19 Mayıs 2012 Cumartesi

Efrâsiyâb'ın Hikayeleri

3 yorum

İhsan Oktay Anar kitaplarına devam ediyorum. Bu sefer ki kitabı kütüphaneden aldım Şimdiden belirtmek isterim ki kitabın ve hikayelerin içeriğiyle ilgili çok fazla bilgi olacak.

Efrâsiyâb'ın Hikayeleri bir kabadayının üzerinde başlıyor. Kabadayı mahallesinde racon keserken bir gün Ölüm'ün nefesini ensesinde hissediyor ve olaylar cereyan etmeye başlıyor.

Ölüm'ün canını almak istediğini bilen kabadayı, Ölüm'e bir oyun oynamayı teklif ediyor.Eğer kabadayı kazanırsa Ölüm kabadayıya yaşaması için yüz sene verecek eğer kaybederse Ölüm onun ve oyun arkadaşının canını alacak. Oyun için "kozlu bir oyun" yazmış ve malum okey oyununu anlatmış. Oyun için eş bulma süreleri ayırıyorlar kendilerine ve kabadayı kankardeşini ayarlıyor. Ölüm'se kabadayıdan sonra canını alacağı Cezzar Dede'yle anlaşıyor. Ölüm ve Cezzar Dede oyunu kazanıyor. Daha sonrasında Ölüm Cezzar Dede'ye bir teklifte bulunuyor: Cezzar Dede'nin vefatının adaletli olabilmesi için oyun oynamaları gerektiğini söylüyor. Cezzar Dede şu şekilde bir cevap veriyor:
"Ama ben, bugüne kadar kazanmak için oynamadım hiç. Oyunun bana verdiği zevkle yetindim."
Cezzar Dede bu cevapla birlikte nasıl bir oyun oynayacaklarını soruyor. Ölüm'ün cevabı:
"Seninle, verdiği zevk dışında hiçbir amacı, kuralı ve şartı olamayan bir oyun, yani gerçek bir oyun oynayacağız. ... Bir konu seçip, birbirimize hikayeler anlatacağız. Kazanma amacıyla değil, sadece anlatmanın zevki uğruna. Her hikayen için senin bir saat yaşamana izin vereceğim. Ne dersin?"
Oyun başlıyor, ilk hikayenin türü korku ve önce Ölüm anlatıyor: Güneşli Günler.

Anadolu'da bir yerlerde bir yatılı okulda geçen hikaye; okulun Kont lakaplı müdürü ve Sağır lakablı resim öğretmeni üzerine denebilecek, Kont'un kan ihtiyacını bir resim dahisi çocuktan gidermesini anlatıyor. Çocuklardan birisi bir gece iskambil kağıtları üzerine girilen iddia sonucunda yatağından çıkıyor ve olanları görüyor.

Kanı emilen çocuğun adı Bora Mete, resme yetenekli devamlı gülümseyen al yanaklı bir çocuk. Sağır ona yağlı boya seti veriyor. Güneşli bir günde derslere girmemesini salık veriyor ve manzara resmi istiyor. Ancak karşılığında da kanını istiyor. Burada belirtmek isterim ki Sağır'ın güneş resimleri Bora Mete'ninkinden daha kötü. Çocuk öldükten sonra Sağır'dan itiraf gibi bir cümle okuyoruz:
"Sana ışığı vaadetmiştim.Üzgünüm kanı, ışığa tercih eden sen oldun. Böylece hayat senin için ışık değil, kanın ta kendisi oldu."
Sıra Cezzar Dede'de, hikayesi Bidaz'ın Laneti.

Hayatını hazine hülyalarıyla geçiren yaşı da geçkin, kayınvalidesinin dilinden çeken bir adama sonunda talih güler. Dokunduğu her şeyi altına çeviren bir lanetli kralın, kendini yanlışlıkla altına çevirmesinden sonra koyulduğu kabrin haritası ayağına gelmiştir. İşler buradan sonra çetrefilleşecektir.

Böylelikle "korku" etabı bitiyor. Bu arada hala Uzun İhsan'ı kovalamakla meşguller. İstanbul'da bir oraya bir buraya Uzun İhsan'ın peşinden gidiyorlar. Kim bu Uzun İhsan? Cezzar Dede'den sonra sırası gelen kişi.

