16 Aralık 2012 Pazar

Erken Kaybedenler

0 yorum

Emrah Serbes eseri. Çeşitli yaşlardaki erkek çocuklarının hikayesi. Çok tanıdık, çok bilindik sahneler var içinde. Çoğu öyle aslında. Türkiye gerçekliğinin sokaklardaki, çocuklardaki, erkeklerdeki yansıması. Bir parça dağılmış, bir parça yol arayışı. Bu kitap belki bir erkek için daha anlamlı olacaktır. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız bir parça da aynı. Emrah Serbes bunu yakalayabilmiş bir insan.

Kitaptaki hikayeler:
"1. Anneannemin Son Ölümü.
2. Zannettiğin Gibi Değil
3. Korhan Ağbi'nin Kardeşi
4. Denizin Çağrısı
5. Cahide
6. Üst Kattaki Terörist
7. Alçakgönüllü Arzular
8. Kimi Sevsem Çıkmazı"
Büyüklerin davranışlarının çocuklar üzerindeki etkilerini bu kadar net görüp bu kadar sade anlatması Emrah Serbes'i bir adım daha öteye taşımıştır. Büyüklerin davranışlarının farkındasızlığı ise daha ne kadar yalın anlatılabilirdi? Emrah Serbes bunları bir araya getirip seni, beni; kendisini yazmış. Bizi yazmış.

Anneannemin Son Ölümü hikayesinden:
"Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü,şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.(Sayfa 13)

Rastgele bir numara çevirdim, genç bir kız açtı.
'Pardon devlet memuru musunuz?'
'Sapık mısın?'
'Hayır.Memur musunuz?'
'Değilim.'
'Güzel, ben sapık değilim, siz de memur değilsiniz. Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi hangisi acaba? Herkesin bir gün mutlaka geçeceği cadde.'
'Ne bileyin, İstiklal Caddesi herhalde. Sen kimsin?'
'Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim.' (Sayfa 16-17)
Gözlerimi kapadım, Yasemin karşımdaydı. Sevgi budur, gözlerini kapadığında oradadır ve bir milyon sene sonra bir milyon insan arasında da görsen, ha işte o dersin.(Sayfa 17-18)"
 Kimi Sevsem Çıkmazı öyküsünden:
" 'Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?'
'Hangisini?'
'Otomatik yanan, sensorlu lamba.'
'Hayır.'
'Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.'
Önüme baktım.
'Neden kırdın?'
Cevap yok.
'Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle...'
'Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?'
'Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.'
'Beni görünce yanmıyordu baba.'
'Nasıl ya?'
'Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.'
'E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.'
'Hadi ya! Sahiden mi?'
'Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.'
Babama sarıldım, yıllar sonra. (Sayfa 141)
Serbes'in her hikayesinde o kadar çok alıntılanacak yer var ki hangisini alıntılasam bilemedim. Her hikaye ayrı ayrı konuşulması anlatılması gerekenleri barındırıyor. Bu konuşmalar bira eşliğinde olmalı. Adabı böyledir.

Okunası, saklanası, bir eser.

İletişim Yayınları Resmi Sitesi
KitapYurdu.Com

Minela Su

0 yorum

Bloga başlarken aklımda hiç yoktu: Bir gün arkadaşlarımın kitapları çıkacak ve ben o kitapları buraya yazacağım. Dün (15.12.2012) imza günü vardı. Gittik, imzamızı aldık. Gelelim kitaba.

Minel Altıner'in ilk şiir kitabı. 54 şiir var. Biliyorum, yazar için bu şiirlerin her birinin ayrı bir anlamı var. Şiir üzerine konuşmaktan ziyade şiiri kendi haline bırakırım. Anlamı birazcık da oradadır. O yüzden fazla konuşmayacağım.
"ne karanlığın davetini kabul etti
ne de aydınlığın
gelemem dedi
bekler beni kaldırımdaki gölgelerim"
Eserin ilk basımı Eylül 2012'de Aydili Sanat Yayınları'ndan yapılmıştır.

Aydili Sanat

Beyoğlu Rapsodisi

0 yorum

Ahmet Ümit eseri. Birbiriyle ilgisi olmayan cinayetler ve üç arkadaşın bu cinayetlere ışık tutma hevesiyle giriştikleri dedektifçilik oyunu sonunda hiç beklenmedik bir kişinin katil çıkması güzel bir serüven yaşatıyor.

Selim, Kenan ve Nihat, Galatasaray Lisesi öğrenciliklerinden bu yana arkadaşlıklarını sürdürmüşlerdir. Kenan aralarındaki uçarı tiptir. Nihat uysal olan ve arkadaşlarının her zaman yanında olan ve Selim en mantıklıları olan üç kişilik arkadaş grupları yıllara meydan okumuştur. Kenan'ın uçak kazası geçirmesi sonrasında ölümsüzlük arayışı ve bu amacı için, cinayet mahallerinin canlandırılarak fotoğraf sanatını kullanmasıyla beklenmedik olaylar bu üç arkadaşı içine çekmektedir.

Katil kim? Genel soru bu olsa da ilk bölüm sonunda katili buldum. Ancak işin eğlencesini kaçırmamak için daha fazla açmayacağım konuyu. Kitap sizi sonuna kadar çekecektir. Alttaki alıntıyı okumadan önce belirteyim: alıntı katilin kimliğini verecektir! O yüzden katili öğrenmek istemiyorsanız alıntıyı okumayın. Alıntılama sebebim eserin o kısmına katı

"Polisiye romanlarda yazar en büyük otoritedir. Okurla sürekli oyun oynar. Bu romanda otorite ben değilim." (sayfa 406)
Bütün roman boyunca kafama en çok takılan buydu. Katılmama sebebimse otorite yine otoriteliğini kullanmıştır. Bunun da bir kaç örneği mevcut. Bölümler arası geçişlerde kalan karanlık bölge otoritenin otoritesini kullanışına basit bir örnek.

Ahmet Ümit, Beyoğlu tarihiyle harmanlanmış, basit ve yanlış karar almanın sonuçlarıyla bezeli bir eser üretmiş.

Kitap Everest Yayınları'ndan 2003'te ilk baskısını yapmıştır. Elimdeki kitabı Temmuz 2010 tarihli baskısıdır.


Everest Yayınları
KitapYurdu.Com

1 Aralık 2012 Cumartesi

Yedinci Gün

0 yorum
İhsan Oktay Anar'ın son kitabı! Merakla bekleniyordu. Neyseki çıkışıyla edindim bir tane. Yedinci Gün'de olayların akışı biraz daha hızlı ve biraz daha gizli saklı. Bu da kimi zaman takibi zorlaştıryor. Ancak Anar'ın üslubu yine harika!

Eser biraz bilimkurgu biraz fantastik. Bunların İstanbul'da geçmesi de ayrıca güzel. O zamanların sokaklarında dolaştırıyor! Yedinci Gün bir aşk hikayesi aslında. Sevdiğinin peşinden koşan bir adam: İhsan Sait. Sevdiği kadına ulaşmak için zeplin yaptırır. Hayatını anlamlı kılan da bu aşktır. Öncesinde kendine uğraşlar bulan, hayatını öyle ya da böyle idame ettiren bir Moğol. Bir hayalet Döjira'nın resmini getiriyor. Sonra da Döjira'dan bir mektup. Böylelikle İhsan Sait'in hayatı değişiyor. Hayaleti fotoğraflamayı da başarıyor! İş budur ki hayalet aynı kendisi! Hayaletin yüzünde İhsan Sait'ten farklı olarak derin bir yara izi var.

İhsan Sait böylelikle gelecekten gelen Döjira'nın mektubuyle ve fotoğrafıyla, ona kavuşma hayalleri içinde zeplinin bitmesini için uğraşır. Ancak Ali İhsan'la karşılaşır ve Ali İhsan, İhsan Sait'in oğlu olduğunu iddia eder.

Kitabın sonu yine her zamanki gibi güzel! Kitaba başladıktan sonra size bir tavsiye: 20-34223 seri no'lu paranın adının geçtiği sayfaları işaretleyin.

İhsan Oktay Anar Yedinci Gün'le yine harikalar yaratmış ve defalarca okunabilecek bir eser sunmuş.Kitap İletişim Yayınları'ndan 2012 yılında basıldı.




KitapYurdu.Com
İletişim Yayınları Resmi Sitesi

19 Kasım 2012 Pazartesi

Kaosun Sırları

0 yorum
Maxime Chattam eseridir. Chattam'a has özellikler bu kitabında da mevcut. Bu kitabın benim için bir başka özelliği daha var ki o da en uzun sürede okuduğum kitap olmuştur. Geçtiğimz yaz ayında kitaplara fazla vakit ayıramamış olmama rağmen, bu kitabı bir hafta okuyup iki hafta okumamazlık lüksüne sahiptim. Tabi bu süre kitaptan kopmak için fazla bile. Ancak yine de kaldığınız yerden devam ettiğinizde aynı tadı ve akıcılığını koruyor. Kimi detayları unutmak kaçınılmaz o ayrı.

Eser ilk başladığında fantastik öğeler hissetiriyor. Ancak olan bitenin mantığa açıklaması da ilerleyen sayfalarda mevcut. Böyle bir harmanın varlığı ve bu harman arasında tek bir "vücudun" iç çatışmaları arasında kalan Yale'in hikayesini okuyoruz.

Yael'in hayatını izliyoruz. Gölgeler'in oyununda bir taş haline gelen Yael kimi zaman istenen karelere hareket ediyor kimi zamansa beklenmeyen hamlelerde bulunuyor. İlk olarak aynalarda kendini gösteren gölgeler Yael'i tehtit etmektedirler. Yael derinlere indikçe ölüme bir adım daha atmış oluyor. Kamel Nasr'ın blogundan alıntılarla fikirleri bize sunuluyor. Kamel Nasr'ın da belirttiği gibi Yael kitabın sonunda ölüyor.

Sonunu bildiğiniz bir kitabı neden okursunuz?

Maxime Chattam'ın güzel kurgusu ve akıcılığıyla Fransa'dan Amerika'ya uzanan bir tür satranç oyununda iyi okumalar dilerim.



