Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2022 Perşembe

Leibowitz İçin Bir İlahi

0 yorum
Merakla başladığım bir kitap birazcık hayal kırıklığına uğrattı. Nedenlerine gelmeden önce merakımı uyandıran arka kapak yazısıydı.

Nükleer savaş sonrasında dünyadaki yaşam neredeyse yok olmuştur. Cehalet evrensel hale gelmiş ve kitaplar yakılmış, hatta okuma yazma bilenler öldürülmüştür.

Beni yakalayan cümle bu oldu. Buradan sonra kitap içerisinden bilgiler olabilir.
Ben ne bekliyordum? Fahrenheit 451 distopyası değil elbette. Cehaletin yükseliği beni cezbetmişti. Nasıl da benziyor acaba diye. Kitap Hırsızı'nda olduğu bir var oluş çatışması da değil. İnsanlığın nasıl gözünü kan bürüyordu? Savaştan çıkmış bir insanlık nasıl daha çok kan istiyor ve kana doyamıyordu?

Leibowitz İçin Bir İlahi'de elbette bu konular işleniyor. Kitap üç bölümden oluyor. Ben bunları şöyle böldüm: Yakın Sonra, Unutanlar, Savaşanlar. Tarihin tekerrürü üzerine.
Kitap ise şöyle bölümlenmiş:
Fiat Homo -İnsan Olsun-
Fiat Lux -Işık Olsun-
Fiat Voluntas Tua -Senin İstediğin Olsun-

Kitabın ilk bölümü beklediğim gibi başladı. Bir kült yok olmuş kitapları ve bilimi arıyordu. Kültün ilginç amacı kitapları bulup dünyanın geri kalanından saklamaktı. Cehalete olan övgünün nereden geldiğini çok geçmeden öğrendim.
Bunu yapanları taşa tutalım ve karınlarını deşelim ve yakalım onları. Bu suçu işleyenlerin, uşakları ve bilgeleriyle birlikte, soylarını kurutalım; tüm eserlerini, isimlerini, hatta anılarını yakarak yok edelim. Onları mahvedelim ve çocuklarımıza bunun yepyeni bir dünya olduğunu ve daha önce olup bitenleri bilmemeleri gerektiğini öğretelim. Büyük bir saflaştırma yapalım ve dünya yeniden başlasın. (Sayfa 78)

Yıllar geçmiş ve İsa'dan Sonra 3100'lere kadar gelmişiz. Peki Leibowitz bu yıllarında neresinde? Kitaba bu ismi veren kişi kimdir ve ona neden ilahiler okunuyor?

"Beni yanlış anladınız, Sayın Dahim. Keçi suçlanmayacak, tam tersine kutsanıp şereflendirilecek! Aziz Leibowitz'in size gönderdiği taçla taçlandırın onu ve doğmakta olan gün için ona şükranlarınızı sunun. Sonra suçu Leibowitz'e yıkın ve onu çöle sürün. Böylece ikici tacı takmak zorunda kalmayacaksınız . Hani şu dikenli olanı. Onsa sorumluluk diyorlar." (Sayfa 242)

Bunu anlamak için kitabın sonunu bekleyeceğimi düşünüyordum. Sadece ilk bölümün sonunu beklemem gerekiyormuş. Neden bu kadar erken cevaplanmıştı sorum? Leibowitz'in kim olduğunu öğrenince kültün detaylarını okuyacağıma dair umutlarım da söndü. Ezberciler gitti. Kazıcılar unutuldu. Kopyacılar'a teşekkür bile edile edilmez oldu.
"Cehalet kraldır. Onun tahtından indirilmesi birçoklarının işine gelmez. Birçokları bu karanlık monarşi sayesinde parasına para katar. Onlar cehaletin maiyetidir ve onun adına insanları dolandırıp yönetir ve bu arada kendileri daha da zengin olup güçlenirler. Okuryazarlıktan bile korkarkarl, çünkü yazılı söz düşmanlarını bir araya getirebiliecek yollardan birisidir. Sİlahları keskince bilenmiştir ve onları ustalıkla kullanırlar. Çıkarlarının tehdit edilmekte olduğunu hissetiklerinde dünyaya savaşı dayacaklar ve bunu izleyen şiddet bildiğimiz şekliyle toplumsal yapı tamamen harap oluncaya dek sürecek ve yerini yeni bir toplum alacak. Üzgünüm. Ama ben böyle görüyorum." (Sayfa 252)
Kitap zaten bu kültteki bir çömezin pederlik yolundaki sınavıyla başlıyor. Peki neden peder diye de ilk bölümün sonuna kadar kendime sordum. Nereye yönlendirecekti bizi pederler ve Leibowitz'in pederlerle ilgisi neydi ki?

Vikipedi'de Leibowitz adında bir profesör, arama sonuçlarında ilklerde çıkıyor. Ona bir atıf mıydı acaba? Neden bir Yahudi soyadı? Bunu bana sordurtan yine kitabın kendisi oldu. İlk bölümde cehalete karşı kült ya da tarikat yapılanması ikinci bölümde Hristiyan yapılanması olarak karşımıza çıkıyor.

Böyle olunca neden bir Yahudi isminden bahsediliyor? Gel gelelim Leibowitz'in kim olduğunu önceki bölümde öğrenmiştik. İkinci bölümde -yıllarımız İsa'dan Sonra 3700'leri gösteriyor- Leibowitzi'in adı devam ediyor ancak bir geçiş dönemi yaşanıyor. Aydınlanmayla birlikte bir çatışma, bir aç gözlülük çağı doğuyor tekrar. Siyasi yapılanmalar değişiyor ama tarikat bu yapılanmadan hariç kalmak için çaba gösteriyor. 

Sonuncu bölüm; ismiyle uyum içerisinde. Konunun biraz daha toparlanacağını düşünürken biraz daha içe dönüş gibi oluyor. Düşünceler kopuklaşıyor, zamana yayılıyor. Olaylar yine olacağına varıyor. Bu sefer kurtuluş için bir B planı düşünülmüş. Bir kaçış hikayesine bürünüyor. Bir ya da bakış açısını değiştirirsek bir kurtuluş hikayesi.
"Hangisine inanacağız? Ya da aslında fark eder mi? Eğer katliama katliamla, tecavüze tacavüzle, nefrete nefretle karşılık verilecekse, kimin baltasının daha kanlı olduğunu sormanın bir anlamı kalır mı?" (Sayfa 328)
Kitapta ilerlerken dinin bizi kurtaracağını ve ışığa yönelteceğini okumaya başladığımı hissettim. Bu da sonlara doğru beni koparttı. Bir dinin kendi içindeki bölümlerinin kültleşmesinin merkezdeki yapıyı daha da güçlendirerek dini bir sağlamlık sağlıyor. Bunu anlatmak istemiş olabilir mi  Walter M. Miller JR gerçekten? Bu merkezdeki yapılanma insanlığı kurtaracak planlara mı sahip oluyor?

Yahut tarih tekerrürden ibarettir olarak özetleyebilir miyim?
... ne şair ne de dekan agnostik varsayımlarından vazgeçmişler ve şu sonuca varmışlardı: Non cogitamus, ergo nihil sumus (Sayfa 354)
Descartes'ın söylediğinin zıttı galiba. Biz neden hiçiz? Savaşı önleyecek kanunların neden çıkmadığı sormadığımız için? Üçüncü sayfa haberlerinde işlenen cinayette kullanılan silahın nereden temin edildiğinin haberi olmadığı için?

23 Ağustos 2022 Salı

Tiamat

0 yorum

 İhsan Oktay Anar'ın çok zamandır beklediğim kitabı. İhsan Oktay Anar yayınevi değiştirmiş, bu sefer kitap Everest'ten geldi. 

Tiamat kelimesinin sözlük.gov.tr'de karşılığı bulunmamaktadır.

Vikipedi'ye göre Tiamat kelimesinin kökeni Akadca yahut Yunanca'ya dayanmaktadır. Antik Mezopotamya tanrıçasıdır. İlkel tuz denizi tanrıçasıdır ve yaratılıştaki kaosun sembolü. Parıldayan olarak tanımlanır.

Deniz tanrıçası Tiamat.

İhsan Oktay Anar kendinde harmanladığı akımları çok keyifle okutuyor. Etiketler artık çok meşhur olduğu için kitabın benim için etiketlerini de aktarayım: #steampunk #korsan #deniz #korku #gerilim #macera

Buradan sonra kitap içinden alıntılar vardır. 

Tahtelbahir seyirdeyken uğursuz bir sanduka bulunur. Sandukanın esrarı, denizlerin dibinde kalması gerekirken gün yüzüne çıkar! Bu gün yüzüne çıkış; mürettebattan bir kişinin kolunun koparak sandukanın içinde sıkışmasıyla başlar. Yaralıyı yatakhanede dinlendirirken, yaralı bir anda kaybolur ve yaralının yatağındaysa kopan kol tek başına durmaktadır!

Tahtelbahir'in derinliklerinden; sandukayı kilitledikleri yerden; tuhaf sesler gelir, karanlık uyanmıştır içerisinde alevler ve kızıllığıyla.

Tiamat kimin mi ismi? Ölen gerçekten ölmüş müdür? Ölenlerin sesini duyabilir miyiz?

Kitap çok hızlı bitti, şimdi bekle ki gelsin yeni kitap. Tekrar tekrar okuruz bu arada. Ancak yayınevi değişikliği beni şaşırttı. İletişim'den beklerken kitabı... 

Kitap:
Everest Yayınları
Alfa Kitap
Kitapturdu.com
Idefix.com
Bkmkitap.com

19 Nisan 2022 Salı

Kayıp Tanrılar Ülkesi

0 yorum

 Ahmet Ümit'in 2021'de çıkarttığı son kitabı, Kayıp Tanrılar Ülkesinde Başkomser Nevzat romanı değil. Ama... Amasını; kitabı okuduysanız biliyorsunuz. Kitabın kapağı benim için ayrıca bir albeniye sahip. Anadolu topraklarındaki medeniyetlerin derinliği büyüleyici bir etkiye sahip. Antik kentlerin bir zamanlar capcanlı olduğunu hayal etmek bende tuhaf duygular oluşturur. Bir zamanlar o; ellerle biçimlendirilmiş mermerler üzerinde insanların hareket etmeleri, yaşamaları, düşünmeleri beni gülümsetiyor.

