30 Ekim 2013 Çarşamba

Eylembilim

0 yorum

Oğuz Atay'ın tamamlanmamış romanı! Eksik kalmış bu hali bile o kadar çarpıcı ki! Tamamlanmış olmasını ne kadar çok isterim oysa! Yetmedi, tadı damağımda kaldı.

Oğuz Atay'la ilgili olarak şunları da söylemem gerekir, ülkemizdeki öğretim görevlilerin mutlaka ama mutlaka okuması gereken bir eser! Oğuz Atay'ın analitik zihnini tanımak gereklidir!

Eylembilim'de bir üniversitede "akademisyen" olan Server Gözbudak'ın gözünden öğrenci hareketine bir bakış! Server Gözbudak'ın zihinsel çatışmaları uzun bir uykudan sonra uyanır. Fakültesinde ise öğrenci hareketi mevcuttur! Bu hayatın tam ortasında Server Hoca'nın yarım kalmış arayışının başlangıcına eşlik ediyoruz.

"Adnan Targa, kendisi değildi ki; Adnan Targa bir dekandı ve 'statüko'nun her ne pahasına olursa olsun savunmasını yapmak durumundaydı. Bu nedenle ek ödenek alıyordu, bu yüzden ayrı bir çalışma odası, bu nedenle sekreteri vardı." (sayfa 49)
"Öldürülen gencin hikâyesi, 'görgü tanıkları' tarafından bir türlü anlatılıyordu, morg raporlarında başka türlü yazıyorlardı. Mecliste 'muhalefet mensupları' kürsüden başka türlü dile getiriyorlardı. Sonra bir akşam, çıplak bekâr odasında 'merhumun yakınları' olayı, daha önce anlatılanlardan çok başka bir biçimde, olağanüstü bir havada arkadaşlarına yansıtıyorlardı. Bence insanlar bu yüzden anlaşamıyorlardı: Herkes başka dili konuşuyordu." (sayfa 51)
Oğuz Atay kendine has üslubuyla yine alıp götürüyor bir bütünlüğün içinde! 'Olay'ların varlığı kaçınılmaz bir gerçekken günümüze o kadar uzak olmayan durumların bugünlerde de tezahür ettiği gerçeği de yadsınamaz! Bu romanın bugünlerde daha başka bir önemi de işte budur. İyi okunması, iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. Server Gözbudak'ın yarım kalan yaşamının devamı konusu ise tahayyülümüze kalmıştır.

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olup İletişim Yayınları'ndan 2011 yılında basılmış 13. baskısıdır.

Kitap:

İletişim Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

Alfabe Fanzin Sayı 5

0 yorum

Beşinci sayı; Kasım sayısı çıktı! Mükemmel bir kapak ve içkapak ile! Alfabe'nin kapaklarını her zaman sevmişimdir. Ön kapak Kay Nielsen'den, arka kapak Merve Dabağoğlu'ndan ve ön iç kapakla, arka iç kapak da Pat Perry'den. Sayfaları süsleyen illüstrasyonlarsa Raquel Aparcio, Tutku Can T. ve Merve Dabağoğlu'ndan!

Çizgilerden sonra kelimelere.
Muhteviyatı:
Sunuş; Dağınık Yatak ve Notlar - Ömer Kaçar
Öykü;
O'nun Adı Mutluluk - Samet Yangın
Ölüm İle Yaşam Arasındaki Diyalog - Canset Er
Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Seviyorum Seni - Umut Tugay Temel
Düzyazı;
Kasımda Buluşalım - Birce Altın
Bir Arka Sokak Bir Simsarın Paslanmış Diye Not Düşmediği - Fırat Akova
Ben, Nasılım? - Hilal Yıldırım
Anı; Memleket - Nesrin Er
Deneme; Plaza İnsanı - Ufuk Dönmez
Şiir;
Çatısı Olmayan Seviş - Berk Çetin
Bir Fil'in Sahne Eleştirisi - Burak Çıkrıkçı
Ayin - Müslüm Çizmeci
Ayaz Yemiş Hatıralar - Cemil Aydın
Tut Çek Bırak - Oktay Yılmaz
Müzik; Hacı Nedir Bu "Sount"? - Özgür Ulusoy
Tiyatro; Sistemin 'İnsan' İnşası: "Gişe" - Ömer Kaçar
Kitap; Kısa Alanlarda Bir Gamlı Prenses - Eyüp Tekin
Film; Zamanda Aşk (About Time) - Ömer Faruk Güler
Bu içeriği, muhteviyatı nitelemek için hangi sıfat kullanılır ki? Dolu, -pekiştirelim- dopdolu!

Sunuş'ta Ömer Kaçar karşılıyor bizi. "Alfabe'nin yaratım süreci devam ediyor." ile başlayıp "Nietzsche'nin bıyığı geldi aklıma." ile bitiyor. Dağınık Yatak ve Notlar, haliyle bir yoğunlaşmadır kaousun içinde yazım! Ayrıca soruyor Kaçar; "Yaşamak bir alışkanlık mı?" Kendi vardığı sonucu da bizimle paylaşmış ki Sunuş'ta okuyabilirsiniz.

Daha sonra ben çıkıyorum karşınıza. Bu noktada öykümden çok duygularımdan bahsetmek isterim. Beş sayı olmuş. Fanzin'in ilk sayısını okuduğum zaman beş ay öncesi demektir. Bu beş ayda birbirinden güzel sayılar okudum. Sayfalar arasında geçtikçe başka hayatlar ekrana yansıdı, odayı kapladı. Tüm ekibe ne kadar teşekkür etsem azdır. Aralarında bulunmayı çok sevdiğimi her fırsatta dile getiriyorum!

Ölüm İle Yaşam Arasındaki Diyalog'u Canset Er'in kaleminden okuyoruz. Yaşam ve Ölüm, korkutmuyor. Dehşet yerine dinginlik saçıyorlar! Ne güzel bir denge. İnsan var bu efsanede bir de! Yaşam, Ölüm'e açıklıyor: Seni öldürecekler. Ünlem yok. Noktalı.
"Her şeyde böyle değil midir? Son, var eder başlangıcı. Şimdi kelimeler konuşurken benim için, yazıya dökülürken bir bir, sen karışmışken onlara ve ben koyarken noktayı; bir başkası başlar. Bir başka varoluşa devam eder sözler."

Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Seviyorum Seni geçen sayıda yarım kalan öykünün devamı. Umut Tugay Temel bir aşk hikayesi anlatıyor; sona doğru sürüklenirken aslında, kapıları açılıyor, hiç yaşanmamışlığın.
"Mutfak tezgahının üzerinde duran telefonuna ulaşmak için salonun zeminini tez canlılıkla adımlamaya koyuldu. Birden ayak tabanında yoğun bir acı hissetti. Ardından akan kanın sıcaklığına teslim olan gıdıklanışları... Ne olduğunu görmek için yere baktığında sabah kırdığı porselen çaydanlığı tamamen unuttuğunu fark etti. Akan kana ve acıya aldırmadan telefona ulaşana dek ayaklarını paramparça ederek, kırık porselene basa basa ilerledi. Unutulan şeyler nasıl da acıtıyordu insanın canını!"  
Böylece hikayeler bitiyor. Düzyazılarda sıra.

Kasımda Buluşalım'da Birce Altın, Kasım ayından yola çıkıyor. Bütünü, insanı kavramış, ona uyum sağlamış. Zor da olsa. Kelebek çıkıyor karşısına. Kelebek oluyor, onunla; ona. Masalsı, şairane bir üslupla okuyoruz.
" Karanlığı yaralamak adına bu satırları karalarken perdeyi açtığımda karşılaştığım pencere dibindeki pembe kelebeğim. Beton yığınının içinde ne işin var senin? Bu kadar yükseğe uçman da mümkün gözükmüyor. Nereden geldin zavallım, ne yapacaksın bu kadar yüksekte? Hadi, kon elime. Baksana, bir an kendime benzettim seni. Benim gibi uzak diyarlardan gelmişsin, buralara ait değilsin. Yoksa senin de mi geride bırakmak istediklerin vardı? Unutmak ve arınmak istediğin bir geçmişin, kim bilir?" 
Bir Arka Sokak Bir Simsarın Paslanmış Diye Not Düşmediği; Fırat Akova, arka sokoğa giden dolambaçlı bir yola çekiyor bizi!
"Bir arkada sokak açıldı içimde, ipuçları / çobanların kütüphanelerinden geçmişti. Deniz fenercilerinin / puslarından. Geriye sarılmakta olan kasetlerden ve. Varlığıma / dağılıyordu şimdi şimdi."
Ben, Nasılım?; Hilal Yıldırım'ın kaleminden. "Boşluk da benim reçetem mi?" diye soruyor. Cümleler boşluklu yazılıyor. Bir insan üzerine bakış!
"Her gün yeşil çay içip en az dört saat uyuyacağıma dair kendime söz verseydim mesela, altını çize çize okuduğum kitapları bazamın altındaki valize saklardım... Belki de cebimdeki buruşmuş eski kelimeleri koyardım yerine, masamın üstüne. Rengârenk olurdum, kalan son kardan adamların gözlerine birer jelibon da yapıştırdık mı tamam işte."
Nesrin Er, Memleket ile bir anı yazıyor bizlere. Memleket hasreti, gurbetlik meselesi üzerine bir eğiliş. Nesrin Er, hayalleri anlatıyor bir bakıma.
"Neşeliydi, espriliydi. Hollanda'ya on altı yaşında gelmişti. Orada geçirdiği on yıl Türkçesinden hiçbir şey kaybettirmemişti. Türkiye'de kalanları Türkçesinde sakladığını hissederdim."
Ufuk Dönmez, Plaza İnsanı denemesinde, plaza insanlarına atarlanıyor. Pazartesi sendromundan yola çıkarak ofis yaşamı çerçevesinde iş dünyasını irdeleyen Ufuk Dönmez, -belki de hepimiz adına- bir itirafta bulunuyor:
"Bu yazıyı yazmamın nedeni bir zaman sonra benim de bir plaza insanına dönüşmemden korkmam sebebiyledir."
Berk Çetin Çatısı Olmayan Seviş'e
"Bak saksıları rüyayla doldurdum ölümle taştılar.
Bu da etimden sıyrılıp sıyrılıp göçebe sevişen Tanrı korkusu."
dizeleriyle başlıyor.

Burak Çıkrıkçı, Bir Fil'in Sahne Eleştirisi'ne
"öldükçe çoğalır kimi,
çok gülmüştük o gece, neydi o?"
dizeleriyle başlıyor.

Müslüm Çizmeci, Ayin'e
"şeytanıma-
çürük iskeletler biriktirdim sana
her parçayı kendimden
diktim ve gömdüm"
dizeleriyle başlıyor.

Cemil Aydın Ayaz Yemiş Hatıralar'a
"ıslak çoraplarımın içindeki ayaklarımı
buz tutan bıyıklarımı
şubat ayazını anlatıyorum şimdi"
dizeleriyle başlıyor.

Oktay Yılmaz, Tut Çek Bırak'a
"soğanı tuza banarak dinerdi huzurun kusursuzlukları
diriliğin viyana'nın filarmoni orkestrası"
dizeleriyle başlıyor.
Özgür Ulusoy mizahi üslubuyla bizi müziğin "sount"una götürüyor. "Nedir, ne değildir"i incelerken tarih yolculuğuna da çıkıyoruz. Eğlenerek, geyik sırtında müzikal bir yolculuk Hacı nedir bu "SOUNT" ?

Ömer Kaçar, Sistemin 'İnsan' İnşası "Gişe"sinde Kocaeli Şehir Tiyatroları'nın kukla oyunu olan Gişe'yi inceliyor. Oyunu izlemek isteyenler 13 Kasım'da SDKM Tatbikat Sahnesi'nde saat 18:00'de izleyebilirler. Kocaeli Şehir Tiyatroları'nın Kasım 2013 oyun düzenini buradan görebilirler. Ömer Kaçar'ın incelemesine döndüğümüzde Kaçar'ın girişi çok ince bir noktaya işaret etmektedir:
"Sahnede, 'insan' yerine bir kuklanın varlığının nasıl bir etki uyandıracağını ve insandaki kontrol etme arzusunun sahnede nasıl oluştuğunu hep merak etmişimdir."
"Oyundaki güldürü öğeleri zaman daraldıkça seyirciyi 'kahkahadan gözyaşlarına' götürüyor. Çünkü bizler de seyirci olarak, tren istasyonuna saat sormaya gelen adam gibi sistemin kurbanı olduğumuzu içimizde hissediyoruz."
 Kitap incelemesinde Eyüp Tekin, Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk eserini bizlere sunuyor:
"Eğer, hayatınız dayanılmaz bir hâl almışsa, etrafınızdan sıkılmışsanız ve yaşadığınız yeryüzü size rahat vermiyorsa, o zaman gamlı prensese sığının."
Ömer Faruk Güler, Zamanda Aşk (About Time) filminin tanımıyla karşımızda.