KitapYurdu.Com : http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=435475

Incarceron

0 yorum
Incarceron, biri içeride, diğeri dışarıda. İkisi de özgürlük arayışında... Tüm kitabı özetlemek istesem ben de bu cümleyi kullanırdım. Catherine Fisher çok güzel bir harman koymuş ortaya. Geçmişte meydana gelen bir bilimkurgu! Zaman zaman düşündüğüm, böyle bir eser olsa nasıl olur diye sorgularken karşıma çıkan bir kitap bu! Eserle ilgili çok sevdiğim bir özelliği hemen paylaşmak istiyorum. Fisher bölüm başlarında Diyar ve Hapishane efsanelerinden, şarkılarından ve de önemli kişilerin mektuplarından sözlerinden alıntılar koymuş. Hikayeyi daha da bir güzelleştirip daha da efsanevileştirmiş. Bir İngiliz yazara yakışır şekilde. Ancak Amerikan Edebiyatı'ndan da bolca nasiplendiği gözümden kaçmadı. Çok güzel bir yerden konuyu yakalamış ve çok uygun bir şekilde kurgulamış. Kurgusunda maceraya bolca yer vermiş. Bir Matrix kadar detaylı felsefesi yok gibi geldi... Üzerine düşünceler geliştirilebiliyor elbette ki... Gerçek hayat için "acaba"yı sordurmayı başarmıştır. Bu cümlemi kitabı okuyanlar daha iyi anlamıştır. Okuyacak olanlarsa okuduktan sonra daha iyi anlar. İpucu vermeden geçemeyeceğim. Acaba bizim yıldız zannetiklerimiz aslında Gözler mi?

Kitabı okumayı bitirdikten sonra internette de araştırdım biraz. Sinema uyarlaması 2013'te gelecekmiş. Gelsin diye bekliyorum.

Kitap, serinin ilk kitabı. İkinci kitap Sapphique. Hemen edinip okuyacağım. Kitabı alırken bir seri olduğunu bilmiyordum, bu da öyle bir anı.

Azıcık da kitabın hikayesi:

Incarceron, Sapiens adı verilen bilgeler tarafından inşa edilmiş kapalı bir sisteme sahip hapishanedir. İnşa sonrasında seçili sapienslerin de içeri girmesiyle hapishane bir daha açılmamacasına dışarıya kilitlenmiştir. Kaçışın olmasını engellemek için de tüm tedbirler alınmıştır. Incarceron yapay bir zekaya sahiptir. Yapay bir cennet olması öngörülmüştür. Bir tür deneydir aslında. Kötüler için geliştirilmiş bir yapay cennet kötüleri onlardan vazgeçirebilecek mi? (Deney'den anladığım benim bu.) Cenneti cehenneme Incarceron mu çevirmiştir yoksa insanların kendisi mi?

Finn, içerideki bir mahkumdur, dışarıdan geldiğine inanmaktadır ve kaçmak ister. Claudia Dışarı'dandır, Diyar'dadır 17. yy'da mahkum gibidir... İktidar entrikalarının kurbanları...

Kitap 2011 baskısıdır. Pegasus Yayınları'ndan Dost Körpe çevirisidir.



KitapYurdu.Com : http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=592314

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Şahane Hatalar Talih Kuşu

0 yorum

Heather McElhatton, Şahane Hatalar'ın ikinci kitabı. İlk kitabı okumadım. İşin aslı ilk kitaptan da haberim yoktu. Üniversitede bir indirim gününde,Çiko'yla kitaplara bakarken sayfa seçmeli bir kitap olduğunu gördüm ve hevesle aldım. Zira o tür bi' kitap olan Define Adası'nı çok sevmiştim. Ancak bu sefer beklentilerimin karşılanmayışı üzdü beni.

Bölümler arasında kopukluklar gördüm. En bariziyse (malesef bölümleri hatırlayamadım şu anda) bir bölümde    ölen bir kişinin, o bölüm sonunda seçip gittiğim bölümde canlanmış olmasıydı.

Eser betlik abidesi değil tabiki de. Bi' günde bir yol okunup bitebiliyor. Kafayı rahatlatan, acaba şimdi ne olacak sorusunu sordurabilen bir kitap. Şahane Hatalar ismini almasının da sebebini öğrendim: her bölümde kaba tabirle "oha artık" denebilecek olaylarla karşılaşabiliyoruz. Ancak olayların gerçekçiliğini de sorgulamadan edemeyeceğim.

Kitabın çok değişik bir özelliğiyse elinizde olanları veya olmayanları görebilme imkanı da veriyor.

Kitabın bir eksisi veya artısı baş karakterin, yani sizin bir kadın olduğunuzu varsayılıyor. Düşündüm üzerine. Bölümleri ve cinsiyet belirtilmesi üzerine düşündüğümde cinsiyet belirtmek zorunluluğu yok. Bu şekilde de yazılabileceğine inandığım bir kitap oldu. Kimi bölümlerde tekniği ve inandırıcılığı zayıf kaldı gözümde.

Hikaye sizin piyangodan yirmi iki milyon dolar kazanmanızla başlıyor. Okudukça ya batıyorsunuz ya da ölüyorsunuz. Ancak ben bi' tane mutlu sonra ulaştım! Bütün senaryoları okumak fırsatım olmadı. Ancak elimin altında bulundurup sıkıldığımda bir başka senaryoyu deneyeceğim bir kitap olmuştur.

Kitap April Yayıncılık'tan Dilek Berilgen Cenkciler çevirisiyle Mart 2012'de basılmış.


April Yayıncılık Kitap Tanıtım Sayfası
KitapYurdu.Com

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Efrâsiyâb'ın Hikayeleri

3 yorum

İhsan Oktay Anar kitaplarına devam ediyorum. Bu sefer ki kitabı kütüphaneden aldım Şimdiden belirtmek isterim ki kitabın ve hikayelerin içeriğiyle ilgili çok fazla bilgi olacak.

Efrâsiyâb'ın Hikayeleri bir kabadayının üzerinde başlıyor. Kabadayı mahallesinde racon keserken bir gün Ölüm'ün nefesini ensesinde hissediyor ve olaylar cereyan etmeye başlıyor.

Ölüm'ün canını almak istediğini bilen kabadayı, Ölüm'e bir oyun oynamayı teklif ediyor.Eğer kabadayı kazanırsa Ölüm kabadayıya yaşaması için yüz sene verecek eğer kaybederse Ölüm onun ve oyun arkadaşının canını alacak. Oyun için "kozlu bir oyun" yazmış ve malum okey oyununu anlatmış. Oyun için eş bulma süreleri ayırıyorlar kendilerine ve kabadayı kankardeşini ayarlıyor. Ölüm'se kabadayıdan sonra canını alacağı Cezzar Dede'yle anlaşıyor. Ölüm ve Cezzar Dede oyunu kazanıyor. Daha sonrasında Ölüm Cezzar Dede'ye bir teklifte bulunuyor: Cezzar Dede'nin vefatının adaletli olabilmesi için oyun oynamaları gerektiğini söylüyor. Cezzar Dede şu şekilde bir cevap veriyor:
"Ama ben, bugüne kadar kazanmak için oynamadım hiç. Oyunun bana verdiği zevkle yetindim."
Cezzar Dede bu cevapla birlikte nasıl bir oyun oynayacaklarını soruyor. Ölüm'ün cevabı:
"Seninle, verdiği zevk dışında hiçbir amacı, kuralı ve şartı olamayan bir oyun, yani gerçek bir oyun oynayacağız. ... Bir konu seçip, birbirimize hikayeler anlatacağız. Kazanma amacıyla değil, sadece anlatmanın zevki uğruna. Her hikayen için senin bir saat yaşamana izin vereceğim. Ne dersin?"
Oyun başlıyor, ilk hikayenin türü korku ve önce Ölüm anlatıyor: Güneşli Günler.

Anadolu'da bir yerlerde bir yatılı okulda geçen hikaye; okulun Kont lakaplı müdürü ve Sağır lakablı resim öğretmeni üzerine denebilecek, Kont'un kan ihtiyacını bir resim dahisi çocuktan gidermesini anlatıyor. Çocuklardan birisi bir gece iskambil kağıtları üzerine girilen iddia sonucunda yatağından çıkıyor ve olanları görüyor.

Kanı emilen çocuğun adı Bora Mete, resme yetenekli devamlı gülümseyen al yanaklı bir çocuk. Sağır ona yağlı boya seti veriyor. Güneşli bir günde derslere girmemesini salık veriyor ve manzara resmi istiyor. Ancak karşılığında da kanını istiyor. Burada belirtmek isterim ki Sağır'ın güneş resimleri Bora Mete'ninkinden daha kötü. Çocuk öldükten sonra Sağır'dan itiraf gibi bir cümle okuyoruz:
"Sana ışığı vaadetmiştim.Üzgünüm kanı, ışığa tercih eden sen oldun. Böylece hayat senin için ışık değil, kanın ta kendisi oldu."
Sıra Cezzar Dede'de, hikayesi Bidaz'ın Laneti.

Hayatını hazine hülyalarıyla geçiren yaşı da geçkin, kayınvalidesinin dilinden çeken bir adama sonunda talih güler. Dokunduğu her şeyi altına çeviren bir lanetli kralın, kendini yanlışlıkla altına çevirmesinden sonra koyulduğu kabrin haritası ayağına gelmiştir. İşler buradan sonra çetrefilleşecektir.

Böylelikle "korku" etabı bitiyor. Bu arada hala Uzun İhsan'ı kovalamakla meşguller. İstanbul'da bir oraya bir buraya Uzun İhsan'ın peşinden gidiyorlar. Kim bu Uzun İhsan? Cezzar Dede'den sonra sırası gelen kişi.

Yeni etap, din. Cezzar Dede, Bir Hac Hikâyesi'ni anlatmaya başlıyor:

Birbiriyle çekişen iki köyün imamlarından biri hacca gitmeye niyetlenir. Bunun haberini alan diğer köy de kendi imamlarını hacca göndermek için köyün ağasından para isterler, ağa da kendi oğluyla, babasını da yanında götürmesi şartıyla parayı verir. Oğlan, çok hareketli ve saldırgan, ağanın babasıysa aksi mi aksi bir adam.  Bu sırada eline Medeniyet Tarihi adında bir kitap geçen imamın aklını orada gördüğü bir heykel resmi kurcalar. Sessizleşir, mahsunlaşır. Derken kapısında köylüler, ellerinde parayla bitiverirler. Kabul eder ve hac yolculuğu başlar. Ancak bu yolculuk Mekke'ye değil başka diyarlara uzanmaktadır.

Bu hikayeden sonra sıra Ölüm'e geliyor, Dünya Tarihi'ni anlatmaya başlıyor.

