Felsefe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Felsefe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2018 Pazar

Leviathan

0 yorum
Thomas Hobbes eseridir. Kitap benim için iki bölümden oluşuyor. Siyasetin sınıflandırılması ve Tanrı'ya olan imanın beyan edilmesi şeklindedir. Bu ikinci bölümü neredeyse hiç okumadan geçtim. İlk kısım müthiş bir bir sınıflandırma içermektedir. İkinci kısım ise imanın rasyonalize edilmesidir

Hobbes devlet ihtiyacını açıklıyor. Bu ihtiyacın doğmasına karşılık kurulan devletlerin varlığını anlatıyor. Burada Hobbes'un felsefesini değil de kitabı üzerinden ilerleyeceğim. Malum amaç kitabın kritiği. Kitabın üslubu inanılmaz hafif. Hobbes'un izlediği metot o kadar güzel ki okuyucuyu içine çekiyor. Tanımlardan başlıyor. Ardından yavaş yavaş yaşamı şekillendiriyor. Hobbes okuyucunun bir bebek olarak kitaba başladığını düşündüğünü sanıyorum. Emeklemeyi öğretmeden koşturmuyor.

Kitabı okurken benim üzerinde durduğum konu "özgürlük" konusuydu. Nedense ilgim ve dikkatim özgürlük üzerine gitti. Hobbes'un yazdıklarında özgürlüğü aradım.

Bendeki kitap YKY'den Semih Lin çevirisi.

Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

15 Ekim 2017 Pazar

Böyle Buyurdu Zerdüşt

0 yorum
Nietzsche'nin belki de en meşhur kitabı.

Kitap Nietzsche'nin, Zerdüşt'ü konuşturarak oluşturduğu felsefesidir. Bu kitabın en iddialı ve büyük cümlesi:
"Öldü bütün tanrılar, Üstüninsan'ın yaşamasını istiyoruz artık."
Zerdüşt Üstüninsan'ı hedefliyor, arzusu onu bulmak. Ancak tanrı öldü, ama yaşasın yeni tanrı(?)

Üzgünüm, hayal kırıklığına uğrattı kitap beni. Burada ölen dogmatik düşüncedir ama Zerdüşt'ün Üstüninsan'ının kimi fikirleri ve davranışları da dogmatiktir. Ya da bana öyle gelmiştir. İşte olay burada patlak vermektedir.

Kitap boyunca Üstüninsan'ın meziyetleri mi yoksa Zerdüşt'ün kendi meziyetleri mi aktarılmıştır? İç içe geçmişlik her zaman mevcut.
Pek çok asker görüyorum: pek çok savaşçı görebilsem keşke!"Üniforma" diyorlar giydiklerine: bari üniformanın gizlediği üni-form olmasa! (sayfa 50)
Nietzsche'nin topluma, tepkisiydi belki de bu kitap. Diğer bir konu da tümdengelmesi. Bir bakıma toplum insanları oluşturur, insanlar toplumu oluşturmaz algısı kuvvetli. Bu hisle beraber bolca yalnızlık mevcut. Bunu açıkça da dile getiriyor zaten.
Ey Zerdüşt, sen o gelmesi gerekenin gölgesi gibi gideceksin: böyle buyruk vereceksin, sen, buyruk vere vere önde gideceksin. (sayfa 141) 
Zerdüşt, aslında bir peygamberdir. Peki Nietzsche'nin Zerdüşt'ü kimin peygamberi? Üstüninsan'ın mı? Nietzsche'nin mi? Peygamber varsa bunun bir de tanrısı olmalı. Üstüninsan mı?

Tanrı öldü, yaşasın yeni tanrı. Mı?

Bendeki kitap Cem Yayınları'ndan 1984 baskısı ile birlikte Turan Oflazoğlu'nun harika çevirisi.


24 Temmuz 2014 Perşembe

Özgürlükten Kaçış

0 yorum
Erich Fromm'un mükemmel ötesi kitabı. Bireyden, topluma kadar özgürlük kavramı üzerine harika bir eser. Özgürlük nedir, insanın özgürlükten kaçışı neye bağlıdır gibi bir çok soruya cevap arayan eserde harika noktalara parmak basıldığını göreceksiniz! Felsefeyle psikoloji ve sosyolojinin harmanlanması sonucu harika bir insan çözümlemesi! İnsanı tanımak adına mutlaka okunması gereken kitaplardan! Kütüphanede mutlaka olması gereken bir kitap! Zira din konusundan başlayıp Hitler'e kadar harika bir sıralama içerisinde mükemmel bir kitap.

