Steve Hamilton'ın eseri. Kutu adam. Kilitleri hissedebilen, onlarla konuşabilen bir kişi Micheal. Güzel kurgusuyla ve Michael'ı sürükleyen olaylar içinde tutunacak yer bırakmıyor. Kitap sizi kendisiyle birlikte sürüklüyor.
Kitabın başlangıcında, Michael'ın(Mike) hapiste olduğunu anlıyoruz. Hapisten kendi hayat hikayesini anlatıyor. Michael konuşmuyor! Konuşamıyor. Çocukluğunda başına gelen -mucize çocuk lakabı almasını sağlayan- olay yüzünden konuşamıyor, konuşmuyor. Ketum bir sessizlik içinde! Bu durum, kitap üzerinde tuhaf bir sessizliğe sebep oluyor! Michael'ın iç konuşmaları ise ayrı bir lezzet oluşturuyor kitapta.
Bu sessizlik içinde, iki daldan anlatılan olaylar aralarındaki zaman farkını yok ediyormuş gibi, eşzamanlı oluyormuş gibi bir izlenim uyandırıyor. Bu da kitapta olay örgüsünü daha da ilginç kılıyor.
Maceraseverler için güzel bir macera kitabı.
Bendeki kitap, Koridor Yayıncılık'tan, 2011 yılı baskılı, Ender Nail çevirisidir.
Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com
25 Aralık 2013 Çarşamba
19 Aralık 2013 Perşembe
Galapera Öykü Fanzin Aralık 2013
Galapera Kültür ve Sanat Derneği'nin yayımladığı fanzin Ağustos 2011'den bu yana okuyucularıyla buluşuyor. Benim onlarla tanışmam Aralık 2013 ile çok yeni oldu. Fanzin her sayısında kapağına bir yazar taşıyor.
Aralık 2013 sayısında;
Jale Sancak, Merhaba diyerek karşılıyor. Kapak konuğu Füruzan hakkında kısaca bizleri bilgilendiriyor.
"Bayan Olsaydınız Anlar mıydınız?" diye soruyor Semrin Şahin. Bir ayrılığı kadın gözünden anlatıyor.
Suzan'ın Yürüyüşü'nde eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan babanın kızı Suzan...
Hasan Uygun bir inceleme ile karşımızda.
Derya Delibaş'tan bir özlem, bir kaybediş, bir arayış öyküsü: Vanilya Kokulu Hatıralar. Bir annenin yerini ne tutabilir ki?
Gül TUtan Kadın'da Melis Arsay renklerin arasında geçmişten gelenin bir öyküsünü bize sunuyor.
Son Umut Treni'nde Gülseren Akdaş, sonsuza gideni anlatıyor.
Dil Sözsüz, Yürek Buruk'ta Kerem Bakıcı bize bir aşk öyküsü sunuyor.
Edebiyat ve Muhalefet Füsun Çetinel derlemesiyle karşımızda. Panelin konuşmacıları; Semih Sökmen, Müge Sökmen, Meltem Ahiska, Bülent Somay, Murat Gülsoy, Nazlı Ökten.
Gülbin Aksu Demirhan Düm! adlı kısa öyküsünde bize bize deniz kenarında bir akşamı anlatıyor.
Emrah Koçak'tan Bıçak Altı ile bir hastane öyküsü.
O-Kum-A'da Ezgi Demir, bizlere bir ölüm sonrasını aktarıyor.
Hürriyet Demirhan, İrfan Yalçın'ın İlkyaz Ölümleri kitabını anlatıyor.
GALAPERA'da Kitaplar Arasında'da Galapera'nın Aralık için seçtiği kitapları görüyoruz.
Aralık soğuklarında, çayın kahvenin yanında size bambaşka pencereler açıyor!
İnternet: Galapera Öykü Fanzin
E-Posta: bilgi@galapera.org veya laloze68@gmail.com
Aralık 2013 sayısında;
Merhaba / Jale Sancakmevcut. Dolu dolu bir sayı.
Bayan Olsaydınız Anlar mıydınız? / Semrin Şahin
Suzan'ın Yürüyüşü / Nurten Çakır
Barış Acar'dan Nitelik Bir İlk Adım: Pıhtı / Hasan Uygun
Vanilya Kokulu Hatıralar / Derya Delibaş
Gül Tutan Kadın / Melis Arsay
Son Umut Treni / Gülseren Akdaş
Dil Sözsüz, Yürek Buruk / Kerem Bakıcı
Edebiyat ve Muhalefet (Panel) / Füsun Çetinel
Düm! / Gülbin Aksu Demirhan
Bıçak Altı / Emrah Koçak
O-KUM-A / Ezgi Demir
Kösele / Eylem Yurtsever
İlkyaz Ölümleri / Hürriyet Demirhan
GALAPERA'da Kitaplar Arasında
Jale Sancak, Merhaba diyerek karşılıyor. Kapak konuğu Füruzan hakkında kısaca bizleri bilgilendiriyor.
"Bayan Olsaydınız Anlar mıydınız?" diye soruyor Semrin Şahin. Bir ayrılığı kadın gözünden anlatıyor.
Suzan'ın Yürüyüşü'nde eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan babanın kızı Suzan...
Hasan Uygun bir inceleme ile karşımızda.
Derya Delibaş'tan bir özlem, bir kaybediş, bir arayış öyküsü: Vanilya Kokulu Hatıralar. Bir annenin yerini ne tutabilir ki?
Gül TUtan Kadın'da Melis Arsay renklerin arasında geçmişten gelenin bir öyküsünü bize sunuyor.
Son Umut Treni'nde Gülseren Akdaş, sonsuza gideni anlatıyor.
Dil Sözsüz, Yürek Buruk'ta Kerem Bakıcı bize bir aşk öyküsü sunuyor.
Edebiyat ve Muhalefet Füsun Çetinel derlemesiyle karşımızda. Panelin konuşmacıları; Semih Sökmen, Müge Sökmen, Meltem Ahiska, Bülent Somay, Murat Gülsoy, Nazlı Ökten.
Gülbin Aksu Demirhan Düm! adlı kısa öyküsünde bize bize deniz kenarında bir akşamı anlatıyor.
Emrah Koçak'tan Bıçak Altı ile bir hastane öyküsü.
O-Kum-A'da Ezgi Demir, bizlere bir ölüm sonrasını aktarıyor.
Hürriyet Demirhan, İrfan Yalçın'ın İlkyaz Ölümleri kitabını anlatıyor.
GALAPERA'da Kitaplar Arasında'da Galapera'nın Aralık için seçtiği kitapları görüyoruz.
Aralık soğuklarında, çayın kahvenin yanında size bambaşka pencereler açıyor!
İnternet: Galapera Öykü Fanzin
E-Posta: bilgi@galapera.org veya laloze68@gmail.com
8 Aralık 2013 Pazar
Louis Lambert
Kitapçı
Samet Yangın
Etiketler:
Dünya Klasikleri,
Felsefe,
Honore De Balzac,
Louis Lambert,
Roman
0
yorum
Balzac'tan mükemmel bir eser! Louis Lambert, erken yaşlarda okumaya merakıyla fark edilir. Papaz olan dayısının yanında eğitim görmeye başlar. Bir gün bahçede kitap okurken soylu bir kadın onu fark eder ve zekasını test eder. Sonrasında onun iyi bir okulda okuması gerekliliğine karar vererek onu -anlatıcımızın da okulu olan- Vendome Koleji'ne gönderir. Bu kolej ki Balzac'ın da eğitim gördüğü kolejdir aslında!
Louis Lambert, Emanuel Swedenborg'dan etkilenen kendi düşünce sistemini kurmak peşindedir! Anlatıcımızıla yakınlaşmaları sayesinde Louis Lambert'i okuyoruz. Anlatıcımızın okuldaki lakabı Şair'dir, Lambert'inkiyse Pythagoras(Pisagor)'dır. Böylece Pythagoras ile Şair için bambaşka bir düşünce akımı, bir öğreniş başlar!
Louis Lambert için Balzac otobiyografisi niteliğinde olduğu söylenir. Bu noktadan yola çıkarsak Lambert'in kurduğu düşünce sistemi Balzac'ı ifade etmektedir. Bunu görmemek elde değil zaten! Balzac'ın kurduğu düşünce dünyasında gezinmenin ve o tuhaf gizemin tadı bambaşkadır! Bu düşünce sistemini oluştururken Lambert'in etkilendiklerinden etkilenip etkilenmediği benim için soru işaretidir. Balzac Lambert üzerinden, düşünce sistemini kurabilmesi için gerekli ortamı idealize etmiş gibidir. Lambert, ufak tefek zayıf bir insandır. Balzac ufak tefek olmasına karşın gayet etine dolgun bir kişidir malumunuz. Bu bariz karşıtlık ile birlikte başka diğer karşıtlıklar, Lambert'in düşünce ortamıyla Balzac'ın düşünce ortamı arasındaki ayrılıkları göstermektedir. Zaman zaman Lambert ile Balzac'ı birbirinden ayıramamak, zaman zamansa ayırmak Balzac'ın kurduğu başka bir dünya, başka bir kelime oyunudur!
Ortamlar farklı olsa da hedefin aynı olduğu da bir başka gerçektir. Balzac, bu gerçekliği Pauline üzerinden bundan şu şekilde ifade etmektedir.
Louis Lambert aynı zamanda biraz trajik bir kişidir. Başta oluşturmaya çalıştığı düşünce sistemini, sonda talihsiz bir biçimde yaşar! Bu olayın trajedi olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Trajedi midir, yoksa iç meleğini bedeninde özgürleştirmeyi başarmış mıdır?
Louis Lambert! Muhteşem ötesi bir kitap, muhteşem ötesi bir karakter! Hayatın tamamı üzerine kurulu, yaşam ötesi düşünceler bütünü yalnız bir insan!
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olup Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'dan Oktay Rifat, Samih Rifat çevirisiyle Şubat 2011 tarihli baskısıdır.
Kitap:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Louis Lambert, Emanuel Swedenborg'dan etkilenen kendi düşünce sistemini kurmak peşindedir! Anlatıcımızıla yakınlaşmaları sayesinde Louis Lambert'i okuyoruz. Anlatıcımızın okuldaki lakabı Şair'dir, Lambert'inkiyse Pythagoras(Pisagor)'dır. Böylece Pythagoras ile Şair için bambaşka bir düşünce akımı, bir öğreniş başlar!
Louis Lambert için Balzac otobiyografisi niteliğinde olduğu söylenir. Bu noktadan yola çıkarsak Lambert'in kurduğu düşünce sistemi Balzac'ı ifade etmektedir. Bunu görmemek elde değil zaten! Balzac'ın kurduğu düşünce dünyasında gezinmenin ve o tuhaf gizemin tadı bambaşkadır! Bu düşünce sistemini oluştururken Lambert'in etkilendiklerinden etkilenip etkilenmediği benim için soru işaretidir. Balzac Lambert üzerinden, düşünce sistemini kurabilmesi için gerekli ortamı idealize etmiş gibidir. Lambert, ufak tefek zayıf bir insandır. Balzac ufak tefek olmasına karşın gayet etine dolgun bir kişidir malumunuz. Bu bariz karşıtlık ile birlikte başka diğer karşıtlıklar, Lambert'in düşünce ortamıyla Balzac'ın düşünce ortamı arasındaki ayrılıkları göstermektedir. Zaman zaman Lambert ile Balzac'ı birbirinden ayıramamak, zaman zamansa ayırmak Balzac'ın kurduğu başka bir dünya, başka bir kelime oyunudur!