Bu kitapta da Ahmet Ümit bu kentlerden birisine geliyor: Bergama Akropolisi.

Yıldız Başkomser Berlin polis teşkilatında çalışan bir Türk asıllı Alman'dır. Cemal Ölmez, öldürüldükten sonra bu davayı araştırmak Yıldız Başkomsere kalmıştır.

Ahmet Ümit bu kitapta kimlik tartışmasını çok boyutlu olarak romanlaştırmış. Kimilerine kitabı beğenmiş kimileri beğenmemiş. Kitabın türü üzerine konuşulmuş vesaire. Ben kitabın temelindeki kimlik çatışmasını çok beğendim.

Kitaba başlarken kimlik nedir diye başlamak lazım. İnsanı belirleyenler neler? İsmi mi, milliyeti mi, ırkı mı, dili mi?.. Sonu yok! Bunlara sahip olan bir kişiliğin başka bir kişilikle çatışmasını bu kitapta elbette okuyorsunuz. Bunlara sahip bir kişinin kendi içinde de çatışmasının işlenmesi işte bu kitabı diğer Ahmet Ümit kitaplarından bence ayırıyor. Kimlik çatışmaları üzerine kurulu bir hikaye örgüsü... Kök, köken, uyum sağlama, sağlmama, unutma, hatırlama... Bunların hepsinin bir araya geldiği ve benim hiç gitmediğim bir şehri, Berlin'i polisiye çerçevesinde görüyoruz. Berlin mozağinde Türklerin Almanların, Türk asıllı Almanların, Safkan Almanların, Doğu Almanlarının, Batı Almanlarının, Alman olmayanların içe içe geçmiş bir yaşamı var.

İnsanı insan yapan nedir, bu kimliği sonuna kadar koruması mı? Kimlikler arasında kaybolması mı? Kimliğin değerini kim nasıl belirler gibi sorular canlanıyor kitabı okurken.

Her yerde yazıldığı, söylendiği, anlatıldığı gibi mitolojisine daha gelemedim. Görüneni -evet- mitoloji ama mitolojideki kişilik çatışmaları. Zeus Altarı'nın hikayesi gayet net. Değer bilmez bir toplumdan alınıp değer gösterilir bir topluma verilmiş. 

Zeus Altar'ı çevresinde şekillenen romanda Celal Ölmez öldükten sonra şüpheler ilk olarak Neo-nazilerin üzerinde toplanır. Ancak Celal Ölmez'in öldürülme şekli de bir acayiptir: Zeus'a kurban edilmiştir... 

Bergama'dan filizlenen bir öykü kişiliklerin kavisli varlığında çatışarak, sevişerek, özleyerek, kinlenerek tanrılar yaratan insanların savaşını anlatıyor.

Peki okuyucu, sen kimsin?

Kitap;
Yapı Kredi Yayınları
İdefix
Kitapyurdu

1 Ocak 2021 Cuma

Süpersimetri

0 yorum

David Walton'ın Süperpoze kitabının devamı. İlk kitabı 2017 yılında okumuşum. Kitabı edinirken ikinci kitabın da geleceğini biliyordum. Lakin bir seri değil de birbiriyle küçük bağlantıları olan bir kitap diye düşünmüştüm o zamanlar ve ikinci kitap Süpersimetri 2019 Eylül'de Türkiye'de ilk baskısını gerçekleştirdi.

Kitabı endindiğimde ilk kitaptaki ayrıntıları çoktan zihnimin derinliklerinde kaybetmişim. Haliyle Süperpoze'yi tekrar okudum. Hemen peşinden Süpersimetri'ye başladım.

Bir Kuantum Romanı:
Süperpoze
Süpersimetri

İki kitap arasındaki bariz farklardan birisi; ilk kitapta olasılık dalgasını iki koldan; Üst Spin ve Alt Spin bölümleri ile okurken ikinci kitap Süpersimetri'de çizgisel bir anlatım yapısı kurmuş David Walton. Haliyle ikinci kitaptaki kötü adama karşı savaş heyecanı, ilk kitaptaki olasılığın tırmanışındaki heyecana çok yaklaşamıyor. 

Bu da anlatımdaki akıcılık beklentimi biraz düşürmeme sebep oldu.. İlk kitapta çok daha hızlı giderken ikinci kitapta David Walton'ın anlatmak istediği zaman paradoksuna ulaşmak için meşakkatli ve çizgilsel bir yol izleniyor. Eğer zaman paradoksuna erişirseniz David Walton'ın devam kitabında ulaşmak istediği noktaya varmış oluyorsunuz.

İlk kitabı okumamış olanlar için bu noktadan sonra sürpriz kaçıranlar olacaktır. O yüzden önce ilk kitap: Süperpoze.

Süpersimetri iki ayrı öyküden oluşuyor. Birisi çevre öyküsü diğeri de karakterlerimizin öyküsü. Karakterlerimizin öyküsü malum kuantum evrenini makro evrene taşımayı başaran Jean ve kuantum evrenden gelen Varcolac; Jacob Kelley tarafından alt edilir. Ancak Varcolac nereye gitmişti? Bu gidişiyle arkasında iki olasılık dalgasının aynı anda var olmasını sağlamış yahut neden olmuştu. Alex ve Sandra. Aslında bir kişinin iki farklı olasılığı. David Walton bu çatışma üzerinden kişi kimdir sorusunu kurcalıyor biraz. Kıssadan hissemiz de kişiyi kişi yapan seçimleridir oluyor. Böyle kıssadan hisse kitaba çok yakışmasa da kitabın bilimkurgu-polisiye olduğunu unutmamakta fayda var. Alex fizikçi olur ve babasının eski çalıştığı New Jersey Süper Çarpıştırıcında çalışmaktadır ve biliminsanı Oronzi'nin projesinde görevlidir. Sandra ise polis olmuştur ve babasının da karşılaşmayı seyretmek için gittiği beyzbol stadındaki patlamada görevlendirilmiştir. 

Karakterlerimizin yaşadığı dünyanın öyküsü ise daha da ilginç oldu benim. Türkler Avrupa'nın ortasına kadar ilerlemiştir. Slovenya savaşın sınır hattını oluşturmaktadır. Amerikan askerleri de Türklere karşı Polonya Krakow'da konuşlanmıştır. Okurken önce Slovakya'dır diye düşünmüştüm ancak haritalardan da teyit edince David Walton'ın bu şekilde bir harita çizdiğini gördüm. Aradaki ülkeler galiba Türklerde... David Walton bu tip bir haritayı oluştururken mutlaka bir altyapı kurmuştur ancak kitapta bu kısma değinmiyor. Ancak Türklerin, Avrupa'da nükleer silahlar olduğunu bildiğini ve bunlara karşı operasyon düzenlediğini okuyoruz. Haliyle Amerika da bu el değişimini kabul etmiyor ve CIA ile birlikte özel kuvvetler Polonya'da konuşlanmış bulunuyor. Böyle bir savaş durumu nükleer dehşet dengesi ana karakterlerimizin etrafını çevreliyor. Alex ve Sandra'nın erkek kardeşi Sean da burada özel kuvvetlerde askerdir.

Kitap New Jersey'da giriş yapıp çözüme Lübliyana'da kavuşuyor. 

İlk kitap olasılıklar ile ilgilenirken ikinci kitap zamanın boyutlarına yöneliyor. Kitabı Süpersimetri olarak okuyunca daha güzel oluyor yani ilk kitaptaki beklentiyle ikinci kitaba başlamamak gerekiyor. Kitabın adı ise 277. sayfadan geliyor. Zaman-Mesafe grafiğinda Y eksenini zaman olarak düşünürsek ve X ekseni de mesafeyi tanımlarsak [+x,+y] bölgesininde bir noktanın x eksenine simetriğini alırsak [+x, -y] bölgesine gelmektedir. Bu simetrik görüntünün; y eksenini zaman olarak tanımladığımız için, -y'de bulunmasından dolayı zamanda geriye gittiğini ifade eder.

Kitap April Yayınları'ndan Eylül 2019 tarihinde ilk baskısını gerçekleştirmiştir. Çeviri Gökçe YAVAŞ'a ait.

Kitap:
April Yayıncılık
Amazon.com.tr
Kitapyurdu.com
İdefix.com


24 Aralık 2020 Perşembe

Daha

0 yorum

 Hakan Günday önyargımın bir bakıma çözülmesiyle elime aldığım kitap oldu. Bu önyargımın yıkılması izlediğim bir dizinin senaryosunu onun yazdığını fark ettiğimde çözülmeye başlamıştı. Böylelikle okumaya başladım.

Kitabın konusu baştan beni çekti ama endişelerim vardı. Marketlerde "edebiyat" veyahut "kültür" dergisi olarak satılan renkli baskılarda kutucuklar içinde süslenmiş devrik cümleler ile karşılaşacağımdan emindim. Velhasıl kitabın başlangıcında çokça "belki"li cümleyle karşılaşınca adım adım süslü kutucuğun vurgulu cümlesine geleceğiz diye düşündüm.

Öyle de oldu. Benzetme öncesi betimelemeler ve zemin hazırlanarak bilgi oluşturuluyor ve benzetme ile konu zirveye çıkıyor. Bunu Günday o kadar akışkan bir şekilde gerçekleştiriyor ki bir zaman sonra affedebiliyor, kendi haline bırakıp nereye götüreceğini merak edebiliyorsunuz.

Böylece Günday önyargım yıkılmaya devam ediyor.

Gazâ babasının oğlu bir insan kaçakçısıdır. Babası Ahad ne zamandan beridir bu işi yapıyor Gazâ bilmez. Gazâ zeki bir çocuktur ve insanı hızla içine çekebilir! Yaşı ilerledikçe babasıyla olan kavgası da içten içe ilerler. Mülteciler yahut kaçaklar ya da mallar gelip gitmeye devam eder ve Gazâ'nın oyuncakları haline gelir. Oyuncaklarını parçalamaktan korkmayan bir çocuk olarak deneylerine başlar hatta bilimsel makale yazacaktır. Kitabın en ilginç yanlarından birisidir. 