Bir tüccar rüyasında ak sakallı bir zatı muhterem görür. Bu kişi, on parasını pulunu, varını yoğunu satmasını,  Acıpayam Dağı'na gelip kendisini bulmasını söyler. İşte böylelikle işler dallanır budaklanır... Rüyasında gördüğü kişinin aslında kendisi olduğunu ve bu yolculuğun kendine yolculuk olduğunu en sonunda anlayacaktır.

Bu hikayeyle birlikte bir etap daha sona ermiştir. Sırada aşk var. Ezine Canavarı'yla Cezzar Dede anlatmaya başlıyor.

Bir kasap eşini kaybettikten sonra dört yiğit oğluna hem analık hem de babalık etmiştir. Lakin artık evlenme vakitleri gelmiştir de geçiyordur bile... Bu sebeple tanınan bilinen bir çöpçatana derdini anlatır. Ancak evlerinin bir odasında, erkek temizliğinin yetersizliğinden, kocaman bir fare peyda olmuştur ve de oradan onu atamamışlardır. Dört erkek kardeşe dört kız kardeş bulmam niyetindedir. Daha önce gelen dul hanımın dört kızı vardır. Velhasıl artık onların mürüvetini görmek istemektedir. Böylelikle bu simetriyi bulan çöpçatan bunları başgöz etmek istemekte, büyüğünü büyükle, ortancayı ortancayla, küçüğünü küçükle, dulları da birbiriyle eşleştirip evlendirmek ister. Görücüye gidecekleri erkek tarafının evine gelen mahallenin dedikoducu kadını yüzünden odadaki farenin söylentisi çabucak yayılır. Kız tarafı bu işin hallolmasını yoksa izdivacın olmayacağını haber verir. Hal böyleyken fareyi öldürmek adına erkek tarafı odaya baskın düzenlerler ancak fare uyanır, ortalık can pazarına dönüşür bu hengamede yangın çıkar ve erkek tarafının evi yanar. Ev yanmasına yanmıştır ama fare hala hayattadır ve kendisine başka yuva arar. Kız tarafı yangını haber alınca bu işin olmayacağını, dayalı döşeli ev olmadan evlenmeyeceklerini söyler. Böylece evlilik hayalleri suya düşer. Fare, gide gide bu kız tarafının evine gider ve orada yavrular.

Cezzar Dede, kavuşunca meşk, kavuşmayınca aşk olur diye de hikayesine açıklama getirir. Sıra Ölüm'dedir. Hırsızın Aşkı da hikayesi:

Bursa iline yakın kasabalardan birinde geçimini hırsızlık meziyetiyle geçiren büyük bir aile vardır. Bu ailede deden toruna kadar herkes hırsızlıkla ilişkili işler yapmaktadır. Ancak torunlardan biri, Fezai, bu işi naif ve zarif ruhlu olması nedeniyle reddeder. Ailenin en büyüğü, dede, karar verir. Fezai keman çalacaktır. Bursa'ya gelen ünlü bir virtüözün kemanı, usta bir kemancı tarafından yapılmıştır ve kemana paha biçilemiyordur. İşte Fezai bu kemanı çalacaktır. Virtüözü gören Fezai, aşık olur... Ama kemanı da çalmak zorundadır. Velhasıl kemanı alıp eve dönmüştür ama içindeki ateş bir kez alevlenmişti. İçin için yanan çocuk sonunda kemanı çalmayı, ondan sesler çıkartıp dinlemeyi, sevgilisini dinlemeyi arzulamıştır ve böylece keman çalmayı öğrenir! Usta olmuştur artık ancak bir gün eve geldiğinde sevgilisini göremez ve öğrenir ki babası kemanı satmıştır. Satanın peşinden gider ve kemanını alan kişinin konser verdiği salonda konser esnasında bulur. Sahneye fırlayıp kemanını alır. Tüm kolluk kuvvetleri Fezai'nin peşine takılsa da çatıya kadar Fezai'yi yakalayamazlar. Sonunda çatıda köşeye sıkışan Fezai başlar kemanını çalmaya...

Bu hikayeyle birlikte bir etap daha bitmiştir. Sonraki etap cennet konuludur. Şarap ve Ekmek hikayesiyle Cezzar Dede anlatmaya başlar.

Kayseri'de Zeynelabidin adında yaşı 27'yi geçmiş evlenmeye yanaşmayıp yaşlı annesini bedbaht eden bir oğlan vardır. Oğlunu evlendirmeye razı edemeyen anne sonunda, oğlu için sakladığı takı paralarını ona verir, bir iş tutup baltaya sap olmasını diler. Zeynelabidin de bu sermayeyle şehir şehir dolaşıp sofular için yazmalar,  dualar hatlar satmaya başlar. Bir gün cuma namazına gider ve şans budur ki sevmediği çocuklar için vaaza denk gelir. Çocukların ne kadar saf ve cennetlik olduğunu anlatan imamın gözyaşlarına boğulmasına anlam veremez. Kafasına takılır, içi sıkılır. Akşamına bir meyhaneye gidince imamın da orada gözyaşlarıyla içtiğini görür. Meyhaneciye olayı sorar. İmamın Bestenur adında bir kızı olur. Bunu kendi sütninesine büyütmesi için verir. Bebek büyüdükten sonra babasına döneceği vakit sütninesi Bestenur'a üzümsuyu ve ekmek verir. Eğer içerse cennete yükselecektir. O yüzden içmemeli ve babasına götürüp yola gelmesini sağlamalıdır. Yolda kötüyle karşılaşır ve o kötü buna üzümsuyunu içirir, ekmeği yedirtir. Sonradan olayı kavrayan Bestenur, bir tohum diker ve o büyüğünceye vakti olsun diye dua eder. Gözyaşlarıyla sulanan tohum filizlenir. Kötü tekrar gördüğünde büyümüş olan ağacı görür durumu anlar ve Bestenur'la babasını bulmaya gider. Babası Bestenur'la inzivaya çekilmiş, çöp gibi kalmıştır. Çünkü Bestenur ona cennete yükselirken ayağından tutmasını, zayıf olursa onu taşıyabileceğini anlatmıştır. Derken Bestenur fırına ekmek almaya gittiğinde Kötü pencerenin kenarına sıcak, yağlı mı yağlı bir güveç koymuştur. Nefsine hakim olamaz ve güveci yer bitirir. Bestenur geldiğinde ayakları yerden kesilir. Ancak babasını taşıyamaz ve kendi başına cennete yükselir...

Sıra Ölüm'dedir ve bu hikaye de son hikayedir.Gökten Gelen Çocuk.


Çocukları olmayan geçkin bir çift vardır. Yaşları elliye varmıştır. Ancak Kent ailesinin özlemi bitmemiştir. Derken bir gün bahçelerinde şimşek çakar. Çıkıp baktıklarında bir oğlan çocuğu olduğunu görürler. Anne hep bir kızları olsun, ismi güler olsun istemiştir. Çocuğun oğlan olması onu üzmüştür. Çocuğun ismi Gülerk olur. Babası ona dedesi Sabri'den kalma, göğsüne dedesinin adının baş harfi S işli mavi bir elbise ve kırmızı bir pelerin verir. Bunu giymesini ve herkese yardım etmesini söyler. Ancak annesi onu temiz, pirüpak bir efendi oğlan olarak yetiştirmek ister. Efendi çocuk kıyafetleri ve gözlüğü alır ve çocuğu giydirir. Seyyare adlı yerel gazete de iş buluverir. Üstü kirlenirse ona annelik etmeyeceğini söyler. Annesiyle babasını üzmemek için Gülerk babasından aldığı elbiseyi, sonra da annesinden aldıklarını mavi elbisesinin üstüne giyer. Bu çekişmenin ortasında kalmıştır. Üstelik gazetede vurulduğu Yelda isimli kız da göğsünde S yazan mavi elbiseli çocuğu sevmektedir! Sonunda dayanamaz ve caminin minaresine çıkıp atlar! Leylek gelir onu yakalar ve göklere uçurur...

Bu hikayeyle son etap da bitmiştir. Ölüm'le Cezzar Dede konuşmuştur konuşmasına ama Cezzar Dede İhsan Oktay Anar'dır sanki... Ölüm'le felsefi bir anlatı! İçinde o kadar çok şey var ki... Hangi birini detaylandırayım! Ancak, alıştığımdan olsa gerek, Cezzar Dede son hikayeyi anlatıp, o ana kadar anlatılmış tüm hikayeleri bir şekilde kesiştirecek diye bekledim. Bu beklentim beni hayal kırıklığına uğrattı mı? Pek tabi ki hayır. Etaplarla tüm yaşam hakkında fikir beyanı okudum ve gayet mutluyum!

Cezzar Dede'yle Uzun İhsan'a ne olduğunu okuyunca göreceksiniz.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

4 Mayıs 2012 Cuma

Suskunlar

0 yorum

İhsan Oktay Anar'ın her eseri birer şaheser! Bu kitabında da üslubu masalsı ve bu üslubuna fantastik dünyayı da ekleyince harika bir eser çıkmış ortaya. İçinde çok şey var. Çok fazla hem de.
"Belki de susmak, gerçeği anlamanın tek yoluydu."
Suskunlar, aslında bir mezarlığın adı ve kitabın içinde sadece iki kere kelime olarak geçiyor. Zaman çizgisinde hayatları bir şekilde kesişen insanların hikayelerini dinliyoruz. 

Her şey Âsım'ın hayaletinin peydah olmasıyla başlıyor. Sonraları öğreniyoruz ki Âsım'ın hayaleti sevdiği kız Nevâ için kalmış dünyada.

Sofuayyaş'ta Kalın Musa oğlu Veysel Bey'in ikiz oğulları Dâvut ve Eflâtun'un hikayeleri aslında. Dâvut, hayalet hikayelerinin kol gezdiği o zamanlarda bir akşam,ustalarıyla iş çıkışında yürürken, hayaletin ilk görüldüğü sokağa gelir. Hikayeyi dinler dinlemesine ama o sokağa girmek için can atar. Müsaade alıp sokağa girer ve Nevâ'yı orada görür ve aşık olur. İşte olayların dallanıp budaklandığı yer orasıdır.