Ortamlar farklı olsa da hedefin aynı olduğu da bir başka gerçektir. Balzac, bu gerçekliği Pauline üzerinden bundan şu şekilde ifade etmektedir.
Zihninin gittiği yoldan ben de geçiyorum; bütün dönemeçlerini bilmesem de en azından hedefte onunla buluşuyorum. (sayfa 107)Balzac'ın zihninde, düşüncelerinde dolaşmanın eşsiz keyfi bambaşka! Kurduğu sistemse daha da başka bir lezzet! Her kütüphanede mutlaka olması gereken bir kitap! Tüm kitap boyunca Louis Lambert'in zihin labirentinde dolaşmak zevkinin yanı sıra, kitabın son kısmında Louis Lambert'in nadir zamanlarda kurduğu, son cümleleri maddeler halinde okumak da çok daha farklı bir tattır!
Louis Lambert aynı zamanda biraz trajik bir kişidir. Başta oluşturmaya çalıştığı düşünce sistemini, sonda talihsiz bir biçimde yaşar! Bu olayın trajedi olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Trajedi midir, yoksa iç meleğini bedeninde özgürleştirmeyi başarmış mıdır?
Louis Lambert! Muhteşem ötesi bir kitap, muhteşem ötesi bir karakter! Hayatın tamamı üzerine kurulu, yaşam ötesi düşünceler bütünü yalnız bir insan!
Yaralı işçi, yoksul loğusa, hastalanan orospu, yüzüstü bırakılan çocuk, sakat yaşlı, kötü alışkanlıklar, giderek cinayet, sığınacak bir yer bulabiliyor, şefkat görebiliyor burada; ama bir şey keşfeden, düşünen insana karşı herkes acımasız. (sayfa 68)Dayısına Paris'ten yazdığı mektupta böyle söylüyor Louis Lambert.
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olup Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'dan Oktay Rifat, Samih Rifat çevirisiyle Şubat 2011 tarihli baskısıdır.
Kitap:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
3 Aralık 2013 Salı
Semaver
Sait Faik Abasıyanık'ın ilk kitabı. Öyküleri. Şöyle eskide okuduklarıma tekrar bir bakayım dediklerimden; bir sepya film gibi, kokusu, tadı özleminden.. Ne zaman Sait Faik okusam ilk okuyuşumdan bir an aklıma gelir. Hangi Sait Faik eseriydi hatırlamıyorum, hangi yayınevinden olduğunu da hatırlamıyorum. Babamındı. Eskileri karıştırırken çıkmıştı. Hem öykülerin kendisiyle hem de okuyanın biriktirdiği anılarla ve geçen zamanın birikmişliğiyle mis gibi kitap kokan bir kitaptı! Kaç yaşımda olduğumu da hatırlamıyorum. İşte böyledir Sait Faik benim için.
İlk kitabına bir dönüş yapayım, tekrar okuyayım istemiştim. Bu kitabındaki öyküler:
SemaverSemaver'de Sait Faik annesiyle yaşayan bir gencin ve annesinin yaşamlarını anlatıyor. Ne zaman okusam bu hikayesini, o semaver kokusunu hissederim, içim titrer. Buhar gibi taşar. Belirtmeden geçemememin sebebi de budur.
Stelyanos Hrisopulos Gemisi
Meserret Oteli
Bir Kıyının Dört Hikayesi
Babamın İkinci Evi
İpekli Mendil
Kıskançlık
Bohça
Orman ve Ev
Düğün Gecesi
Şehri Unutan Adam
Üçüncü Mevki
Garson
Birtakım İnsanlar
Benimle Beraber Seyahatten DönenlerSevmek Korkusu
Louvre'dan Çaldığın Heykel
Robenson
İhtiyar Talebe
Bir Vapur
Stelyanos Hrisopulos Gemisi'ni Trifon inşa eder. Dede Stelyanos ile torun Trifon birlikte yaşamaktadırlar ve ailenin diğer fertleri ya ölmüştür ya da haber alınamamıştır. Dedeyle torunun gözünden deniz odaklı bir yaşamdan kesit izliyoruz. Hayaller, anılar, birliktelikler...
Meserret Oteli bir geceliğine otele gelen bir ziyaretçiyi anlatıyor. Bir yaşanmışlığın resmini çiziyor.
Bir Kıyının Dört Hikayesi'nde olaylar soğan kayığının ve kayıkçının adaya gelmesiyle başlıyor. Kayıkçıyı üzerine ihtimam gösteren anlatıcı, daha sonra kedilere, daha sonra çocuklara yoğunlaşıyor. Sonra da bir ölüye yoğunlaşıyor. Kayıkçı soğanlarını satıyor.
Babamın İkinci Evi'nde babasıyla yolculuk eden ve babasının ikinci evine ziyarete giden bir çocuğun hikayesi anlatılıyor.
İpekli Mendil ile aşk arasındaki bağlantı bir çocuğun avcundan geçiyor... Çocuğun etrafına toplanmış bir yaşam...
Kıskançlık, bir köyde öğretmenlik yapan bir kişiyi ve bu kişi üzerinden bir evliliği anlatıyor.
Bohça'da evin küçük beyi ile evin beslemesi arasındaki ilişki anlatılıyor. Bunun yanında konak yaşamından bir kesit sunuluyor.
Orman ve Ev bir ormanı, ormanın varlığını ve bu ormana uzak bir yerleşim yerinde bir evi anlatıyor. Arasındaki bağlantıyı bulmak okuyucuya düşen bir görev.
Düğün Gecesi'nde bir evliliğin ilk gecesine ve gününden kesit sunuluyor.
Şehri Unutan Adam bir gün şehre inmek ister. Ama insanları sevmek pek de kolay bir iş değildir!
Üçüncü Mevki vagonda yolcuların hayatları kesişir.
Garson bu hayattan ne ister? Garsonun yaşamı ve mesleği üzerine bir kesit!
Birtakım İnsanlar birtakıım olaylar yüzünden toplanıp valiye gitmek yolundadırlar. Ancak birtakım insanların içinden birisi azıcık geride kalmıştır ve başka birisine bu birtakım insanları sorar.
Bu noktada Sait Faik bize yeni bir bölüm açıyor ve uzaklardan öyküler getiriyor.
Sevmek Korkusu sevmek üzerine bir Sait Fait öyküsü. Sevmek, cinayet olabilir mi? Öleni olmayan bir cinayet?
Louvre'dan Çaldığın Heykel'de çıkışta güvenliğin görmediği bir heykel çalan kişi anlatılıyor.
Robenson olmak üzerine bir öykü.
İhtiyar Talebe'nin yaşı bilinmez. Hayatı bilinmez. Kimdir, bilinmez. Anlatıcı bu ihtiyar talebeye yapılan şakaya şahitlik eder. Sonrasını, çok sonra öğrenir.
Bir Vapur öğrencileri Fransa'ya taşıyan, Tadla adında, Galata Rıhtımı'dda demirli...
Sait Faik her öyküsünde, kendine has üslubuyla aldı götürdü yine... Bakalım tekrar okuyuşum kaç zaman sonrasına tekabül edecek ve o geçen zaman sonra öyküler nasıl olacak... Her öyküde süzülüyormuş hissi...
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ailt Yapı Kredi Yayınları'ndan Nisan 2006 tarihli 15. baskısı.
Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
1 Aralık 2013 Pazar
Alfabe Fanzin Sayı 6
Alfabe Fanzin'in Aralık sayısı. Alfabe'nin kapaklarını hep çok sevmişimdi ve yine çok güzel bir kapakla karşıladı bizi! Ön ve arka kapak beraber ve Kay Nielsen'den. Ön iç kapak sevdiğimi ilüstratör Raquel Aparicio'dan. Arka iç kapak ise Yaşlı Bunak'tan.
Bu sayıda muhteviyat da çok ve okudukça bambaşka diyarlara götüren bambaşka bir yol!
Muhteviyatı:Dolu dolu bir muhteviyat!
Sunuş; Ses Bir İki, Ses Bir İki Üç... - Ömer Kaçar
Düzyazı;
Aşktan Daha Yüce Şeylerin Olduğunu Göstermek İçin Yazıldı - Fırat Akova
Yapraklar Kaçışırken Çocukluğum Aklıma Gelir - Birce Altın
Ve Benim Annem Mutsuzluktan Geberdi - Ömer Kaçar
Öykü;
Yeşil - Yahya Macaroğlu
Yanık İzi - Büşra Yılmaz
Çiçek - Samet Yangın
Bir Sokak Fazla Öpmek - Merve Balık
Şiir;
Sen, Katil. - Berk Çetin
Si, Jeni? - Burak Çıkırıkçı
Söyleyin - Cemil Aydın
Demir Kapılı Bahçe - Umut Tugay Temel
Kurtlanmış Ritüeller - Mert Öztürk
Müebbet - Selim Murtazaoğlu
Deneme;
Bananormal Activity - Berat Doğan Özkabadayı
Neden Röveşata? - Ufuk Dönmek
Mimarlığın Sınır(sızlığ)ı - Canset Er
Düşünce Platformu I; Edebiyatta "Kaygı" -
Birce Altın, Eyüp Tekin, Yahya Macaroğlu, Ömer Kaçar, Samet Yangın, Murad Adalı, Berceste Sanem İl
Ömer Kaçar, Sunuş'ta bizi, Ses Bir İki, Ses Bir İki Üç ile karşılıyor.
"Elinizdeki bu fanzin;Aşktan Daha Yüce Şeylerin Olduğunu Göstermek İçin Yazıldı, Fırat Akova tarafından. Aşka farklı bir açıdan yaklaşan Fırat Akova, aşkın "körlüğü" üzerine çalışmış. Bu körlük, çevreye, dünyaya, yaşama, gerçeklere karşı bir körlük...
Edebiyat kırıntısıdır, kâğıt parçasıdır, sizden bir parçadır, paramparçadır, beylerbeyi jargonudur, bir bakıma argodur, genellikle ucuz sanattır, her zaman bi’ acayiptir, kimine göre saçmasapanlıktır, kenar kültürün bir ürünüdür, bana göre dolmuş aydınlanmasıdır, parası olmayana bedavadır, parası olana zaten bedavadır, paha biçilmezdir, salınımdır, anlam katmanlarıdır, izlektir, olgudur, kuramdır, kuralsızlıktır, yasakırıcıdır, özgürlüktür, perspektivisttir, elitisttir, çoksesliliktir, gürültüdür, kedi mırıltısıdır, cırcır böceğinin şarkısıdır, aryantiktir, ganj nehrinin üzerindeki güneştir, yüz metronom için senfonik bir şiirdir, alterasyondur, aynı zamanda tamperasyondur, posta gazetesi şiir ekine rakiptir, kırkıncı senfonidir, aksak ritimdir, oligarşi karşıtıdır, kritarşi düşmanıdır, muğlaktır, fahrenheit 451’dir, fibonacci dizisidir, postyapısaldır, yapıbozumdur, yersizyurtsuzluktur, midak sokağıdır, ütopyadır.
Yani, siz ne derseniz odur. Manifestomuzu ancak siz oluşturabilirsiniz."
"İnsan’dan beri hiçbir şey eskisi kadar masum değildirYapraklar Kaçışırken Çocukluğum Aklıma Gelir'de Birce Altın, özleme dair, hayallere dair bir yazıyla karşımıza çıkıyor. Çocukluktan sonra kaçanlara dair bir kesit sunuyor!
Ayrımsıyorlar aşktan yüce şeylerin olduğunu. Birer birer dışarı
çıkarak taş odadan. Birer birer sıyrılarak büyüsünden aşkın.