Her bilimsel makale gibi bu da bir deney sonucu yazılıyor. Kitabın en güzel kısımlardan birisi buradaki benzetme oluyor. Haliyle Gazâ Spiral Yönetim Şeklini gözlemlemiş oluyor! Kitabın sadece bu kısmı başlı başına bir dünya! Bu deney Gazâ'nın kaçakların kendi arasında bir lider seçmesini talep etmesiyle başlıyor ve Gazâ'nın küçük ülke oyunu başlıyor. Bu küçük ülke hiç de yabancı değil!

Peki Gazâ iyi bir insan mıdır? Kötü bir insan mıdır? Kitapta bu çatışma da görülüyor ama çatışma olarak değil bir uyum olarak. Kahramanlar mükemmel iyidilerdir tezine karşı bir kitap. Okunan bu kahraman hiç de kahraman değil. Yaptıkları midenizi bulandıracak cinsten ama olduğu gibi. Mutlak iyi yoktur mutlak kötü yoktur. İyi ile kötü iç içe geçmiştir. Böyle bir burgaç içinde nefessiz kalacaksınız.

Kitabın kapağı kitap bittikten sonra daha bir anlamlı hale bürünüyor. Herkesin yolu bir labirentin içinde ve labirent yok olursa artık geriye kalan ne ise...

Gazâ'nın anlamı TDK'ye göre: İslam dinini korumak veya yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşı yapılan kutsal savaş. Gazâ'nın savaşı kimle?

Anlatıcı Gazâ'nın kendisi. Ondan dinliyoruz hayat öyküsünü bildiği ve anladığı kadar. Kitabın bölümleri Rönesans resim teknikleriyle ayrılmış.
Sfumato ile başıyor. Buharlaşarak karışıyor.
Cangiante ile devam ediyor. Ani renk değişimi.
Chiaroscuro ile takip ediyor. Işık ile gölge çarpıyor, üçüncü boyut oluşuyor.
Unione ile sonlanıyor. Sfumato'nun parlak, canlı renklerle vücut bulması. Kana bulanması.

Kitap Doğan Kitap'tan Ekim 2013'te çıktı. Bundan tam yedi yıl önce. Ne değişecekti ki?

Kitap:
Doğan Kitap
Kitapyurdu.com
İdefix.com

24 Nisan 2020 Cuma

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları Günler Haritası

1 yorum
Tuhaflıklar bitmedi!

Tuhaf Çocuklar Serisi:
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları: The Desolations Of Devil's Acre (Şeytanın Arka Bahçesi'nin Perişanlığı) (Kitap anadilinde 23/2/2021'de çıktı.)

Jacob eve dönmüştür. Ailesi akıl hastanesine yatırılmasını düşünmektedir. Hatta yolculuğun hazırlığı tamamlanmış yola koyulacaklardı. Bayan Peregrine ve Tuhaf Çocuklar birden bitiverdiler!

İki dünya arasındaki çizginin yok olmasıyla Jacob denge kurmaya çalışmaktadır. Ancak büyükbabası hakkında beklenmedik keşifler onu Amerika'da bir kovalamacanın içine sokacaktır. Öyle ki durumdan hakkında hiçbir bilgisi yoktur ve kendisini bir savaşın ortasında bulur ki bu sefer düşman gölgelerin kendisi değildir!

Kitap üç günde bitti, yani üslup anımsadığım gibi akıyor, yormuyor. Ancak bu kitap kendim hakkında da küçük bir yolculuk oldu. İlk üçlüyü okuyalı dört sene olmuştu ve ben artık olay örgüsünü unutmuşum. Yaşlanıyorum sanırım! Kitabın içinde ilerlerken bir yandan da önceki kitapları düşünüyordum. Tuhaf Çocuklar'da ne vardı?

Tuhaf Çocuklar dünya tarafından kabul görmemiş tuhaf yeteneklere sahip çocuklardır. Ymbryne'ler tarafından oluşturulan zaman döngülerinin içinde yaşamaktadırlar. Ancak tuhafların peşinde hortlaklar ve gölgeler vardır! İşte bunlara karşı verilen savaştan bizim tuhaflar galip gelmiştir.

İlk üçlüyle dördüncü arasında bu kadar uzun zaman olunca ve kendimle ilgili bu -yaşlandım ve unuttum- cebelleşmesi baş gösterince daha geniş anımsatıcı kısımlar beklemeye başladım. Ancak yoktu. Küçük küçük metinler var. Bunun genişletilmemesinin sebebi de dördüncü kitaptaki olayların ilk üç ile doğrudan bağlantısı olmaması diye düşünüyorum. Abe'in geride bıraktığı sırların peşindeyiz bu sefer.

Jacob tuhaflar dünyasına bir üne kavuşmuştur. Ancak diğer yandan da bir şarlatan olarak görülmektedir. Ymbryne'lere muhalif olan bir hareket de başlamıştır. Tüm bunlarla uğraşırlarken bir tuhaflar dünyasının yeniden yapılandırılması ve gölgelerle yaşanın savaşın yaralarının sarılması için gayret gösterirler.

Bizim tuhaflara Arka Bahçe'de çeşitli görevler verirler ama bastıbacaklar -yüzlerce yıl yaşındalar! (Jacob hariç)- burun bükerler. İşlerin nasıl bir çıkmaza doğru gittiğinden haberleri yoktur ve Abe Portman gerçeğini belki de bilmiyorlar!

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Aslı Dağlı çevirisiyle Mayıs 2019 tarihli ilk baskısı.
İthaki.com.tr

Sağlıcakla.

19 Nisan 2020 Pazar

Kutsal Dedektiflik Bürosu

0 yorum
Douglas Adam kitabı. Dirk Gently ile tanışıyoruz.

Kutsal Dedektiflik Bürosu
Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

Kitabın anadilindeki adındaki bir kelime çeviride kişileri zorluyor ki çevirilerde farklı isimleri görmenin sebebi de budur. "Holistic" kelimesinin karşılığında parçaları tek tek ele almaktan ziyade bu parçaların oluşturduğu bütünü görmeye çalışmak. Bir bakıma tümden gelim diyebiliriz. Dirk Gently her şeyin bir bütüncül yapı oluşturduğuna inanıyor.

Tercümelerin de buradan yola çıkarak gerçekleştiğini düşünüyorum. Ancak bence olması gereken Bütünsel Dedektiflik Bürosu'dur. Kitabın ilerleyen sayfalarında Dirk Gently'nin bürosundaki tabelayı da zaten bu şekilde görüyoruz:

Dirk Gently'nin Bütünsel Detektiflik Bürosu. Biz bir suçu BÜTÜNSEL çözeriz. Biz bir kişiyi BÜTÜNSEL buluruz. Sorununuza BÜTÜNSEL bir çözüm bulmak için bugün telefon edin. (Kayıp kediler ve çapraşık boşanma konularında uzmanız.) 33a Peckender sokak, Londra K1 01-354 9112 (sayfa164)

Tercümeyle ilgili hassasiyet burada başlıyor. Çünkü dile yeni kelime kazandırma, nasıl yazılmasının gerekliliği gibi çalışmalar bir bakıma bu yolla da gerçekleşiyor. Tutarlılık kelimelerdeki anlam için önem arzediyor. Haliyle yazım şekilleri de kelimelerdeki tutarlılıkla birlikte ilerliyor. Başlıktaki "dedektif" ile metnin içindeki "detektik" farklı şekilde yazılmış ve tashihten geçmiş. Bu şekilde farklılıklar çalışmaların aksadığı izlenimi uyandırıyor.

Douglas Adams kitapta kişileri betimlemiyor. Bu yüzden tanışmak kimileri için uzun sürebilir çünkü bir anda bir yerlerden isimler fırlayabiliyor. Haliyle yazarın yaratmak istediği ortama çok uygun bir davranış bu.

Dirk Gently hapse düşerek eğitim hayatından ayrılmıştır. Bunun sebebi de rüyasında sınav sorularını görmesidir (?)

Peki inanıyor musunuz? Eğer inanmakla zaman kaybetmek istemiyorsanız sizin için lazım olan bir Elektronik Keşiş!
Elektronik keşiş, bulaşık makinesi ve video kayıt cihazı gibi, zaman kaybını önlemek için yapılmış bir makinaydı. Bulaşık makinaları can sıkıcı tabakları sizin için yıkar, böylece sizi onları yıkama sıkıntısından kurtartır, video kayıt cihazları can sıkıcı televizyonu sizin için izler, böyece sizi izlemek sıkıntısından kurtarır. Elektronik keşişler de sizin için birşeylere inanır ve böylece herkesin sizden inanmanızı beklediği bütün o şeylere inanmak gibi gittikçe zahmeti artan bir işi yapmaktan sizi kurtarır. (sayfa 10)
 Elektronik keşişleriniz hazırsa bütünsellik üzerine ilerleyelim:
Kral bu zamanbilim kürsüsünü kurdu. Bunu yapmaktaki amaci, bir şeyin başka bir şeyin ardından olmasının özel bir nedeni olup olmadığını anlamak ve eğer böyle bir şey varsa, bunun nasn nasıl durdurulacağını öğrenmekti. (sayfa 24)
Herkes ve her şey bütünün bir parçasıysa ve bu bütün içerisinde bir kelebeğin kanat çırpmasının dev dalgalar oluşturmasında özel bir neden varsa bu özel neden niçin bulunmaktadır? Neye hizmet etmektedir? Bunu görebiliyor muyuz?

Bu kaosun içinde güzel bir yolculuğa hazırlanın. Yolunuzu kaybetsenizde aslında yolunuzu kaybetmemişsinizdir.

WayForward Technologies II firmasının sahibi Gordon Way arabasının bagajını kapatmaya çalışırken öldürülür. Telefonda kızkardeşi Susan Way'e telefonda mesaj bırakmaktadır. İşler burada çetrefilleşir. Dünya bir tehtit altındadır!