Tağut adındaki kötücül varlık Neyzen Bâtın Hazretleri'nin düşmanı. Neyzen Bâtın Hazretlerinin oğlu Zâhir'in Konstantiniye'de zuhur etmesinden sonra olayların çözümüne yaklaşıyoruz. Zâhir, insaları neye şarkılarıyla çağıran mübarek bir insan. Ancak Pereveli Hacı İskender'in etkisiyle galeyana gelen halk onun peygamber olduğunu iddia ettiği iftarısını atıp onu zındık ilan etmişlerdir. Bir zaman linç edilen Zâhir'in kaşının açılması sonucunda gülümsediğini gören şakirtlerinden birinin sorduğu soruya verdiği karşılığı unutmak ne mümkün!
"Yarasının sarılmasını istemeyen Zâhir başındaki yaranın kendisine değil de başına o taşı fırlatan şu öfkeli zavallı adamlara âit olduğunu söylüyordu. Asıl yara onlara ait olduğuna göre, gerçek acıyı da onlar çekiyor ama ne kadar ıstırap içinde olduklarını bilmiyorlardı."
Neyzen Bâtın'ın hayat nağmesi'ni dinleyenin ölümsüzlüğe kavuşacağı rivayet olunur. Yedi musiki üstadı arasından sadece birisini bunu dinleyecektir. İşte bu sebeptendir ki Konstantiniye'de musiki üstatları sırayla katledildi. Hayat nağmesinin kimin dinlediğini burada söylemeyeceğim.

Şaheser Yegâh başlayıp Dügâh ile devam edip Segâh'ta karar ediyor. İhsan Oktay Anar bize böyle de güzel bir musiki dinletiyor!


 Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan 7. baskısı.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com


22 Nisan 2012 Pazar

Günahkar

0 yorum
Vize haftası biter bitmez, Günahkar'a kaldığım yerden devam ettim. Kitabın başından beri acaba ne olacak sorusu sordum. Neredeyse son sayfalara kadar olay çözülmedi. Elbette Tess Gerritsen'ın kalemini tanıyanlar bu kitabın sonucu için de çeşitli tahminlerde bulunacaklar.

İki önemli konu üzerinde durmuş Tess Gerritsen. Bu özellikle dikkatimi çekti. Ayrıca az sonra yazacaklarım kitabın sonuyla ve çözümüyle ilgili, şimdiden bilgisini vereyim.

İlk önemli konu ve aslında Gerritsen'ın tüm kitaplarında işlediği toplumda kadın. Bu sefer toplumda anne adayı olmak ve annelik üzerine de eğilmiş. Ayrıca Rizzoli'nin ailesi hakkında da çok ilginç bilgiler alıyoruz. Bi' anne olmak bu kadar kısa ve öz anlatılamazdı heralde.

Gelelim diğer konuya ve fabrikaların sebep olduğu çevre faciaları! İşte çoğunu görmediğimiz, bir şekilde hasır altı edilen kazalar ve/veya bilinçli "kazalar"ın sebep oldukları facialar. Her zaman olagelmiştir. Bu olaylar dünyanın ortak sorunu. Ancak yine de göz yummaktan çekinmiyorlar.

En yakını ve en büyüklerinden birisi, Fukushima, unutuldu, unutturuldu. Acaba son radyasyon ölçümlerinden kimlerin haberi var acaba? Yakına gelelim; Dilovası gaz ölçüm sonuçlarından...

Dünya hepimizin. Dünya'nın bir ucunda olan da bizi etkiler. Göz görmeyebilir, ten hissetmeyebilir. Ancak bu etkilenmediğimiz anlamına gelmez. Bu olaylar karşısında ne kadar sessiz kalırsak o kadar çok kanserimiz olur.

Ülkemizin tamamını etkileyen çok taze bir akciğer kanseri başlangıcını da gözden kaçırdık sanırım. 2B Yasası olarak biliniyor kendisi. Meclisten geçti...

Bugünün bir özelliği de Dünya Günü. Ülkemizdeki etkinlikleri için de müteşekkiriz. Nasılsa öleceğiz ve bizden sonrakiler Dünya ile ne yaparsa yapsın bizi ilgilendirmez...

İşte böyle bir günde bitti Günahkar...

Günahkar'da iki rahibenin öldürülmesi, elleri ve kolları kesilmiş yüz derisi alınmış, Fare Kadın lakabını taktıkları bir kadın ve öldürülmüş bir adamın zaman çizgileri Maura'nın masasında kesişiyor. Bunların üstüne Maura'nın eski eşinin -Victor- de olaylarla ilgisinin olması konuyu daha da karıştırıyor.

Tess Gerritsen, karmaşa gibi görünen bir çok incelemeyi bir araya getiriyor ve okumaya doyum olmayacak bir eser daha sunuyor ve evet, Rizzoli hamile olduğunu öğreniyor.


Kitap:
Martı Yayınları
KitapYurdu.Com









3 Nisan 2012 Salı

Alaycı Kuş

0 yorum

Açlık Oyunları serisinin son kitabı. Bittiğine üzülsem mi, sonucu okuduğuma sevinsem mi bilemedim. Bu duyguyu Harry Potter serisinde de hissetmiştim. Capitol'e karşı savaştım, yeri geldi ok attım, yeri geldi silah kullandım, yeri geldi sövdüm saydım. Tüm soruların cevabını buldum mu kitabın sonunda? Elbette ki hayır.

13. Mıntıka'nın başkanından, 13. Mıntıka'ya kadar, önceki devrimden bu zamana kadarki düzene kadar... Bu kadar yıpranmışlığın sonunda herkesin normal olmasını beklemek de bir başka sorun. Haymitch içmeye devam etti. Diğerleri de kendilerince iş buldular. Seri boyunca Katniss acaba kimi seçti sorusunun cevabını da var. İç içe geçmişliği Katniss'le beraber gördük. Cevap bulabildik mi? Hayır.

Bu noktadan sonra kitabın içeriğiyle ilgili fikirlerimi kitabın sonuyla ilgili olayları anlatacağım. Bu noktadan sonra bu yazıyı okuyanlar, bu yazıdan sonra kitabın sonunu bilerek okumak zorunda kalabilirler. Mesuliyet kabul etmem. Uyarmadı demeyin.

Sayfa 402'de Plutarch ile Katniss arasındaki konuşmayı aktarıyorum:
"Plutarch, yeni bir savaşa mı hazırlanıyorsun?" diye sordum ona.
"Ah, şimdi değil. Şimdi herkesin yakın geçmişteki dehşetin asla tekrar edilmemesi gerektiği konusunda hemfikir olduğu tatlı dönemdeyiz," dedi. "Ancak kolektif düşünce genelde kısa ömürlü olur. Bizler hafızası yetersiz ve kendi kendini yok etmek konusunda son derece hünerli, dönek yaratıklarız. Gerçi kim bilir? Belki buraya kadardır, Katniss"
Plutarch serideki son derece değiş karakterdeki bir kişi. Evet isyancıların tarafında ancak aklından geçenler konusunda yeterli bilgimiz yok. Davranışları onun uysal olduğunu ve aynı zamanda insanların ne isteyebileceğini görebilen bir insan. Ne de olsa eski bir oyunkurucu. Düşünüyorum, Capitol'de bir kişi nasıl oyunkurucu olur? İsteği nedir? Daha fazla dehşet oluşturmak mı? Plutarch kariyerini seçmeden önce de mi isyancıydı? Ne oldu da isyancı oldu? Evet bunlarla ilgili ipuçları var. Hatta bazıları için kesin bir cevap bile olabilir! Ancak ben yetinemedim.

Capitol'ün tutumu ve 13. Mıntıka'nın tutumu arasındaki benzerliği Katniss görmüştü. Bu yüzden şüpheyle yaklaşıyordu ve -Snow'un da sorduğu gibi- 13. Mıntıka neden diğer mıntıkaları kendi hallerine bırakmıştı? Başkan Coin kendi kişiliğini tam olarak ortaya koyan davranışlarla kendi sonunu hazırladı.

O kadar olay olmuşken, Plutarch'ın yukarıda paylaştığım sözleri benim için son noktayı koymuştur. Oyunlar devam ediyor. Sadece başka formlarda...

Serinin diğer kitapları:
İlk Kitap : Açlık Oyunları
İkinci Kitap: Ateşi Yakalamak

Kitap:
Pegasus Yayınları 
KitapYurdu.Com

2 Nisan 2012 Pazartesi

Ateşi Yakalamak

0 yorum

Bayanlar baylar! 75. Açlık Oyunları başlıyor! Bu seneki Oyunlar'ın bir özelliğiyse Çeyrek Asır Oyunları olması. İhanet Anlaşması'na göre her yirmibeş senede bir Çeyrek Asır Oyunları tertip edilir ve sadece o oyuna özel bir kural eklenir. Örneğin 2. Çeyrek Asır Oyunları'nda, ki bu oyunlar Katniss'in akıl hocası Haymitch'in yarıştığı oyunlardır, iki katı sayıda haracın yarışacağı duyrulmuştur.

3. Çeyrek Asır Oyunları'nın özel kuralıysa haraçlar, galipler arasından seçilecektir! 12. Mıntıka'nın tek kız galibi Katniss'tir ve tekrar arenadadır! Peeta da Katniss'i yalnız bırakmaz ve kuradan çıkan Haymitch'in yerine gönüllü olur. Peeta ve Katniss arenada her şeyden habersizdir. Katniss'in çıkarttığı kıvılcımın mıntıkalarda parlamaları görülmeye başlamıştır... Bu sefer arenada Oyunlar farklı bir seyre sahip olacak ve kıvılcımın etkilerini arenada da göreceğiz. 13. Mıntıka'nın da akıbetini bu kitapta öğreneceğiz.

Elimden bırakamadan okumuştum ve hemen ardından üçüncü kitabına başlamıştım. Bu kadar sürükleyici bir seri  bilim-kurgu fantastik serisi yoktu ve bu seri kütüphanemden eksik olmayacak. Bugün Çiko'yla kitap üzerine konuşurken, Suzanne Collins ben anlatımla şimdiki zamanda yazmasıyla daha da etkili bir eser ortaya koymuş. Katniss'in psikolojik betimlemelerini, düşüncelerini okumak, Katniss'in zihninde yaşamak ve onunla beraber savaşmak!

Olaylar ilerlerken Capitol'ün distopyatik havasına kendinizi iyice kaptırıyorsunuz. Capitol'e nefretiniz giderek artıyor ve bir sonraki kitapta olabilecekleri düşünmeden edemiyorsunuz.Ayrıca bir ara kitap özelliği taşımasına rağmen sürükleyiciliğinden ve şimdi ne olacak sorusundan taviz vermiyor.