O sırıtıştan."
"Şimdilerde amacım başka çocukların hayallerini gerçekleştirmelerine yardımcı olmak, elverdiğince. Böylece çocukluk hayallerimin de bir yerlerde unutulmuşluğun kırıklığını yaşamadıklarını hissediyorum. Affedilmiş olmak hissi gibi…"Ve Benim Annem Mutsuzluktan Geberdi'de Ömer Kaçar belki de mutsuzlukla kesilen kelimelerle mutsuzluğu mutsuzluk yapanları bir mutsuz şaşkınlıkla anlatıyor.
"BİR ÇOCUK DÜŞÜNÜN Kİ / PAMUK ŞEKERİYLE / YALNIZ KALDI."Düzyazılar, yerlerini öykülere bırakıyorlar.
Yeşil'de Yahya Macaroğlu bir öğretmeni anlatıyor, değişen bir öğretmeni, -belki de ideallerini kaybettiği için- kızan bir öğretmeni anlatıyor ve alıştırmaları yine bize bırakıyor...
"Egzersizler en kestirme çıkış hâline geliyor bir noktadan sonra ya da derste sınav kâğıdı okumak. Sessiz bir barış antlaşması bu çocuklarla aramızda. Sınıfta iki tarafında mutlu olduğu nadir anlardan biri. Hele bir de çay aldıysan derse gelirken..."Yanık İzi'nde Büşra Yılmaz yara izini anlatıyor, bir çocuğu ne kadar incitebilir...
Çiçek'te karşınıza ben çıkıyorum. Bu noktada, dergiyi yayına hazırlayan Ömer Kaçar'a, Canset Er'e, Aykut Kırşan'a, Burak Çıkırıkçı'ya ve tüm destekleyen arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum. Nice Aralıklar hepimize."İnsan elbette hata yapardı. Ama ya ilk kez doğruyu yapıyorsa? Sıla adil davranmıştı. Ben de adaletine destek çıktım.Çocuksanız, adilsinizdir. Zaten dünyada sadece çocuklar adildir. Ben hep çocukluğumda kaldım. Kim bilir belki Sıla da hâlâ aynıdır."
Bir Sokak Fazla Öpmek'te Merve Balık sokakta kalanları anlatıyor. Sokaktan gidenleri. Köşeyi döndüğünde görmek istediğini göremeyeni anlatıyor.
"O gidince aceleyle kendimi başka gülüşleri sevmeye zorladım. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, insanlar çok gülüyor. Ama kimseye 'Az gülebilir misiniz, onun gibi?' diyemiyorsunuz."Sen, Katil. Berk Çetin'den;
"Lapa lapa yağıyor insanlar buyursunlar!"dizesiyle başlıyor.
"Si Jeni?" Burak Çıkırıkçı'dan;
"Sen öyle gülersen, her şeyi baştan yazmam gerekir".dizesiyle başlıyor.
Söyleyin'e Cemil Aydın;
"Kafamda dallanan bu öfkedizleriyle başlıyor.
Kimin kanına susar ki"
Demir Kapılı Bahçe'yi Umut Tugay Temel Sabahattin Ali'ye ithaf ediyor ve;
"Uzunca sürdü,dizleriyle başlıyor.
Cesaret edip kalkamıyorum. "
Kurtlanmış Ritüeller'e Mert Öztürk;
"Örtü yaptım toprağı çektim kafama,dizleriyle başlıyor.
bildiğimiz toprak üzerimdeki."
Müebbet'e Selim Murtazaoğlu;
"babasız peygamberlerin tanrıya olan burukluğu"dizesiyle başlıyor.
Şiirler yerlerini denemelere bırakıyorlar.
Bananormal Activity'de Berat Doğan Özkabadayı günümüz ekonomik sisteminden yola çıkarak insanların "bananormalleşmesi"ni anlatıyor ve daha sonrasında uyanışla gelecek bir zamanı gözler önüne seriyor. Olması gereken "bananormal" hangisi?
"Tüm bunları bir saniyeliğine unutmayı deneyin. Nefes aldığınızın ve henüz ölmediğinizin farkına varın. Nefes alabildiğimiz sürece insanızdır ve bizler bu şekilde kalmak zorundayız."Neden Röveşata? Ufuk Dönmez soruyor. Futbol sadece futbol değildir diyerek, mahalle maçlarımızdan yola çıkarak yaşamı anlatıyor Ufuk Dönmez. Gocuğumun kapüşonu başıma geçmiş, ama geri kalanını giymeden sırtımdan sarkar bir hâlde okudum.
"Mahalle maçında 9-0 gerideyken “bizden biri size geçsin” önerisini reddeden, kaybedeceğimizi bilsek de gururdan vazgeçmeyen çocuklardık biz."Mimarlığın Sınır(sızlığ)ı'nda Canset Er, siyasetin bir başka boyutuna, mimarlık boyutuna bakıyor! Siyaset ile mimarlık arasındaki ilişkiyi sanat bağıntısıyla harmanlayarak güzel bir deneme okutturuyor.
"Bu yazıda ele almak istediğim durum, politikacıların kent üzerindeki bu büyük ölçekteki etkilerinin kısa bir tarihine göz atmak."Denemeler yerlerini Düşünce Platformu I'e bırakıyorlar. Edebiyatta "Kaygı" mefhumu üzerine bir tartışmayı okuyoruz!
Bir sayı da böylece çabucak bitiyor!
Twitter'da: www.twitter.com/alfabefanzin
E-Posta: alfabefanzin@gmail.com
Benim Mutlu Hayatım
Kitapçı
Samet Yangın
Etiketler:
Benim Mutlu Hayatım,
Felsefe,
Lydia Millet,
Psikoloji,
Roman
0
yorum
Lydia Millet'ten harika bir kitap. Millet ile bu kitap sayesinde tanışmış oldum. Bir kitapta önkapak kadar arkakapak da çok önemlidir. Bu kitabın arkakapağındaki, "metruk bir akıl hastanesinde unutulan" ve "duvarlara yazarak zaman geçiren" bile yazsaydı arka kapakta benim için mutlaka okunması gereken bir kitap olurdu. Psikoloji bazlı kitaplar çok incelikli olması gereken ve gerçekten zorlu bir sürecin ürünüdür. Karakteri oluşturmak meselesinin yanında karakteri konuşturmak anlatması durumunda bu türde kitaplar tamamen çökerler. Ancak Lydia Millet kitabın karakterini, anlatıcısını, konuşturmuş! Okurken içim titredi...
Anlatıcı, metruk bir akıl hastanesinde -gerçekten?- unutulmuş bir karakterdir. Unutulma mevzusunun anlatıcının bir hayal ürünü olup olmadığı sorusuyla kitabı elime almıştım. Bir unutulma mefhumuna yaklaşacağımızı düşünüyordum. Bu yaklaşımda anlatıcının başına gelen olayları okudukça insanlığa küfretmemek mümkün değil! Bu noktada unutulma mefhumu, varlık mefhumuna dönüşüyor ve oradan da topluluk içinde var olmak mefhumuna evriliyor! Karşılaşılan olaylar yüzünden kimin akıl sağlığı daha yerinde çatışması gözler önüne seriliyor.
Anlatıcının oluşturduğu varlık mefhumu ve varlıkta hafıza, hatıra kavramı da kitabın tamamına yayılmış durumda. Bununla birlikte; zaman, tarih tartışması da akıyor gidiyor roman içerisinde! Bu kadar çok kavram, mükemmel bir şekilde harmanlanmış ve okuyucuya mükemmel bir kurgu içerisinde aktarılmış.
Bir solukta okuduğum harika bir kitaptı! Kapak renginden, umuda kadar...
Ben de diğer ayaklardan farklı bir biçimde ayağımsı olmayan bir ayağa sahiptim, bu yüzden sakatlığın ne olduğunu çok iyi biliyordum. Yine de bazen, "Eh, evet, benim de ayağım sakat ama onu başka insanların oyuklarına sokmuyorum," diye düşünmeden de edemiyordum. (sayfa 40)
Anlatıcı, metruk bir akıl hastanesinde -gerçekten?- unutulmuş bir karakterdir. Unutulma mevzusunun anlatıcının bir hayal ürünü olup olmadığı sorusuyla kitabı elime almıştım. Bir unutulma mefhumuna yaklaşacağımızı düşünüyordum. Bu yaklaşımda anlatıcının başına gelen olayları okudukça insanlığa küfretmemek mümkün değil! Bu noktada unutulma mefhumu, varlık mefhumuna dönüşüyor ve oradan da topluluk içinde var olmak mefhumuna evriliyor! Karşılaşılan olaylar yüzünden kimin akıl sağlığı daha yerinde çatışması gözler önüne seriliyor.
"Kelimelerden daha yakın olabiliriz ama tenden daha yakın olamayız," diye fısıldadım. (sayfa 41)Anlatıcının dünyayı algılayışı saf iyilik üzerine kurulu. Bu dünyaya bu kadar iyi, iyi olmak fazla demek ki. Son ana kadar o bilge(!) insanların sebep oldukları sonuçları yaşadı.
Anlatıcının oluşturduğu varlık mefhumu ve varlıkta hafıza, hatıra kavramı da kitabın tamamına yayılmış durumda. Bununla birlikte; zaman, tarih tartışması da akıyor gidiyor roman içerisinde! Bu kadar çok kavram, mükemmel bir şekilde harmanlanmış ve okuyucuya mükemmel bir kurgu içerisinde aktarılmış.
Bir solukta okuduğum harika bir kitaptı! Kapak renginden, umuda kadar...
İşte böylece görünmezliğin ne anlama geldiğini çözdüm; yani diğer insanların sizi görmediğini ama bunun önemli olmadığını. Çünkü o zaman siz hepsini mükemmel bir şekilde görüyordunuz, yalnızca o an oldukları kişileri değil, geçmişte ne olduklarını ve gelecekte ne olacaklarını da. (sayfa 141)Bendeki kitap Kolektif Kitap'tan, Berrak Göçer çevrisiyle Ekim 2013 tarihli ilk baskısıdır.
Kitap:
27 Kasım 2013 Çarşamba
Stoner
Stoner, hayattan, yaşamdan, insanlardan ne bekliyordu sorusunu sorduğunda biriktirdikleri arasında geziniyordu. Cevabına çok yakındı. Sanki yaşamı onun değilmiş gibiydi ama bir o kadar onun yaşamıydı. Bir kişide kendini tanıdıklık ve kendine yabancılık ne kadar iç içeyse o kadar büyük bir arayıştı.
"Ne bekliyordun, diye düşündü yine." (sayfa 283)
Kitabın yazarı, John Williams bizi, eserinin baş karakterinin ismi üzerindeki o hoş kelime oyunuyla karşılıyor! William-S-Toner. Toner'ın temel olarak iki anlamı mevcut. Vücut iyileştirici bir tür merhem,losyon anlamının yanı sıra toz mürekkep anlamına sahiptir. Bu iki anlam da tuhaf bir şekilde William Stoner da birleşmektedir! Ayrıca "stoner", "stone" kelimesinden gelir. Kaya, taş anlamındaki bu kelimeyi de Stoner da vücut bulmuş şekilde görüyoruz! Aynı zamanda "stoner" da "taşçı, taş işleyici" gibi bir anlam vermektedir ki Stoner'ın mesleğine, öğretmenliğine, bir gönderme olup olmadığı düşünmek, gülümsetici bir öğedir.