Muhteviyatın sonunda alışık olduğumuz Mantar Pano bu sayıda yok, onun yerine Düşünce Platformu kendini bize gösteriyor.
"Alfabe Fanzin 6. sayısı için yazarlara açık bir düşünce platformu oluşturuyor. Her ay belli bir konuda ele alınacak sorunsal ile herkes kendi düşüncesini paylaşabilecek. Yazılı düşünceler fanzinin yeni sayısında yayımlanacak.
Nedir, ne değildir?
Ortaya özellikle edebiyat dünyası ve yazınsal metinler ile ilgili sorunsallar atacağız. Sizler de bu sorunsalla ilgili düşüncelerinizi, fikirlerinizi, iç salınımlarınızı, varsa makale ve diğer çalışmalarınızı paylaşabileceksiniz. Hatta konuyla ilgili yaşadığınız, tanıklık ettiğiniz olaylardan bile örnekler verebileceksiniz.
Bu ayki sorunsal ne?
Bilindiği gibi edebiyat, gündelik dilin üstünde çok anlamlılığı içerir, hissettirir, düşündürür; anlayıp da anlatamadıklarımızı dile getirir. Yazınsal metnin temel özelliği çok anlamlılıktır. Edebiyat, yazınsal metinler ile okuyucuya estetik bir duyarlık kazandırmayı amaçlar. İşte, geldik konumuza. Burada amaç olarak kastettiğimiz şey bir kaygı mıdır? Bunu merak ediyor, irdelemeye çalışıyoruz.
Yani?
Sizce edebiyat, bir kaygının ürünü olarak mı ortaya çıkar? Bir edebiyatçı, yapıtını oluştururken -kimine göre sancılı süreç- kaygı duyar mı? "Güzellik" amacını içinde barındıran edebiyat sanatı, altında bir kaygı mı gizliyor? Okuduğunuz edebiyatçıların bu anlamda kaygılı olduğunu düşünüyor musunuz? Siz, bir bakıma edebiyata ilgi ve alakanız neticesinde ürettiğiniz yazınsal metinlerin üretim aşamasında kaygı duyuyor musunuz? Tüm bunlar bir kenara, kaygı nedir?
Ne yapacağım?
Sizden istediğimiz ve beklediğimiz yazılı ifadelerinizin maksimum yarım sayfa, mümkünse bir paragraf olmasıdır. Bir cümle bile paylaşabilirsiniz.
yazılar alfabefanzin@gmail.com adresine gönderilecek.
Ed. N. Son gönderim tarihi 15 Kasım'dır."
E-Posta:  alfabefanzin@gmail.com

25 Ekim 2013 Cuma

Birtakım İnsanlar

1 yorum

Sait Faik Abasıyanık romanı ve onun da ilk romanı. Bir takım işler dönüyor bu dünyada bir takım insanların çevresinde. Muhteşem bir kurgu! Bir uzaklaşıp bir yaklaşan olayların cereyanında insan doğasına dair görüntüler mevcut! Mükemmel bir eser!

Bu kitapla birlikte kütüphane sezonumu da açmış oldum!

Olaylara Berber Dimitro'nun dükkanında dahil oluyoruz. Berber Dimitro'dan Ali Rıza'ya sıçrıyoruz ve bir çok karakter daha! Bir takım insanların tadı da burada! Sait Faik öykücülüğünü romanına aktarmış!

Bir dalgalı denizde seyahat misali her an kendimizi başka bir kıyıda bulabiliyoruz! Geldiğimiz kıyıları tam unutmuşken tekrar karşımızda görmekse bir başka şaşkınlık!

Kitaba başlarken şu not dikkatleri çekiyor:
" Birtakım İnsanlar ilk kez 1944 yılında Medarı Maişet Motoru adıyla Yokuş Kitabevi tarafından yayımlandı. Sait Faik kitap nedeniyle yargılandığı için 1952'de Varlık Yayınları tarafından yapılan ilk baskıda kitabın adı Birtakım İnsanlar, romanda geçen "Medarı Maişet" adlı motorun adı da "Ceylânı Bahri" olarak değiştirildi." 
Romanda olaylar birbirine pamuk ipliğiyle bağlıdır. Kimileri bu anlatımı sevmemiştir. Dağınık üslubunun da bir eksi olduğu görüşündedir. Ancak ben bunun tersini düşünmekteyim. Esere uygun bir şekilde insandan insana geçen, insanlar arasındaki bağı, üslupla özdeşleştirmek bir meziyet işidir! İnsan gibi, dağınık bir varlığı hem de sosyal yapısı içinde anlatırken bu dağınık anlatış şekli çok güzel olmuştur.

İstanbul'dan Sakarya'ya kadar uzanan bu olaylar zincirinde insanların hayatlarına yargılayıcı olmayan bakışlarla nazar ediyoruz.
"Ali Rıza Kaşık Adası'na yanaştırdığı sandalını çakıllara çekti. Sonra da hemen, sandalın burnu hizasına bağdaş kurup oturdu. Uzun zaman mühim şeyler düşün. -Mühim diyoruz ama, bu kendi kendimize verdiğimiz bir peşin hükümden başka bir şey değildir. Doğru olması bir şey ifade etmez. Bir insanın mühim veya saçma şeyler düşündüğünü nasıl bilebiliriz." (sayfa 36)
" -Benim, dedi, babam bahçıvan ırgadı olmasaydı, ben de sizler gibi adam olurdum, okurdum, okumak bilsem okurdum da uyumazdım." (sayfa 42)
"Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. " (sayfa 67-68)
Bol karakterli bir roman. Karakterlerin birbirini bulması, bulamaması, anlatılanlar ve anlatılmayarak anlatılanlar! Hepsi iç içe.  Okunması gereken kitaplardan!