Sevinç Tezcan Yanar çevirisiyle okuyoruz. Kitap ilk baskısını 2009'da yapmış.

Serinin diğer kitapları:
İlk kitap: Açlık Oyunları
Son kitap: Alaycı Kuş
Kitap:
Pegasus Yayınları
KitapYurdu.Com

26 Mart 2012 Pazartesi

Satranç

0 yorum

Stefan Zweig eseri. Kitabı arkadaşım okumam için ödünç vermeden önce biraz anlatmıştı. Ancak her ne kadar anlatmış olursa olsun okuduktan sonra üzerine bolca konuşmak gerektiğini, anlatılanların zayıf kalacağını anladım. Stefan Zweig, bu eserinden sonra intihar etmiş. Bu olay bile kitabı başlı başına bir okuma sebebi.

Kitabı yayına hazırlayan Şebnem Sunar Satranç tahtasında bir Avrupalı adlı önsüzü de okunmalı. Zira Stefan Zweig'ı biraz olsun tanımadan kitabı okumak yavan kalacaktır. Dönemin bakış açısını tanımalı ve kitabın zenginliğini bir kere daha görmeli.

Stefan Zweig Hitler döneminin çalkantılı Avrupasında hem milliyetçi hem de Avrupalı olma bilinciyle kendi iç çatışmaları ve gerilimleriyle kopma noktasına kadar gelmiş velhasılı kelam kopmuştur da. Sonunda Arjantin'e göç etmek zorunda kalır...

Öykü de Arjantin'e giden bir gemide başlamaktadır.Czentovic adında genç bir dünya satranç şampiyonu da aynı gemidedir. Ünü bütün dünyayı sarmış bu satranç ustasının geçmişinin de bir kesitini okuduktan sonra. Öykü devam ediyor. Anlatıcı karakterin bu ustayla yakınlaşma çabalarının sonucunda bir maç tertip edilebiliyor. Czentovic ustaya karşı gemideki tüm satranç severler maça başlıyor. İlk el Czentovic'in galibiyetiyle sonuçlanıyor. İkinci el ilerlerken Dr. B. sahneye çıkıyor ve maçın berabere kalmasını sağlıyor. İşte bu noktadan sonra bu gizemli satranççıyla Czentovic'in müsabakası istenir oluyor. Anlatıcı karakter, Dr. B.yi buluyor ve onun öyküsünü bizlere aktarıyor.Dr. B. Hitler öncesi Almanya'da devletin gizli ama önemli yazışmalarını ve mali durumlarını yöneten küçük, kendini iyi saklamış bir avukatlık bürosundadır. Amcasının işini devam ettirmektedir. SS'ler sonunda Dr. B.yi yakalarlar ve bir otel odasına kapatırlar. Gardiyanından ve onu sorguya çeken askerlerden başka kimseyi göremektedir ve kimseyle konuşamamaktadır. Böyle bir hiçliği betimler Dr. B.Hiçlik arttıkça Dr. B. akıl sağlığını koruması gerektiğini farkeder ancak hiçliğin ortasında bunu yapacağı herhangi bir araç yoktur. Bir sorgu zamanında bekletildiği odada, askerlerden birinin montunun cebinde bir kitap farkeder ve bunu çalar. Sonunda kendini meşgul edecek bir araç bulmuştur.Bir kitap! Kitabın satranç kitabı olduğunda üzüldüğünü itiraf eder. Kitapta büyük satranç ustalarının 150 maçı vardır. Sonunda kendini bu oyunlara kaptırır. Her oyunu ezbere oynayabilecek duruma kadar gelir. Bir süre sonra bu oyunları hayalinde ezbere oynamaktan sıkılır ve kendiyle oynamaya başlar! Zihninde hem siyahtır hem beyaz...

İşte Dr. B.nin satrançla tanışma hikayesi böyledir. Tabi bu hikayenin devamı da var. Benim arada kestiğim önemli noktaları da. Hepsini anlatırsam tadı kalmaz. Dr. B.nin serbest bırakılması da buna dayanır. Şebnem Sunar'ın da belirttiği gibi Stefan Zweig'ın iç çatışmalarının yansımasını Dr. B.de görüyoruz. Çıldırırcasına bir mücadelenin sonucunda da Stefan Zweig'taki siyah da beyaz da ölür.

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan. İlk baskısını 1997 yılında yapmış. Benim okuduğum Haziran 2011 tarihli 32. baskısı.Ayça Sabuncuoğlu çevirisi. Kapaktaki, satranç atı da ayrıca hoşuma gitti. Malumunuz at, satrançtaki en farklı hareket kabiliyetine sahip taş. Önünde herhangi bir taş olmasının önemi yoktur. Düzlemsel de gitmez. L'dir onun hareketi. At üzerine kurulmuş da bir çok maç vardır...

Kitap:
Can Yayınları Çevrimiçi
KitapYurdu.Com

23 Mart 2012 Cuma

Açlık Oyunları

0 yorum

Daha az önce bitirdim.Hemen buraya yazıyorum. Kitabı en az bir kez olsun eline alanlar bilir; arka kapakta Stephen King'in kitap için bir cümlesi var:
"Elimden bir türlü bırakamadım... Bağımlısı oldum."
Tam anlamıyla böyle. Kitabı elimden bırakmayı düşünmek şöyle dursun, fırsatını bulduğum her anda okudum. Ders aralarında, otobüste, evde, uyumadan önce. Hatta dün gece okurken, ihtiyaçtan uyudum. Sabah dinç uyanıp daha rahat okumak için, olayları kaçırmamak için.

Açıklık Oyunları'nın kısa tarihçesi şu şekilde: Kuzey Amerika'daki 13 mıntıka başkent Capitol'e karşı ayaklanır ve Capitol bu ayaklanmayı bastırıp 13. Mıntıka'yı tam anlamıyla yok eder ve kalan mıntıkalarla Capitol arasında İhanet Anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya göre her sene başkentte Açlık Oyunları düzenlenecek ve her mıntıka 12-18 yaşları arasında biri kızı biri erkek iki haraç gönderecektir. Bu haraçlar arenada hem arena şartlarıyla hem de kendi aralarında ölümüne savaşacaklardır. Oyun kurallarına tek galip çıkmalı ve diğer 23 haraç ölmüş olmalıdır.

Biz hikayeyi 12. Mıntıka'dan Katniss Everdeen'den takip ediyoruz. Kuradan kardeşi Primrose çıkar, ancak Katniss onun yerine haraç olmaya gönüllü olur. İkinci haraçsa Peeta Mellark'tır.

Kitabın üç seri olmasından baş karakterin, yani Katniss'in hayatta kalacağını herkes tahmin edecektir. Buna rağmen kitabı bu kadar sürükleyici kılan Katniss'in diğer haraçlarla olan ilişkisi ve diğer haraçların akıbetinin ne olacağıdır. Adetimdir -her zaman olmasa bile- kitabın son sayfasındaki son cümleyi veya, son paragraf kısaysa, son paragrafı okurum. Bu kitapta da okudum. Ancak bu sefer aşırı meraktan! Çok defa savaş verdim okumamak için ancak dayanamadım. Size tavsiyem, bu seferlik, böyle bir alışkanlığınız varsa, yapmayın! Ben son paragrafı okumama rağmen elimden düşüremedim! Eğer okumazsanız varın gerisini siz düşünün.

Bu kitabın bir özelliği de bugün -23 Mart 2012- sinema uyarlaması vizyona giriyor! Kitap zaten hayalinizde bir film oynatıyor bundan dolayı da film uyarlamasını daha çok merak ediyorsunuz. Bu tür kitapların uyarlamalarında genelde hayal kırıklığı olur, çünkü herkes hayalindeki filmde farklı görür. Şunu da belirtmek isterim ki fragmanı izlediğimde ağzım sulandı. Biletimi çoktan aldım bile!
Açlık Oyunları Sinema Uyarlaması IMDB Linki

Çiko'yla birlikte okuyoruz kitabı ki o da üç gün içinde ilk kitabı bitirdi, ikinci kitap için de üç gün ayırdı ve bitirdi. Kendisi Uluslararası İlişkiler uzmanı. Bu sebeple Açlık Oyunları'nın sadece bir kurgu olmadığını çok daha rahat gördü. Hemen hafızalarınızı yoklayın ve Kuzey Amerika'daki kolonileri düşünün. İngilizler'in sömürgesi altında yaşayışlarını... Tahmin edin bakalım kaç koloni vardı? 13... Suzanne Collins tarihten, mitlerden ve bilim-kurgudan beslenerek okumaya doyum olmaz bir kitap çıkartmış. Katniss'in iç çatışmaları, insanların kana susamışlığı ve baskının kişiler üzerinde etkisini de çok güzel şekilde anlatmış.
"Bunu tam olarak nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Sadece... Kendim gibi ölmek istiyorum. Sence mantıklı mı?" diyor Peeta 151. sayfada.
Kitap Pegasus Yayınları'ndan Sevinç Tezcan Yanar çevirisiyle Şubat 2009'da ilk baskısını yapmış.
Belirtmeden geçemeyeceğim, çünkü Pegasus'a yakıştıramadım, kitapta yer yer baskı hataları var. Göze batmasa da çarpıyor.

Açlık Oyunları Resmi Sitesi

Serinin diğer kitapları:
İkinci Kitap: Ateşi Yakalamak
Son Kitap: Alaycı Kuş

Kitap:
Pegasus Yayınları
KitapYurdu.Com

22 Mart 2012 Perşembe

Işık Bahçeleri

0 yorum
Amin Maalouf'un kaleminden çıkan bir başyapıt. Mani'yi anlatıyor. Mani'nin öğretisini, barışçıllığını ve Işık'ın aydınlatıcılığını... Mani'yi tanımıyordum. Aslında ismi pek yabancı gelmemişti. Ama yine de tanımıyordum... Halbuki bizim coğrafyamızdandı. Mani'ye adanmış bir kitapla Mani'yle tanıştım. Belki gerçekten de bir peygamberdi, belki de "alter egosu"yla konuşuyordu. Bilinmez... Çağının çok ilerisinde bir insan olduğu gerçekliğini de değiştirmez. İşin tuhafı, kitabı okurken de farkettiğim, bugün de yaşasa aynı tepkiyle karşılaşırdı. Hırs ve iktidar isteği, bencillik; Mani'nin en büyük düşmanıydı.