"William Stoner'ın ismine kazara rastgelen bir öğrenci, çok da üzerinde durmadan onun kim olduğunu merak edebilir; fakat bu merak, gelişigüzel bir soru olmanın ötesine geçmez. Stoner'ın hayattayken kendisine pek de özel bir kıymet vermeyen meslektaşları, şimdi kendisinden nadiren bahsetmektedirler; yaşını almış olanlar için onun adı, hepsini bekleyen sonun hatırlatıcısı, gençler içinse, geçmişe dair hiçbir anlam ve kendileriyle ya da kariyerleriyle ilişkilendirebilecekleri hiçbir kimlik çağrıştırmayan bir sedadır yalnızca." (sayfa 7)İşte William Stoner! 1891'de Colombia'dan 40 km. uzakta Booneville Köyü yakınlarında küçük bir çiftlikte doğdu.1955 yılında Colombia'da ölene kadar yaşadı.
Kitabın kapağı, Stoner'ı daha fazla anlatamazdı sanıyorum! Kapağı da bir o kadar Stoner... Pencere, sandalye ve Stoner kabartma şeklinde. Kitabı okurken parmaklarım çok kez pencerenin üzerinde gezinmiştir. Belki başka olasılıkları görebilmek içindi.
Doğumundan ölümüne kadar çok da ilginç olmayan bir hayatı takip ediyoruz. Ama bu sıradanlık Stoner'ın hayatını çok çok ilginç kılmaktadır! Çiftçi bir babanın oğludur ve babası onun Colombia'daki Missouri
Üniversitesi'nde ziraat bölümü okumasını ister. İşte hayatının akışı böylece bir değişime başlar.
"Stoner'ın tek çocuk olduğu, meşakkatli işlerin bir arada tuttuğu kimsesiz bir aileydi onlarınki. Akşamları üçü birden, tek bir gaz lambasıyla aydınlanan küçük mutfaklarında lambanın sarı alevine bakarak otururlardı; genellikle akşam yemeği ile yatmaları arasında geçen yaklaşık bir saatte duyulabilen tek ses, dik bir sandalyede bir bedenin halsiz kımıldanması ve ev eskidikçe bir parça esneyen bir tahtanın çıkardığı hafif bir gıcırtı olurdu." (sayfa 8)Böyle bir aileden çıkıp üniversiteye başlamıştır! Üniversite hayatının ilk yıllarında bir akrabalarının evinde kalır ve akrabalarının işlerini yaparak yemek ve kalacak yer sahibi olmuş olurdu. Kalacak yer de, tavan arasında bir odamsı...
Zorluklar sanki onun başına gelmiyormuş gibidir Stoner. Hep çalışmış, hep çalışmıştır! John Williams'ın mükemmel üslubuyla, cümlelerin dansıyla, kurgunun harikalığıyla bu yaşam akışına dahil olup gidiyoruz. Bir anda bambaşka bir yerde kendimizi bulduğumuzda ve geri dönüp bakmak sepya renginde bir çok filmle karşılaşmayı kaçınılmaz kılar! O noktaya gelinceye kadar izlenen yolun oluşturduğu çizgiler harika bir resmin çizgileridir aslında!
"William Stoner, birkaç dakikadır nefesini tuttuğunu fark etti. Yavaşça nefes verdi, nefesi ciğerlerinden dışarı çıkarken vücudunun üzerinde kımıldayan giysinin farkındaydı, en ince ayrıntısına kadar. Bakışlarını Sloane'dan sınıfa çevirdi. Işık pencerelerden kırılarak sınıf arkadaşlarının yüzlerine yerleşti, öyle ki aydınlanma onların içlerinden geliyor ve bir loşluk karşısında sönüyor gibiydi; bir öğrenci göz kırptı ve ince bir gölge, ayva tüyü gibi gün ışığına yakalanmış bir yanağa düştü. Stoner yazı tablasını sımsıkı kavramış parmaklarının çözüldüğünü fark etti. Esmerliklerine, küt parmak uçlarına anlaşılması güç bir biçimde oturmuş tırnaklara hayretler içinde baktı, gözlerini ayırmadan ellerini çevirdi; kanın bedeninden geçip parmak uçlarına nazikçe ve tehlikeli bir şekilde zonklayarak minik damar ve atardamarlardan görünmeden aktığını hissedebildiğini düşündü." (sayfa 17)Fark edişi işte böyle başladı, bir arayışın içinde gizlendiğini böyle anladı. Bu noktadan hayatı bambaşka bir rotaya girdi. Stoner, İngilizce Bölümü'ne devam etmeye karar verdi! John Williams bölümler arası geçişi ve gerek genel kurgu, gerekse kitabın bölümün kendi kurgusu içinde süzülmek kaçınılmaz! Kitabın, edebiyatsever için bir başka dikkat noktası ise, akademik anlamda bir edebiyat çevresini işlemesidir. Bunun yanı sıra dönemine Stoner tarzı bir bakışla dikkat kesiliyoruz.
Bir ölüm ne kadar geciktirilebilir? Kitabın son sayfasını okumak istemeyeceksiniz. Daha girişten bildiğiniz bir gerçeği nasıl öteleyebilirsiniz?!
Kitaptaki diğer karakterler de muazzam! Kişilerden, Stoner etkilemiyormuş gibi yapmasına karşılık, etkinin büyüklüğü Stoner üzerinde; kendini zamanla göstermektedir. Stoner'ı Stoner yapan kişileri, olayları bir arada ama ayrı ayrı incelemek insan doğasında saf bir birliktelik anlamındadır. Zaman zaman Stoner'a veya diğerlerine kızmak, belki küçücük bir adımla her şeyin değişeceğini tahmin ettiğimizden ileri geliyordur. Ancak o adımın atılmayışını da gayet iyi anlıyoruz. İnsani bir kitap!
John Williams'ın üslubu da hikayeye uyumlu! Stoner'daki ruhsal değişimleri, cümlelerin yapısından da hissetmek ayrı güzel ve bunu her zaman her yazarda yaşamak olanağı bulunmaz!
"Kendini yaşlı biri olarak düşünemiyordu. Bazen sabah traş olurken, aynadaki yansımasına bakar ve göz yerlerinde boşluk olan gülünç bir maskenin arkasından şaşkınlık içinde onu seyreden bu yüzle hiçbir benzerlik bulamazdı; sanki anlaşılmayan bir nedenle çirkin bir kılığa bürünmüştü, sanki istese fırça gibi beyaz kaşları, darmadağınık beyaz saçları, belirgin kemiklerin üstünde torbalanmış teni, yaşlı gösteren derin kırışıklıkları çıkarıp atabilecekti." (sayfa 256)Koton Kitap sayesinde okuduğumuz bu kitap, 1965 yılında ilk baskısını yapmış, dilimize çevrilmesi ise 2013'ü bulmuş! Tam da William Stoner'ın başına gelebilecek tarzda bir olay!
Özlem Güçlü çevirisiyle ilk baskısı Kasım 2013 tarihlidir. Bendeki kitap, Koton Kitap Tanıtım Kopyası olmakla beraber, bu kitabın gözümden kaçmamasını sağlayarak bana bu eşsiz kitabı gönderen Koton Kitap ailesine, kitabı yayına hazırlayan Işıl Ölmez'e ne kadar teşekkür etsem azdır!
Kitap:
26 Kasım 2013 Salı
Marşandiz Fanzin Sayı 3
Gerçeklerle arası iyi olmayan fanzin. İlk sayfada "Marşandiz"in altındaki bizi karşılıyor ve kendileri hakkında büyük bir bilgi veriyor. Elime geçen bu sayıları üçüncü sayıları. İki ayda bir yayımlanan derginin Ekim-Kasım 2013 sayısı olmuş oluyor.
Sayfalarda ilerledikçe; gerçeklerden kopukluğa, kimi zaman sistematik, kimi zaman kaotik sembolik bir dünyaya doğru adım attıkça Marşandiz bir yaşamın içine götürülüyorsunuz. Aslında çoktan marşandize binmişsiniz!
"Marşandiz"i ilk sayfada sağ altta tanımlıyorlar: Marşandiz: Fr. marchandise 1. Yük treni 2. Çufçuf dansı!
Raylar üzerinde giderken, balonların taşıdığı yıldızların el salladığını gördüğünüzde şaşırmayın. Gökten bir parça peynir düşerse de korkmayınız.
İçindekiler.
Şiir:
Güzel Avrat Otunun Keşfi - Zıvan Eyleyen.
Yok İnsaf Yok İnsaf - Can Karatek
Asılmışlar İçin Rakenrol - Rahman Yıldız
Müge Asan'a - Özgür Asan
Kavvali - Kaan Koç
Çizgi Öykü:
Güzel Rory - Onur Sekmen
Öykü:
Rutin -A. Orçun Can
Duvara mı Karşı, Duvar mı Bize Karşı? - Onur Altan
Gedikli Girdapları Kokusuz Plaklarla Besledim - Onur Selamet
Cadı Kazanında İyi İnsanlar - Özgürcan Uzunyaşa
Çizgi-öyküde çirkin kız Rory'nin başından geçenler şiirle birlikte çizgilerle anlatılmış!
Rutin A. Orçun Can, bize bir kişinin günlük rutinini aktarıyor. Ancak bu kişi pek de mutlu bir kişi değil ve rutini de oldukça karamsar.
Duvara mı Karşı, Duvar mı Bize Karşı'da Onur Altan, Memleket Meselesi adlı kişi kişinin köyünde başından geçenleri okuyoruz. Köyün nüfusu 6 kişi. Bunlardan dördünü kendisi dahil ailesi oluşturmaktadır. Eşi Gönül Meselesi, kızları Hayat Meselesi, oğulları Memat Meselesi. Bir de imamla beş eder, Basri'yle 6.
Gedikli Girdapları Korkusuz Plaklarla Besledim Onur Selamet'in, fanzin kapağına da yansıyan öyküsü. Bir kişinin Peynir tutmak istemesiyle başlıyor olaylar. Kokusuz Plaklar ise yemleri!
Cadı Kazanında İyi İnsanlar'da Özgürcan Uzunyaşa bir çocuğun mistik bir dünyadan kaçışını ve olayların mistik dünya ile bağlantısını anlatıyor.
Kapak resmi Onur Sekman'a ait olup iç çizimler Emre Öksüz'den.
Böylece bir istasyona gelip yeni marşandizi beklemeye başlıyoruz.
E-Posta: marsandizfanzin@gmail.com
İnternet: www.marsandizfanzin.com
Facebook: facebook.com/marsandizfanzin
Twitter: twitter.com/MarsandizFanzin
20 Kasım 2013 Çarşamba
Anayurt Oteli
Yusuf Atılgan'dan mükemmel bir eser! Zebercet'in hayatı Gecikmeli-Ankara-Treniyle-Gelen-Kadın geldikten sonra değişmiştir. Zebercet Anayurt Oteli'nde babasından kalma otel katipliği mesleğiyle yaşamaktadır. Uzunca bir zaman tek başına işleri yürüttükten sonra otel sahibi Rüstem Efendi'ni, Zebercet'e yardımcı olması için Zeynep -Ortalıkçı Kadın'ı- işe alır. Çatışmalarla yoğun bir olay örgüsü ve mükemmel bir kurgu!
Zebercet bir mineral adıdır. Alışıla gelinmedik bu isim de Zebercet'in hayatında önemli bir yer tutar, bilinçli veya bilinçdışı olarak.
Kitap olaylar, semboller, çatışmalar ve kahramanları üzerine çok iyi oturtulmuş bir şaheser! Bunun yanı sıra Zebercet'i tanıdıkça, onun takıntılı davranışlarını gördükçe, hayal dünyasına girdikçe Gecikmeli-Ankara-Treniyle-Gelen kadının gerçekliğini de sorgulamamak elde değil!