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nden Yapı Kredi Yayınları'nda Ocak 2004 tarihli 6. baskısıdır. Hal böyle olunca İzmit alıntısı yapmamak olmaz:
"İzmit Körfezi bir şimal fiyordu güzelliğini almıştı. Pencereden bir Golfstrim havası giriyor, iki sahil arasında aşı boyaları yer yer gözüken heyula bir şilep geçiyordu."
Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com

23 Ekim 2013 Çarşamba

Hasret

0 yorum

Canan Tan eseri. Kurtuluş Savaşı dönemi. Savaş öncesi; insanların etnik kimlik sebebiyle insanları ayırması; mübadele sonrası araya giren mesafeler; dönüşü olmayan bir aşk! Aşk temelinde toplum kişiliklerini sorgulayan bir kitap.

Tacettin ile Patricia arasındaki aşkta Tacettin'in yaptıklarına veya yapamadıklarına kızmamak elde değil! Öyle veya böyle olayların gerçekleşmesi her iki tarafına yıpratıyor. Böylece aynı zamanda bir içe yöneliş başlıyor!

Tacettin, Hacı Ali Bey'in on çocuğunun en küçüğüdür. Keskin'de yaşayan bu hatırı sayılır aile Tacettin'in Patricia ile olan aşkını tasvip etmez! Mübadelenin gelip çatmasıyla aşkın etrafını bir kaos sarar! İnsanlar vatan bildiği topraklardan kopartılırlar!

Canan Tan'ın "Teşekkür"ünde şu ibare ayrıca dikkatimi çekmiştir:
"Selanik Kalamaria'daki Mübadele Tarih Arşivi Dairesi'nde, oraya giren ilk Türk olduğumu söylerek, saatler boyu yazılı ve görsel bilgileri cömertçe sunan değerli tarihçi Maria Kazancidu'ya,"
Ne kadar önemli bir adımdır aslında bu! Bu adımın neden çok daha önce atılmadığı sorgusu başlar. Toplumlar arası ilişkide sanatçının ne kadar büyük bir role sahip olduğu bir kere daha açığa çıkıyor! Bu noktayı belirtmeden geçmek kesinlikle olmazdı! Zira toplumsal kimlik çatışmaları üzerine Tacettin'in gözünden bir bakış çok önemlidir!
" 'Senin isteğinle olsa keşke' diye söylendi Aris. 'Sen hiç Müslüman olmayan bir kızla ya da kadınla evlenmiş Müslüman bir erkek gördün mü şu Keskin'de?'
'Görmedim. İlk evlenen ben olurum. Ne var bunda?'
'O kadar kolay değil be Tacettin' dedi Artin.
'Neden? Bunca yıldır kardeş gibi yaşayıp gitmedik mi? Bayranlarımızı, seyranlarımızı beraberce yaşamadık mı?'
'Doğru' dedi Aris. 'Kurban bayramlarında kesilen etleri dağıtırken en önce bize getiren sendin. Paskalya çöreklerimizi koşa koşa size taşıyan da Artin'le ben. Ama farklı dinden biriyle evlenmeye kalkmak meşakkatli iş be arkadaşım.' " (sayfa 47-48)
"Neden olmasın? Aralarında hiçbir bağ olmayan iki yabancının dertleşmesi, karşısındakine içini dökmesi çok daha kolaydır aslında. Kimse kimseye karışmaz bu geçici beraberlikte, şunu neden yaptın diye hesap sormaz. Suçlama, aşağılama, kınama, sorgulama yoktur aralarında. Biri derdini anlatır, diğeri dinler. Anlatan hafifler, ferahlar; dinleyen karşısındakinin ferahından pay alır." (sayfa 245)
Bir toprak öyküsüdür aslında Hasret! Koparılışların yarası!

Bendeki kitap Doğan Kitap'tan Mart 2013 tarihli baskısı olmakla birlikte Canan Tan imzalı!

Kitap:
Doğan Kitap
Kitapyurdu.com
İdefix.com

18 Ekim 2013 Cuma

Ağrıdağı Efsanesi

0 yorum

Yaşar Kemal'den mükemmel bir eser daha. Ağrı Dağı merkezinde, aşkla birlikte toplumsal bir hareketin temeline iniliyor! Bu aşk hikayesinde her şey Ahmet'in kapısının önüne gelen bir atla başlıyor. Ahmet atı üç kere kavşağa kadar götürüyor, at geri geliyor. At artık Ahmet'in olmuştur. Aradan zaman geçiyor ve atın sahibi ortaya çıkıyor! Gelenekleri bilen bu eski at sahibi yine de atını istemektedir! Ancak eski at sahibinin kızı gönlünü Ahmet'e kaptırır.
"Ve her yıl Ağrıdağında bahar gözünü açtığında,çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağının, güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrıdağının harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağının öfkesini çalmaya başlarlar. Bu, gün doğumundan gün batımına kadar sürer. Bu arada, tam gün kavuşurken gölün üstünde kar gibi ak küçücük bir kuş dönmeye başlar. Sivri, uzun, kırlangıca benzer bir kuştur. Gölün üstünde hızla döner. Uzun, ak halkalar çizer üst üste. Ak halkalar tel tel gölün som mavisine düşer, tam günün battığı anda kavalcılar çalmayı keserler. Kavallarını bellerine sokup doğrulurlar. Gölün üstünde bütün hızıyla uçan kuş tam bu sırada göle şimşek gibi çakılırcasına iner, bir kanadını suyun mavisine daldırır kalkar. Böylece üç kere daldırır, sonra da uçup gider, gözden ırar, yiter. Ak kuştan sonra çobanlar da sessiz, birer ikişer oradan ayrılır, karanlığa karışır, çekilir giderler." (sayfa 9-10)
Yaşar Kemal'in kendine has üslubuyla, bu efsaneyi sonuna kadar yaşıyoruz! Ağrı Dağı'nın öfkesini de işitiyor, koruyuculuğunu da hissediyoruz! Kavalları da dinliyoruz.
"Ağrıdağı dünyanın üstüne oturmuş ayrı bir dünya gibidir, ağır, heybetli.Çok zaman Ağrının başı dumanlıdır. Bazı da bulutların yerini savrulan yıldızlar alır. Top top, dönen, bir boranda esen. Güneş uzun geceden sonra Ağrının böğründen bir kıpkızıl ateş harmanı gibi çıkar." (sayfa 82-83) 
Kitabın kapağındaki resim Abidin Dino'ya ait. Ayrıca kitabın sayfaları arasında Ağrı Dağı'nın efsanesinin resimleri mevcut! Tabi ki Abidin Dino tarafından resimlenmiş.