Erich Fromm'un gösterdiği yolun bu kadar düzenli bu kadar net olması anlaşılmasını kolaylaştırıyor. Bu üslupta okudukça şaşırmamak elde değil!

İnsan üzerine, insanlık üzerine bir şaheser!

Kitabı okurken elinizin altında kalem kağıtla birlikte bir de bu kitap için fosforlu kalem bulundurun! Örneklerle daha da zenginleşen kitap var olan bir gerçeği ayaklar altına seriyor.
Olmam gerektiğini sandığım kişiden hiçbir şey değilsem, "ben kimim?" (sayfa 201)
Bendeki kitap Payel Yayınevi'nden Şemsa Yeğin çevirisiyle Nisan 2011 tarihli altıncı baskısı.
Kitap:
Payel Yayınevi
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

8 Aralık 2013 Pazar

Louis Lambert

0 yorum
Balzac'tan mükemmel bir eser! Louis Lambert, erken yaşlarda okumaya merakıyla fark edilir. Papaz olan dayısının yanında eğitim görmeye başlar. Bir gün bahçede kitap okurken soylu bir kadın onu fark eder ve zekasını test eder. Sonrasında onun iyi bir okulda okuması gerekliliğine karar vererek onu  -anlatıcımızın da okulu olan- Vendome Koleji'ne gönderir. Bu kolej ki Balzac'ın da eğitim gördüğü kolejdir aslında!

Louis Lambert, Emanuel Swedenborg'dan etkilenen kendi düşünce sistemini kurmak peşindedir! Anlatıcımızıla yakınlaşmaları sayesinde Louis Lambert'i okuyoruz. Anlatıcımızın okuldaki lakabı Şair'dir, Lambert'inkiyse Pythagoras(Pisagor)'dır. Böylece Pythagoras ile Şair için bambaşka bir düşünce akımı, bir öğreniş başlar!

Louis Lambert için Balzac otobiyografisi niteliğinde olduğu söylenir. Bu noktadan yola çıkarsak Lambert'in kurduğu düşünce sistemi Balzac'ı ifade etmektedir. Bunu görmemek elde değil zaten! Balzac'ın kurduğu düşünce dünyasında gezinmenin ve o tuhaf gizemin tadı bambaşkadır! Bu düşünce sistemini oluştururken Lambert'in etkilendiklerinden etkilenip etkilenmediği benim için soru işaretidir. Balzac Lambert üzerinden, düşünce sistemini kurabilmesi için gerekli ortamı idealize etmiş gibidir. Lambert, ufak tefek zayıf bir insandır. Balzac ufak tefek olmasına karşın gayet etine dolgun bir kişidir malumunuz. Bu bariz karşıtlık ile birlikte başka diğer karşıtlıklar, Lambert'in düşünce ortamıyla Balzac'ın düşünce ortamı arasındaki ayrılıkları göstermektedir. Zaman zaman Lambert ile Balzac'ı birbirinden ayıramamak, zaman zamansa ayırmak Balzac'ın kurduğu başka bir dünya, başka bir kelime oyunudur!


Ortamlar farklı olsa da hedefin aynı olduğu da bir başka gerçektir. Balzac, bu gerçekliği Pauline üzerinden bundan şu şekilde ifade etmektedir.
Zihninin gittiği yoldan ben de geçiyorum; bütün dönemeçlerini bilmesem de en azından hedefte onunla buluşuyorum. (sayfa 107)
Balzac'ın zihninde, düşüncelerinde dolaşmanın eşsiz keyfi bambaşka! Kurduğu sistemse daha da başka bir lezzet! Her kütüphanede mutlaka olması gereken bir kitap! Tüm kitap boyunca Louis Lambert'in zihin labirentinde dolaşmak zevkinin yanı sıra, kitabın son kısmında Louis Lambert'in nadir zamanlarda kurduğu, son cümleleri maddeler halinde okumak da çok daha farklı bir tattır!

Louis Lambert aynı zamanda biraz trajik bir kişidir. Başta oluşturmaya çalıştığı düşünce sistemini, sonda talihsiz bir biçimde yaşar! Bu olayın trajedi olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Trajedi midir, yoksa iç meleğini bedeninde özgürleştirmeyi başarmış mıdır?

Louis Lambert! Muhteşem ötesi bir kitap, muhteşem ötesi bir karakter! Hayatın tamamı üzerine kurulu, yaşam ötesi düşünceler bütünü yalnız bir insan!
Yaralı işçi, yoksul loğusa, hastalanan orospu, yüzüstü bırakılan çocuk, sakat yaşlı, kötü alışkanlıklar, giderek cinayet, sığınacak bir yer bulabiliyor, şefkat görebiliyor burada; ama bir şey keşfeden, düşünen insana karşı herkes acımasız. (sayfa 68)
Dayısına Paris'ten yazdığı mektupta böyle söylüyor Louis Lambert.