Kitabı okumamış olanlar için bu satırlardan sonrası tehlike arz etmektedir. Kitap içeriği ile ilgilidir.
Zebercet'i ölüme sürükleyen bu tanışma üzerine bir çok olasılıktan, olanaktan geçilir. Bir çok ölüm olayı geçmektedir.Ancak bunlardan üçü -kendisi, kedi ve Zeynep- Zebercet'in elindendir. Bu kısma değinmemin sebebi, Zebercet'in hayatında var olan o sistematik düzen ölümlere de yansımıştır. Otel üç katlıydı ve saati hep geri kalan Zebercet bıkmadan usanmadan saatini ayarlıyordu. Sonunda bıraktı. Oteli yakacağını düşünmeye başlamıştım! Lakin Zebercet farklı bir olanağı değerlendirdi.
Tehlike sona erdi.
Mutlaka okunması gereken bir eser! Yusuf Atılgan'ın tuhaf kişilerinden Zebercet!
Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Eylül 2013 tarihli 26. baskısı.
Zebercet bir mineral adıdır. Alışıla gelinmedik bu isim de Zebercet'in hayatında önemli bir yer tutar, bilinçli veya bilinçdışı olarak.
Kitap olaylar, semboller, çatışmalar ve kahramanları üzerine çok iyi oturtulmuş bir şaheser! Bunun yanı sıra Zebercet'i tanıdıkça, onun takıntılı davranışlarını gördükçe, hayal dünyasına girdikçe Gecikmeli-Ankara-Treniyle-Gelen kadının gerçekliğini de sorgulamamak elde değil!
" Dün gece yemekten dönünce 'Altı gündür bir kere çıktınız dışarı; hep oturur musunuz burada?' demişti. 'Evet efendim, işim bu benim.' 'Güç bir iş. Yardımcınız da yok, iyi dayanıyorsunuz. Gerçekten güç müydü işi? "(sayfa 35)
" Şaşılacak şeydi yıllardır gerek babasının gerekse onun önemle, aksatmadan her hafta polise gönderdikleri kağıtların orada biryerlere atılması. Yukarıyla bir bağlantı sanırdı bunları. " (sayfa 68)
" Işıklar yandı. Ayağa kalkarken koltuğa tutundu; yanlara, gerilere baktı: Kimi konuşan, gülen kimi asık, kayıtsız yüzler. Hepsi de birbirine ve ona benziyordu bunların; kendileri bilmeseler de bir insanın yapabileceği her şeyi yapabilirlerdi. " (sayfa 91)94. sayfanın tamamıysa bambaşka bir tattır! Zebercet'in zihni için çok güzel bir örnektir!
Kitabı okumamış olanlar için bu satırlardan sonrası tehlike arz etmektedir. Kitap içeriği ile ilgilidir.
Zebercet'i ölüme sürükleyen bu tanışma üzerine bir çok olasılıktan, olanaktan geçilir. Bir çok ölüm olayı geçmektedir.Ancak bunlardan üçü -kendisi, kedi ve Zeynep- Zebercet'in elindendir. Bu kısma değinmemin sebebi, Zebercet'in hayatında var olan o sistematik düzen ölümlere de yansımıştır. Otel üç katlıydı ve saati hep geri kalan Zebercet bıkmadan usanmadan saatini ayarlıyordu. Sonunda bıraktı. Oteli yakacağını düşünmeye başlamıştım! Lakin Zebercet farklı bir olanağı değerlendirdi.
Tehlike sona erdi.
Mutlaka okunması gereken bir eser! Yusuf Atılgan'ın tuhaf kişilerinden Zebercet!
Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Eylül 2013 tarihli 26. baskısı.
Kitap:
16 Kasım 2013 Cumartesi
Beyoğlu'nun En Güzel Abisi
Ahmet Ümit'in son kitabı! Bir mükemmel eser! Gezi Parkı Direnişi'ni hikaye içine dağıtışı o kadar güzel ki! O kadar sade bir biçimde her şeyi anlatmış ki... Okunmalı! Bunun dışında Ahmet Ümit'in oluşturduğu paradoksu da o kadar çok sevdim ki! Ayrıca şunu da belirtmeden geçemem İstanbul'da gezerken, bir tabela, bir sokak adı, bir köşe başı karşınıza çıkar ve bi' an Başkomiser Nevzat'la gezdiğinizi düşünürsünüz! Bir roman kahramanının, sokaklarda vücut bulması onun gerçekliği, onun klasikliği adına büyük bir işarettir!
Paradoksun sürprizi kaçırmak olmaz, o yüzden bıyık altından gülümseyerek yeni paragrafa başlıyorum.
Tarlabaşı'nda, bir ıssız sokakta bir kişi öldürülüyor. Başkomiser Nevzat; Zeynep ve Ali'yle bu cinayetin gizemini aydınlatmak peşindedir. Karanlık sokakların, karanlık insanlarıyla birlikte, erken kaybetmiş insanlarının kurduğu bir düzen. Bununla birlikte bu düzen içinde tarafların tutumu taraflar arasında kalanların ezilmesi de kelimelere yansıyor. Anlatılmayanlar da anlatılanlar kadar önemli!
"Rüzgar bile denemez, bir yel. hafif bir esinti, usulca gezindi alnımda, saçlarımda. Sanki günün bütün yorgunluğu bir anda uçup gidivermişti zihnimden, bedenimden. Bir an kendimi gökteki dolunayın, bu gölgeli ağaçların, bu gümüşten havuzun, şu esintinin bir parçası gibi hissettim. İşte o anda duydum sesi. Uğultu gibiydi, evet, ağaçlardan geliyordu. Genç adamın duyduğu ses bu muydu yoksa? Tüylerim diken diken olmuştu, ama kendimi korkutmanın anlamı yoktu. Hemen mantıklı bir açıklama buldu zihnim: Rüzgarın sesi. Elbette rüzgarın sesi. Zaten uğultu gibi, ne söylediği de anlaşılmıyordu. Ama bu büyülü gece, mantıklı açıklamamı çürüttü hemen; uğultu giderek netleşti, bir kız çocuğunun incecik sesine dönüştü. Ardı ardına isimler sıralamaya başladı.'Ali İsmail, Abdullah, Mehmet, Ethem, Mustafa.' Bir dua, bir ilahi, bir tekerleme gibi... 'Ali İsmail, Abdullah, Mehmet, Ethem, Mustafa.' " (sayfa 303)Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'nden mükemmel bir roman! Pirana, Keto ve Musti ise romanın bambaşka bir güzel rengi! Çok çok konuşturur aslında bu roman... Sessizce rakı kadehine uzanım, puslu gözlerle camdan bakmak adabındadır ancak!
Bendeki kitap, Everest Yayınları'nın Ekim 2013 tarihli ilk baskısı.
Kitap:
Alfa Yayınları
Everest Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
10 Kasım 2013 Pazar
Cesur Yeni Dünya
Kitapçı
Samet Yangın
Etiketler:
Aldous Huxley,
Bilim-Kurgu,
Cesur Yeni Dünya,
Distopya,
Roman
0
yorum
Aldous Huxley'den distopik bir roman! Ford'tan sonra (F.S.) 632 yılında geçen bir bilim-kurgu! Bir solukta okunan, okudukça içine daha da çok çeken bir kitap!
Ford, "Lord(tanrı)" göndermesine sahip olmakla birlikte, Henry Ford kastedilmektedir. Ford cemaatinde kutsal işaret T'dir. Bu da Henry Ford'un seri üretimle piyasaya sürdüğü T Modeli otomobillere atıftır. Bu söylediklerim, kitabın sonundaki "Ek"te zaten mevcut. Bu ek kitabı ayrıca güzel kılmıştır!
Uygar toplumda insanlar Epsilon Eksi Yarı Moronlar'ından Alfa Çift Artı insanlarına kadar sınıflandırılmıştır. Bu kast sisteminde her kastın kendine ait görevleri vardır ve her kast kıyafetleriyle birbirinden ayrılır. Bu topluma hizmet eden / bu toplumdan hizmet alan şirket-devletin sloganı "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar"dır. Bu düzen içerisinde tüm kastlar hipnopedya (uykuda eğitim) yöntemiyle şartlandırılmaktadır. Bu Yeni Pavlovcu Şartlandırma'yla kastlar üzerine düşenler dışına çıkamamaktadır. Bir şekilde şartlandırmaları aşacak gibi olduklarında da kendilerini kötü hissetmeye ve Soma almaya şartlandırılmışlardır. Bu insan düzeni içerisine Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde dahil alıyoruz. Bu merkez yıllar önce biten doğum yerine "insan" üretme tesisidir ve burada insanlar yapay rahimden doğarlar. Şişe'de ilk döllendikleri andan kastları belirlenmiştir! Bir grup öğrenciyle birlikte bu merkezi biz de tanıyoruz ve bize merkezi tanıtan KŞM müdürü.Kuluçka merkezleri sayesinde tek bir yumurtadan yüze yakın ikiz -yani yüzüz- kardeş üretilebiliyor ki bunlar Bakonovski Grubu adını alıyor.
Böyle bir dünyada, Bernard Marx, kendini dışlanmış hissediyor, kabul görmemiş olmanın oluşturduğu yalnızlaşmayla birlikte uygarlığın ulaşmadığı ve uygarlıktan elektrikli tellerle ayrılmış olan New Mexico Ayrıbölge'sine ziyarete gider. Bu ziyaretten sonra hayatı değişecektir! Vahşi'yi yani John'u uygarlığa getirecektir!
John ve dünya üzerindeki 10 denetçiden birisi olan Mustafa Mond üzerinden ana çatışma işlemektedir: Vahşi Dünya - Uygar Dünya... 16. ve 17. Bölümlerde bu karşılaşma mükemmel bir diyalog sahnesi sunmaktadır! Bunun yanı sıra Helmholtz Watson ile Bernard Marx üzerinden de uyum sorunları, uyumsuzluk üzerine karşılaştırmalı bir bakış sağlanabiliyor! Bernard, sisteme kabul edilmeyişinin kırgınlığını, eksikliğini yaşamaktadır. Oysa Helmholtz sistem saygın bir yere sahiptir ancak sistemde kendini eksik hisseder! İçgüdüsel bir sorgulayış peşindedir!
Kitabın felsefi derinliği başlı başına bir okyanus oluşturmaktadır! Bunun yanında mükemmel kurgusuyla bilim-kurgu ziyafeti sunmaktadır! Karamsar çatı altında toplanan bu unsurlar, üzerine çokça konuşulması gereken bir kitap sunmaktadır!
"Kekeledi.'Hey Cesur Yeni Dünya,' diye başladı, sonra aniden duraksadı, kan yanaklarından çekildi; beti benzi sarardı." (sayfa 188)Vahşi çok ilk defa böyle dillendiriyor Cesur Yeni Dünya'yı!
Kütüphanede mutlaka bulunması gereken, üzerine düşünülmesi gereken bir eser! Kesinlikle not düşmek gerekir ki kitaptaki tüm isimler gerçekte yaşamamış insanların isimlerine atıftır. Mustafa Mond; Mustafa Kemal Atatürk ile Sir, Alfred Mond'a atıftır!
Kitaptaki tüm karakterlerin gerek duyusal gerek kurgusal tahlili kitabın derinliği hakkında bir fikir vermektedir! Bunun yanı sıra, toplum yaşamı, ekonomik yapılanma, toplumda kişi psikolojisi, bireysel psikoloji ve din üzerine birçok unsur barındırmaktadır! Auldous Huxley, Cesur Yeni Dünya; bir şaheser!