Yaşar Kemal üstadın kaleminden bir efsanevi aşk!

Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Mayıs 2013 tarihli 31. baskısı. Yapı Kredi Yayınları'nda ilk baskı Ocak 2004 tarihli. Kitabın ilk baskısı 1970 yılında Cem Yayınevi'nden.

Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

16 Ekim 2013 Çarşamba

Hiç Kimse Sıradan Değildir

0 yorum
Markus Zusak'tan bir şaheser. Bir iskambil destesine kaç hayat sığar? Ed Kennedy, bu destenin peşine düşüyor! Arayışı başka hayatlar izinde ilerlerken kendini buluyor. Bu arayışı kendisine gelen Kare As kağıdının üzerindeki üç adresle başlıyor.Başta Ed Kennedy bunun anlamını çözemiyor. Ancak zaman ilerledikçe ve verilen adresleri izledikçe ne yapması gerektiğini anlıyor.

Markus Zusak'ın üslubu da kitabının konusu gibi! Yalın ve sakin! Sıradan. Ancak bu üslup o kadar yakışmış ki! Okunması gereken kitaplar arasında! Bahsedilen hayatların bir noktasında kendimizi bulmamız işten bile değil! Hikayeyi de bize Ed Kennedy anlatıyor!
"Evet, Dylan on dokuz yaşındayken yıldız olmanın eşiğindeydi. Dali dahi olma yolunda ilerliyordu. Jeanne d'Arc tarihteki en önemli kadın olduğu için kazığa bağlanıp yakılmıştı. Ed Kennedy'yse on dokuz yaşında posta kutusuna gelen o ilk iskambil kağıdını bulmuştu." (sayfa 46)
"Bir an için basit, sorunsuz Ed olmaktan mutluluk duydum. Edward, Edmund ya da Edwin değil, sadece Ed." (sayfa 86)
Bayram gününe denk gelen bu günde bayramınızı da kutlarım!

Ed Kennedy'ye çok ilginç bir öyküde eşlik ediyoruz ve bu, biz Kuzey Yarımkürelilerin pek alışık olmadığı Güney Yarımküre'de -Avustralya'da- gerçekleşiyor!

Kitabın kapağına de değinmek istiyorum. Hiç başlığı'nda dört iskambil işaretinin de olması ayrıca dikkatimi çekti. Kapak Yasin Öksüz'ün imzasını taşıyor.

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri'nin çevirisiyle Mayıs 2013 tarihli baskısı.

Martı Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

9 Ekim 2013 Çarşamba

Limasol

0 yorum

Yishai Sarid eseri. Tanıdığımız topraklarda, uzaktan gördüğümüz bir hikayenin içine giriyor! Bölgeyi anlamak adına bambaşka bir eser! Bir polisiye! Adını bilmediğimiz bir İsrail casusunun başından geçenleri okuyoruz! İsrail'de kanlı bir eylem hazırlığı içinde olan bir örgütün elebaşına ulaşmak casusumuz aracılığıyla olacak! Ancak işin içine girdikçe casusun kafası karışacaktır. 3 farklı hayatı tek zihinde yaşayan bir adam! Yaşadığı coğrafya gibi zihni kaynayan bir adam... Polisiye roman temelinde coğrafyaya, olan bitene bir bakış!

Bölgeyi anlamak adına mutlaka okunması gereken eserlerden biri. Zira bölgeye yakın olmamıza rağmen aslında ne kadar uzak kaldığımızı ve ne kadar iyi bildiğimizi sorgulatan bir eser. İsrail Filistin çatışmalarının sonuçlarında zarar gören hayatlar!
"Bir anda Hani'nin davetin odak noktası haline geldiğini fark ettim. Onun kadar özgün bir Arap'la karşılaşmak -üstelik Gazze'den gelen bir Arap'la- hepsini çok heyecanlandırmıştı, sanki bir uzaylıyı ağırlıyormuş gibi çoşmuşlardı." (sayfa 126)
" 'O bir katil. Gözlerinden okudum. Onu orada, takside öldürmeliydim.'
'Hepiniz katilsiniz,' diye karşılık verdi Dafna." (sayfa 190)
Bölgenin sosyal yapısını anlamak adına bir eser. Eseri okurken tarafsız gözle bakmakta fayda var. Bunun dışında sosyal yapıyı derinlemesine ele alan bir kitap değil. Ancak bazı noktalara da değindiği aşikar! Dikkat çeken unsur ise, casusun, çalıştığı teşkilatın uygulamalarının okuyucuya aktarışıdır.

Bendeki kitap Koton Kitap'tan Esra Özdoğan çevirisiyle mart 2012 tarihli ilk baskısı.

Koton Kitap
Kitapyurdu.com
İdefix.com

6 Ekim 2013 Pazar

Yarıgölge

0 yorum

Uwe Timm ile tanıştığım eser oldu. Yoğun edebi bir üsluba sahip. Bu üslubuna alışınca ortaya çok başka bambaşka bir biyografik roman ortaya çıkıyor!

Marga von Etzdorf'un mezarı merkezinde ve diğer mezarlar ile birlikte bir başka açıdan Almanya tarihine kesit ve Etzdorf'un kaotik hayatına bir bakış! Etzdorf Japonya'ya tek başına uçak ilk kadın ünvanına sahip Alman pilottur. Ancak hayatı onu hiç beklemediği bir sona hazırlamaktadır. Etzdorf merkezli bu anlatıda gri renkli bir atmosfer var! Kaotik bir döneme başka hangi renk yakışırdı?! İç içe geçmiş olaylar; belirsiz bir ruh... Sıradışı bir roman. Kronolojik olarak düşünmemek gerek bu romonı. Pergelin bir ayağı mezarlıkta iken diğer ayak hayat çizgisi üzerinde dolaşıyor. Dahlem ile tanıştıktan sonra sıradışı bir gece onları beklemektedir. Birbirilerine açıldıkları bu geceden sonra Etzdorf eskisi gibi olamayacaktır.