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olup Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'dan Oktay Rifat, Samih Rifat çevirisiyle Şubat 2011 tarihli baskısıdır.

Kitap:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com 

1 Aralık 2013 Pazar

Benim Mutlu Hayatım

0 yorum
Lydia Millet'ten harika bir kitap. Millet ile bu kitap sayesinde tanışmış oldum. Bir kitapta önkapak kadar arkakapak da çok önemlidir. Bu kitabın arkakapağındaki, "metruk bir akıl hastanesinde unutulan" ve "duvarlara yazarak zaman geçiren" bile yazsaydı arka kapakta benim için mutlaka okunması gereken bir kitap olurdu. Psikoloji bazlı kitaplar çok incelikli olması gereken ve gerçekten zorlu bir sürecin ürünüdür. Karakteri oluşturmak meselesinin yanında karakteri konuşturmak anlatması durumunda bu türde kitaplar tamamen çökerler. Ancak Lydia Millet kitabın karakterini, anlatıcısını, konuşturmuş! Okurken içim titredi...
Ben de diğer ayaklardan farklı bir biçimde ayağımsı olmayan bir ayağa sahiptim, bu yüzden sakatlığın ne olduğunu çok iyi biliyordum. Yine de bazen, "Eh, evet, benim de ayağım sakat ama onu başka insanların oyuklarına sokmuyorum," diye düşünmeden de edemiyordum. (sayfa 40) 

Anlatıcı, metruk bir akıl hastanesinde -gerçekten?- unutulmuş bir karakterdir. Unutulma mevzusunun anlatıcının bir hayal ürünü olup olmadığı sorusuyla kitabı elime almıştım. Bir unutulma mefhumuna yaklaşacağımızı düşünüyordum. Bu yaklaşımda anlatıcının başına gelen olayları okudukça insanlığa küfretmemek mümkün değil! Bu noktada unutulma mefhumu, varlık mefhumuna dönüşüyor ve oradan da topluluk içinde var olmak mefhumuna evriliyor! Karşılaşılan olaylar yüzünden kimin akıl sağlığı daha yerinde çatışması gözler önüne seriliyor.
"Kelimelerden daha yakın olabiliriz ama tenden daha yakın olamayız," diye fısıldadım. (sayfa 41)
Anlatıcının dünyayı algılayışı saf iyilik üzerine kurulu. Bu dünyaya bu kadar iyi, iyi olmak fazla demek ki. Son ana kadar o bilge(!) insanların sebep oldukları sonuçları yaşadı.

Anlatıcının oluşturduğu varlık mefhumu ve varlıkta hafıza, hatıra kavramı da kitabın tamamına yayılmış durumda. Bununla birlikte; zaman, tarih tartışması da akıyor gidiyor roman içerisinde! Bu kadar çok kavram, mükemmel bir şekilde harmanlanmış ve okuyucuya mükemmel bir kurgu içerisinde aktarılmış.

Bir solukta okuduğum harika bir kitaptı! Kapak renginden, umuda kadar...
İşte böylece görünmezliğin ne anlama geldiğini çözdüm; yani diğer insanların sizi görmediğini ama bunun önemli olmadığını. Çünkü o zaman siz hepsini mükemmel bir şekilde görüyordunuz, yalnızca o an oldukları kişileri değil, geçmişte ne olduklarını ve gelecekte ne olacaklarını da. (sayfa 141)
Bendeki kitap Kolektif Kitap'tan, Berrak Göçer çevrisiyle Ekim 2013 tarihli ilk baskısıdır.

Kitap:

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Efrâsiyâb'ın Hikayeleri

3 yorum

İhsan Oktay Anar kitaplarına devam ediyorum. Bu sefer ki kitabı kütüphaneden aldım Şimdiden belirtmek isterim ki kitabın ve hikayelerin içeriğiyle ilgili çok fazla bilgi olacak.

Efrâsiyâb'ın Hikayeleri bir kabadayının üzerinde başlıyor. Kabadayı mahallesinde racon keserken bir gün Ölüm'ün nefesini ensesinde hissediyor ve olaylar cereyan etmeye başlıyor.