Kısaca Mani'den ve kitabın içeriğinden bahsedeyim. Mani'nin babası Pattig,bir tarikata katılıyor. Tarikat dişil olan her şeye karşı ve sadece beyaz giyiniyorlar. Ak-Giysililer olarak biliniyorlar. Pattig, eşi hamileyken gidiyor ve Mani dünyaya gelince Mani'yi almaya dönüyor. Annesinden koparılarak Ak-Giysililerin diyarına -Hurma Bahçesi'ne- getiriliyor. Mani burada, Ak-Giysililer öğretisiyle yetişiyor. Ancak içinde her zaman bir eksiklik hissediyor. Ürünlerini sattıkları komşu köyün pazarına gidip gelirken Yunanlı bir köylünün harabe evinin duvarlarına işlenmiş resimler görüyor. Onarılması gereken resimler... İçinde inanılmaz bir istek duyuyor ve buna karşı gelmeyip resimleri onarıyor. Bu sıralarda kendiyle başbaşa kaldığı, yalnız kalmak istediğinde her zaman gittiği yerde 'İkizi'yle konuşmaya başlıyor. Öğretisi şekillenmeye başlıyor. Yirmili yaşlarında Ak-Giysililerin memleketini terk ediyor.  Bu terk ediş Mani'nin öğretisini yaymaya başlamasıdır. Önce Hurma Bahçesi'nden kendinde önce ayrılan Malkos'un yanına gidiyor. Malkos daha sonra Mani'nin peşinden ayrılmıyor. Malkos'a Mani'nin babası da ekleniyor. Oğluna müritlik ediyor.
"Babil ülkesinden Çığlığım bütün dünyada yankılansın diye geldim" 
diyor Mani. Çığlığı hep güzellikleri öğütlüyordu. Güzelliği, saygıyı ve birlikteliği. Işık ve Karanlık'ın birlikteliğini, iç içe geçmişliğini anlatıyordu. Mani insanlardaki Işık'ı görüyordu.

Mani'yi sevmeyen çağdaşları onu sapkın olarak ilan etmenin peşindeydi. Dönemin güçlü kralı Şahpur tarafından himaye altına alınıyor ve hem kralın özel danışmanı oluyor hem de öğretisini,dinini istediği gibi yayma özgürlüğüne sahip oluyordu ve mücadelesi Mani ölünceye kadar devam ediyordu. Öyle ki benim buraya yazdığım sadece devede kulak. Amin Maalouf, kendine has üslubuyla bize olayları zaman zaman kurgalayarak, zaman zaman efsanelere dayandırarak bazen de arkeolijiden bahsederek aktarıyor. Bu üçlüyü o kadar güzel harmanlıyor ki o sayfaların içinden o toprakların havasını yüzümde hissettim.

Mani, insanlara çağının çok ötesindeki olgulardan bahsetti ve sonunda işkenceyle öldürüldü. Sureti ölse de anlattıkları çok kişiye, kişinin kendindeki Işık'ı keşfetme imkanı sundu.

Bendeki kitap 10. baskısı Saadet Özen çevirisi Mart 2011 tarihli Yapı Kredi Yayınları çıkışlı.

Kitap:

Yapı Kredi Yayınları
KitapYurdu.Com

18 Mart 2012 Pazar

Aydili Sanat Dergisi

2 yorum
Gönüllüğe dayandırılmış, yaparak, çalışarak inşa edilmiş bir fanzin. Gönüllülerinden birisi sayesinde elime geçti. Okuduğuma ne kadar memnun olduğumu anlatmam zor.

Kapak resmi Selma Gün'e ait. (4. Sayı)

Dergi incelerken dikkatimi çeken ilk şey sayfa numaralarının stili oldu. Ay'ın hareketlerini sayfa numaralarına işlenmiş.Sayfaları çevirdikçe Ay'ı takip etmek, onun ışığında çınarın altında okumak serabına kapılmamak elimde olmadı.Dergi şiirlerle bezeli. İki-üç sayfada bir şiirlerle karşılaşıyorsunuz. Elimdeki sayısında "Sunu"dan Atilla İlhan'la karşılıyor dergi bizi. Afşar Temur "Gençlik Duygularımızın Şairi Atilla İlhan"la bize Atilla İlhan'ı anlatıyor.  Sayfalar geçtikçe yakamozun izi ufukta kayboluyor.

Ben yakamozu takip ederken, bana da BB King şarkıları eşlik ediyor.

Aydili Topluluğu'nun elimdeki sayısındaki -dördüncü sayısı- sunusunu buraya yazmak istiyorum:
"Üç sayı geçti, bu dördüncüsü... Artık öğrendik; gönüllülüğü öğrendik önce, sonra da dergiyi derleyip toplamayı... Nasıl ki insanlar geçmişinin toplamı, dergiler de öyle... Eksiklerini gidere gidere büyüyorlar. Hatalarından arına arına durulaşıyorlar.
Öte yandan anladık ki gönüllülük de öğrenilen bir şey... Biz gönüllü olmayı da çok sevdik, öğrenmeyi de, ne olursa olsun sanatın iyileştiriciliğini her deneyimimizde yeniden keşfetmek, sanatın çoğaltıcılığını hep birlikte yaşamak bizi büyütüyor, ancak büyümek sorumluluk istiyor. "
 TEGV bünyesindeki gönüllülük zamanımdan biliyorum bir işte gönüllülüğün önemini, başarının sırrını ve gönüllülüğün birletiriciliğini.

4. sayının içindekileri :
"Selahattin Uyuşan - Niyet
Afşar Timuçin - Gençlik Duygularımızın Şairi Atilla İlhan
Afşar Timuçin - Su Perileri
Nazmi Tirben - Büyü
Osman Bozkurt - Yenilgim
İbrahim Ersaraç - Türk Karikatürünün Gelişimi
Ali Timuçin - Düş
Selahattin Uyuşan - Şiir Eleştirileri Şiir Eleştirmenleri
Ruhan Odabaş - İpsiz Uçurtma Düşlerim
Oya Aksu - O Resimde
A. Arda Yastıoğlu - Erkek Egemen Toplumun Etkisiyle Çizgi Romanda Kadın Figürü
A. Arda Yastıoğlu - Harita
Selma Gün - Saklı Duygular
Necla Kutlu - Plastik Bebek
Şaban Akbaba - Çocuk Yazını ve Sanat Diyalektiği
Mert Öztürk - Minyatür İnsan
Ahmet Yaşar Tezulaş - Yiten Bir Aşkın Ardından
Filiz Tatar - Göç
Murat Sipahioğlu - Savruk Şiir
Şener Aksu - Öznenin İntihar Girişimi Postmodernizm
Songül Karakoç Akgün - Et ve Kemik
Minela - Beyaz Yıllara Dua
Zeynep Karaca - Fotoğraf
Melek Kara - Kara Akrep
Nadide Utku - Şimdi
Diren Gümüş - Fil Çekimi
Melek Durukan - O, Mavi Gözlü Van'dı / Söyleşi
Özhan Hakan - Düş Batımı
Oğuzhan Oğuz - Fâni Müjde
Mahmut Karahan - Yüreği Ezilen Köprücük Kemiği
Murat Sipahioğlu - Dondurmacı Yokuşu / Öykü
Duran Aydın - Sonra Sesin Reyhan
Mahir Dönmez - Dem
Anıl Küsen - Şaire Saygı / Anımsama
Tevfik Fikret / Senin Yerinde
Aydili Topluluğu - Bize Sordular / Söyleşi
Nuran Gürel / Kar Suskunluğu
Şener Aksu - Hücremde
Melis Taşkın - Ay Doğumu
Gül Anasal - Yanılsama
Tuba Aydın - İnsan Hep Arayışta
Mustafa Küpçü - Çağının Önünde Koşan Adam Avni Öztüre
Ozan Deniz Sarıtop - Sıla Mektubu
Anıl Küsen - Su Çocuk"
İşte böyle dolu dolu.
Nurcan Taşpınar ile Şener Aksu önderliğindeki gönüllü sanat topluluğu böyle de güzel işler çıkartmışlar.


Aydili Sanat Dergisi Websitesi 
Şiir İşliği Blogu






12 Mart 2012 Pazartesi

Fırat 2

0 yorum
Fırat'ın kitabının ikincisi. Birincisi için bu taraftan : Fırat

Bu genç adam için ne söylesek az! Fırat macerası ikinci kitapta da devam ediyor. Hem de hiç eksilmeden. Çoğu karikatürü okuduktan sonra gözlerimi kapatıp kendi küçüklüğüme gittim yine. Uğur Gürsoy harika bir iş çıkartıyor. Fırat, küçük kahramanımız!

Gidip bir kaç karikatürünü daha okuyayım. Bu sefer Fırat ile Melis'in evcilik oyunuyla başlıyor kitap. Defalarca okunası bir kitap. Tadı da hiç eksilmiyor!

Fırat 2 ilk basımını Temmuz 2010'da yapmış. Bendeki ilk baskısı. Değinmeden geçemeyeceğim bir şey de Fırat 2'nin ikinci baskısı Ağustos 2010'da!

Uğur Gürsoy'un kalemine, çizgilerine sağlık! İleride çocuklarıma mutlaka okutacağım kitaplardan Fırat serisi.

Kitabın son karikatürünün son cümlesini yine Fırat sarfediyor:
" Yine geldi sinek, yine geldi!.. "

Sübaneke dinimiz amin.

Kitap:

KitapYurdu.Com

7 Mart 2012 Çarşamba

Goriot Baba

0 yorum
Balzac'ın şaheserlerinden bir tanesi. Kısaca olay örgüsünü şu şekilde:

Goriot Baba fırıncı bir kişi, zamanla çok zenginleşmiş ve kızları için tüm servetini drahoma yapmıştır.Kızlarını da soylu kişilerle evlendirmenin mutluluğunu yaşamıştır.Ancak zamanla kızları ve damatları tarafından dışlanıp sonunda bir pansiyonda yaşamaya başlamıştır.

Burada araya girip şunları belirtmek isterim, her karakterin kişiliğini anlatmadan öykünün yarım kalacağı da bir gerçek. Çünkü her karakter kişiliğine göre davranıyor ve bunları da gayet belirgin bir şekilde gösteriyor. Bazı karakterlerse gayet geriplanda kalıyor. Kurdukları cümleler dönemin gerekliliğini ve sosyal yaşantısını da çok güzel ifade ediyor.

Balzac'ın oluşturduğu tüm karakterler karakterlerin kendi varlığında hizmet ediyor.