Yeni etap, din. Cezzar Dede, Bir Hac Hikâyesi'ni anlatmaya başlıyor:

Birbiriyle çekişen iki köyün imamlarından biri hacca gitmeye niyetlenir. Bunun haberini alan diğer köy de kendi imamlarını hacca göndermek için köyün ağasından para isterler, ağa da kendi oğluyla, babasını da yanında götürmesi şartıyla parayı verir. Oğlan, çok hareketli ve saldırgan, ağanın babasıysa aksi mi aksi bir adam.  Bu sırada eline Medeniyet Tarihi adında bir kitap geçen imamın aklını orada gördüğü bir heykel resmi kurcalar. Sessizleşir, mahsunlaşır. Derken kapısında köylüler, ellerinde parayla bitiverirler. Kabul eder ve hac yolculuğu başlar. Ancak bu yolculuk Mekke'ye değil başka diyarlara uzanmaktadır.

Bu hikayeden sonra sıra Ölüm'e geliyor, Dünya Tarihi'ni anlatmaya başlıyor.

Bir tüccar rüyasında ak sakallı bir zatı muhterem görür. Bu kişi, on parasını pulunu, varını yoğunu satmasını,  Acıpayam Dağı'na gelip kendisini bulmasını söyler. İşte böylelikle işler dallanır budaklanır... Rüyasında gördüğü kişinin aslında kendisi olduğunu ve bu yolculuğun kendine yolculuk olduğunu en sonunda anlayacaktır.

Bu hikayeyle birlikte bir etap daha sona ermiştir. Sırada aşk var. Ezine Canavarı'yla Cezzar Dede anlatmaya başlıyor.

Bir kasap eşini kaybettikten sonra dört yiğit oğluna hem analık hem de babalık etmiştir. Lakin artık evlenme vakitleri gelmiştir de geçiyordur bile... Bu sebeple tanınan bilinen bir çöpçatana derdini anlatır. Ancak evlerinin bir odasında, erkek temizliğinin yetersizliğinden, kocaman bir fare peyda olmuştur ve de oradan onu atamamışlardır. Dört erkek kardeşe dört kız kardeş bulmam niyetindedir. Daha önce gelen dul hanımın dört kızı vardır. Velhasıl artık onların mürüvetini görmek istemektedir. Böylelikle bu simetriyi bulan çöpçatan bunları başgöz etmek istemekte, büyüğünü büyükle, ortancayı ortancayla, küçüğünü küçükle, dulları da birbiriyle eşleştirip evlendirmek ister. Görücüye gidecekleri erkek tarafının evine gelen mahallenin dedikoducu kadını yüzünden odadaki farenin söylentisi çabucak yayılır. Kız tarafı bu işin hallolmasını yoksa izdivacın olmayacağını haber verir. Hal böyleyken fareyi öldürmek adına erkek tarafı odaya baskın düzenlerler ancak fare uyanır, ortalık can pazarına dönüşür bu hengamede yangın çıkar ve erkek tarafının evi yanar. Ev yanmasına yanmıştır ama fare hala hayattadır ve kendisine başka yuva arar. Kız tarafı yangını haber alınca bu işin olmayacağını, dayalı döşeli ev olmadan evlenmeyeceklerini söyler. Böylece evlilik hayalleri suya düşer. Fare, gide gide bu kız tarafının evine gider ve orada yavrular.

Cezzar Dede, kavuşunca meşk, kavuşmayınca aşk olur diye de hikayesine açıklama getirir. Sıra Ölüm'dedir. Hırsızın Aşkı da hikayesi:

Bursa iline yakın kasabalardan birinde geçimini hırsızlık meziyetiyle geçiren büyük bir aile vardır. Bu ailede deden toruna kadar herkes hırsızlıkla ilişkili işler yapmaktadır. Ancak torunlardan biri, Fezai, bu işi naif ve zarif ruhlu olması nedeniyle reddeder. Ailenin en büyüğü, dede, karar verir. Fezai keman çalacaktır. Bursa'ya gelen ünlü bir virtüözün kemanı, usta bir kemancı tarafından yapılmıştır ve kemana paha biçilemiyordur. İşte Fezai bu kemanı çalacaktır. Virtüözü gören Fezai, aşık olur... Ama kemanı da çalmak zorundadır. Velhasıl kemanı alıp eve dönmüştür ama içindeki ateş bir kez alevlenmişti. İçin için yanan çocuk sonunda kemanı çalmayı, ondan sesler çıkartıp dinlemeyi, sevgilisini dinlemeyi arzulamıştır ve böylece keman çalmayı öğrenir! Usta olmuştur artık ancak bir gün eve geldiğinde sevgilisini göremez ve öğrenir ki babası kemanı satmıştır. Satanın peşinden gider ve kemanını alan kişinin konser verdiği salonda konser esnasında bulur. Sahneye fırlayıp kemanını alır. Tüm kolluk kuvvetleri Fezai'nin peşine takılsa da çatıya kadar Fezai'yi yakalayamazlar. Sonunda çatıda köşeye sıkışan Fezai başlar kemanını çalmaya...

