Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. Yaşamın yaşamaya değip değmediğinde bir yargıya varmak…Buradaki cümlenin romantizmi pek tabi ki intihar sözcüğünden geliyor. Ancak kitabın ilerleyen kısımlarında intihar yapılanmasına dair daha ilginç bir mantık diziminin karşıma çıkacağından habersizdim. Keza bu mantık dizimindeki intihar tiplerinden de habersizdim.
Bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın bütün düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır.
İnsanın yaşama bağlanışını ne sağlıyordu? Bebeklikten bu yana öğrendiklerimiz mi? Hayır, hayır! Bunu kabul edemedim. Çünkü içgüdüyü gözardı edemiyordum. Boğulmaya yüz tutan insanları kurtarırken arada mutlaka bir araç olmasını salık verirler. Çünkü boğulan kişi bilinçsizce kendisine yardım etmeye çalışan kişiye de ölüme sürükleyebiliyormuş! Hayır, hayır. Öğrenilmişler değil. Bir şekilde bedende var olan bir şey bu.
Kendi düşüncelerimin arasında gezerken Camus'unun yolunda karşılaştığım bir başka levha beni yeni bir ayrıma getirdi.
Bedenin yargısı, aklın yargısından hiç de aşağı değildir, beden de yıkılış karşısında geriler. Düşünme alışkanlığını edinmeden yaşamaya alışırız.
Hangi yargılarla ilerliyordum ki bedensel bir yargıyı yoksaydım? Sonra biraz sakinleştim. Keza yok saymadığımı gördüm. Yargı dememiştim ben ona. İçgüdü demiştim. Birbirlerinden çok farklı da olsalar seziyordum bedenin varlığını! Bilmek mi? Henüz bilemiyorum bedenin, bedenimin varlığını. Aklımla bedenim mükemmel bir birliktelik mi kurmuşlardı? Yoksa tamamen mi ayrıktılar? İlişkilerini sezmek için kullanmam gereken düşünce aracı intihar mıydı?
Düşünme alışkanlığımı ne kadar hızlı(!) kaybetmiştim. Bunu sadece tümcelere bakarken en sonra ne zaman okudum sorusuyla çıkarsadım.
Camus dekorları yıkmaya başlamıştı dekorları yerine koyarak. Tezat değil! Dekorların yeri yıkık olduğu yerlerdir! Benim de bulunduğum yer bu dekorların yanı. Dekor olmamın kabulü başka bir dizge gerektiriyor.
Dekorları bedensel olarak izlerken çoktan ölmüş müydü aklım?! Yoksa ben mi ölmüştüm. Ya da aklım vardı bedenim mi ölmüştü? İzlemimi nasıl elde ettiğimi baktığımda aklımın intihar ettiğini gördüm! Ama ya bedenim?
gerçekten ölüm deneyi yoktur da ondan
Düşüncelerim arasında acı çekerken; nefes almaya çalışırken en az altı kere okuduğum kısma geldim. Ölüm deneyi yok çok hoşuma gitti önce. Yaşamak bir ölüm deneyi diye kibirlendim. Camus hiç bir şey bilmiyormuş(!) Bak yaşayarak nasıl ölüm deneyleri gerçekleştiriyoruz. Çeşit çeşit ölümlere karşılık çeşit çeşit yaşamlar. "Ölüm ama bir intihar değil" diye duraksadım. Kopmuştu ipim. Kibrim utanca dönüştü.
Gerçekten bir ölüm deneyi yoktu. Gerçekten, gerçekten... Ben, benim ölümümü denemedim. Deneylemedim. Deneyimlemedim. Kalbim acıdı.
Deneylere tabi olan fiziksel bir dünyayı kabullenemez bir hale geldim. Canım acıdı. Uyuşuk aklım kıvranmaktan öte can çekişiyordu. Çünkü;
bu dünya aslında akla uygun değil
***
Can acım inlemelerle devam ediyor; akıl acım feryatlar kopartıyor.
Bütünüyle tinsel görünene açık bir olgu vardır: insanın her zaman kendi gerçeklerinin pençesinde olduğu. Kimi gerçekleri benimsedikten sonra, olanlardan bir daha kopamaz insan
Gerçeklerimi düzdüm, kafam rahat mis gibi hayat derken dört kere okudum bir yere gelmiştim. İlk olarak gerçeklerin "peşinde" diye okumuştum. Kendimden gelen aklım veya bedenimin yargısıydı bu kelime. Sonra hissettim; geri geldim. "Peşinde" yazmıyordu. İkinci okuyuşumda gördüm! "Pençesinde" yazıyordu. Tüylerim ürperdi. Pençesinde olduğum gerçekler beni onun peşinde koştuğuma inandırmıştı! Acıdı canım bir kere daha. "Peşinde" yazsaydı nasıl olurdu Camus? Okudum üçüncüye. Hayır, artık başlamıştı bir uyumsuzluk. Sezmiştim. Dördüncüsü, "pençesi"ydi gerçeklerin.
***
Kitabın sonlarına hızla ilerlerken, Camus'nun kendine edindiği bir söylem oturdu içime.
Büyük romancılar… felsefe kuruyor imgeyle yazıyor
Örneklendiriyor. Bilindik yazarlardan...
***
Buraya kadar hislerimden okuduklarımla kendim arasında gidiş gelişlerimi yazdım. Peki Camus bunları mı yazmıştı? Camus bunların hepsini Uyumsuz temellemesiyle ilerletti. Ben kendi uyumsuzluğumu deneyimledim. İntihar ile başladığımız yolda çelişki gibi gözüken bir yere geldik.
Varoluş asılsızdır ya da ölümsüzdür.
***
İster akıl intihar tipi olsun, ister beden... Varoluşun asılsızlığı veya ölümsüzlüğü arasında sıkışıp kalan bir yerde şimdi bu okuyucu. Camus kitabın sonunda Franz Kafka'ya geliyor ve bu aralığı iyice genişletiyor!
Peki Sisifos kimdi?