Ölüm'ün canını almak istediğini bilen kabadayı, Ölüm'e bir oyun oynamayı teklif ediyor.Eğer kabadayı kazanırsa Ölüm kabadayıya yaşaması için yüz sene verecek eğer kaybederse Ölüm onun ve oyun arkadaşının canını alacak. Oyun için "kozlu bir oyun" yazmış ve malum okey oyununu anlatmış. Oyun için eş bulma süreleri ayırıyorlar kendilerine ve kabadayı kankardeşini ayarlıyor. Ölüm'se kabadayıdan sonra canını alacağı Cezzar Dede'yle anlaşıyor. Ölüm ve Cezzar Dede oyunu kazanıyor. Daha sonrasında Ölüm Cezzar Dede'ye bir teklifte bulunuyor: Cezzar Dede'nin vefatının adaletli olabilmesi için oyun oynamaları gerektiğini söylüyor. Cezzar Dede şu şekilde bir cevap veriyor:
"Ama ben, bugüne kadar kazanmak için oynamadım hiç. Oyunun bana verdiği zevkle yetindim."
Cezzar Dede bu cevapla birlikte nasıl bir oyun oynayacaklarını soruyor. Ölüm'ün cevabı:
"Seninle, verdiği zevk dışında hiçbir amacı, kuralı ve şartı olamayan bir oyun, yani gerçek bir oyun oynayacağız. ... Bir konu seçip, birbirimize hikayeler anlatacağız. Kazanma amacıyla değil, sadece anlatmanın zevki uğruna. Her hikayen için senin bir saat yaşamana izin vereceğim. Ne dersin?"
Oyun başlıyor, ilk hikayenin türü korku ve önce Ölüm anlatıyor: Güneşli Günler.

Anadolu'da bir yerlerde bir yatılı okulda geçen hikaye; okulun Kont lakaplı müdürü ve Sağır lakablı resim öğretmeni üzerine denebilecek, Kont'un kan ihtiyacını bir resim dahisi çocuktan gidermesini anlatıyor. Çocuklardan birisi bir gece iskambil kağıtları üzerine girilen iddia sonucunda yatağından çıkıyor ve olanları görüyor.

Kanı emilen çocuğun adı Bora Mete, resme yetenekli devamlı gülümseyen al yanaklı bir çocuk. Sağır ona yağlı boya seti veriyor. Güneşli bir günde derslere girmemesini salık veriyor ve manzara resmi istiyor. Ancak karşılığında da kanını istiyor. Burada belirtmek isterim ki Sağır'ın güneş resimleri Bora Mete'ninkinden daha kötü. Çocuk öldükten sonra Sağır'dan itiraf gibi bir cümle okuyoruz:
"Sana ışığı vaadetmiştim.Üzgünüm kanı, ışığa tercih eden sen oldun. Böylece hayat senin için ışık değil, kanın ta kendisi oldu."
Sıra Cezzar Dede'de, hikayesi Bidaz'ın Laneti.

Hayatını hazine hülyalarıyla geçiren yaşı da geçkin, kayınvalidesinin dilinden çeken bir adama sonunda talih güler. Dokunduğu her şeyi altına çeviren bir lanetli kralın, kendini yanlışlıkla altına çevirmesinden sonra koyulduğu kabrin haritası ayağına gelmiştir. İşler buradan sonra çetrefilleşecektir.

Böylelikle "korku" etabı bitiyor. Bu arada hala Uzun İhsan'ı kovalamakla meşguller. İstanbul'da bir oraya bir buraya Uzun İhsan'ın peşinden gidiyorlar. Kim bu Uzun İhsan? Cezzar Dede'den sonra sırası gelen kişi.

Yeni etap, din. Cezzar Dede, Bir Hac Hikâyesi'ni anlatmaya başlıyor:

Birbiriyle çekişen iki köyün imamlarından biri hacca gitmeye niyetlenir. Bunun haberini alan diğer köy de kendi imamlarını hacca göndermek için köyün ağasından para isterler, ağa da kendi oğluyla, babasını da yanında götürmesi şartıyla parayı verir. Oğlan, çok hareketli ve saldırgan, ağanın babasıysa aksi mi aksi bir adam.  Bu sırada eline Medeniyet Tarihi adında bir kitap geçen imamın aklını orada gördüğü bir heykel resmi kurcalar. Sessizleşir, mahsunlaşır. Derken kapısında köylüler, ellerinde parayla bitiverirler. Kabul eder ve hac yolculuğu başlar. Ancak bu yolculuk Mekke'ye değil başka diyarlara uzanmaktadır.

Bu hikayeden sonra sıra Ölüm'e geliyor, Dünya Tarihi'ni anlatmaya başlıyor.