Etzdorf'un mezarında "Uçmak ömre bedeldir." yazmaktadır. Hayatı için canını feda etmiştir.
"Dört bir yanda şimşekler; kâh kesif bulutların içinde asılı kalıyor, kâh denizin hemen üzerinde uçuyordum, köpüren dalgalar, hoş olmayan bir yeşil sarı. Ardından yine bulutlar; öyle kesif ve usandırıcı ki, denizden bir parçacık bile göremiyordum. Boralar uçağı bir tür topu gibi yakaladı ve birkaç saniye içinde yüz metre kadar yukarıya ve aşağıya savurdu. Çok tuhaf, korkmuyordum. Şarkı söylemeye başladım. Hayır çocuklukta yalnız başıma -ve bu kendi kendime giriştiğim bir cesaret sınamasıydı- bodrum katına indiğimde yaptığım gibi korkudan değil, hayır, havada sağa sola savrulurken oluşan, korku dolu bir düşünce değil, uzlaşma, memnuniyet içinde kabullenişti. Sanırım, düşseydim şarkı söyleyerek düşecektim." 

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan Melike Öztürk çevirisiyle Ekim 2012 tarihli baskısıdır.


4 Ekim 2013 Cuma

Tek Kanatlı Bir Kuş

1 yorum

Yaşar Kemal'in son eseri! Yaşar Kemal'den Anadolu'yu okumak her zaman başka bambaşkadır, bir başka tatlıdır!

Remzi Tavdemir Yokuşlu kasabasına atanmış, emekliliği de yaklaşmış bir posta müdürüdür. Eşi Melek Hanım'la beraber yollara düşüp bu yeni atandıkları yere gitmek peşindedirler. Ancak trenden indikleri istasyonun şefi, Remzi Bey'e o kasabaya gitmemesini, Ankara'ya gidip başka yere atama istemesini tembihler. Yokuşlu'ya kimsenin gidemediğini söyler. Kasabaya ne olduğuysa meçhuldür. Remzi Bey, kasabayı görmeden geri dönemeyeceğini söyler de kasabanın kavşağına kadar araç bulurlar. Kavşakta beklerlerken Yanıkoğlu Hüseyin, Zeliha ile Hüsam, sessiz karı koca da onlara katılır.

Bu, bir bekleyişin hikayesidir. Birikimin bir ceviz ağacı altında toplanmasıdır. Yaşar Kemal'in o güzel üslubunda bir harika eserdir! Tek nefeste okunan bu kitap beraberinde bir çok soru da getirir.
"Remzi Bey tanımadığı insandan, tanımadığı yerden korkardı. Kim bilir, bir insanın iyilik mi kötülük mü, dostluk mu düşmanlık mı düşündüğünü şöyle yüzüne bakınca, kim bilir? Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir korkuludur. Yani herhangi bir şeydir. Tanışıp görüşüncedir ki işte o zaman insan insan olur." (sayfa 11-12)
Bu öykü Yokuşlu ile bir tanışma öyküsüdür. Ceviz ağacı altında, taze bir efsanenin yoğunlaşması gölgesinde bir insan romanıdır! Tanıdığım resimlerden oluşan bir kolajdır. Çocuklarıma okutacaklarım arasındadır.

Yaşar Kemal üstadın anlatışı zaten malumunuzdur. Onun dilinden efsaneyle gerçeklik arasında bir kasaba sınırıyla bir anlatış korkuyla harmanlanıp alıp götürecek!
"Hüsamın sesini duydum kuşlardan. Kuşlar bağırıyor Hüsam gibi, Hüsam kasabanın ucunda, biliyorum, kuşları yaramıyorum ki..." (sayfa 61)
Bendeki eser Yapı Kredi Yayınları'ndan Eylül 2013 tarihli 2. baskısıdır.

Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

3 Ekim 2013 Perşembe

Sherlock Holmes Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir

0 yorum

Sherlock Holmes serisinin Martı Yayınlarındaki beşinci ve son kitabı!

1. Kitap: Akıl Oyunlarının Gölgesinde
2. Kitap: Suç Detayda Saklıdır
3. Kitap: Şüphe Asla Uyumaz
4. Kitap: Gerçekler Kanıt İster

Bir serinin bitmiş olması her zaman buruk bir tattır. Tekrar okumak elbette ki çok güzeldir lakin bu ilk bitirişin heyecanı bambaşkadır. Diğer okumalar da aynı tadı hatta bazen çok daha leziz tatlar verir! Ancak bu bitin hüznü bakidir. Sherlock Holmes ile zaman ötesi bir yolculuk ile bizleri kendi zamanına çekiyor. Gerek Dr. Watson gerekse Sherlock Holmes bizim bir parçamız. Bu bütünlük içerisinde hep Dr. Watson'dan -bir kaç öykü dışında- dinledik öyküleri. Bu kitapta Sherlock Holmes'ün ağzından iki öykü okumak insanı o kadar çok heyecanlandırıyor ki! Ses birden değişiyor! Holmes'ün hareketlerini hep Watson'dan dinlerken birden bire Sherlock Holmes'le beraber adım atmak bambaşka bir tat!

Bu kitapta bir de Sir Arthur Conan Doyle'un önsözü var. O da bambaşka bir hüzün...

Bu kitaptaki öyküler şöyle:
Şanslı Müşteri
Beyaz Asker
Mazarin Taşı
Üçgen Çatılar
Sussex Vampiri
Üç Garrideb
Thor Köprüsü
Sürünen Adam
Aslan Yelesi
Peçeli Kiracı
Shoscobe Prensi
Emekli Boyacı

Şanslı Müşteri ismi saklı olmakla beraber bir aracı ile Sherlock Holmes'e başvurmuştur. Bir generalin kızı, bir "kadın koleksiyoncusunun" kanlı pençelerine düşer. Kız bu adama sırılsıklam aşıktır ve gerçekleri görmek istemez. Sherlock Holmes bu adamın kötülüğünün ispatını üstlenir.

Beyaz Asker Sherlock Holmes'ün bizzat kendisi tarafından ele alınmış bir öyküdür! Bay James Dodd askerlik arkadaşından haber alamamaktadır. Arkadaşının babasıyla iletişim kursa da tatmin edici bir cevap alamamıştır. Onların evini ziyaret etmiştir. Kaldığı o akşamda arkadaşını bembeyaz bir yüzle camında görmüştür. Evin etrafını biraz daha araştırmaya yeltenmiştir. Bunun sonucunda arkadaşının babası onu evden kovmuştur. Bu arkadaşa ne olduğunu çözmek Sherlock Holmes'ün görevidir!

Mazarin Taşı kraliyet hazinesina ait bir elmastır ve çalınmıştır! Bulmak Sherlock Holmes'ün görevidir!