Kitap:
Nadirkitap.com



29 Mart 2020 Pazar

Son Av

0 yorum

Grange'ın yeni kitabı. Bu karantina günlerine polisiye yakışacaktır elbet.

Niemans adlı Fransız komiser başına gelen elim olaydan sonra sahadan çekilmiş ve eğitimci olarak devam etmektedir. Ancak yeni kurulan bir ekibin içine dahil edilmiştir. Danışman olarak vakalara yardım edecektir. Ancak ekip tek başına kendisinden oluşmaktadır.

Niemans'ın isteği üzerine ekibe birisi daha katılmıştır. Ivana Slav genç bir polistir. Fransa-Almanya sınırında yaşanan bir cinayeti aydınlatmak için Alman polisiyle birlikte çalışacaklardır.

Öldürülen ise ekonomik bir imparatorluğa sahip bir ailenin genç varislerinden birisidir. İpuçları çok belirsizdir. Tek büyük ipucu varis bir av yöntemine göre -pirsch- öldürülmüştür ve bu yönteme göre temizlenmiştir. Bu ikilinin ilk sorgusu aile doktoruyla başladı.

Ölüm von Geyesberglerin kendi arazi olan Kara Orman'de gerçekleşmiştir. Bu orman ailenin kendi partileri özenle baktıkları, yetiştirdikleri bir özel mülk.
Aristokratın tek bir meydan okuması vardır, kan. (sayfa 276)
Peki bu meydan okuma sadece hayvanlara karşı mıdır? Yoksa insanlar bu av partisinin neresindedir?
Soy her şeydir ve öğrenim aşağı tabakalardan biri için zavallı bir umuttur. (sayfa 279) 
Avlanma ile toplumsal yaşam arasındaki bağ ve bağlamlar yadsınamaz benzerlikler sergiliyor... İnsan en tepedeki avcı durumunda. Bizi avlayan var mı? Belki de Covid-19 bizim avcımızdır?
Gerçek çevreciler avcılardır. Bu doğru. Ormanı tehdit eden en büyük tehlike, aşırı kalabalıklaşmadır. (sayfa 71)
Av ve avcılığı insan harici düşündüğümüzde tamamen doğal ve dengeli oluyor. Hatta durumu kabulleniyoruz. Ancak insan işin içine girince olaylar çetrefilleşiyor.

İnsan insanı avlar mı?

Bendeki kitap Tankut Gökçe çevirisiyle Şubat 2020 tarihli ilk baskısı

Kitap:
Doğan Kitap

21 Mart 2020 Cumartesi

Ateş

0 yorum
Henri Barbusse kitabı. Birinci Dünya Savaşı'nın aslında kimler için olduğunu gösteren bir kitap.

Kitabın ben dili ile ilerliyor ancak bir yandan da sanki bir fanus içerisinde saflarda ilerliyorsunuz. Yazar sizi tamamen savaşın içine sokmuyor ama savaştan da uzak tutmuyor. Bir başka deyişle üzerine kan bulaşmıyor ama kanın kokusunu ve tadını alıyorsunuz.

Ancak bu hissiyat savaşın en korkutu zamanlarnda devam etmiyor. Üzerinizde mermiler uçuşurken yerde çamurun içine batmış şekilde bekliyorsunuz. Bu bekleyişe hareket ederseniz vurulacağınızın korkusuyla birlikte; çamurun içinde saplandığınz için hareket etmek istesenizde hareket edemediğinizin korkusu katılıyor.

Bu hissiyatla savaş hatlarında geziniyoruz. Barut kokusu, kan kokusu, çamur ve lağım kokusu birbirine karışıyor. Hatlarda bu kokuların, tatların içinde kimler yaşıyor?
Bu savaşta başlarını, buralarda mazgal deliklerinde, tehlikeye sokmuş aydın, sanatçı veya zengin hemen hemen hiç olmamıştır. Eğer olmuşsa tesadüfen buradan geçerken olmuştur ve muhakkak ki, başındaki kepi sırma şeritlidir. (sayfa 24)
Savaşı yaşayanlar ve savaşı isteyenler arasındaki çizgi böyle çiziliyor denebilir mi?

Siperlerin dibinde benzer düzenin farklı ifadesini de görüyoruz. Bir bakıma insanın gerçek yüzü böylece görülüyor.
Her bitli asker, kendi arkadaşının sırtından yaşar, eğer sen karavanadan en iyi parçayı alır ya da bir anggaryayı atlatırsan ve görevde en rahat yeri alırsan, muhakkak bundan arkadaşların zarar görür. (sayfa 38)
İnsanın temel düzeni ortaya böylece çıkıyor. Hepimiz çamurun içindeyiz. Ama bizim mecmualarda okuduğumuzu hep çamurun cilde iyi geldiğidir.
On beş aydır biz böyle şeyler okuyoruz; on beş aydır, müdür, yazarlara: "Omuzdaşlar, siz bütün bunlarla şu kirletmemiz lazım gelen şu dört beyaz sayfayı bulayınız," diyor. (sayfa 43) 
Savaşı kim istiyor sorusuna gizli bir cevap bu. Peki insanın ihtiyacı mıdır savaşmak?
Ne kadar  şeyler bulursam hepsiniz alıp, hepsini yapacağım. Başkalarıyla savaşmak ve kan çıkıncaya kadar, bok içinde didişmeye mecbur olmadan yaşayacağım. İki elimi lüks bir eşya gibi kıpırdatmadan yorganın üstüne koyacağım. Yorganın altında bacaklarım, yukarıdan aşağıya sıcacık olacak. (sayfa 61)
 Peki kendi askerlerine karşı insanlık nasıl bekliyor?
Yalnız kollarını değil, ellerini de açıp, bizi karşılayan bu cömert insanlar! (sayfa 76)
İnsanlığın geninde var olan bir sıkıntı belli ki bu. Yoksa savaşa ihtiyaç olmaz ve birbirini öldürmek için uğraşmazdı. Sosyal düzen oluşurken bu gendeki sorun sosyal düzene de yansımış. Ama insan böyledir işte.
İnsan her zaman birini kendine siper eder, dedi. (sayfa 125)
Başkalarını kendimize siper alıyoruz. İnsanlık hiyerarşisinin en üstünden en altına kadar bu sirayet etmiş. Yahut zaten hep vardı(?)
Tüfekler de el yazılarına benzerler, hepsi birbirinden farklıdır. (sayfa 184)
Öyle ki hepsi aynı şekilde öldürmektedir insanlığı. Ölen insanlığın propagandası tüm insanlığın aklının kaybetmişliğinin göstergesi.
Tüm insanlığın çılgınlığı yüzünden, onlara zorla kabul ettirilen deli rolünü bir kez oynamak için. (sayfa 245)
Ancak unutulmamalı ki insanın içinde zaten bir delilik mevcut ki deli rolüne çok hızlı uyum sağlayabiliyoruz veya kabulleniyoruz ama ölen yine bizler oluyoruz.
Tüfek hangi taraftan atılırsa atılsın aynı ses çıkarır, aynı dili konuşur. Ama milletler aynı tüfeklerle birbirlerine saldırmaktan çekinmezler. (sayfa 288)
Bizler kimiz? Bizler mutsuz olanlarız.
Bu dünyada  hiçbir memlekete tek ülke denilemez... Doğru değil mi? Her memleket sınırları içerisinde iki ayrı üke var... Ve her bir memleket birbirine yabancı iki ülkeye ayrılmış. Cephede, orada çok mutsuzlar var; burada geride ise çok fazla mutlular var!..(sayfa 307)
Bizler unutanlarız.
Biz birer unutma makinesinden başka bir şey değiliz... İnsanlar biraz düşünen fakat özellikle unutan yaratıklardır İşte bizler böyleyiz... (sayfa 338)
Bizler intihar edenleriz.
Savaşan iki ordu intihar eden tek ordudur, diye bağırıyorduç (sayfa 340)
Bundan kurtulmanın tek bir yolu var.
Savaş düşüncesi ortadan kalkmadıkça, öldürülmedikçe, her devirde boğumaşmalar olacak... (sayfa 341)
Savaş düşüncesinin ortaya çıktığı eşitsizlik de öldürülmüş olacak haliyle.
Bütün insanlar eşit olunca, birleşmez zorunda kalacaklar... (sayfa 348)
Peki biz neden eşitsizliği ortadan kaldıramıyoruz?
Eğer her ulus, savaş tanrısına günde yüzbinlerce körpe delikanlının taze etini hediye ediyorsa, herhalde bundan faydalanan bir iki kışkırtıcıdır. (sayfa 348)
Yalnızca bunlar değil, bir de onlarla birlikte cennetlerinin morfini ile bizleri önce heyecanandıran ve sonra uyutan papazlar var. Ekonomistler, tarihçiler... Ne bileyim ben, daha kimler?.. Sizin kafaınızı teorik cümlelerle allak bullak ederler. (sayfa 351)
Kitap savaşın kanlı tadını aktarıyor ve savaşın ortadan kaldırılması için en temelde neler gerekli söylüyor.

Katılmadığım bir nokta var, tüm insanlar birleşse ve eşit olsa bile bazıları kendilerinin daha eşit olduğunu savunacaktır. Çünkü bizde var olan bir bozukluk bunu defalarca kanıtlamıştır.

Tüm kana susamışlar kanın miktarı ve kokusu karşısında bir zaman sonra elbette rahatsız olacaktır, peki o zamana kadar akan kanın hesabını kim verecek?

Kitap:
Nadir Kitap
 
 
 
 
 
 

22 Şubat 2020 Cumartesi

Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

0 yorum
Douglas Adams'ın Dirk Gently devam kitabı. Şu sokağa çıkmanın yasak olduğu Covid-19 günlerinde Dirk Gently ile dostluk çok bütünsel olacak.

Kutsal Dedektiflik Bürosu
Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

Kitabın en sevdiğim yönlerinden birisi de kapağı oldu. Sarı ceket ve çorap, mavi yelek ve ayakkabı, bordo ayakkabı sizleri ruhunuzun uzun karanlık çay saatinde tanrılarla uğraştığımız bir rüyaya götürüyor.

