Kevin Guilfoile kitabı. İşin aslı tanıtımlarındaki kadar harika bir kitap değil. Elbette her kitabın tanıtımı biraz abartılı olması anlaşılır. Ama sanki bu kitapta aşırıya kaçılmış. Öncelikle zaman örgüsünden bahsetmek istiyorum. 17 yıla yayılan bir olay anlatılıyor. Zaman zaman kopukluklar olabildiği gibi çoğu zaman bu 17 senelik zaman zarfı kendini hiç hissettirmiyor. Sadece başlıkta kaldığı bile oluyor. Yazar belki bilerek böyle üslup seçmiştir diye düşünmedim değil. Zamandan çok varlık felsefesi ile gerçeklik üzerinde durmuş. Ancak insanların düşüncelerinin zamanla değişebileceğini göz ardı etmiş gibi.
İkinci olarak söyleyeceğim kısımsa çeviri sıkıntıları. Özellikle, anlatım bozuklukları yüzünden aynı cümleyi bir kaç defa okumak sıkıntısıyla karşılaşmamak kaçınılmaz.
Gelelim öyküye:
Davis Moore, bir genetik alanında uzmanlaşmış bir doktor. Çocuk sahibi olmakta zorlanan aileler için bağışçıların DNA'larını kopyalayarak ailelerin çocuk sahibi olmasını sağlıyor. Klon karşıtları tarafından baskı altında olmalarına rağmen savlarından vazgeçmiyorlar, işlerini yürütüyorlar. Davis Moore'un kızı Anna Katherine Moore'un öldürülmesiyle Dr. Davis Moore'un hayatı değişiyor. Soruşturma sonrasında kızından kalan eşyaları teslim alan Davis Moore'un eşyaların içinde unutulmuş bir kanıt buluyor ve kanıttan DNA örneği çıkartıyor. Sıradaki ailenin çocuğunun bağışçısının DNA'sını bu DNA ile değiştiriyor. Böylece kanıtların içinden çıkan DNA'nın kime ait olduğunu bulmak peşine düşüyor. Kitabın arka kapağında yönlendirme amaçlı katilin DNA'sı yazsa da kitabı okudukça katilin tahmin edilebilirliği çok yükseliyor. Kitabı bitirmeden katilin kim olduğunu rahatça anlaşılıyor. Yazar karışık bir olay örgüsü kurmak için çalışmış. Kitapta bir çok olay başlıyor ve bitiyor. Bu sonucu elbette etkilemiyor. Sanırım yazar, varlık felsefini başka açılardan incelemeye çalışmış. Kitapta ayrıntıya boğulduğunuzu hissetmemek elde değil. Bu hissiyat kitabı rafa kaldırmanıza bile sebep olabilir. Zira kitaba başladığını şevki kitap sonunda bulamıyorsunuz. Kitabı bana öneren ve okumam için kendi kitabını ödünç veren arkadaşım, kitaptan sıkılıp okumadığını ben kitabı bitirince itiraf etti. Ön kapakta New York Times'ın yazızına kanmamalı.
Cinayet kitaplarının özelliğidir yazarın yönlendirmek isteği. Ancak bunu bolca hissetmek kitabın kurgusundan şüphe ettiriyor.
Ayrıca klon karşıtı grupların terörist hareketleri polis tarafından bilinirken Anna'nın cinayetinde konu bu taraftan hiç ele alınmadı. Zira Davis Moore'e da cinayet öncesinde silahlı saldırıya maruz kalmıştı. Belki de polis bu açıdan da incelemiştir de ben olay yığını içinde unutmuşumdur...
Kitabın sonuna gelirken "artık bitsin" diye düşünmeden edemedim. "Hangi kelimelerle ve hangi olayla kitabı sonlandırdı acaba" düşüncesi de diğer bir düşüncemdi.
Kanıttan klonlanan çocuk büyüyor ve Davis Moore'u buluyor.