Pansiyonda kalanların çoğu her şeyden elini eteğini çekmiş insanlar.Pansiyonda kalanların ikisi hayata yeni yeni atılıyor. Bunlardan birisi Matmazel Victorine Taillefer. Annesi ölmüş, babası tarafından dışlanmış bir genç kız. Annesinin arkadaşı ona analık ediyor.

Mösyö Eugene de Rastignac yüksek öğrenimini Paris'te yapan azimli, hevesli bir avukat adayı. Paris'te yükselmek amacını taşıyor. Rastignac ailesi Paris dışında yaşayan geçimini çiftçilikle sağlayan bir aile. Maddi durumları o kadar da parlak değil. Hatta hasadın durumuna göre oğullarına zar zor para gönderebilen bir aile.

Goriot Baba'nın kızlarının pansiyonda görülmesi üzerine hikayenin akışı hızlanıyor. Çeşitli dedikodular yayılıyor.Goriot Baba o gençlerin kızları olduğunu inandırmakta zorlanıyor. İşin aslı bunun için de pek uğraşmıyor. Kendi acıları içinde kıvranan bir kişinin sukunetine ve inzivasına sahip.

Eugene Paris'te yükselmek adına bir baloya katılıyor ve baloda Goriot Baba'nın da kızı olan Madam Anastasie de Restaud ile tanışıyor ve onların evlerine yemeğe davet ediliyor. Bu davetle birlikte Eugene sosyeteye ilk adımını atıyor. Ancak acemelikle, yemekte, Goriot Baba'dan söz edince Restaudların kapısı Eugene'e kapanıyor.

Bir evladın babasından -parası yok diye- utanmasına şahit olduğumuz ilk sahnedir. Halbuki Goriot Baba kızları için canını verebilecek türden bir baba. Eugene bu kovulmanın ardından -kız kardeşlerin çekişmesini de bildiğinden- Goriot Baba'nın diğer kızı Delphine de Nucingen'e gidiyor ve Paris tarzı bir aşk da başlamış oluyor.

Olaylar sürüp giderken bir başka pansiyoner olan Mösyö Vautrin, genç öğrenciye Paris hayatının kavşağını anlatıyor ki bu söyleve hayran olmamak elde değil. Sayfa 72'den başlayıp sayfa 82'ye kadar konuşma devam ediyor. Elimde olsa tüm konuşmayı buraya aktarırdım.Bu konuşmanın bir başka güzelliği de konuşmanın nesnelliğidir. Vautrin'in söylediklerini harfiyen günümüzde de sıkça görmenin olanağı ve bu olanağın yarattığı şaşkınlığı size anlatmam mümkün değil.

Balzac üzerine binlerce sayfa yazılabilecek bir şaheser bırakmış. Eserin sonunu söylememek adına, hikayenin devamını anlatmayacağım. Ancak Vautrin'in Eugene için kurduğu plana eser sonunda hak vermemek elde değil.

Matmazel Taillefer'in bir ağabeyi var ve Vautrin bu ağabeyin düelloda öleceğini Eugene'e haber veriyor. Ağabey ölürse tüm miras tek varis olan genç kıza kalacak. Matmazel de kirlenmemiş bir sevgiyle Eugene'i seviyor. Vautrin,Eugene'e, Matmazel ile evlenmesini öğüt veriyor.

Her baba Goriot Baba gibi olmasa da Goriot Baba'daki özelliklerden en az bir tanesi vardır. Goriot Baba dünyadaki tüm babaların birleşmesidir.

Kitabı okurken her karakterde kendimden bi' şeyler buldum. Kimi zaman Goriot Baba'ydım, kimi zaman Eugene, kimi zaman, Anastasie, bazen de Delphine, Vautrin -nam-ı diğer Mezar Kaçkını, ki Vautrin isminin aslında takma ad olduğunu da öğreniyoruz.- gibi oldum. Belki tam anlamıyla olmayabilir ama toplum neyse biz oyuz, biz ne isek toplum o. Ne biz toplumu oluşturuyoruz ne de toplum bizi... Bu iç içelik görüşü biraz daha puslu kılıyor. Balzac bu pusu hem olduğu gibi göstermiş hem de biraz aralamış.

Benim okuduğum Goriot Baba Emre Karaörs tarafından Türkçe'ye çevrilmiş Morpa Kültür Yayınları'ndan 2007 yılında çıkmıştır.

Kitap:
Morpa Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

25 Şubat 2012 Cumartesi

Küçük Prens

0 yorum
Kim bilmez ki Küçük Prensi?! Ancak buraya yazdığım benim kendi küçük prensim değil. Bilmiyorum benimki hangi gezegende şu anda... Bu Küçük Prens bir başkasının Küçük Prensi ve o, bu Küçük Prensi çok seviyor! Küçük Prens'in adı geçtiğinde gözlerindeki parlamayı gördüm. Kendisinin de bir itirafı var: Kitap bittiğinde ağladım.  Bu itirafı yapan kişi Küçük Prens'in dövmesini yaptıracak kadar onu çok seviyor! Çölde onu gördü mü bilemiyorum...

Bilmeyenlere Küçük Prens'i kısaca anlatayım. B612 astreoidinde yaşar. Bir zaman gezegeninde bir tohum filizlenir. Bir güldür. Bu gülle geçinemediğinden dolayı kendi gezegenini güle bırakır ve gezinmeye başlar. Gezegenler görür, görür ve sonunda yolu Dünya'ya düşer.

Küçük Prens'in içinden alıntı yapmaya kalksam tüm kitabı buraya yazmam gerekir! Ancak Küçük Prens'te bende yeri ayrı olan bölüm, Küçük Prens'in astreoidleri gezdiği ve o astreoidlerdeki kişilerle tanıştığı kısımdır.

Antoine De Saint-Exupery mükemmel bir şaheser bırakmıştır. Bize dostunu unutturmadığı için ona teşekkürü borç bilirim!

Şaheserin içindeki resimleri de ayrıca ele almak gerekir ki bu resimler, kitabın üzerinde de belirtildiği gibi, yazarın kendi suluboya resimleriyse bir başka bakmak lazım...

Küçük Prens için söylenecek çok şey var olmasına var da onun güzelliği bu sessizliğinde. Biz büyümeyelim, yeter bu Küçük Prense!

Bu kitabın bir de internet sitesi var ki kitabı oradan da okuyabilirsiniz:
http://www.kucukprens.org/kitap/

Kitabın üç boyutlusu da piyasaya sürülmüş ki hayran olmamak elde değil!
BinBirKitap.Com
KitapYurdu.Com
İdefix.Com

Kitap Mavi Bulut Yayıncılık'tan bendeki Eylül 2010 tarihli 14. baskısı. Türkçe çevirisi Sumru Ağıryürüyen tarafından yapılmış.


Kitap:
BinBirKitap.Com
KitapYurdu.Com



19 Şubat 2012 Pazar

Puslu Kıtalar Atlası

0 yorum
Bir şaheser! İhsan Oktay Anar'la tanışmam bu kitap sayesiyle oldu. Bazı kitaplar bir çırpıda okunur, insan elinden düşüremez. Bu da onlardan. Şimdi ne olacak?.. Kişiler zaman çizgisi boyunca kendi parçalarında geçiyor. Sonunda zaman çizgilerinin kesişimi şaşırtıyor!

Uzun İhsan Efendi evinden çıkmadan bir dünya atlası yazıp çizmek ister. Bu sırada eline Rendekâr'ın kitabı geçer. "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyor Rendekar.Uzun İhsan Efendi bunun üzerine düşünüyor.

İhsan Oktay Anar masalsı anlatımıyla alıp götürüyor Konstantiniye'ye. Uzun İhsan Efendi'nin oğlu Bünyamin'in o melun parayla karşılaşma hikayesini okuyoruz. Kişilerin renkliliği, kesişmeleri arasında Konstantiniye sokaklarında geziniyoruz.

Kitabın sonunda, o meşhur paragraf, varlığı tekrar sorgulatıyor. Oğluna bıraktığı Puslu Kıtalar Atlası'nda oğluna yazdığı mektupta okuyoruz:
"Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hala çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."

Evinden çıkmadan bir atlas çizme peşinde olan Uzun İhsan Efendi, oğlu Bünyamin, eski hırsızlardan o zamanın dilenci kethüdası Hınzıryedi, Büyük Efendi Ebrehe, sakallı maymun Müşteri, Lağımcılar başı Vardapet, Arab İhsan, esirliği Alibaz namı Efrasiyab... Adını unuttuğum diğerleri... Bu Puslu Kıtaların arasındaki Konstantiniye'deler. İhsan Oktay Anar'ın masalsı anlatımıyla okunmayı, yaşanmayı bekliyorlar.

Şaheser İletişim Yayınları'ndan ilk baskısını 1995'te yapmış.Bendeki 36. baskısı 2009 tarihli.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

16 Şubat 2012 Perşembe

Şah & Sultan

0 yorum
Kitapçı : Berkay Hür AKBABA

Şah ve Sultan İskender Pala'nın tarihi romanlarından bir diğeri... Anadolu üzerindeki değişik etnik kültürlerin oluşum süreçlerine Üniversitedeki eğitimci dostlarınının da katkılarıyla değinmeye devam ediyor...

Eserimizde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkış süreçleri ve Anadolu halklarının seçim yapma durumunda kalması yıllarca ülkemizi bölen, ayıran, ötekileştiren sürecin ilk yıllarında kardeşi kardeşe nasıl düşman ettiğinden başlayarak anlatılıyor... Alevi-Şii kültüründen ve Türk Müslüman adetlerinden sıkça bahsedilen eser alışılageldiği üzere bölümlerden (BAB) oluşmakta...

Olayların ilerlemesi ile aşk konusu ile kitaba sürükleyicilik katmaya çalışıyor yazar ama yukarıda bahsettiğimiz tartışmalara derinlemesine inceleme yapma imkanı bulamıyor bu yüzden... Bir yandan da anlatıcıya başvurmasının etkisinden bahsetmek mümkün.. Üstelik belki de anlatıcı yüzünden olacak Şah'ın sarayında her şeyden haberdar oluyorken Sultan'ın sarayına girmek pek mümkün olmuyor..

Diğer eserleri Katre-i Matem ve Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk'a yaklaşamayan bir eser olduğunu belirtmekte fayda var... Konu yıllarca insanların birbirini öldürdüğü bir temele dayandığından tepki çekmemek adına yazarın bunlardan kaçınması normal görülebilir ancak böle bir yazıyı kaleme almaya niyetlenmiş bir yazarın kaçamak yapma lüksü olduğuna şahsım adına inanmadığımı son olarak belirtmem gerekir.