Her şey Heathrow Havaalanı'nda başladı. Bir patlamayla ortalık birbirine girer. Haliyle bütüncül dedektifimizin de bir şekilde işin içine gireceğini görebiliyoruz. Ancak bu bütüncül bağlantıların örgüsünün nasıl kurulacağını henüz bilmiyoruz. Dedektifimizin yol bulma yöntemini kullanarak kitabı okudum. Gittiği yeri biliyormuş gibi giden birisinin peşine takılmak suretiyle sayfaların peşinden gidiyorum.

Kuzey'den gelen bir esinti bizi kitabın sonucuna doğru yavaş yavaş uçuruyor.

Ya o buzdolabının kapısı açılsaydı?

Bendeki kitap Alfa Yayınları'ndan İrem Kutluk çevirisiyle Ekim 2018 tarihli ikinci baskısı.

Kitap:
Alfa Yayınları

Kasiyer

0 yorum
Sayaka Murata'nın kaleminden bir market kasiyerini anlatıyor.

Şimdi küçük bilgiler vermem lazım. Bu market, konbini olarak bilinen markettir. Bu marketler haftanın yedi günü, günün yirmi dört saati açıktırlar ve içinde, sıcak hızlı tüketim yiyeceklerden dondurulmuş gıdaya, tornavidadan, çatal kaşığa kadar her şey bulunabilir. Bu marketlerin hedefi de bu zaten. Japonya'ya gitme şansınız olursa bu marketlerin ne kadar çok kolaylık sağladığını görürsünüz. Gece karnınız mı acıktı? Çıkıp bir koşu bi' şeyler alır yersiniz. Benim en çok ziyaret ettiğim Family Mart idi. Kasiyerler para üstünü de doğrudan el ile vermezler, küçük para tepsisine koyarak uzatırlar. 

Kitabın sayfaları arasında ilerken bazı cümleler var ki tüm vuruculuğu üzerinde topluyor, ama bu vuruculuğu ima ediyor. Japon dili zaten bu şekildedir. İma üslubundadır. Çok kaba bir örnek vereyim. "Kapıyı kapat" demez, "içerisi serin mi oldu" der. Haliyle kitabın bu imalarının çok fazla olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Kitabın arka kapağı "Lütfen normal ol artık." cümlesiyle başlıyor. İşte bu benim kitabı daha çok okumaya iten bir durumdu. Bunun sebeplerin biri de normal kavramının iki kültür arasında çok farklı olduğunu biliyorum. İçinde yaşıyorum.

Keiko Furukura toplumun algılarıyla kendi arasındaki algının farkını daha ilkokuldayken hissetmiş. Haliyle topluma karışma yöntemi olarak onları taklit etmeyi seçmiş. Çünkü kendi olduğunda toplum kabulleri dışına çıkmaya başlıyor. 

Furukura Hanım, üniversitenin ilk sınıfında öğrenciyken yeni açılacak olan Smart-Market Hiiro İstasyonu şubesine başvurur ve işi alır ve o zamandan bu zamana yarı-zamanlı olarak çalışmaya devam eder. Ancak çevresindeki herkes onun tam zamanlı bir iş bulması gerektiğini ya da evlenmesi gerektiğini söyler. 
Market, zorla normalleştiren bir yer. Sen de çok geçmeden kalıba girersin. (sayfa 58)
Kitap böyle başladığında bir başkaldırı olarak düşünüyordum. Ancak bu baş kaldırı sistemden çok bireysel özgürlüğün üzerindeki çevre insanların baskısına karşı olmuş. Furukura Hanım hunharca çalışarak normallerin içerisinde eriyerek normalleşebileceğini bizlere gösteriyor. Standart insan taklidiyle yaşayabiliyor ve bununla mutlu oluyor.

Kitabın kurgusunda Keiko Furukura'nın tuhaf olduğunu ve bunun bir şekilde doğuştan olduğunu görüyoruz. Ailevi problemi olmadığını da görüyoruyoruz. Keiko sadece olduğu gibi birisi. Çevresini incelediğimizde uyum probleminden dolayı biraz daha sessizleşiyor ve görünmez olmaya çalışıyor. Kasiyer olduğunda da firmanın el kitabındaki insanı taklit etmeye başlıyor ve haliyle üniformayı da giyince kasiyer olarak bilinir hale geliyor, Keiko Furukura değil ve kasiyer oluyor ve yaşamının merkezine bunu alıyor. Uyurken marketin sesleri kendisine ninni oluyor. Daha sonra karşısına mevcut yaşam düzeninin ilkel insanlık düzeninden farkı olmadığını düşünen bir kişi çıkıyor. Bu ilkelliğin üzerinde oldukça duruyor.

Haliyle günümüz yaşamı da bunun zıttı durumuna düşüyor.

Kitabın bir başkalıdırı mı yoksa bir ironi mi olduğunu düşündüm. Bir başkaldırı değil ve hayır ironi de değil. Mevcut durumun içerisinde ilkellikten uzak, çalışırak ve tektipleşerek anormalliğini de bu şekilde yaşamak isteyen Keiko Furukura'nın kasiyer olarak çalışmasını okuyoruz.

Bendeki kitap Turkuvaz Kitap'tan H. Can Erkin çevirisiyle Aralık 2019 tarihli ikinci baskısı.

26 Ocak 2020 Pazar

Mülksüzler

0 yorum
Ursula K. Le Guin kitabı.

Kitabın adının altında bir alt başlık daha var: İkircikli Bir Ütopya. Kitabı kurcalanması yahut kitabın beni kurcalaması buradan başladı.

Ütopya mı değil mi dengesizliğindeki bir kitap. Neresine basarsan orası daha ağır basacak. İster ütopya de ister distopya de istersen yaşamın ta kendisi de ya da fikirlerin çatışması de.

Kitap Anarres ve Urras adlı iki gezegen ile örgüsünü kurmaya başlıyor. Kitabın ilk sayfalarında bu iki gezegenin krokilerini görüyoruz. Sonra da kitap başlıyor, o kadar sıradan gözüken cümleler hayatın tam olarak kendisini gösteriyor:
Bir duvar vardı.Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş alardan örülmüş, kabaca sıvanmışı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü.Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.(sayfa 1)
Böylece başlayan kitap bir anda bitiveriyor ve başa döndüğünüzde aynı kelimelerin, aynı cümlelerin ne kadar çok sır barındırdığına hayret ediyorsunuz. Sözcüklerin içinde barındırdığı geçmişi görüyorsunuz.

Doktor Shevek adında birisinin Dikkatli adında bir gemiyle uçuşa hazırlandığını anlıyoruz ve Shevek ile birlikte yeni dünyayı öğreniyor, bebek gözleriyle bakıyoruz. İşte böylece olayların içine giriyoruz.

Muhteşem bir kurgu etrafınızı sarıyor. Kitap ilerledikçe her bir zerrenizin kurgu içerisinde dağıldığını hissediyorsunuz. Shevek'in yola çıkışıyla başlıyor. Yol imgesini kitap boyunca takip edeceksiniz. Yol'un çizgiselliği ile Zaman'ın çizgiselliği arasında gidip geleceksiniz. Ama şunu hiç unutmamak gerek, ya çizgisel değilse? Ya da çizgi gördüğümüz ve çizgi dediğimiz bile bir çizgi değilse? Şüpheyi hiç elden bırakmadan bir insana bile nasıl güvenirsiniz?

Hiçbir şeye güvenemediğiniz bir ortamda gerçeğin ne olduğunu nasıl bileceksiniz?

Shevek Dikkatli ile yola çıkar. Daha sonra bu yolculuğun Urras'a doğru olduğunu öğreniyoruz. Kurgunun çarkları hızlanmaya başlıyor, Shevek'in neden Urras'a gittiğini, Urras'tan insanların Anarres'e neden geldiğini bile öğreneceğiz.

Urras ve Anarres, duvarın hangi tarafından bakarsanız artık, biri diğerinin ayı. Urras'takiler Anarres'e göç etmiştir. Yaşam Anarres'te çok çetindir ama hep bir yardım vardır. Kilit yoktur, mülk yoktur. Herkes ihtiyacı kadarını alır çünk fazlasına ihtiyacı yoktur. Urras'ta yaşam çok rahattır, fazlasını bile alabilirsin. Yaşam kolaydır. Mülkiyetçi bir yaşam vardır, kilitler vardır. Fazlasına sahip olanlar olduğu gibi yoksullari yoksunlar sınıfı da vardır.

Kitabın baş karakteri Shevek'tir ve Shevek'in karşılaştığı, ilişki halinde olduğu insanlar da çevresinde bir bulut şeklindedir.

Arz kelimesini gördüğüm anda kitabı Asimov kitapları arasında bir uzak galaksiye yerleştirmek istedim. Haliyle Arz'ın çöküşünden ve neredeyse yaşanamaz duruma geldiği bir zamana tekabül ediyor. Arz kelimesinin Asimov'a küçük bir gönderme mi yoksa kelime seçimi mi denk geldi? İkinci seçenek biraz olası ama olsun ben ilk düşünceyi de sevdim.

Çok yerde Anarres'in anarşist bir düzene sahip olduğu ifade ediliyor. Le Guin de Odoculuğun anarşizm olduğunu söylüyor. Ama ben Odoculukta anarşizm hissetmedim.Mevcut Anarres'ten bahsediyorum Tam tersine en başından beri Odoculuk bir işçi sınıfı ayaklanması olarak gözüme gözüktü. Erkelere değil, mülk sahiplerine bir ayaklanma gibi gözüktü gözüme. Kitabın adından da yola çıkmış olabilir gri hücrelerim. Ancak daha sonra Anarres'teki yaşamı düşünmeye başladım. Öncelikle iyelik yok, özellikle vurgulanan kısım bu. Kimse bir kişiye veya bir nesneye sahip değil. Sadece onları kullanıyor veya paylaşıyor. Buna bilgi de dahil.