Bir tüccar rüyasında ak sakallı bir zatı muhterem görür. Bu kişi, on parasını pulunu, varını yoğunu satmasını,  Acıpayam Dağı'na gelip kendisini bulmasını söyler. İşte böylelikle işler dallanır budaklanır... Rüyasında gördüğü kişinin aslında kendisi olduğunu ve bu yolculuğun kendine yolculuk olduğunu en sonunda anlayacaktır.

Bu hikayeyle birlikte bir etap daha sona ermiştir. Sırada aşk var. Ezine Canavarı'yla Cezzar Dede anlatmaya başlıyor.

Bir kasap eşini kaybettikten sonra dört yiğit oğluna hem analık hem de babalık etmiştir. Lakin artık evlenme vakitleri gelmiştir de geçiyordur bile... Bu sebeple tanınan bilinen bir çöpçatana derdini anlatır. Ancak evlerinin bir odasında, erkek temizliğinin yetersizliğinden, kocaman bir fare peyda olmuştur ve de oradan onu atamamışlardır. Dört erkek kardeşe dört kız kardeş bulmam niyetindedir. Daha önce gelen dul hanımın dört kızı vardır. Velhasıl artık onların mürüvetini görmek istemektedir. Böylelikle bu simetriyi bulan çöpçatan bunları başgöz etmek istemekte, büyüğünü büyükle, ortancayı ortancayla, küçüğünü küçükle, dulları da birbiriyle eşleştirip evlendirmek ister. Görücüye gidecekleri erkek tarafının evine gelen mahallenin dedikoducu kadını yüzünden odadaki farenin söylentisi çabucak yayılır. Kız tarafı bu işin hallolmasını yoksa izdivacın olmayacağını haber verir. Hal böyleyken fareyi öldürmek adına erkek tarafı odaya baskın düzenlerler ancak fare uyanır, ortalık can pazarına dönüşür bu hengamede yangın çıkar ve erkek tarafının evi yanar. Ev yanmasına yanmıştır ama fare hala hayattadır ve kendisine başka yuva arar. Kız tarafı yangını haber alınca bu işin olmayacağını, dayalı döşeli ev olmadan evlenmeyeceklerini söyler. Böylece evlilik hayalleri suya düşer. Fare, gide gide bu kız tarafının evine gider ve orada yavrular.

Cezzar Dede, kavuşunca meşk, kavuşmayınca aşk olur diye de hikayesine açıklama getirir. Sıra Ölüm'dedir. Hırsızın Aşkı da hikayesi:

Bursa iline yakın kasabalardan birinde geçimini hırsızlık meziyetiyle geçiren büyük bir aile vardır. Bu ailede deden toruna kadar herkes hırsızlıkla ilişkili işler yapmaktadır. Ancak torunlardan biri, Fezai, bu işi naif ve zarif ruhlu olması nedeniyle reddeder. Ailenin en büyüğü, dede, karar verir. Fezai keman çalacaktır. Bursa'ya gelen ünlü bir virtüözün kemanı, usta bir kemancı tarafından yapılmıştır ve kemana paha biçilemiyordur. İşte Fezai bu kemanı çalacaktır. Virtüözü gören Fezai, aşık olur... Ama kemanı da çalmak zorundadır. Velhasıl kemanı alıp eve dönmüştür ama içindeki ateş bir kez alevlenmişti. İçin için yanan çocuk sonunda kemanı çalmayı, ondan sesler çıkartıp dinlemeyi, sevgilisini dinlemeyi arzulamıştır ve böylece keman çalmayı öğrenir! Usta olmuştur artık ancak bir gün eve geldiğinde sevgilisini göremez ve öğrenir ki babası kemanı satmıştır. Satanın peşinden gider ve kemanını alan kişinin konser verdiği salonda konser esnasında bulur. Sahneye fırlayıp kemanını alır. Tüm kolluk kuvvetleri Fezai'nin peşine takılsa da çatıya kadar Fezai'yi yakalayamazlar. Sonunda çatıda köşeye sıkışan Fezai başlar kemanını çalmaya...

Bu hikayeyle birlikte bir etap daha bitmiştir. Sonraki etap cennet konuludur. Şarap ve Ekmek hikayesiyle Cezzar Dede anlatmaya başlar.