"'Öyleyse Tanrı'nın olmadığına mı inanıyorsunuz?'
'Hayır, büyük olasılıkla bir tane var.'
'Öyleyse niye...?'
Vahşi'nin sözünü kesti. 'Fakat insanlara farklı gösteriyor kendini. Modernlik öncesi çağlarda kendini, bu kitaplarda tarif edilen biçimde gösteriyordu. Şimdi ise...'
'Şimdi nasıl gösteriyor kendini?' dedi Vahşi.
'Kendini yokluk şeklinde gösteriyor; sanki hiç yokmuş gibi.' " (sayfa 302)
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait İthaki Yayınları'ndan Ümit Tosun çevirisiyle Mayıs 2011 tarihli 7. baskısı.
Kitap:
İthaki Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
8 Kasım 2013 Cuma
Uç Nokta Fanzin Mayıs 2013
Üç Nokta Fanzin olarak başladıkları yayım hayatlarına Uç Nokta Fanzin olarak isimlerini değiştirmişler. Hem de elimdeki sayıdan sonra. O yüzdendir ki ben de bu yeni isimlerini kullandım. Aslında benim bahsedeceğim sayıları Üç Nokta Fanzin Mayıs 2013 sayısı. Elime geçti ve hiç kaçırmadım! Fanzin'in eskisi yoktur!
İlk dikkatimi çeken "ü" harfinin üzerindeki üç nokta olmuştu. Hemen aldım. Bir bakışla karşılıyor. Kapağı açtıktan sonra "İçindekiler" kısmı var ve "Biz, Kısaca." yazmışlar ve altta da şu alıntı var:
"Resim sessiz bir şiir, şiir konuşan bir resimdir. -Simonides-"Üç Noktayı Mayıs 2013 kısaca yazaym hemen;
Hiçbir Yer Sessiz Değil - Ali C. Yoksuz / Öyküİşte başlıklarla böyle bir sayı! Sayfalar arasında gezerken her an karşınıza bir resim çıkabilir!
Tan Yeri Ağrıları - Nur An / Öykü
Geç Kalmak - Ufkum Ç. / Öykü
Bir Azıcık Sus - Bay Pisuar / Şiir
110 - Gabriel / Şiir
Sakil Mukavemet - Gabriel / Şiir
Hiçbir Yer Sessiz Değil'de Ali C. Yoksuz "Başımdan aşağı boşalan kavramlar beynimi eritiyordu." diyen bir insanın öyküsünü anlatıyor. Üç gün önce intihar etmeye çalışmış bir insan... Yazım bakımından alışık olmadığımız bir son da bizleri bekliyor!
Tan Yeri Ağrıları'nda Nur An bir otobüs yolculuğundaki bir insanı anlatıyor. Bu insana yolculukta eşlik edense Şems!
Geç Kalmak'ta Ufkum Ç. "Çekingenlik ve özgüven eksikliği ile O'na bile geç kalmıştım." insanını anlatıyor! Yakın arkadaşlar ne kadar yakındır...
Sonrasında şiirler!
Bu sayıya aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz:
http://issuu.com/ucnoktafanzin/docs/ucnoktafanzinmayissayisi
Tüm sayılar için aşağıdaki adresi kullanabilirsiniz:
http://issuu.com/ucnoktafanzin
Diğer sayılarını da en kısa zamanda okumayı ümit ediyorum. Upuzun bir yayım hayatı diliyorum.
Uç Nokta Fanzin
İnternet: ucnoktafanzin.blogspot.com
E-Posta: ucnoktafanzin@gmail.com
4 Kasım 2013 Pazartesi
Afrikalı Leo
Amin Maalouf eseri! Yazarın ilk kitabı olma özelliğini de taşıyor! Endülüs'ten Afrika'ya; Avrupa'ya ve Osmanlı'ya açılan bir kapı. Granadalı Muhammed oğlu Hasan'ın bu yolculuğuna eşlik ediyoruz! Babası, Hasan adı veriyor. Ancak yolculukta bir çok isime sahiplik etmeye başlıyor!
Hasan küçükken Granada Hristiyanların eline geçiyor ve ülkeden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Olay örgüsü böylece başlıyor! Bu örgü içinde bazı rastlantılar beklenmedik, bazılarıysa "yok artık" dedirtecek şekilde karşınıza çıkıyor!
Kitabın ilk cümlesi:
"Ben,Hasan tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben." (sayfa 11)İşte isimler böyle tanıtıyor kendini Hasan! Daha ilk sayfadan Medici adını nasıl aldığını merak etmeye başlamıştım. Bu yüzden belki de benzerliği yok-artık-dedirtecek diye niteledim.
"Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyanca’sı konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve benim dualarım, fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim." (sayfa 11)Bu paragraf...
Daha ilk sayfadan vuran bir kitap! Yolculuk uzun. Dört bölümden oluşuyor.
I. Granada Kitabı
II. Fas Kitabı
III.Kahire Kitabı
IV. Roma Kitabı
Bir durak haritası aslında bölümler. Ancak bunlar durmak ile duraklamak arasında. Biz Hasan'ı takip ederken Leo büyüyor! Bir solukta okunuyor. Savaşlar hiç bitmiyor sanki. Leo da sorguluyor bunu.
Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren işler daha da ilginç oluyor. Özellikle de bizim için. Zira biz hep Anadolu tarafından baktık, baktırıldık. Ancak bu pencerenin bir de karşı tarafı var! Türklerden bahsederken Büyük Türk olarak bahsedilmesi de ayrıca ilginç.
Dinler, diller, milletler, savaşlar, yollar arası bir ilişki! Bir seyahatname! Hasan 1488'den 1527'ye kadar oğlu için bir anı kitabı oluşturuyor aslında. Biz de bunu okuyoruz. Yollar arasına sıkışmış hayatların özgürlüğüne bakıyoruz. Yollar akıyor, insanlar akıyor, kanlar akıyor, hayat akıyor. Bu akıma karşı ne yapılabilir?
Afrikalı Leo, bir Amin Maalouf şaheseri.
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait Yapı Kredi Yayınları'ndan Sevim Raşa çevirisiyle Ekim 2012 tarihli 28. baskısı.
Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
30 Ekim 2013 Çarşamba
Eylembilim
Oğuz Atay'ın tamamlanmamış romanı! Eksik kalmış bu hali bile o kadar çarpıcı ki! Tamamlanmış olmasını ne kadar çok isterim oysa! Yetmedi, tadı damağımda kaldı.
Oğuz Atay'la ilgili olarak şunları da söylemem gerekir, ülkemizdeki öğretim görevlilerin mutlaka ama mutlaka okuması gereken bir eser! Oğuz Atay'ın analitik zihnini tanımak gereklidir!
Eylembilim'de bir üniversitede "akademisyen" olan Server Gözbudak'ın gözünden öğrenci hareketine bir bakış! Server Gözbudak'ın zihinsel çatışmaları uzun bir uykudan sonra uyanır. Fakültesinde ise öğrenci hareketi mevcuttur! Bu hayatın tam ortasında Server Hoca'nın yarım kalmış arayışının başlangıcına eşlik ediyoruz.
"Adnan Targa, kendisi değildi ki; Adnan Targa bir dekandı ve 'statüko'nun her ne pahasına olursa olsun savunmasını yapmak durumundaydı. Bu nedenle ek ödenek alıyordu, bu yüzden ayrı bir çalışma odası, bu nedenle sekreteri vardı." (sayfa 49)
"Öldürülen gencin hikâyesi, 'görgü tanıkları' tarafından bir türlü anlatılıyordu, morg raporlarında başka türlü yazıyorlardı. Mecliste 'muhalefet mensupları' kürsüden başka türlü dile getiriyorlardı. Sonra bir akşam, çıplak bekâr odasında 'merhumun yakınları' olayı, daha önce anlatılanlardan çok başka bir biçimde, olağanüstü bir havada arkadaşlarına yansıtıyorlardı. Bence insanlar bu yüzden anlaşamıyorlardı: Herkes başka dili konuşuyordu." (sayfa 51)Oğuz Atay kendine has üslubuyla yine alıp götürüyor bir bütünlüğün içinde! 'Olay'ların varlığı kaçınılmaz bir gerçekken günümüze o kadar uzak olmayan durumların bugünlerde de tezahür ettiği gerçeği de yadsınamaz! Bu romanın bugünlerde daha başka bir önemi de işte budur. İyi okunması, iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. Server Gözbudak'ın yarım kalan yaşamının devamı konusu ise tahayyülümüze kalmıştır.
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olup İletişim Yayınları'ndan 2011 yılında basılmış 13. baskısıdır.
Kitap:
İletişim Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Alfabe Fanzin Sayı 5
Beşinci sayı; Kasım sayısı çıktı! Mükemmel bir kapak ve içkapak ile! Alfabe'nin kapaklarını her zaman sevmişimdir. Ön kapak Kay Nielsen'den, arka kapak Merve Dabağoğlu'ndan ve ön iç kapakla, arka iç kapak da Pat Perry'den. Sayfaları süsleyen illüstrasyonlarsa Raquel Aparcio, Tutku Can T. ve Merve Dabağoğlu'ndan!
Çizgilerden sonra kelimelere.
Muhteviyatı:Bu içeriği, muhteviyatı nitelemek için hangi sıfat kullanılır ki? Dolu, -pekiştirelim- dopdolu!
Sunuş; Dağınık Yatak ve Notlar - Ömer Kaçar
Öykü;
O'nun Adı Mutluluk - Samet Yangın
Ölüm İle Yaşam Arasındaki Diyalog - Canset Er
Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Seviyorum Seni - Umut Tugay Temel
Düzyazı;
Kasımda Buluşalım - Birce Altın
Bir Arka Sokak Bir Simsarın Paslanmış Diye Not Düşmediği - Fırat Akova
Ben, Nasılım? - Hilal Yıldırım
Anı; Memleket - Nesrin Er
Deneme; Plaza İnsanı - Ufuk Dönmez
Şiir;
Çatısı Olmayan Seviş - Berk Çetin
Bir Fil'in Sahne Eleştirisi - Burak Çıkrıkçı
Ayin - Müslüm Çizmeci
Ayaz Yemiş Hatıralar - Cemil Aydın
Tut Çek Bırak - Oktay Yılmaz
Müzik; Hacı Nedir Bu "Sount"? - Özgür Ulusoy
Tiyatro; Sistemin 'İnsan' İnşası: "Gişe" - Ömer Kaçar
Kitap; Kısa Alanlarda Bir Gamlı Prenses - Eyüp Tekin
Film; Zamanda Aşk (About Time) - Ömer Faruk Güler
Sunuş'ta Ömer Kaçar karşılıyor bizi. "Alfabe'nin yaratım süreci devam ediyor." ile başlayıp "Nietzsche'nin bıyığı geldi aklıma." ile bitiyor. Dağınık Yatak ve Notlar, haliyle bir yoğunlaşmadır kaousun içinde yazım! Ayrıca soruyor Kaçar; "Yaşamak bir alışkanlık mı?" Kendi vardığı sonucu da bizimle paylaşmış ki Sunuş'ta okuyabilirsiniz.