Tabi benim düşündüğüm anarşizm ile ifade edilen anarşizm aynı mı onu da irdelemem gerekiyordu, belki de anarşizm ile ifade edilen başka bir şeydir? Aramıza dönen Vikipedi'ye sorduğumuzda yöneticisizlik anlamına geliyor. Sözlük'ümüze baktığımızda kargaşacılık anlamına gelmektedir.

Anarres'e geri bakalım; kargaşa yok; kargaşaçı var mı? Belki de Shevek'tir? Yönetimi sağlayan bir devlet yok, sadece işleri dağıtan bir sistem var. Herkes istediğini yapma özgürlüğüne sahip. Kitap ilerleyen sayfalarda da bu konuyu da irdeliyor.

Anarşizme geri dönünce; kelime bağlamında bir anarşi düzeni de göremedim. Benim hissettiğim anarşi daha vahşi bir anarşi değil, iş paylaşımını veya yapılması gerekli işleri dağıtan sistemi bile istememeli. Acaba Shevek anarşist mi?

Ama şu da bir gerçek bir erk yok, sendikalar var ve herkes istediği sendikaya katılabilir veya istediği sendikayı kurabilir. İşte burada anarşizmin kime karşı anarşizm olduğu ile ilgili konuların tartışılması gerek. Devlet yok. Yerine geçen bir sendika da yok. Ama hayatta kalınması için yapılması gereken işler var. Yardımlaşmak gerek.

Anarres'in eğitim ve kitap basımı ile ilgili kısımları çok ilgimi çekti. Her isteyen istediği kitabı basabilir ancak kağıt miktarı çok sınırlı Haliyle basılacaklar bir heyet tarafından irdeleniyor...

Odoculuk belki Urras'ta anarşidir diyebiliriz ama Anarres'te anarşi midir?

Kitabın sayfaları arasında ilerledikçe Anarres'te yaşam ile ilgili daha detaylı bilgiler alabiliyoruz. Gündelik yaşamda yapılması gereken işler yapılıyor ve ardından ortak yemekhanede buluşuluyor ve yemek yeniyor. İsteyen istediği kadar yiyebiliyor. Ama ihtiyacın fazlasını yemek de toplum tarafından bencillik ile ifade ediliyor. Büyük bir küfür.

Cinsel yaşam için özel odalar var. İsteyenler kullanabiliyor. Evlilik yok, ama tek eşlilik seçilebiliyor ve böyle çiftler için yaşam alanı yani konut tahsis edilebiliyor.

Bizler Shevek'in çocukluğundan Urras'a gidişi ve Anarres'e dönüşüne kadar hepsini okuyoruz, görüyoruz. Kurgu efsanevi bir güzelliğe ve akışa sahip. Olayla ortadan başlıyor. Sonra baştan ve sondan yaklaşarak ortada buluşuyor ve daha sonra da günümüze doğru akıyor. Bir zaman girdabı içinde bütünsel yaklaşımla kitabın içinde uçuyoruz.

Urras ile Anarres arasında bir ticaret anlaşması var. Anarres'ten gerekli madenler Urras'a, Urras'tan da ihtiyaçlar Anarres'e geliyor. Ticaret bir iyelik midir, değil midir?

İfadeler ve terimler o kadar keskin olmaya çalıştıkça bir o kadar anlamını yitiriyor gibi. Çünkü ortada büyük bir unsur var, insan ve bu insanın konuşabilmesi ve bilgisini yazılı hale getirerek tekrar ulaşabilmesi.

Bilgilerin üssel olarak büyümesiyle sınıflandırılması da bir o kadar zorlaşıyor. Haliyle keskin tanımlar gri alanlarda kayboluyor ve o griliğe sıkışmışların canı çok yanıyor.

Sınırın ne tarafından bakıldığına bağlı olarak ya içinde tutuyor ya da dışında. İç ve dış ayrımı için de haliyle sınır yaratma düşüncesi oluşturuluyor.

Başka bir dünya mümkün ve bu da sınırların yok oluşunun yolculuğuyla sağlanacak. Bu yolculuk bir girdap şeklinde olacak.

Korona ile cebelliştiğimiz bugünlerde mümkün olduğunca evde kalın, bol bol okuyun! Sağlıcakla!

Bendeki kitap Metis Yayınları'ndan Levet Mollamustafaoğlu çevirisiyle Ocak 2019 tarihli 20. baskısı.
Metis Kitap

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Deşifre Deha

0 yorum
Mai Jia adlı bir Çinli yazar ile tanıştım. Sırf meraktan başladığım bir kitap idi. Başladığıma pişman etti. Başta Doğu'nun üslubunu hissettirmişti. Sonradan beklediğimden çok uzak bir noktaya ulaştı kitap. Hayal kırıklığı olarak nitelemekten geri durmayacağım.

Çinli yazar hakkında güzel eleştiriler mevcut ancak benim gördüğüm Batılı harekete yaklaşmak adına bir üslup geliştirmiş. Bu da benim hiç hoşuma gitmedi.

Rong Jinzhen'in hayatını anlatan bir kitap. Muhteşem bir zekaya sahip yarı otistik bir kişilik Çin'in X Ülkesiyle olan savaşında kriptolog olarak gizli göreve alınıyor. Kitabı okurken Rainman'den başlayan benzerlikler John Nash'e uzanıyor. Oradan da Alan Turing'e selam veriyor. Öyle ki Rainman'den hatırlayacağınız kürdan sayma mevzusu Rong Jinzhen'de karınca saymaya dönüşüyor. Alan Turing'in çabaları, notları defterleri ile John Nash'in takıntılı halleri Rong Jinzhen'de tekrar hayat buluyor. Bir Çinli süperzeka romanı okumak isteyenler için birebir olan bir eser... Benzerlikler o kadar arttıkça okuma zevki de kalmıyor. Haliyle gizli düşmanların isimleri yok.

Üslup böyle bir kişinin var olduğunu ifade ediyor. Belli ki Çin, dünyaya açılmak için yeni yolları araştırmaya başlamış durumda. Bu da Batı tarzı hızlı tüketim romanlarının hedeflenmesiyle başlanmış.

Okumak, benim için bir zaman kaybı oldu maalesef. En azından dil bakımından bir özgünlük olsaydı o da mutlu edecekti. Özgün olmayan bir konu, özgün olmayan bir dil, aidiyetsiz bir roman.

Rong Jinzhen'in ve babasının tuhafkafatası yapısına da oldukça eğiliyor. Bu meyli de anlayamadım. Zeka ile kafatası yapısı arasında belli ki bir ilişki kurmuş Mai Jia...

Rong Jinzhen sonunda, defterini çaldırdığı için akıl sağlığını kaybetmiştir.

Dahası kitapta imla hataları da göze vurdukça, kitabı bir kenera bırakma isteğiniz daha da kabaracaktır. Başladığım kitabı bitirmek zaruriyeti hissedenlerdenseniz, sizi zorlu bir süreç bekliyor.

21 Ağustos 2018 Salı

Masumiyet Müzesi

0 yorum
İronik bir isim vermiş Orhan Pamuk kitabına. Beklediğimden iyi çıktı kitap. Üslubunun belirgin özelliklerini bu kitaba yansıtmış. Dönemin siyasi kargaşasının üzerinden geçmiş, insanlar üzerine gelen yansımalarını atlamış. Ancak Kemal Ben'in (kitabın baş karakteri) bu ortamdan korktuğunu ya da endişe duyduğunu biliyoruz. Ancak şu da bir gerçek ki Kemal Bey takıntılı bir biçimden Füsun'un peşinden koşmaktadır. (Esas kızımız) Bu körlük de belki de etraftan etkilenmesini önlemiştir.

Orhan Pamuk bu kitapta çevredeki siyasi kargaşadan çok çevrenin bakireliğe bakışına odaklanmış hissiyatını veriyor. Türkiye'nin seks tabularını dillendirdiği aşikar. Ancak kafamı kurcalayan bir husus şudur, gerçekten aileler bu şekilde mi tepki veriyorlardı o dönemlerde? Yetmişleri yaşamadığım için bilemeyeceğim. Bilenler de olayları bir şekilde sessizliğe gömdüğü için muğlak tatlı anılar olarak kalacak o dönemler belli ki.

Kemal Basmacı İstanbul'un zenginlerinden. Babasının kurduğu bir firmanın da başındadır. Sibel Hanım ile nişanlılığa doğru gidiyordur. Her şey Sibel Hanım'ın bir çanta beğenmesiyle başlamıştır. Çantayı ertesi gün almak için girdiği dükkanda eski uzaktan akrabası Füsun ile karşılaşır. Füsun büyümüş, serpilmiş ve güzelleşmiştir. Olaylar da bu şekilde gelişir.

Bu noktadan sonra kitaptaki karakterler hakkındaki düşüncelerime değineceğim, haliyle kitap içeriği ile ilgili bilgiler de olacaktır. 

Kemal Bey, bildiğin hırsızlık yapmaktadır ve bu hoş görülmektedir. Bunun sebebini düşündüm, insan gelen misafirinin hırsızlık yaptığını görerek neden ses çıkartmaz? Kaz geleek yerden tavuk esirgenmez diyerek mi sessizliğe gömülerek sadece üzüldüler? 8 yıl boyunca evinize gelen bir kişinin küçük küçük bir şeyler çalmasına ne derdiniz? Bu hırsızlıkların sonucu ortaya çıkan müzenin adının da Masumiyet olması ayrıca ironik benim için. 

Kitapta beni korkutan asıl nokta şudur: Kemal Bey'in bu saplantısının hastalık olarak sadece Sibel ile aralarında aldatma yerine kullandıkları zaman addedilmesidir. Ancak bu gerçek bir hastalıktır. Bunun da bir "aşkmış" gibi addedilmesi ve çevre tarafından kabullenilmesi, korkutucudur. 8 yıl boyunca kendi evinden çok başkasının evine gitme rahatlığını gösterebilmesine hayret ediyor, onu eve alan Tarık Bey'in sessizliğine şaşırıyorum. Kemal Bey benim gözümde nevrozlar içinde kıvranan bir hastadan öteye değildir. Buna karşı tez heralde "sekiz sene bekledi ama" olabilir. Bu anti tez değildir, sekiz sene boyunca taciz etmiştir. Beklememiştir. 