Kayseri'de Zeynelabidin adında yaşı 27'yi geçmiş evlenmeye yanaşmayıp yaşlı annesini bedbaht eden bir oğlan vardır. Oğlunu evlendirmeye razı edemeyen anne sonunda, oğlu için sakladığı takı paralarını ona verir, bir iş tutup baltaya sap olmasını diler. Zeynelabidin de bu sermayeyle şehir şehir dolaşıp sofular için yazmalar,  dualar hatlar satmaya başlar. Bir gün cuma namazına gider ve şans budur ki sevmediği çocuklar için vaaza denk gelir. Çocukların ne kadar saf ve cennetlik olduğunu anlatan imamın gözyaşlarına boğulmasına anlam veremez. Kafasına takılır, içi sıkılır. Akşamına bir meyhaneye gidince imamın da orada gözyaşlarıyla içtiğini görür. Meyhaneciye olayı sorar. İmamın Bestenur adında bir kızı olur. Bunu kendi sütninesine büyütmesi için verir. Bebek büyüdükten sonra babasına döneceği vakit sütninesi Bestenur'a üzümsuyu ve ekmek verir. Eğer içerse cennete yükselecektir. O yüzden içmemeli ve babasına götürüp yola gelmesini sağlamalıdır. Yolda kötüyle karşılaşır ve o kötü buna üzümsuyunu içirir, ekmeği yedirtir. Sonradan olayı kavrayan Bestenur, bir tohum diker ve o büyüğünceye vakti olsun diye dua eder. Gözyaşlarıyla sulanan tohum filizlenir. Kötü tekrar gördüğünde büyümüş olan ağacı görür durumu anlar ve Bestenur'la babasını bulmaya gider. Babası Bestenur'la inzivaya çekilmiş, çöp gibi kalmıştır. Çünkü Bestenur ona cennete yükselirken ayağından tutmasını, zayıf olursa onu taşıyabileceğini anlatmıştır. Derken Bestenur fırına ekmek almaya gittiğinde Kötü pencerenin kenarına sıcak, yağlı mı yağlı bir güveç koymuştur. Nefsine hakim olamaz ve güveci yer bitirir. Bestenur geldiğinde ayakları yerden kesilir. Ancak babasını taşıyamaz ve kendi başına cennete yükselir...

Sıra Ölüm'dedir ve bu hikaye de son hikayedir.Gökten Gelen Çocuk.


Çocukları olmayan geçkin bir çift vardır. Yaşları elliye varmıştır. Ancak Kent ailesinin özlemi bitmemiştir. Derken bir gün bahçelerinde şimşek çakar. Çıkıp baktıklarında bir oğlan çocuğu olduğunu görürler. Anne hep bir kızları olsun, ismi güler olsun istemiştir. Çocuğun oğlan olması onu üzmüştür. Çocuğun ismi Gülerk olur. Babası ona dedesi Sabri'den kalma, göğsüne dedesinin adının baş harfi S işli mavi bir elbise ve kırmızı bir pelerin verir. Bunu giymesini ve herkese yardım etmesini söyler. Ancak annesi onu temiz, pirüpak bir efendi oğlan olarak yetiştirmek ister. Efendi çocuk kıyafetleri ve gözlüğü alır ve çocuğu giydirir. Seyyare adlı yerel gazete de iş buluverir. Üstü kirlenirse ona annelik etmeyeceğini söyler. Annesiyle babasını üzmemek için Gülerk babasından aldığı elbiseyi, sonra da annesinden aldıklarını mavi elbisesinin üstüne giyer. Bu çekişmenin ortasında kalmıştır. Üstelik gazetede vurulduğu Yelda isimli kız da göğsünde S yazan mavi elbiseli çocuğu sevmektedir! Sonunda dayanamaz ve caminin minaresine çıkıp atlar! Leylek gelir onu yakalar ve göklere uçurur...

Bu hikayeyle son etap da bitmiştir. Ölüm'le Cezzar Dede konuşmuştur konuşmasına ama Cezzar Dede İhsan Oktay Anar'dır sanki... Ölüm'le felsefi bir anlatı! İçinde o kadar çok şey var ki... Hangi birini detaylandırayım! Ancak, alıştığımdan olsa gerek, Cezzar Dede son hikayeyi anlatıp, o ana kadar anlatılmış tüm hikayeleri bir şekilde kesiştirecek diye bekledim. Bu beklentim beni hayal kırıklığına uğrattı mı? Pek tabi ki hayır. Etaplarla tüm yaşam hakkında fikir beyanı okudum ve gayet mutluyum!

Cezzar Dede'yle Uzun İhsan'a ne olduğunu okuyunca göreceksiniz.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

19 Şubat 2012 Pazar

Puslu Kıtalar Atlası

0 yorum
Bir şaheser! İhsan Oktay Anar'la tanışmam bu kitap sayesiyle oldu. Bazı kitaplar bir çırpıda okunur, insan elinden düşüremez. Bu da onlardan. Şimdi ne olacak?.. Kişiler zaman çizgisi boyunca kendi parçalarında geçiyor. Sonunda zaman çizgilerinin kesişimi şaşırtıyor!