Gölge Evren oyunundan da bahsetmek gerekir. Gölge Evren, insanların, gerçekle birebir kopyalanmış yerlerin haritalarında oynadığı bir oyun. GTA serisinin büyük hali... Bu oyunda, gerçekte ne yapıyorlarsa oyunda da aynılarını yapan insanalar var. Gerçeğin Ta Kendisi oyuncuları diyorlar. Yazar böylelikle sanal benlik, gerçek benlik üzerinde de duruyor.
Kitap, boğucu olmakla beraber zaman zaman sürükleyici de olabiliyor. Ancak bu türdeşlerinin karşısında çok zayıf olduğunu değiştirmez.
Kitap Koridor Yayıncılık'tan, Yasemin Özden KANCA çevirisiyle 2011'de ilk baskısını yapmıştır.
Koridor Yayıncılık resmi sitesi
KitapYurdu.com
13 Şubat 2013 Çarşamba
16 Aralık 2012 Pazar
Erken Kaybedenler
Emrah Serbes eseri. Çeşitli yaşlardaki erkek çocuklarının hikayesi. Çok tanıdık, çok bilindik sahneler var içinde. Çoğu öyle aslında. Türkiye gerçekliğinin sokaklardaki, çocuklardaki, erkeklerdeki yansıması. Bir parça dağılmış, bir parça yol arayışı. Bu kitap belki bir erkek için daha anlamlı olacaktır. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız bir parça da aynı. Emrah Serbes bunu yakalayabilmiş bir insan.
Kitaptaki hikayeler:
"1. Anneannemin Son Ölümü.Büyüklerin davranışlarının çocuklar üzerindeki etkilerini bu kadar net görüp bu kadar sade anlatması Emrah Serbes'i bir adım daha öteye taşımıştır. Büyüklerin davranışlarının farkındasızlığı ise daha ne kadar yalın anlatılabilirdi? Emrah Serbes bunları bir araya getirip seni, beni; kendisini yazmış. Bizi yazmış.
2. Zannettiğin Gibi Değil
3. Korhan Ağbi'nin Kardeşi
4. Denizin Çağrısı
5. Cahide
6. Üst Kattaki Terörist
7. Alçakgönüllü Arzular
8. Kimi Sevsem Çıkmazı"
Anneannemin Son Ölümü hikayesinden:
"Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü,şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.(Sayfa 13)
Rastgele bir numara çevirdim, genç bir kız açtı.
'Pardon devlet memuru musunuz?'
'Sapık mısın?'
'Hayır.Memur musunuz?'
'Değilim.'
'Güzel, ben sapık değilim, siz de memur değilsiniz. Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi hangisi acaba? Herkesin bir gün mutlaka geçeceği cadde.'
'Ne bileyin, İstiklal Caddesi herhalde. Sen kimsin?'
'Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim.' (Sayfa 16-17)
Gözlerimi kapadım, Yasemin karşımdaydı. Sevgi budur, gözlerini kapadığında oradadır ve bir milyon sene sonra bir milyon insan arasında da görsen, ha işte o dersin.(Sayfa 17-18)"Kimi Sevsem Çıkmazı öyküsünden:
" 'Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?'Serbes'in her hikayesinde o kadar çok alıntılanacak yer var ki hangisini alıntılasam bilemedim. Her hikaye ayrı ayrı konuşulması anlatılması gerekenleri barındırıyor. Bu konuşmalar bira eşliğinde olmalı. Adabı böyledir.
'Hangisini?'
'Otomatik yanan, sensorlu lamba.'
'Hayır.'
'Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.'
Önüme baktım.
'Neden kırdın?'
Cevap yok.
'Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle...'
'Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?'
'Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.'
'Beni görünce yanmıyordu baba.'
'Nasıl ya?'
'Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.'
'E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.'
'Hadi ya! Sahiden mi?'
'Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.'
Babama sarıldım, yıllar sonra. (Sayfa 141)
Okunası, saklanası, bir eser.
İletişim Yayınları Resmi Sitesi
KitapYurdu.Com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)