Üçgen Çatılar'da Mary Maberley yaşamaktadır! Bir gün evine çok ilginç bir alıcı çıkar. Evi ve evin içindeki tüm ama bütün eşyaları satın almak isteyen bir alıcı! İşin içinde hangi işin olduğunu öğrenmek Sherlock Holmes'ün görevidir!

Sussex Vampiri'nde bir anne bebeğinin üzerine eğilmiştir ağzı kanlı bir şekilde yakalanmıştır! Gerçeği öğrenmek görevi Sherlock Holmes'tedir.

Üç Garrideb'te soyismi Garrideb olan bir zengin bir adamın soyismi Garrideb olan birine yüklü miktarda miras bırakmıştır. Ancak bir şartı vardır. Bu adam soyismi Garrideb olan iki kişi daha bulacaktır! Sherlock Holmes kalan iki kişiyi bulmak görevindedir. Gerçekler Garridebler şaşırtıcı olacaktır!

Thor Köprüsü'nde Neil Gibson'ın eşi ölü bulunmuştur. Tüm deliller evdeki mürebbiyeyi işaret etmektedir. Ancak Neil Gibson onun masum olduğuna inanmaktadır ve bunu kanıtlaması için Sherlock Holmes'ten yardım ister.

Sürünen Adam aslında hatırı sayılır bir profesördür. Ancak mizacında olmayan çok tuhaf ve agresif hareketler sergilemesiyle, profesörün kızı ile kızın nişanlası profesöre n'olduğunu anlamalarına yardım etmesi için Sherlock Holmes'ten yardım ister.

Aslan Yelesi Sherlock Holmes'ün kendi ağzından bir başka hikaye! Sherlock Holmes emekliliğinin tadını çıkartırken bir vaka onu bulur. Muhitindeki okulda çalışan bir öğretmen vücudunda çok tuhaf izlerle birlikte, deniz kıyısında ölü bulunur. Bu tuhaf izlerin esrarını çözmek Sherlock Holmes'e düşer!

Peçeli Kiracı odasının kirasını peşin vermiştir. Ancak son zamanlarda çok tuhaf davranmaya başlamıştır. Peçeli Kiracı ev sahibine olanları artık içinde tutumayacağını söyler. Ev sahibinin son önerisi Sherlock Holmes'tür ve Peçeli Kiracı ev sahibi aracılığıyla Sherlock Holmes'ten yardım ister.

Shoscobe Prensi bir yarış atının adıdır. Ev sahibesinin erkek kardeşi bu atla ilgilenir. Ancak son zamanlarda -borçlarının çok sıkışmasıyla ve bu adamın tüm malvarlığını bu yarışatına bahis oynamasıyla- çok tuhaf davranmaya başlamıştır. Kız kardeşiyle de araları iyice bozulmuştur! Bunun üzerine Sherlock Holmes'ten yardım istenir. Tuhaf davranan bu adamın esrarını çözmek Sherlock Holmes'ün görevidir.

Emekli Boyacı karısının, komşuyla kaçtığı ve yanında yüklü miktar para da çaldığı için Sherlock Holmes'ten yardım ister! Ancak gerçekler çok şaşırtıcıdır!
"Evet sevgili okur, Sherlock Holmes'a veda etmenin zamanı geldi artık. Geçmişte gösterdiğin sadakat için sana teşekkür ederim, umarım endişelerinden kaçarak, sadece edebiyatın büyülü krallıklarında bulabileceğin o heyecan verici düşlere geri dönmende biraz olsun katkım olmuştur.
Arthur Conan Doyle"(sayfa 9) 
Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Cumhur Mısırlıoğlu çevirisiyle Mart 2013 tarihli baskıdır.

Martı Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com




2 Ekim 2013 Çarşamba

Alfabe Fanzin Sayı 4

0 yorum

Ekim ayının ilk günleri, Sonbahar'ın hissedildiği bu günlerde Alfabe Fanzin'in dördüncü sayısı çıktı! Yine mükemmel bir kapakla karşımızda! Önkapak Catrin Arno'nun imzasını taşıyor. İç kapakta bir sürpriz var! Bu sürpriz Raquel Aparicio imzasını taşıyor. Sonbahar'ın imgeselliğiyle, sayfalar parmaklarımın arasında gezinirken, gözlerim sayfalara eşlik ediyor. Raquel Aparicio ve onun çok güzel illüstrasyonları sayfalarda beni yalnız bırakmıyor!

"Muhteviyat"ı şöyle:
Sunuş; Hep Yeni, Hep Yenisi - Ömer Kaçar
Düzyazı; Ölüsüne Bir Bardak Çay Borcum Kalmıştı Ödedim - Fırat Akova
Öykü;
Yarın Yok Ki... - Berceste Sanem İl
Oyunbozan - Burak Aslan
Konsol - Yahya Macaroğlu
Homeopati - Canset Er
Sesini Duyuramayan Kadınların Direnişi - Eyüp Tekin
Kutsal ve Santa Clara - Ömer Faruk Güler
Kaç! - Samet Yangın
Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Seviyorum Seni - Umut Tugay Temel
Şiir;
Karınca ve Göl'gesi - Burak Çıkırıkçı
Geceyi Öldürdüm, Pişmanım - Mert Öztürk
Kırık Kemer Kokusu - Emre Gürkan Kanmaz
Sesinde Yaşamak - Umut Tugay Temel
Yaşlandık - Samet Yangın
Kitap; Ben Buradayım, Sen Neredesin Acaba? - Hilal Yıldırım
Film; Kırık Çember ( The Broken Circle Breakdown) - Ömer Faruk Güler
Hep Yeni, Hep Yenisi'nde Ömer Kaçar, içerikten söz ediyor. Bunun yanında Sonbahar için de bir kaç sözü var: Neden bilmiyorum ama bu mevsim, gözyaşı dökmek için başlı başına bir neden. 