Daha sonra ben çıkıyorum karşınıza. Bu noktada öykümden çok duygularımdan bahsetmek isterim. Beş sayı olmuş. Fanzin'in ilk sayısını okuduğum zaman beş ay öncesi demektir. Bu beş ayda birbirinden güzel sayılar okudum. Sayfalar arasında geçtikçe başka hayatlar ekrana yansıdı, odayı kapladı. Tüm ekibe ne kadar teşekkür etsem azdır. Aralarında bulunmayı çok sevdiğimi her fırsatta dile getiriyorum!
Ölüm İle Yaşam Arasındaki Diyalog'u Canset Er'in kaleminden okuyoruz. Yaşam ve Ölüm, korkutmuyor. Dehşet yerine dinginlik saçıyorlar! Ne güzel bir denge. İnsan var bu efsanede bir de! Yaşam, Ölüm'e açıklıyor: Seni öldürecekler. Ünlem yok. Noktalı.
"Her şeyde böyle değil midir? Son, var eder başlangıcı. Şimdi kelimeler konuşurken benim için, yazıya dökülürken bir bir, sen karışmışken onlara ve ben koyarken noktayı; bir başkası başlar. Bir başka varoluşa devam eder sözler."
Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Seviyorum Seni geçen sayıda yarım kalan öykünün devamı. Umut Tugay Temel bir aşk hikayesi anlatıyor; sona doğru sürüklenirken aslında, kapıları açılıyor, hiç yaşanmamışlığın.
"Mutfak tezgahının üzerinde duran telefonuna ulaşmak için salonun zeminini tez canlılıkla adımlamaya koyuldu. Birden ayak tabanında yoğun bir acı hissetti. Ardından akan kanın sıcaklığına teslim olan gıdıklanışları... Ne olduğunu görmek için yere baktığında sabah kırdığı porselen çaydanlığı tamamen unuttuğunu fark etti. Akan kana ve acıya aldırmadan telefona ulaşana dek ayaklarını paramparça ederek, kırık porselene basa basa ilerledi. Unutulan şeyler nasıl da acıtıyordu insanın canını!"Böylece hikayeler bitiyor. Düzyazılarda sıra.
Kasımda Buluşalım'da Birce Altın, Kasım ayından yola çıkıyor. Bütünü, insanı kavramış, ona uyum sağlamış. Zor da olsa. Kelebek çıkıyor karşısına. Kelebek oluyor, onunla; ona. Masalsı, şairane bir üslupla okuyoruz.
" Karanlığı yaralamak adına bu satırları karalarken perdeyi açtığımda karşılaştığım pencere dibindeki pembe kelebeğim. Beton yığınının içinde ne işin var senin? Bu kadar yükseğe uçman da mümkün gözükmüyor. Nereden geldin zavallım, ne yapacaksın bu kadar yüksekte? Hadi, kon elime. Baksana, bir an kendime benzettim seni. Benim gibi uzak diyarlardan gelmişsin, buralara ait değilsin. Yoksa senin de mi geride bırakmak istediklerin vardı? Unutmak ve arınmak istediğin bir geçmişin, kim bilir?"Bir Arka Sokak Bir Simsarın Paslanmış Diye Not Düşmediği; Fırat Akova, arka sokoğa giden dolambaçlı bir yola çekiyor bizi!
"Bir arkada sokak açıldı içimde, ipuçları / çobanların kütüphanelerinden geçmişti. Deniz fenercilerinin / puslarından. Geriye sarılmakta olan kasetlerden ve. Varlığıma / dağılıyordu şimdi şimdi."Ben, Nasılım?; Hilal Yıldırım'ın kaleminden. "Boşluk da benim reçetem mi?" diye soruyor. Cümleler boşluklu yazılıyor. Bir insan üzerine bakış!
"Her gün yeşil çay içip en az dört saat uyuyacağıma dair kendime söz verseydim mesela, altını çize çize okuduğum kitapları bazamın altındaki valize saklardım... Belki de cebimdeki buruşmuş eski kelimeleri koyardım yerine, masamın üstüne. Rengârenk olurdum, kalan son kardan adamların gözlerine birer jelibon da yapıştırdık mı tamam işte."Nesrin Er, Memleket ile bir anı yazıyor bizlere. Memleket hasreti, gurbetlik meselesi üzerine bir eğiliş. Nesrin Er, hayalleri anlatıyor bir bakıma.
"Neşeliydi, espriliydi. Hollanda'ya on altı yaşında gelmişti. Orada geçirdiği on yıl Türkçesinden hiçbir şey kaybettirmemişti. Türkiye'de kalanları Türkçesinde sakladığını hissederdim."Ufuk Dönmez, Plaza İnsanı denemesinde, plaza insanlarına atarlanıyor. Pazartesi sendromundan yola çıkarak ofis yaşamı çerçevesinde iş dünyasını irdeleyen Ufuk Dönmez, -belki de hepimiz adına- bir itirafta bulunuyor:
"Bu yazıyı yazmamın nedeni bir zaman sonra benim de bir plaza insanına dönüşmemden korkmam sebebiyledir."Berk Çetin Çatısı Olmayan Seviş'e
"Bak saksıları rüyayla doldurdum ölümle taştılar.dizeleriyle başlıyor.
Bu da etimden sıyrılıp sıyrılıp göçebe sevişen Tanrı korkusu."
Burak Çıkrıkçı, Bir Fil'in Sahne Eleştirisi'ne
"öldükçe çoğalır kimi,dizeleriyle başlıyor.
çok gülmüştük o gece, neydi o?"
Müslüm Çizmeci, Ayin'e
"şeytanıma-dizeleriyle başlıyor.
çürük iskeletler biriktirdim sana
her parçayı kendimden
diktim ve gömdüm"
Cemil Aydın Ayaz Yemiş Hatıralar'a
"ıslak çoraplarımın içindeki ayaklarımıdizeleriyle başlıyor.
buz tutan bıyıklarımı
şubat ayazını anlatıyorum şimdi"
Oktay Yılmaz, Tut Çek Bırak'a
"soğanı tuza banarak dinerdi huzurun kusursuzluklarıdizeleriyle başlıyor.
diriliğin viyana'nın filarmoni orkestrası"
Özgür Ulusoy mizahi üslubuyla bizi müziğin "sount"una götürüyor. "Nedir, ne değildir"i incelerken tarih yolculuğuna da çıkıyoruz. Eğlenerek, geyik sırtında müzikal bir yolculuk Hacı nedir bu "SOUNT" ?
Ömer Kaçar, Sistemin 'İnsan' İnşası "Gişe"sinde Kocaeli Şehir Tiyatroları'nın kukla oyunu olan Gişe'yi inceliyor. Oyunu izlemek isteyenler 13 Kasım'da SDKM Tatbikat Sahnesi'nde saat 18:00'de izleyebilirler. Kocaeli Şehir Tiyatroları'nın Kasım 2013 oyun düzenini buradan görebilirler. Ömer Kaçar'ın incelemesine döndüğümüzde Kaçar'ın girişi çok ince bir noktaya işaret etmektedir:
"Sahnede, 'insan' yerine bir kuklanın varlığının nasıl bir etki uyandıracağını ve insandaki kontrol etme arzusunun sahnede nasıl oluştuğunu hep merak etmişimdir."
"Oyundaki güldürü öğeleri zaman daraldıkça seyirciyi 'kahkahadan gözyaşlarına' götürüyor. Çünkü bizler de seyirci olarak, tren istasyonuna saat sormaya gelen adam gibi sistemin kurbanı olduğumuzu içimizde hissediyoruz."Kitap incelemesinde Eyüp Tekin, Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk eserini bizlere sunuyor:
"Eğer, hayatınız dayanılmaz bir hâl almışsa, etrafınızdan sıkılmışsanız ve yaşadığınız yeryüzü size rahat vermiyorsa, o zaman gamlı prensese sığının."Ömer Faruk Güler, Zamanda Aşk (About Time) filminin tanımıyla karşımızda.
Muhteviyatın sonunda alışık olduğumuz Mantar Pano bu sayıda yok, onun yerine Düşünce Platformu kendini bize gösteriyor.
"Alfabe Fanzin 6. sayısı için yazarlara açık bir düşünce platformu oluşturuyor. Her ay belli bir konuda ele alınacak sorunsal ile herkes kendi düşüncesini paylaşabilecek. Yazılı düşünceler fanzinin yeni sayısında yayımlanacak.E-Posta: alfabefanzin@gmail.com
Nedir, ne değildir?
Ortaya özellikle edebiyat dünyası ve yazınsal metinler ile ilgili sorunsallar atacağız. Sizler de bu sorunsalla ilgili düşüncelerinizi, fikirlerinizi, iç salınımlarınızı, varsa makale ve diğer çalışmalarınızı paylaşabileceksiniz. Hatta konuyla ilgili yaşadığınız, tanıklık ettiğiniz olaylardan bile örnekler verebileceksiniz.
Bu ayki sorunsal ne?
Bilindiği gibi edebiyat, gündelik dilin üstünde çok anlamlılığı içerir, hissettirir, düşündürür; anlayıp da anlatamadıklarımızı dile getirir. Yazınsal metnin temel özelliği çok anlamlılıktır. Edebiyat, yazınsal metinler ile okuyucuya estetik bir duyarlık kazandırmayı amaçlar. İşte, geldik konumuza. Burada amaç olarak kastettiğimiz şey bir kaygı mıdır? Bunu merak ediyor, irdelemeye çalışıyoruz.
Yani?
Sizce edebiyat, bir kaygının ürünü olarak mı ortaya çıkar? Bir edebiyatçı, yapıtını oluştururken -kimine göre sancılı süreç- kaygı duyar mı? "Güzellik" amacını içinde barındıran edebiyat sanatı, altında bir kaygı mı gizliyor? Okuduğunuz edebiyatçıların bu anlamda kaygılı olduğunu düşünüyor musunuz? Siz, bir bakıma edebiyata ilgi ve alakanız neticesinde ürettiğiniz yazınsal metinlerin üretim aşamasında kaygı duyuyor musunuz? Tüm bunlar bir kenara, kaygı nedir?
Ne yapacağım?
Sizden istediğimiz ve beklediğimiz yazılı ifadelerinizin maksimum yarım sayfa, mümkünse bir paragraf olmasıdır. Bir cümle bile paylaşabilirsiniz.
yazılar alfabefanzin@gmail.com adresine gönderilecek.
Ed. N. Son gönderim tarihi 15 Kasım'dır."
25 Ekim 2013 Cuma
Birtakım İnsanlar
Sait Faik Abasıyanık romanı ve onun da ilk romanı. Bir takım işler dönüyor bu dünyada bir takım insanların çevresinde. Muhteşem bir kurgu! Bir uzaklaşıp bir yaklaşan olayların cereyanında insan doğasına dair görüntüler mevcut! Mükemmel bir eser!
Bu kitapla birlikte kütüphane sezonumu da açmış oldum!
Olaylara Berber Dimitro'nun dükkanında dahil oluyoruz. Berber Dimitro'dan Ali Rıza'ya sıçrıyoruz ve bir çok karakter daha! Bir takım insanların tadı da burada! Sait Faik öykücülüğünü romanına aktarmış!
Bir dalgalı denizde seyahat misali her an kendimizi başka bir kıyıda bulabiliyoruz! Geldiğimiz kıyıları tam unutmuşken tekrar karşımızda görmekse bir başka şaşkınlık!