Tarık Bey, kitapta adı bir kere geçen karakterlerden bile daha silik bir karakterdir. Sadece vardır, etkisini hiçbir zaman hissetmediğimiz bir karakter. Dönemle en büyük ilişkisi ve belki de Orhan Pamuk'un dönem siyasi ve ekonomik şartlarına en çok girdiği an Tarık Bey'in bankerlere para kaptırması meselesidir. Bu kaybın da onun ölümüne yol açtığı sonucuna varmayı Türk filmlerindeki araba çarpıp kör olma olayına benzettim.

Nesibe Hala, tehlikenin kendisidir. Kısının peşinde koşturan bir adam. Kızı bu herif yüzünden zoraki bir evliliğe adım atmış ve hala olan bitene izin veren bir anne. Bu kişi ne düşünüyor olabilir? Kemal'i gerçekten çok seviyorduysa kızını neden korumadı? Adamın parası var diye miydi bu olanlar? Feridun'u düşünelim ve zengin bir film yapımcısı olmuş olsun. Kemal de sokakta gezinen figuranlardan. Kemal Füsun'un peşinden bu kadar koşsaydı Nesibe Hala ne yapacaktı? Füsun tabi bu arada Feridun ile evli durumda. 

Feridun, ipsiz sapsız bir arkadaşımız. Kemal'in parasıyla ihya oldu.

Garsoniyer sayılarının hatsafhada olduğu bir İstanbul, bir seks İstanbul'u anlatıyor bize Orhan Pamuk. Kitap Yeşilçam tadında, bir kitap. Hikaye örgüsü okuutyor ve işte böyle söyletiyor. Söyletmesinin sebebi de yine karakterlerin basiretsizliği yahut kabullenişliği. 

Tatil için kafa dökmeklik, uzaklaştıran, Yeşilçam filmi gibi bir kitap.
Sırada İstanbul'a döndüğümde müzenin kendisine gitmek var.

Kitap:

7 Ocak 2018 Pazar

Başlangıç

0 yorum
Dan Brown'ın son kitabı.Kitabın temelinde nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi işliyor.

Dan Brown sürükleyiciliğinden bir şey kaybetmeden yazmış. Elinizden düşürmeden bitirmek isteyeceğiniz türde bir kitap.

Profesör Langdon serisine ait olsa da profesör Langdon gibi değil. Langdon'ı sadece bir kaç bölümde hissedebiliyorsunuz. Geri kalanında Langdon'dan başka birisi gibi geliyor. Langdon bu sefer eski öğrencisi ve dostu Edmond'ın davetiyle kendisini olayların içinde bulur. Langdon'ın uzmanlık alanı simgebilim ile bağlantılar Edmond'ın kurduğu bağlantılardan ibarettir. Sanat tarihi ile ilgili bağlantılar da Edmond'ın üstün zekasından dökülen merak sayesinde karşımıza çıkmaktadır.

Buradan anlaşılacağı üzere Dan Brown da Elon Musk furyasına kapılmış bir durumda. Bir teknoloji dahisi ortaya çıkar ve tüm akışı yönlendirir. İşin ilginç yanı Dan Brown'ın karakteri yalnız başına çalışır ve kendi başına her şeyi bilebilir. Kodlamayla arası çok iyi olduğundan sadece kodlama yaparak tüm bilim literatürüne hakim olabilir(!)

İşte bu dahinin adı. Amerikalı baba, İspanyol annenin çocuğudur. Baba ölür, anne İspanya'ya döner. Edmond yetimhanede büyür. Bu yaşadıkları Edmond'ı insanlığın nereden geldiğini ve nereye gideceğini araştırmaya iter.

Bir buluş gerçekleştirmiştir. Bunu önce Müslüman, Hristiyan ve Yahudi din adamlarıyla paylaşır. Bu durumdan çok rahatsız olmuştur bu hazretler.

Dan Brown, din ile bilim karşılaştırması yapmaktadır. Ancak kitabın sonunda Dan Brown durumu yumuşatmıştır.

Kitap boyunca acaba sonunda ne çıkacak diye bekledim. Sonunda en azından çok da kötü olmayan bir şekilde bağladı diyerek derin bir nefes aldım. Üzerine devam edilen çalışmalarla bağlantılı olması beni hayal kırıklığına uğratmadı. En azından termodinamik kurallarıyla ilgili yaklaşım hoştu.

Dan Brown bu kitabını Profesör Langdon ile değil de başka bir karakterle yazsaydı çok daha fazla sevebileceğim bir kitap.

Bendeki kitap Ekim 2017 tarihli 5. baskısı. Dikkatimi çeken ise ilk baskı da aynı ayın içinde. Türkçe çevirisi Petek Demir İncek'e ait. Kitap Altın Kitaplar'dan.


23 Nisan 2017 Pazar

Albayım Beni Nezahat İle Evlendir

1 yorum
İlhami Algör'ün kitabı.

Yazarından bağımsız hikaye kahramanı olmak isteyenin hikayesi anlatılıyor. Öncesinde Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku okunmalı.

Bağımlı mıyız bağımsız mı? Olasılıklarımız nelerdir? Sonraki adımımızı Ustamızdan bağımsız atabiliyor muyuz?

Karşıdan karşıya geçerken kaç milyon olasılık vardır? Ya bilge Kuş'u ararken? Bulduğumuz cevaplar istediğimiz cevaplar mıdır? İstemediğimiz cevapları mı arıyoruz? Aradığımız cevaplar hem bulmayı umut ettiklerimiz mi? Bulduğumuz ya umduğumuz değilse?

Kitap bir cevaptan çok sorular... Tabi bakılan pencere de çok önemli bunun için.

İlhami Algör'ün kendine has olan dili, bir kahraman'ın kahraman olma ve veyahut veya olamama çabası.

Nezahat, kahramanımızın peşinde olduğu kadın... Ya da peşinde olduğu kadınların adı Nezahat. Belki de tüm kadınların ismi Nezahat.
"Önce kitabın kalınlılığı ile ilgili konuşmamız gerekiyor usta," dedim kediyi yok sayarak, "ince kitap ucuz oluyor, ucuz kitap dağıtımcının ilgisini çekmiyor. Dağıtımcılar ellerinde daha kalın şeyler tutmak istiyorlar. Ayrıca ince kitaplar elden ele dolaşarak okunduğundan daha az satıyor." (sayfa 28)

Kitap ilerledikçe, kahramanın çevresindeki hayat ile kahraman arasındaki ilişki de değişiyor. Usta belki de Büyük Kardeş'tir, belki de küçük kardeş.

Kitabın içerinde olmadık anlarda desenler çıkıyor. Seda Mit'e ait ki hiç beklemiyordum. Kitabı daha da ilginç kılıyor.
"Siz de mi hikaye kahramanı mısınız?"
"Herkes bir hikayenin kahramanıdır," dedi.
"Ne demek," dedim, "herkes bir ve aynı hikayenin kahramanı mıdır yoksa herkes kendine göre ayrı bir hikayenin kahramanı mıdır? Eğer, hikaye bir ve aynı ise tek tek, ayrı ayrı kahraman olma şansı kalmıyor gibi görünüyor. Yok eğer herkes ayrı bir hikayenin kahramanı ise, o zaman kim usta olacak?" (sayfa 68)
Belki ustasının belki hikayesinin peşinde koşan bir kahraman. Nezahat'e ulaşacak mı?

Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan, 2016 yılında çıkan 4. baskısı.

Kitap:
İletişim Yayınları
kitapyurdu.com
idefix.com



15 Mart 2017 Çarşamba

Zeplin

0 yorum
Karin Tidbeck kitabı ki ilk defa okuduğum bir yazar. Beklediğimden çok iyi çıktı. Kitaba ulaşmam ise biraz daha ilginç. Kendi okuma listem her zaman hazırdır ancak diğer mecralarda yayınlanan listelere olabildiğince bakmaya çalışırım ki kaçırdığım bi' şey var mı? Son zamanlarda kaçırdığım çok şey olmaya başladığını da bu şekilde farkettim. Kıssadan hisse: Hazırlanmış okuma listelerine bakın, değerlidir.


Karin Tidbeck'in özgeçmişini okuyunca kitaba önyargılı yaklaşmıştım. Yazarlık eğitimi vs...

Okunması gereken bir yazar şayet bu türü seviyorsanız. Spekülatif kurgu. Kafkaesk fantazya...

Kitabın içindekileri aşağıdaki gibi gösterebilirim:
1) Önsöz-Elizabeth Hand
2) Beatrice...Sayfa 8
3) Ove Lindström İçin Bazı Mektuplar...Sayfa 16
4) Bayan Nyberg ve Ben...Sayfa 24
5) Rebecka...Sayfa 28
6) Herr Cederberg...Sayfa 34
7) Arvid Pekon Kim?...Sayfa 38
8) Brita'nın Tatil Köyü...Sayfa 46
9) Rengeyiği Dağı...Sayfa 55
10) Norveç Böğürtleni Reçeli...Sayfa 71
11) Pyret...Sayfa 75
12) Agusta Prima...Sayfa 86
13) Teyzeler...Sayfa 94
14) Jagannath...Sayfa 100
15) Son Söz: Başkalaşan Dünyalar...Sayfa 111
16) Teşekkür...Sayfa 114
17) Dipnotlar...Sayfa 115

Kitap 13 öykünün etrafında, içinde, dışında gezmektedir.

Beatrice bir zeplinin adıdır. Doktor Franz Miller'in bu zepline aşık olmuştur. Matbaacı asistanı Anna Goldber ile karşılaşınca Franz Miller'in hayatı daha da ilginçleşecektir.

Ove Lindström İçin Bağzı Mektuplar; Ove Lindström'ün çocuğu tarafından yazılmaktadır. Mektupların yazılma tarihi Bay Lindström'ün ölümünden sonrasına tekabül etmektedir.

Bayan Nyberg ve Ben; bu iki kişi arasında tuhaf bitkiler varlığını sürdürmektedir...