Uzun İhsan Efendi evinden çıkmadan bir dünya atlası yazıp çizmek ister. Bu sırada eline Rendekâr'ın kitabı geçer. "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyor Rendekar.Uzun İhsan Efendi bunun üzerine düşünüyor.

İhsan Oktay Anar masalsı anlatımıyla alıp götürüyor Konstantiniye'ye. Uzun İhsan Efendi'nin oğlu Bünyamin'in o melun parayla karşılaşma hikayesini okuyoruz. Kişilerin renkliliği, kesişmeleri arasında Konstantiniye sokaklarında geziniyoruz.

Kitabın sonunda, o meşhur paragraf, varlığı tekrar sorgulatıyor. Oğluna bıraktığı Puslu Kıtalar Atlası'nda oğluna yazdığı mektupta okuyoruz:
"Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hala çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."

Evinden çıkmadan bir atlas çizme peşinde olan Uzun İhsan Efendi, oğlu Bünyamin, eski hırsızlardan o zamanın dilenci kethüdası Hınzıryedi, Büyük Efendi Ebrehe, sakallı maymun Müşteri, Lağımcılar başı Vardapet, Arab İhsan, esirliği Alibaz namı Efrasiyab... Adını unuttuğum diğerleri... Bu Puslu Kıtaların arasındaki Konstantiniye'deler. İhsan Oktay Anar'ın masalsı anlatımıyla okunmayı, yaşanmayı bekliyorlar.

Şaheser İletişim Yayınları'ndan ilk baskısını 1995'te yapmış.Bendeki 36. baskısı 2009 tarihli.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

15 Şubat 2012 Çarşamba

Sofie'nin Dünyası

4 yorum
15. doğumgününe günler kala Sofie Amundsen postakutusunda Kimsin sen? yazılı bir not bulur ve olaylar gelişir. Not Alberto Knox adında bir kişiden gelmektedir. Sofie'nin felsefe öğretmeni, filozofu... Felsefe tarihinde bir gezintiye başlarlar.Bu gezinti sırasında Hilde Moller Knag'ın doğumgünü kartlarını postakutusunda ve başka yerlerde bulmaya başlar. Hilde'nin babası Binbaşı Albert Knag'tandır kartlar. Sofie ve Alberto varlıkları üzerine bir araştırmaya da girişmişlerdir. Sofie ve Alberto aslında Albert'in kızı Hilde için yazdığı bir doğumgünü kitabında olduklarını keşfederler ve Alberto kitaptan kaçmak için bir plan yapmaya başlar ve plan Sofie'nin doğumgünü partisinde sonuçlarını verecektir.

Uzun zaman sonra tekrar okudum kitabı. Tekrar okumalarda düşüncelerin gelişimi, aynı kitapta farklı bakış açıları yakalamanın eğlencesi daha bir başka. Olaylar benim doğum yılımda, 1990'da geçiyor. İlk basım 1991...

Benimle akran. O yüzden daha da bi' başka yeri. Çizgisel felsefe ancak bu kadar güzel kurgulanabilirdi. Çağımız artık bilimkurgu çağı, belki bilimkurgu öğeleriyle bi' başka yazar tekrar ele alır bunu ancak bu kadar olacağını yine sanmıyorum.

Öykünün temelinde ve insanlığın da temelindeki "ben neyim?" sorusu yatıyor. Sofie ve Alberto kendilerinin birer öykü karakteri olduklarını buldular. Biten her öykü gibi onlar da sonsuzluktalar; arkadaşlarıyla.

Bazen alışveriş merkezlerinde insanları izlerim. Fotoselli kapılara şaşırmamalarına, şaşırırım! 1990'lı yılların bilimkurgu modasıydı kendiliğinden açılan kapı! Ama o kadar sıradan ki şimdi... Bunu da işliyor Jostein Gaarder eserinde.

Merak et ve şaşır! Farkındalığın temelini oluşturuyor?

Binbaşı Albert Knag, Sofie Amundsen'i anlatan bir roman yazdı. Jostein Gaarder Binbaşı Albert Knag'ı anlatan bir roman yazdı. Aslında iki katmanı yazan da oydu. Kitabın içindeki bu küçük gönderi çok eğlenceli.

Bendeki kitap Pan Yayıncılık'tan, 2006 tarihli onüçüncü basım. Çevirisi Sabir Yücesoy tarafından yapılmış.