Ölüsüne Bir Bardak Çay Borcum Kalmıştı Ödedim düzyazısıyla Fırat Akova karşımızda. İmgesel anlatımı şiirsel üslubu dikkat çekiyor. Sembollerin arasında "ölüm"ü tartışıyor.
"Ölümü çok konuşmamıştık. Ölümü çok konuşmadan öldü. 'Ölümü çok konuşmadan ölmek iyi midir?' diye eğildim ölüsüne, sordum."
Yarın Yok Ki ile Berceste Sanem İl, bir sabahı, bir günü anlatıyor. Belki "yaşıyormuş gibi yapmadan yaşanan bir yaşamı" anlatıyor. Her sabah bir parkı iki farklı bankta paylaşan iki kişi birbirine ne kadar yabancı olabilir ve bu iki kişi birbirine ne kadar yakın olabilir?
"Mutluymuş gibi yapmadan, gerçekten mutlu olarak ve kimi zaman çokça hüzünlü bir kısır döngüyü, yaşıyormuş gibi yapmadan gerçekten yaşıyorum." 
Oyunbozan'da Burak Aslan, küçüklüğün oyunlarını büyüklüğün sistemlerini çocukluğunu unutmayan bir büyük tarafından anlatıyor! Yaşam kuralları içinde mızıkçılık yapmaya kalkmak pek zordur!
"Kimse üç kornerin bir penaltı olmasını sorgulamaz. Bunu sorgulatmayan aslında o kurallar bütünüdür. Evinde tek başına arabacılık oynarken oyunun kurallarını senin doğruların belirler. Evcilik oynarken ise herkesten ortak bir akıl çıkar. Bilgisayar oyunları ise iğrençtir. Esasında mahalle maçları ile bilgisayar oyunları birbirine benzer sistem açısından. İkisinde de sorgulayamazsın." 

Konsol'da Yahya Macaroğlu uzamsal bir araştırma içinde. Eylemin hızı, birim zamanda alınan yolu ifade ederken zaman ve mekan göreceliliğini de bu tartışmaya dahil ediyor. Her nesnenin katettiği yolun kendine özgü olması yüzünden mutsuz bir nesnenin eyleme olan kızgınlığı ve nesnelerin zamana yayılışını okuyoruz.
" 'Ben adımlarımı çok yavaş sen ise çok hızlı atıyorsun,' demişti. 'Buluşacak yerimizin olmaması ne acı.' "
 Homeopati'de Canset Er, yeni bir tedavi yöntemini-Homeopatiyi- distopik bir üslupla anlatıyor. Duyguları alan bir tedavi yöntemi. İnsanlar, bu ilaçlar olmadan evvel bu kadar hisle nasıl başediyordu? diye sorgulayan bir hastanın hayatı bağımlılık derecesine ulaşıyor. Tedavisinin sonuçlarıysa "duyguların varlık sebebini" sorguluyor.
"O adamın beni bırakacağını biliyordum. Doktor bana seyreltilmiş ve oldukça pasif 'terk edilmişlik' enjekte etti. "
Sesini Duyuramayan Kadınların Direnişi'nde Eyüp Tekin kadına şiddet konusu üzerine eğiliyor ve şiddetin sadece fiziksel olmadığının bir kere altını çiziyor. Bir kadının, umarsızca fikirlerini öldürüyorlardı. Ancak bir başka kadın imdada yetişiyor ve direnişi destekliyordu.
"Ortam, bulunduğum yer açısından sakinken, balkona geçip sigaramı tellendirmeye başladım. Hem tedirgindim, çünkü yakalanabilirdim. Hem huzursuzdum çünkü olay, anneme karşı şiddete dönüşebilirdi."
Kutsal ve Santa Clara'da Ömer Faruk Güler, bir nevi, iki ideolojinin karşı karşıya gelişinin hayata aksedişini anlatıyor.
"Apartmandan dışarı çıktığı sırada yoğun bir hava nefes almasını zorlaştırıyor. Cadde üzerinden gidebilmek için soluna döndüğünde iki apartman arasında bembeyaz bir gül görüyor."  
Sıradaki muhteviyat benim imzamı taşıyor.Ömer Kaçar: "Kaç!" adlı öyküsü ile her zamanki konulardan farklı bir konu seçerek Samet Yangın, bir cinayet anının heyecanını paylaşıyor. Bu güzel oluşumun içinde bulunmak çok ayrı bir tat! Diğer taraftan basımla ilgili işin ceremesini çeken teknik ekibe de ayrıca teşekkürü borç bilirim!

Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Seviyorum Seni'de Umut Tugay Temel, bizleri bir aşk hikayesi içine çekiyor! Devamı gelecek sayıda olan bu öykü gizlerini bir kibrit kutusu içinde taşıyor.
"Paketi alıp balkona çıkmaya karar verdi, kırlangıç esrikliğindeki o tekli koltuğa tüm tekliyiğle oturmaya."
Sıradaki muhteviyatlar şiirler. Her birbiri kişiyi alıp kendi dünyalarına götürmekle görevli şiirler.
Karınca ve Göl'gesi'ne  Burak Çıkırıkçı
"ne güzelmiş acının bu kıyısı
karanfil gölgesinde dinlenir karınca"
dizleriyle başlıyor.

Geceyi Öldürdüm, Pişmanım'a Mert Öztürk
Toprağa gömdüm uysal bedenimi
Kelimelerim, hikayem çürüyor.
dizeleriyle başlıyor.

Kırık Kemer Kokusun'na Emre Gürkan Korkmaz
"Elimden geleni bu şimdi gölge eksiğine yaşamak
Sustuğumda kuşların bir potaya sıcak dökülmüş hâli" 
dizeleriyle başlıyor.

Sesinde Yaşamak'a Umut Tugay Temel
"Suluboyasını düşleriyle ıslatan bir çocuk gibi
Kırmızıya boyamak istiyorum bugün seni" 
dizeleriyle başlıyor.

 Yaşlandık'a ben
"Buruşuk eller..."
dizesiyle başlıyorum. Şiirlerin dünyalar arası oluşturduğu yolun sonu Hilal Yıldırım'ın kitap tanıtımı muhteviyatına çıkıyor.
"İki yazar: Birbirini hiç görmemiş, konuşmamış... Ama hep yan yanalar, biliyorum."
Kitabın ardında Ömer Faruk Güler'in film tanıtımı muhteviyatı yerini alıyor.
"Konuşmayı seven romantik ateist bir adam, sürekli dinleyen dindar realist bir kadın..." 
Sonda Mantar Pano yerini almış durumda! Bu da demektir ki bir sayı daha bitti. Sayı Dört, bu güzel mevsime böyle eşlik ediyor!

Twitter'da:    www.twitter.com/alfabefanzin
E-Posta:       alfabefanzin@gmail.com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.