Rebecka intihara meyillidir. Başından geçenlere bakılacak olursa bu onun suçu da olmayabilir. Rebecka bir zaman sonra, kendisine yardım eden arkadaşıyla tuhaf bir sona ulaşacaktır.

Herr Cederberg yabanarılarını pek tanımamaktadır yahut yabanarısının ta kendisidir?

Arvid Pekon Kim? Devlet kurumlarına gelen telefonlardan sorumlu bir operatör. Arvid Pekon'un hayatı Yurttaş 3426'nın telefonuyla değişecektir.

Brita'nın Tatil Köyü'ne 32 yaşında başka insanları aramak konusunda beceriksiz bir akraba gelir...Yazmak için...

Rengeyiği Dağı Sara'nın büyük-büyükannesinin gelinliğini giyip kaybolduğu dağdır. Dağ vittra'ya aittir.

Norveç Böğürtleni Reçeli'ni çok sever. Onu bir konserve kutusunda yaptı. Onu sevmek için yaptı.

Pyret doğadaki diğer memelilerle yakınlaşmayı çok sever. Özünde iyilik mi vardır, kötülük mü?

Agusta Prima zamanı kavramak ister. Zaman onun kaldırabileceği bir kavram mıdır?

Teyzeler'in kutsal bir görevi vardı: genişlemek.

Jogannath ulu anne ile Rak'ın öyküsü.

Bir anda elinizden kayıp giden zamanla tuhaf diyarlara aktığınız bir damar. Zamanın hangi mekanında olacağınızı kestirmek çok. Bunların arasındaysa geriye ne kalıyor?

Bendeki kitap Aylak Kitap'tan Tülin Er çevirisiyle Haziran 2014 baskısının elektronik hali.

e-Kitap:
Idefix.com
Dr.com.tr
Calibro E-Mağaza

Kitap:
Idefix.com
Dr.com.tr
Kitapyurdu.com
Babil.com


12 Mart 2017 Pazar

Müptezeller

0 yorum
Emrah Serbes kitabı. Yine gölgede kalmışları anlatıyor. İflah olmaz bir hayatın ilerleyişini okuyoruz.

Bakır'ın hayatı. Bakır'ın sürüklenişi, Bakır'ın yokluğu... Bakır'ın belki de hiç olmamış hayatı. Hiç mi toplayamazdı acaba? Kendi kendine mi bu hale geldi çevre mi bu hale getirdi onu?

Soyismi Arslan. Ama kükreyemiyor Bakır. Çığlığı hep içinde boğuluyor.

Bakır Arslan'ın hayatını anlatıyor Emrah Serbes.

Kitabın başlangıcı ile bitişi arasında çok bir süre yok. Kitap bittikten sonra hayata küfretmemek de elde değil. Biriktirdiklerimiz nedir bu hayat için?

Babam gülümsemeye çalışırken birden durdu, yine ağlamaya başladı. Elimi omzuna attım, azgın dalgaların kayalıklara attığı iki sandaldık o anda, "Üzülme baba," dedim, ""alt tarafı bir beton parçası ya. Çalışır ederiz, yine alırız. Ben de çalışırım bundan sonra, söz, alırız bir ev daha."

"Ona üzülmüyorum ki ben," dedi babam. "Her ay evin taksidini ödedik de ne oldu. Bak, uçup gitti eliminzden balın gibi. Keşke seni ağlatmasaydık çocukken. Keşke sana o akülü arabayı alsaydık." (sayfa 60))

Emrah Serbes Müptezeller, İletişim Yayınları'ndan 2016 yılında. Okuduğum ise birinci baskısı.

Kitap:
İletişim Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

4 Aralık 2016 Pazar

Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar

0 yorum
Harry Potter dünyasına ait kitaplardan birisi. Filmi çıktıktan sonra tekrar ünlenen bir kitap. J.K. Rowling kaleminden gelmiyor. Newt Scammender tarafından yazıldığı bilinenen, Harry Potter serisinde adı geçen bir kitap.

Kitabın neresinden tutsak elimizde kalır.

Albus Dumbledore önsözüyle yazılmış ve kitabın Muggle'lar dünyasına da açıldığı belirtilmiş. Harry Potter serisinin neresinde "Muggler ve büyücülerle cadılar barış içinde yaşadılar" yazıyordu? İfşa oldukları nerede mevcut? Muggler'lar için fantastik canavaları tanıtan harika bir el kitabı olacağını mı düşündüler? Satış politikasına kurban gittiği o kadar bariz ki insan üzülüyor. J.K. Rowling bu kitapta bizim için tam anlamıyla çuvallamıştı. Harry Potter'ın kitap üzerine aldığı notlar da mevcut. Kitapta o notları görünce Hogwarts sıralarını ve hareket eden merdivenleri düşünmemek tabi ki elde değil. J.K. Rowling'in bu kitapta çuvallamış olması bir yana tanıttığı dünyanın büyüklüğü başka bir yana.

Newt Scammender kitabını 2001'de bastırmış görünüyor ki Harry'nin ilk kitabını elimize aldığımız yıla tekabül eder bu...

Newt Scammender çok dağınık yazıyormuş, öyle mi? Kitabın başlangıcındaki tanımlamadaki sistematik çalışma nedense canavarları tanımlarken bulunmamaktadır. Sadece Sihir Bakanlığı'nın derecelendirmesi hepsinde net olarak bulunmaktadır.

Newt Scammender Fantastik Canavarları kitaptakinden çok daha iyi tanıyan bir kişi olarak karşımıza çıkar. Ancak kitaptaki tanımlar çok zayıf kalmaktadır.


Filmiyle birlikte Harry Potter dünyası tekrar hareketlenmiştir. Zira filmin senaristliğini J.K. Rowling yapmıştır ki bu da filmin başlı başına Sihir Dünyası'na derinlik kazandıracağı kesindi. Sanal dünyada gezerken filmin sonuna takılmış o kadar çok genç kuşak gördüm ki üzüldüm. Bu noktadan sonra filmle ilgili içerik mevcuttur.

Fırıncı fantastik canavarları hatırlıyor muydu yoksa hatırlamıyor muydu? Aslında bu çok da önemli değil. Bunun üzerine makaleleri gördüm, okudum da... Ancak Ölüm Yadigarları göndermesini ve Grindelwald'ın varlığı her şeyden ötedir ve Sihir Dünyası'na bambaşka bir boyut kazandırmıştır!

Bu noktada film kitabın kendisinden kat be kat öne geçmiştir. Bu blog kitaptan ziyade Sihir Dünyası'ndaki bu yeni gelişmeye yöneliktir. Aslında olan şudur: Scammender döneminden Harry Potter öncesine ait tarihi göreceğiz. Lanetli Çocuk'un da gelmesiyle Sihir Dünyası'nı hareketli yıllar bekliyor diyebiliriz.

Fantastik Canavarler Nelerdir, Nerede Bulunurlar'ın orijinal baskısı tükenmiştir. İkinci el kitapçılarımız da "piyasayı fırsat bilerek" kitabı etmeyen değerler üzerinde satmaktadırlar. Kitabı sırf filminden dolayı alacaksanız almayın. Yapı Kredi yeni baskısını yapacaktır diye tahmin ediyorum. Piyasa canlandı ne de olsa...

Her şey bir yana J.K. Rowling, puslu alanları bize biraz daha gösterecek.

Diğer bir tartışma konusu da Harry Potter'la tanıştığımız bu dünya üzerine yeni yapıtların gelmesi var olan büyüyü kötü yönde mi etkiliyor... J.K. Rowling Harry Potter'ın ekmeğini mi yiyor yoksa Sihir Dünyası'nın tarihçesini anlatmak için yanıp tutuşuyor mu?

Çizimler ve metin J.K. Rowling'e ait. Kitabın orijinal baskısı Diagon Yolu Obscurus Book'a ait.
Kutlukhan Kutlu kitap editörlüğünü üstleniyor ve canavarların isimlerinin çevirileri ona ait.
Çevirmen ise Sevin Okyay ve Gül Sanoğlu. Kitap ilk baskısını 2001 yılında yapmıştır.

Filmin altyazılarında da keşke bu ekibi dikkate alsalarmış...
Film ayrı dünya kitap ayrı bir dünya. Film Newt Scammender'ı anlatıyor, kitap ise Newt Scammender'ın yazdığı kitap. Bunun ayrımına iyi varmak lazım. Bu yeni serinin devamını merakla bekliyor olacağım.







27 Kasım 2016 Pazar

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları: Ruhlar Kütüphanesi

0 yorum
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları üçlemesinin son kitabı.
Tabi set ilk çıktığında yazmıştım bunları. 10. yılının dolduğu bu dönemde serinin altıncı kitabı geliyor!
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları: Kuşlar Meclisi
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları: The Desolations Of Devil's Acre (Şeytanın Arka Bahçesi'nin Perişanlığı) (Kitap anadilinde 23/2/2021'de çıktı.)


Diğer iki kitabı okumayanlar için buradaki içerik sürpriz kaçıran durumundadır.

Jacob'ın tuhaf yeteneği tuhafların tek umududur. Ymbryne'ler hortlakların eline düşmüştür. Kurtaramazlar ise tuhaflar dünyasının sonu gelecektir.

Tuhafların dünyasının derinliği gittikçe ilerliyor. Ancak son kitap hortlaklar ve tuhaflar arasındaki çatışmanın köklerine gidiyor. Dünya gizemlerini hala koruyor. Bu da yeni bir seri için umutlandırıyor.

Emma ve Jacob kötülüğün kalbine doğru ilerliyor. Kaçınılmaz savaş vuku bulacak.

Ruhlar Kütüphane'sinin anlamı ise çok daha ilginç. Bu kütüphanenin tarihini ayrı bir kitapta okumak isterim.

Ransom Riggs çok ilginç bir dünya ile bizleri tanıştırdı. Çok hızlı aktı gitti sayfaların arasında. Bu da tuhafların tarihini daha da merak ettirtiyor. Millard'ın kaleminden yeni hikayeler gelir belki...


Bendeki kitap Aslı Dağlı çevirisiyle Eylül 2016 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
İthaki
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr
Babil.com


 
Copyright © Kitaplık
S.Y.