Sofie'nin Dünyası: Felsefe tarihi üzerine bir roman, ileride çocuklarıma okutacağım kitaplardandır!

Ayrıca kitap beyazperdeye de aktarılmış:
http://www.imdb.com/title/tt0125507/

Kitap:

Pan Yayıncılık Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

20 Mayıs 2011 Cuma

Harry Potter Ve Felsefe

0 yorum
Güncel Yayıncılık'tan çıkmış kitaptır. Harry Potter Serisini felsefi açıdan ele alan David Bagget ve Shawn E. Klein tarafından derlenen kitap bir çok kişiden makale içermektedir.İçindekiler sayfası şu şekildedir:

Felsefenin Büyüsü

Gryffindor / Harry'nin Dünyasındaki Karakterler
1. Cesaretli Harry Potter ( Tom Morris)
2. Dursley İkiyüzlülüğü: Kendini Kandırmanın Ahlakı ve Psikolojisi ( Diana Mertz Hsieh)
3. Voldemort'un Yandaşları, Malfoy'un İşbirlikçileri ve Hagrid'in Dostları: Harry Potter'da Dostluk ( Harald
 Thoursrud)
4. Feminizm ve Eşit Fırsat :Hermione ve Hogwarts'ın Kadınları ( Mimi R. Gladstein)

Hufflepuff / Rowling'ın Evreninde Ahlak Anlayışı
5. Cennet, Cehennem ve Harry Potter ( Jerry L. Walls )
6. Sihir, Bilim ve Teknolojinin Etiği ( Benjamin J. Bruxvoort Lipscomb ve W. Christopher Stewart )
7. Kelid Aynası: Dumbledor'un Uyarısına Neden Kulak Asmalıyız? ( Shawn E. Klein )
8. Kreacher'ın Ağıtı: Ayrımcılık, Kayıtsızlık ve Sosyal Adaletin Bir Alegorisi Olarak E.R.I.T ( Steven W. Patterson )

Slytherin / Knocturn Yolu ve Karanlık Sanatlar
9. Hırs Bir Erdem midir? Slytherin Neden Hogwarts'ın Bir Parçası? ( Steven W. Patterson )
10. Çarpıtılmış Bir Düşünce: Kötülüğün Doğası ( David Deavel ve Catherine Deavel )
11. Voldemort, Boethius ve Kötülüğün Yıkıcı Etkileri ( Jennifer Hart Weed )
12. Büyü, Muggle'lar ve Ahlaksal Düşgücü ( David Bagget )

Ravenclaw / Çeşitli Metafizik Konular
13. Peron Dokuz Üç Çeyrek'i Bulmak: Farklı Bir Gerçeklik Düşüncesi ( Gareth B. Matthews )
14. Uzay, Zaman ve Büyü ( Michael Silberstein )
15. Voldemort Neden Ölmüyor? Büyücüler ve Kimlik ( Jason T. Eberl )
16. Kehanetler ve Yaşam: Hogwarts'ta Yazgı ve Özgürlük ( Gregory Bassham )

Hogwarts Emeritus Fakültesi
Hogwarts Fakültesi


Parantez içindeki isimler makale yazarlarına aittir.
Serinin beş kitabını ele almıştır.(Felsefe Taşı, Sırlar Odası, Azkaban Tutsağı, Ateş Kadehi, Zümrüdüanka Yoldaşlığı)

Kitap Harry Potter üzerinden kendi gerçekliğimize bir bakış içermekte. Aklımda kalan bir bölümde Cesaret işlenmekte. "Korku olmadan Cesaret olmaz, Cesaret korkunun üzerine gitmektir" diye belirtmiştir. Neden bilmem ama bu cümle beni etkilemişti.

Dil konusuna değinmem gerekirse akıcı ve rahat bir dile sahip. Okunuşu neredeyse sohbet havasında geçecekmiş gibi. Hani vardır ya bazı hocalar derste samimidir ama otoritesini de bozmaz, sevecen hocalar, öyle işte bu kitap da.

Makalelerin kendi içlerindeki bölümlere tek tek değinmem burada olanaksız.Hayatı genel olarak Harry Potter üzerinden bu kadar güzel bir şekilde ele almak, anlatmak, göstermek kolay iş değil.Fazla pahalı da bir kitap değil. Harry Potter serisini okumuş herkesin -Harry Potter'ı sevsin sevmesin- okuması gereken bir kitap.

Hogwarts'ın Müdürü Aristoteles Olsaydı!

Kitap:
KitapYurdu.Com

 
Copyright © Kitaplık
S.Y.