doldurmanın, "ha öyle miymiş" demenin keyfi ise ayrı.
Vakıf Serisi
İmparatorluk Kurulurken
Erişilmez İmparatorluk
İmparatorluk
Altın Galaksi
Gizli Tanrılar
Galaksi Çöküyor-Vakfın Sınırı
Vakıf Ve Dünya
Golan Trevize
Galaksiya'yı tercih etti. Ancak bu karara nasıl vardığından emin değildir bunun için cevap aramaktadır. Aradığı cevabın Arz'da olacağını düşünmektedir. Ancak Arz gerçekten var mıdır varsa nerededir? Pelorat'ın anlattığı mitlerden yola çıkarak kendilerine rota çizecektir. Bu yolcukta Bliss / Gaia bu yolculuğa eşlik edecektir.
Bu yolculuk aynı zamanda arkeolojik bir kazı tadındadır. Kitap bir arkeolojik kazı gibi ilerliyor. Tek farkı tüm bu zamana tanıklık etmiş olmamız. Hatta bu zamandan fazlasına da tanıklık ettik.
Seri boyunca tekrar tekrar sorduğum insan geçmişini nasıl unutur sorusunu bu sefer Trevize soruyor, Dom / Gaia'ya:
"Galaksi halkı dünyaya dünyaya müdahale ettikten beri binlerce belki de yirmi bin yıl geçti, gezegenimizin kökenini tamamen unutmuş olmamız nasıl mümkün olabilir?" (sayfa 13)
Cevap ise biraz daha acıdır ama benim için tek cevap bu değil!
"Yirmi bin yıllık belgeler mi? Her şey dayanaksızlık ve savaş yüzünden çürür, yok olur." (sayfa 13)
Bunun için yüzbinlerce yıla gerek yok. Bu cümle belki de
insan kanununlarının birisidir. İnsan güvensizdir, insan çatışmacıdır, birlikte iken bile birlikte değiliz. Bu bir yaradılış getirisi/götürüsü mü yoksa insanlığın kendi seçimi mi?
"Hür toplumlarda bir düzensizlik unsuru olduğunu inkar etmiyorum ama bu da insanların yenilik ve değişiklik yetenekleri için ödedikleri bir bedel oluyor. Genelde mantıki bir bedeldir bu." (sayfa 75)
Trevize'nin hürden kastı tabi ki
dayanaksızlık ve savaş tercihi değil. Trevize Gaia'daki gibi ortak bilincin özgürlüğü kısıtladığını kişilerin kendine ait bilgilerinin olması gerektiğinin savunucusu durumunda. Bliss / Gaia cevabı ise bir noktada insan kanununlarının yıkılması gerekliliğine işaret ediyor.
"O zaman her hırsız ve katil insanlığa hizmet ettğini iddia edebilir."
Dayanaksızlık burada
hırsız oldu ve
katil de
savaş oldu... Güvenemiyoruz çünkü biz varız ve var olduğumuz için de savaşıyoruz. Yenilik ve değişiklik için buna ihtiyacımı var mı sorusu kendiliğinden doğuyor. Eldekileri yitirmeden veya yok etmeden
yenileri için çaba sarf edilir mi? Boşluğun oluşması için bu
bedelin ödenmesi gerekiyor sonucu ortaya çıkıyor. Ancak
bedel sonuç değil
yenilik ve değişiklik için bir başlangıç haline dönüşmüş oluyor. Bu silsileyle hırsız ve katilin
yenilik ve değişiklik için var olması gerekmektedir yargısını ortaya koyabiliyoruz.
Başka bir yol mümkün değil mi?! Gaia ortak zihinde, benlikte, varlıkta yenilik ve değişikliğe ihtiyaç duymuyor mu; yoksa bu yenilenme ve değişiklik için dayanaksızlık ve savaşa (hırsızlık ve cinayete) ihtiyaç duymadan
yenilik ve değişikliği gereçek kılıyor? Tabi ki ikinci seçenek kendini ortaya koyuyor. Çünkü Gaia -insan hürriyetini de ele aldığımızda- daha özgür: Saklanması, gizlenmesi gereken bir ihtiyaci yok. Ne lazımsa Gaia biliyor!
Bliss / Gaia ekliyor:
"Gaia tecrüve ve fikirle öğrenir ve bu yüzden ne zaman gerekli olrsa o zaman değişir." (sayfa 76)
Gaia'nın bu gerekliliğe nasıl karar verdiğini işlemeyeceğim ancak kısaca istenilen sonuca kullanılan yönteme ulaşamadığında ya istediğin sonucu değiştireceksin -veya sonucu kabulleneceksin ki zaten başka bir sona gitmek istiyorsun- ya da yöntemi değiştireceksin.
Binlerce yıldır sadece dünya üzerinde çeşitli şekillerde savaşıyor. Bu s
avaşın bir yansıması olan ve savaş için icat edilen aletleri görüyoruz. Ya
savaş hiç olmasaydı?
"Ama savaş olmadığı zaman, bir insana ateş edebilir miydi? Hangi insanoğlu bir silaha ve onu kullanma isteğine sahip olabilirdi? Yalnızca böyle bir gezegende insanlığın yok oluşuyla patolojik olarak..." (sayfa 184)
Savaşın icadı nereye dayanıyor? Hatırlıyor mu benliğimiz yahut genlerimiz? Savaşı hangi atamız icat etti? Tüm seri boyunca defalarca ve farklı şekillerde sorduğum geçmişi nasıl unutabiliyoruz... Nasıl oldu da tüm dünya tarihinin çeşitli safhalarına kan ile yazılan sonuçların atası, savaşın icadını nasıl unuttuk?
Pelorat "Ama dostum," diye protesto etti. "Bir dili değiştirmemek dejenerasyonun belirtisi değildir. Avantajlar vardır. Yüzyıllar, binyıllar boyun korunan belgeler, anlamlarını muhafaze ederler, tarihsel kayıtlara süreklilik ve yetki kazandırırlar. Galaksinin geriye kalan bölümünde Hari Seldon dönemindeki İmparatorluk emirlerinin dili antika olarak kabu edilmeye başlandı. (sayfa 211)
Dil değişirse insan geçmişini de unutur. Çünkü kelimelerin anlamı, ifade ettikleri, kelimelere yüklenen duygular değişir. O kelimenin ifade ettiği birikmişlik de değişir, çünkü kelimeyi duyanlar değişir. Bir müzik birisinin tüyleri diken diken ederken aynı müzik bir başkasına hiçbir şey ifade etmez... İşte böylece geçmiş de yavaş yavaş
anlaşılmaz. Bu anlaşılmazlıkla da unutma başlar. Geçmişle bağ kopar. Bu anlam katli bir tür
savaş olabilir mi? Böylece
yenilik için bilgi hafızası için yer açıcı bir etmen olabilir mi?
Başkası mümkün değil mi?!
Asimov Robot, İmparatorluk ve Vakıf serilerini bir ütopya ile sonlandırıyor. Başka bir
insan / insalık mümkün değil mi, dayanıksızlık ve savaşın olmadığı...
Pelorat, "Bunu görmek isterim," dedi. Başını sertçe salladı, gözleri zevkten pırıl pırıldı. "Heyecan verici olacak. Yeni bir şey." (sayfa 444)