Bu hikayeyle birlikte bir etap daha bitmiştir. Sonraki etap cennet konuludur. Şarap ve Ekmek hikayesiyle Cezzar Dede anlatmaya başlar.

Kayseri'de Zeynelabidin adında yaşı 27'yi geçmiş evlenmeye yanaşmayıp yaşlı annesini bedbaht eden bir oğlan vardır. Oğlunu evlendirmeye razı edemeyen anne sonunda, oğlu için sakladığı takı paralarını ona verir, bir iş tutup baltaya sap olmasını diler. Zeynelabidin de bu sermayeyle şehir şehir dolaşıp sofular için yazmalar,  dualar hatlar satmaya başlar. Bir gün cuma namazına gider ve şans budur ki sevmediği çocuklar için vaaza denk gelir. Çocukların ne kadar saf ve cennetlik olduğunu anlatan imamın gözyaşlarına boğulmasına anlam veremez. Kafasına takılır, içi sıkılır. Akşamına bir meyhaneye gidince imamın da orada gözyaşlarıyla içtiğini görür. Meyhaneciye olayı sorar. İmamın Bestenur adında bir kızı olur. Bunu kendi sütninesine büyütmesi için verir. Bebek büyüdükten sonra babasına döneceği vakit sütninesi Bestenur'a üzümsuyu ve ekmek verir. Eğer içerse cennete yükselecektir. O yüzden içmemeli ve babasına götürüp yola gelmesini sağlamalıdır. Yolda kötüyle karşılaşır ve o kötü buna üzümsuyunu içirir, ekmeği yedirtir. Sonradan olayı kavrayan Bestenur, bir tohum diker ve o büyüğünceye vakti olsun diye dua eder. Gözyaşlarıyla sulanan tohum filizlenir. Kötü tekrar gördüğünde büyümüş olan ağacı görür durumu anlar ve Bestenur'la babasını bulmaya gider. Babası Bestenur'la inzivaya çekilmiş, çöp gibi kalmıştır. Çünkü Bestenur ona cennete yükselirken ayağından tutmasını, zayıf olursa onu taşıyabileceğini anlatmıştır. Derken Bestenur fırına ekmek almaya gittiğinde Kötü pencerenin kenarına sıcak, yağlı mı yağlı bir güveç koymuştur. Nefsine hakim olamaz ve güveci yer bitirir. Bestenur geldiğinde ayakları yerden kesilir. Ancak babasını taşıyamaz ve kendi başına cennete yükselir...

Sıra Ölüm'dedir ve bu hikaye de son hikayedir.Gökten Gelen Çocuk.


Çocukları olmayan geçkin bir çift vardır. Yaşları elliye varmıştır. Ancak Kent ailesinin özlemi bitmemiştir. Derken bir gün bahçelerinde şimşek çakar. Çıkıp baktıklarında bir oğlan çocuğu olduğunu görürler. Anne hep bir kızları olsun, ismi güler olsun istemiştir. Çocuğun oğlan olması onu üzmüştür. Çocuğun ismi Gülerk olur. Babası ona dedesi Sabri'den kalma, göğsüne dedesinin adının baş harfi S işli mavi bir elbise ve kırmızı bir pelerin verir. Bunu giymesini ve herkese yardım etmesini söyler. Ancak annesi onu temiz, pirüpak bir efendi oğlan olarak yetiştirmek ister. Efendi çocuk kıyafetleri ve gözlüğü alır ve çocuğu giydirir. Seyyare adlı yerel gazete de iş buluverir. Üstü kirlenirse ona annelik etmeyeceğini söyler. Annesiyle babasını üzmemek için Gülerk babasından aldığı elbiseyi, sonra da annesinden aldıklarını mavi elbisesinin üstüne giyer. Bu çekişmenin ortasında kalmıştır. Üstelik gazetede vurulduğu Yelda isimli kız da göğsünde S yazan mavi elbiseli çocuğu sevmektedir! Sonunda dayanamaz ve caminin minaresine çıkıp atlar! Leylek gelir onu yakalar ve göklere uçurur...