Kitap Kapı Yayınları'ndan Ekim 2010 tarihli ilk baskısı.

Kapı Yayınları
KitapYurdu.Com

15 Şubat 2012 Çarşamba

Sofie'nin Dünyası

4 yorum
15. doğumgününe günler kala Sofie Amundsen postakutusunda Kimsin sen? yazılı bir not bulur ve olaylar gelişir. Not Alberto Knox adında bir kişiden gelmektedir. Sofie'nin felsefe öğretmeni, filozofu... Felsefe tarihinde bir gezintiye başlarlar.Bu gezinti sırasında Hilde Moller Knag'ın doğumgünü kartlarını postakutusunda ve başka yerlerde bulmaya başlar. Hilde'nin babası Binbaşı Albert Knag'tandır kartlar. Sofie ve Alberto varlıkları üzerine bir araştırmaya da girişmişlerdir. Sofie ve Alberto aslında Albert'in kızı Hilde için yazdığı bir doğumgünü kitabında olduklarını keşfederler ve Alberto kitaptan kaçmak için bir plan yapmaya başlar ve plan Sofie'nin doğumgünü partisinde sonuçlarını verecektir.

Uzun zaman sonra tekrar okudum kitabı. Tekrar okumalarda düşüncelerin gelişimi, aynı kitapta farklı bakış açıları yakalamanın eğlencesi daha bir başka. Olaylar benim doğum yılımda, 1990'da geçiyor. İlk basım 1991...

Benimle akran. O yüzden daha da bi' başka yeri. Çizgisel felsefe ancak bu kadar güzel kurgulanabilirdi. Çağımız artık bilimkurgu çağı, belki bilimkurgu öğeleriyle bi' başka yazar tekrar ele alır bunu ancak bu kadar olacağını yine sanmıyorum.

Öykünün temelinde ve insanlığın da temelindeki "ben neyim?" sorusu yatıyor. Sofie ve Alberto kendilerinin birer öykü karakteri olduklarını buldular. Biten her öykü gibi onlar da sonsuzluktalar; arkadaşlarıyla.

Bazen alışveriş merkezlerinde insanları izlerim. Fotoselli kapılara şaşırmamalarına, şaşırırım! 1990'lı yılların bilimkurgu modasıydı kendiliğinden açılan kapı! Ama o kadar sıradan ki şimdi... Bunu da işliyor Jostein Gaarder eserinde.

Merak et ve şaşır! Farkındalığın temelini oluşturuyor?

Binbaşı Albert Knag, Sofie Amundsen'i anlatan bir roman yazdı. Jostein Gaarder Binbaşı Albert Knag'ı anlatan bir roman yazdı. Aslında iki katmanı yazan da oydu. Kitabın içindeki bu küçük gönderi çok eğlenceli.

Bendeki kitap Pan Yayıncılık'tan, 2006 tarihli onüçüncü basım. Çevirisi Sabir Yücesoy tarafından yapılmış.

Sofie'nin Dünyası: Felsefe tarihi üzerine bir roman, ileride çocuklarıma okutacağım kitaplardandır!

Ayrıca kitap beyazperdeye de aktarılmış:
http://www.imdb.com/title/tt0125507/

Kitap:

Pan Yayıncılık Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

23 Ocak 2012 Pazartesi

Yürek Burgusu

2 yorum
Henry James eseri. en iyi hayalet romanı olarak da gösterilmektedir. Kısa roman. Sona gelinceye kadar gerilim devam ediyor. Türkçe çevirisinde cümlelerin biraz uzun olması, cümle takibini -başlarda- zorlaştırabilir. Üsluba alıştıktan sonra gerisi kendiliğinden gelir. Necla Aytür'ün çevirisi.

Kitapta Yürek Burgusu kısa romanından başka iki uzun öykü daha var.Ormandaki Canavar ve Daisy Miller. Bu iki öykü de aşkı irdeliyor.

Şu anda sizi uyarmam gerek çünkü bu cümleden sonra romanın ve öykülerin sonlarıyla ilgili cümleler yer alacak. Öyle ki bu kitapta sonlarla ilgili dikkatimi çeken ölüm olmuştu.Her sonda mutlaka bir ölüm var.

Yürek Burgusu, hayalet üzerine inşa edilmiş ve bu da bir tür aşk içeriyor. İki küçük yetim kardeş amcalarının velayetindedir. Yeni, genç mürebbiye gelir. Kendinden önceki mürebbiye hakkındaki bilgisi çok azdır. Yeni ortamını  tanımaya çalışırken daha kaldığı yerde tanıştırılmadığı insanlar görmeye başlar ve sonunda onların kim olduğunu öğrenir.

Ormandaki Canavar, başına mutlak surette kötü bir şey geleceğine inanan ve onu bekleyen bir adamla -John Marcer-, ona bu yolda destek veren bir kadını -May Bartram- anlatmaktadır. John Marcer yıllar sona May Bartram'ı tekrar görür ve onun kim olduğunu zorlukla anımsar. Sırrını -başına geleceği şeyin ne olduğunu bilmeden beklediğini- söylemiştir, ancak onu tekar gördüğünde bunu hatırlayamamıştır. May'se ona bunu hatırlatmış ve olay olup bitinceye kadar yanında olacağının sözünü vermiştir. John yıllarını bu olayı bekleme körlüğünü gösteririken elinden uçup gidenlerin muhasebesini çok sonraları yapacaktır.

Daisy Miller, hovarda bir Amerikan kızının annesi ve kardeşiyle Avrupa turunda Winterbourne adında bir başka Avrupa'da yaşayan Amerikalı arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Daisy'nin davranışlarını tasvip etmeyen sosyeteyi; onun saf olduğuna inanan Winterbourne ve aralarındaki kovalamaca üzerine inşa edilmiş çatışmaları anlatıyor. Bu da bir tür aşk hikayesi.

Henry James, çatışmalarla yüklü, gözlemlerle donatılmış eserlere imza atmış. Adam Yayınları'nın baskısının güzelliği kitabı daha da çekici kılmıştır. O sarı sayfalar Henry James'in anlatmak istediklerine çok güzel bir perde oluşturmuş.

Kitap, Necla Aytür çevirisi.

KitapYurdu.Com

1 Ocak 2012 Pazar

Güneşi Uyandıralım

0 yorum
Her sayfasından hüzün akan bir şaheser! Brezilya'da geçse de bizden, ta içimizden. Duyguların ırk,renk, din barındırmadığının en güzel kanıtlarından! Neyse, geçeceğim sosyal mesaj kısmını.

Zeze yüreğimi titretti, gözlerimi nemlendirdi. Her şey Adam'la tanışmasıyla başlıyor! Bir Cururu Kurbağası. Zeze'nin yüreğine yerleşiyor.

Bluğ çağının başlangıcında bir çocuk, evlatlığı olduğu yeni bir aile. Natal'da. Ailesiyle anlaşmazlığı tırmanıyor. Zeze daha da içine kapanıyor. Yalnız değil, Adam yanında! Babasının sözleriyle yaralanıyor. Sinemada oyunculuğunu gördüğü Maurice Chevalier'i babalığı seçiyor! Düşlerinde...

Adam geliyor! Zeze'nin güneşi uyandırmasını istiyor. Görevi tamamlandığında gideceğini belirtiyor. Maurice geliyor, Zeze'nin aşkı öğrenmesini istiyor. Görevi tamamlandığında gideceğini söylüyor! Okulda dostu, Peder Fayolle, dert ortağı, dostu.

"Maurice: 'Şu bademciklerini en kısa zamanda aldırmalıyız.'
Yarı umutsuz ağlaştım:
'Maurice, şeytandan sonra en çok korktuğum şey bu.'
'Geçecektir. Hem sen yüreklisin.Korkusunu yenmeyi bilen küçük bir adamsın. Kurbağalardan ödün koptuğunu bana söylememiş miydin?'
'Evet, doğru.'
'Oysa, en büyük danışmanın yüreğinde yaşayan bir kurbağa.' " (sf. 80)
 Zeze büyüyor. Zor bir çocuk... Özlüyor, arıyor, düşünüyor... Aşık oluyor, kızın adı Dolares.

"Hayale kapıldığım yoktu. Dolares geri dönmeyecekti. Yüreğim bu gerçeği bana söylüyordu. Geminin yerinde yıldızlarla dolu karanlık geceden, kapkara ve sessiz denizden başka şey kalmamıştı şimdi. Köpekyıldızı gökyüzüne egemendi. Ya ay? Ay yoktu. Yalnızca pişmanlıklar. Au olsaydı bunu söylemezdi bana. Sevgiden söz etmek neden? Sevgi, pek az tanıdığım bir şey." (sf. 229)
Zeze, sorguluyor, hayatı tanıyor:
"Neden hayatta her şeyin geçip gitmesi gerekiyordu? Yalnızca ,Zeze, doğmak, yola çıkmak olduğundan. İlk dakikadan yola çıkmak. Soluk almaya başladığın andan. Ve hayatın katı gerçeği ile savaşamazsın." (sf. 237)
Zeze, öğrenimi tamamlar, mezun olur. Sorumluluk ile karşı karşıya kalır. Mesleği ne olacak? Ablaların yanına dönmek gerçeği de bir yanındadır.Oysa alışmıştır Natal'e, annesine... Korkuları, anıları, çocukluğuyla birlikte...

Hüzün hep böylesine bir hüzün değil! Zeze'nin zıpçıktılıkları, haşerilikleri ve hareketliliği güldürüyor. Nasıl güldürmesin ki!

Kitabın sonunda Zeze karşımıza 40'ında bir adam olarak çıkıyor. Mesleği de tam ona göre! Kitabın son bölümü ayrıca güzel!
"İyi ya Adam. Büyükler güneşi uyandırmayı bilmezler. Öyleyse Tanrı'nın iyiliği, yarın, olur da, güneşi uyandırıverir. Tüm dingin sonsuzluk için yaptığı gibi.

Önemi yok, kendim için şarkı söylmeyi sürdüreceğim, çünkü ne mutlu bana ki hala pişmanlık sözcüğünün ne anlama geldiğini bilmiyorum."
Bendeki, 10. baskı, Aydın Emeç çevirisiyle Can Yayınları'ndan 1993 yılında basılmış.

Kitap:
Can Yayınları
Kitapyurdu.Com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.