Kitaba başlarken şu not dikkatleri çekiyor:
" Birtakım İnsanlar ilk kez 1944 yılında Medarı Maişet Motoru adıyla Yokuş Kitabevi tarafından yayımlandı. Sait Faik kitap nedeniyle yargılandığı için 1952'de Varlık Yayınları tarafından yapılan ilk baskıda kitabın adı Birtakım İnsanlar, romanda geçen "Medarı Maişet" adlı motorun adı da "Ceylânı Bahri" olarak değiştirildi."Romanda olaylar birbirine pamuk ipliğiyle bağlıdır. Kimileri bu anlatımı sevmemiştir. Dağınık üslubunun da bir eksi olduğu görüşündedir. Ancak ben bunun tersini düşünmekteyim. Esere uygun bir şekilde insandan insana geçen, insanlar arasındaki bağı, üslupla özdeşleştirmek bir meziyet işidir! İnsan gibi, dağınık bir varlığı hem de sosyal yapısı içinde anlatırken bu dağınık anlatış şekli çok güzel olmuştur.
İstanbul'dan Sakarya'ya kadar uzanan bu olaylar zincirinde insanların hayatlarına yargılayıcı olmayan bakışlarla nazar ediyoruz.
"Ali Rıza Kaşık Adası'na yanaştırdığı sandalını çakıllara çekti. Sonra da hemen, sandalın burnu hizasına bağdaş kurup oturdu. Uzun zaman mühim şeyler düşün. -Mühim diyoruz ama, bu kendi kendimize verdiğimiz bir peşin hükümden başka bir şey değildir. Doğru olması bir şey ifade etmez. Bir insanın mühim veya saçma şeyler düşündüğünü nasıl bilebiliriz." (sayfa 36)
" -Benim, dedi, babam bahçıvan ırgadı olmasaydı, ben de sizler gibi adam olurdum, okurdum, okumak bilsem okurdum da uyumazdım." (sayfa 42)
"Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. " (sayfa 67-68)Bol karakterli bir roman. Karakterlerin birbirini bulması, bulamaması, anlatılanlar ve anlatılmayarak anlatılanlar! Hepsi iç içe. Okunması gereken kitaplardan!
Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nden Yapı Kredi Yayınları'nda Ocak 2004 tarihli 6. baskısıdır. Hal böyle olunca İzmit alıntısı yapmamak olmaz:
"İzmit Körfezi bir şimal fiyordu güzelliğini almıştı. Pencereden bir Golfstrim havası giriyor, iki sahil arasında aşı boyaları yer yer gözüken heyula bir şilep geçiyordu."Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
23 Ekim 2013 Çarşamba
Hasret
Canan Tan eseri. Kurtuluş Savaşı dönemi. Savaş öncesi; insanların etnik kimlik sebebiyle insanları ayırması; mübadele sonrası araya giren mesafeler; dönüşü olmayan bir aşk! Aşk temelinde toplum kişiliklerini sorgulayan bir kitap.
Tacettin ile Patricia arasındaki aşkta Tacettin'in yaptıklarına veya yapamadıklarına kızmamak elde değil! Öyle veya böyle olayların gerçekleşmesi her iki tarafına yıpratıyor. Böylece aynı zamanda bir içe yöneliş başlıyor!
Tacettin, Hacı Ali Bey'in on çocuğunun en küçüğüdür. Keskin'de yaşayan bu hatırı sayılır aile Tacettin'in Patricia ile olan aşkını tasvip etmez! Mübadelenin gelip çatmasıyla aşkın etrafını bir kaos sarar! İnsanlar vatan bildiği topraklardan kopartılırlar!
Canan Tan'ın "Teşekkür"ünde şu ibare ayrıca dikkatimi çekmiştir:
"Selanik Kalamaria'daki Mübadele Tarih Arşivi Dairesi'nde, oraya giren ilk Türk olduğumu söylerek, saatler boyu yazılı ve görsel bilgileri cömertçe sunan değerli tarihçi Maria Kazancidu'ya,"Ne kadar önemli bir adımdır aslında bu! Bu adımın neden çok daha önce atılmadığı sorgusu başlar. Toplumlar arası ilişkide sanatçının ne kadar büyük bir role sahip olduğu bir kere daha açığa çıkıyor! Bu noktayı belirtmeden geçmek kesinlikle olmazdı! Zira toplumsal kimlik çatışmaları üzerine Tacettin'in gözünden bir bakış çok önemlidir!
" 'Senin isteğinle olsa keşke' diye söylendi Aris. 'Sen hiç Müslüman olmayan bir kızla ya da kadınla evlenmiş Müslüman bir erkek gördün mü şu Keskin'de?'
'Görmedim. İlk evlenen ben olurum. Ne var bunda?'
'O kadar kolay değil be Tacettin' dedi Artin.
'Neden? Bunca yıldır kardeş gibi yaşayıp gitmedik mi? Bayranlarımızı, seyranlarımızı beraberce yaşamadık mı?'
'Doğru' dedi Aris. 'Kurban bayramlarında kesilen etleri dağıtırken en önce bize getiren sendin. Paskalya çöreklerimizi koşa koşa size taşıyan da Artin'le ben. Ama farklı dinden biriyle evlenmeye kalkmak meşakkatli iş be arkadaşım.' " (sayfa 47-48)
"Neden olmasın? Aralarında hiçbir bağ olmayan iki yabancının dertleşmesi, karşısındakine içini dökmesi çok daha kolaydır aslında. Kimse kimseye karışmaz bu geçici beraberlikte, şunu neden yaptın diye hesap sormaz. Suçlama, aşağılama, kınama, sorgulama yoktur aralarında. Biri derdini anlatır, diğeri dinler. Anlatan hafifler, ferahlar; dinleyen karşısındakinin ferahından pay alır." (sayfa 245)Bir toprak öyküsüdür aslında Hasret! Koparılışların yarası!
Bendeki kitap Doğan Kitap'tan Mart 2013 tarihli baskısı olmakla birlikte Canan Tan imzalı!
Kitap:
Doğan Kitap
Kitapyurdu.com
İdefix.com
18 Ekim 2013 Cuma
Ağrıdağı Efsanesi
Yaşar Kemal'den mükemmel bir eser daha. Ağrı Dağı merkezinde, aşkla birlikte toplumsal bir hareketin temeline iniliyor! Bu aşk hikayesinde her şey Ahmet'in kapısının önüne gelen bir atla başlıyor. Ahmet atı üç kere kavşağa kadar götürüyor, at geri geliyor. At artık Ahmet'in olmuştur. Aradan zaman geçiyor ve atın sahibi ortaya çıkıyor! Gelenekleri bilen bu eski at sahibi yine de atını istemektedir! Ancak eski at sahibinin kızı gönlünü Ahmet'e kaptırır.
"Ve her yıl Ağrıdağında bahar gözünü açtığında,çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağının, güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrıdağının harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağının öfkesini çalmaya başlarlar. Bu, gün doğumundan gün batımına kadar sürer. Bu arada, tam gün kavuşurken gölün üstünde kar gibi ak küçücük bir kuş dönmeye başlar. Sivri, uzun, kırlangıca benzer bir kuştur. Gölün üstünde hızla döner. Uzun, ak halkalar çizer üst üste. Ak halkalar tel tel gölün som mavisine düşer, tam günün battığı anda kavalcılar çalmayı keserler. Kavallarını bellerine sokup doğrulurlar. Gölün üstünde bütün hızıyla uçan kuş tam bu sırada göle şimşek gibi çakılırcasına iner, bir kanadını suyun mavisine daldırır kalkar. Böylece üç kere daldırır, sonra da uçup gider, gözden ırar, yiter. Ak kuştan sonra çobanlar da sessiz, birer ikişer oradan ayrılır, karanlığa karışır, çekilir giderler." (sayfa 9-10)Yaşar Kemal'in kendine has üslubuyla, bu efsaneyi sonuna kadar yaşıyoruz! Ağrı Dağı'nın öfkesini de işitiyor, koruyuculuğunu da hissediyoruz! Kavalları da dinliyoruz.
"Ağrıdağı dünyanın üstüne oturmuş ayrı bir dünya gibidir, ağır, heybetli.Çok zaman Ağrının başı dumanlıdır. Bazı da bulutların yerini savrulan yıldızlar alır. Top top, dönen, bir boranda esen. Güneş uzun geceden sonra Ağrının böğründen bir kıpkızıl ateş harmanı gibi çıkar." (sayfa 82-83)Kitabın kapağındaki resim Abidin Dino'ya ait. Ayrıca kitabın sayfaları arasında Ağrı Dağı'nın efsanesinin resimleri mevcut! Tabi ki Abidin Dino tarafından resimlenmiş.
Yaşar Kemal üstadın kaleminden bir efsanevi aşk!
Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Mayıs 2013 tarihli 31. baskısı. Yapı Kredi Yayınları'nda ilk baskı Ocak 2004 tarihli. Kitabın ilk baskısı 1970 yılında Cem Yayınevi'nden.
Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
16 Ekim 2013 Çarşamba
Hiç Kimse Sıradan Değildir
Markus Zusak'tan bir şaheser. Bir iskambil destesine kaç hayat sığar? Ed Kennedy, bu destenin peşine düşüyor! Arayışı başka hayatlar izinde ilerlerken kendini buluyor. Bu arayışı kendisine gelen Kare As kağıdının üzerindeki üç adresle başlıyor.Başta Ed Kennedy bunun anlamını çözemiyor. Ancak zaman ilerledikçe ve verilen adresleri izledikçe ne yapması gerektiğini anlıyor.
Markus Zusak'ın üslubu da kitabının konusu gibi! Yalın ve sakin! Sıradan. Ancak bu üslup o kadar yakışmış ki! Okunması gereken kitaplar arasında! Bahsedilen hayatların bir noktasında kendimizi bulmamız işten bile değil! Hikayeyi de bize Ed Kennedy anlatıyor!
Ed Kennedy'ye çok ilginç bir öyküde eşlik ediyoruz ve bu, biz Kuzey Yarımkürelilerin pek alışık olmadığı Güney Yarımküre'de -Avustralya'da- gerçekleşiyor!
Kitabın kapağına de değinmek istiyorum. Hiç başlığı'nda dört iskambil işaretinin de olması ayrıca dikkatimi çekti. Kapak Yasin Öksüz'ün imzasını taşıyor.
Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri'nin çevirisiyle Mayıs 2013 tarihli baskısı.
Martı Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Markus Zusak'ın üslubu da kitabının konusu gibi! Yalın ve sakin! Sıradan. Ancak bu üslup o kadar yakışmış ki! Okunması gereken kitaplar arasında! Bahsedilen hayatların bir noktasında kendimizi bulmamız işten bile değil! Hikayeyi de bize Ed Kennedy anlatıyor!
"Evet, Dylan on dokuz yaşındayken yıldız olmanın eşiğindeydi. Dali dahi olma yolunda ilerliyordu. Jeanne d'Arc tarihteki en önemli kadın olduğu için kazığa bağlanıp yakılmıştı. Ed Kennedy'yse on dokuz yaşında posta kutusuna gelen o ilk iskambil kağıdını bulmuştu." (sayfa 46)
"Bir an için basit, sorunsuz Ed olmaktan mutluluk duydum. Edward, Edmund ya da Edwin değil, sadece Ed." (sayfa 86)Bayram gününe denk gelen bu günde bayramınızı da kutlarım!
Ed Kennedy'ye çok ilginç bir öyküde eşlik ediyoruz ve bu, biz Kuzey Yarımkürelilerin pek alışık olmadığı Güney Yarımküre'de -Avustralya'da- gerçekleşiyor!
Kitabın kapağına de değinmek istiyorum. Hiç başlığı'nda dört iskambil işaretinin de olması ayrıca dikkatimi çekti. Kapak Yasin Öksüz'ün imzasını taşıyor.
Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri'nin çevirisiyle Mayıs 2013 tarihli baskısı.
Martı Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)