Bu hikayeyle son etap da bitmiştir. Ölüm'le Cezzar Dede konuşmuştur konuşmasına ama Cezzar Dede İhsan Oktay Anar'dır sanki... Ölüm'le felsefi bir anlatı! İçinde o kadar çok şey var ki... Hangi birini detaylandırayım! Ancak, alıştığımdan olsa gerek, Cezzar Dede son hikayeyi anlatıp, o ana kadar anlatılmış tüm hikayeleri bir şekilde kesiştirecek diye bekledim. Bu beklentim beni hayal kırıklığına uğrattı mı? Pek tabi ki hayır. Etaplarla tüm yaşam hakkında fikir beyanı okudum ve gayet mutluyum!

Cezzar Dede'yle Uzun İhsan'a ne olduğunu okuyunca göreceksiniz.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

4 Mayıs 2012 Cuma

Suskunlar

0 yorum

İhsan Oktay Anar'ın her eseri birer şaheser! Bu kitabında da üslubu masalsı ve bu üslubuna fantastik dünyayı da ekleyince harika bir eser çıkmış ortaya. İçinde çok şey var. Çok fazla hem de.
"Belki de susmak, gerçeği anlamanın tek yoluydu."
Suskunlar, aslında bir mezarlığın adı ve kitabın içinde sadece iki kere kelime olarak geçiyor. Zaman çizgisinde hayatları bir şekilde kesişen insanların hikayelerini dinliyoruz. 

Her şey Âsım'ın hayaletinin peydah olmasıyla başlıyor. Sonraları öğreniyoruz ki Âsım'ın hayaleti sevdiği kız Nevâ için kalmış dünyada.

Sofuayyaş'ta Kalın Musa oğlu Veysel Bey'in ikiz oğulları Dâvut ve Eflâtun'un hikayeleri aslında. Dâvut, hayalet hikayelerinin kol gezdiği o zamanlarda bir akşam,ustalarıyla iş çıkışında yürürken, hayaletin ilk görüldüğü sokağa gelir. Hikayeyi dinler dinlemesine ama o sokağa girmek için can atar. Müsaade alıp sokağa girer ve Nevâ'yı orada görür ve aşık olur. İşte olayların dallanıp budaklandığı yer orasıdır.

Tağut adındaki kötücül varlık Neyzen Bâtın Hazretleri'nin düşmanı. Neyzen Bâtın Hazretlerinin oğlu Zâhir'in Konstantiniye'de zuhur etmesinden sonra olayların çözümüne yaklaşıyoruz. Zâhir, insaları neye şarkılarıyla çağıran mübarek bir insan. Ancak Pereveli Hacı İskender'in etkisiyle galeyana gelen halk onun peygamber olduğunu iddia ettiği iftarısını atıp onu zındık ilan etmişlerdir. Bir zaman linç edilen Zâhir'in kaşının açılması sonucunda gülümsediğini gören şakirtlerinden birinin sorduğu soruya verdiği karşılığı unutmak ne mümkün!
"Yarasının sarılmasını istemeyen Zâhir başındaki yaranın kendisine değil de başına o taşı fırlatan şu öfkeli zavallı adamlara âit olduğunu söylüyordu. Asıl yara onlara ait olduğuna göre, gerçek acıyı da onlar çekiyor ama ne kadar ıstırap içinde olduklarını bilmiyorlardı."
Neyzen Bâtın'ın hayat nağmesi'ni dinleyenin ölümsüzlüğe kavuşacağı rivayet olunur. Yedi musiki üstadı arasından sadece birisini bunu dinleyecektir. İşte bu sebeptendir ki Konstantiniye'de musiki üstatları sırayla katledildi. Hayat nağmesinin kimin dinlediğini burada söylemeyeceğim.

Şaheser Yegâh başlayıp Dügâh ile devam edip Segâh'ta karar ediyor. İhsan Oktay Anar bize böyle de güzel bir musiki dinletiyor!


 Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan 7. baskısı.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com


 
Copyright © Kitaplık
S.Y.