26 Ocak 2020 Pazar

Mülksüzler

0 yorum
Ursula K. Le Guin kitabı.

Kitabın adının altında bir alt başlık daha var: İkircikli Bir Ütopya. Kitabı kurcalanması yahut kitabın beni kurcalaması buradan başladı.

Ütopya mı değil mi dengesizliğindeki bir kitap. Neresine basarsan orası daha ağır basacak. İster ütopya de ister distopya de istersen yaşamın ta kendisi de ya da fikirlerin çatışması de.

Kitap Anarres ve Urras adlı iki gezegen ile örgüsünü kurmaya başlıyor. Kitabın ilk sayfalarında bu iki gezegenin krokilerini görüyoruz. Sonra da kitap başlıyor, o kadar sıradan gözüken cümleler hayatın tam olarak kendisini gösteriyor:
Bir duvar vardı.Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş alardan örülmüş, kabaca sıvanmışı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü.Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.(sayfa 1)
Böylece başlayan kitap bir anda bitiveriyor ve başa döndüğünüzde aynı kelimelerin, aynı cümlelerin ne kadar çok sır barındırdığına hayret ediyorsunuz. Sözcüklerin içinde barındırdığı geçmişi görüyorsunuz.

Doktor Shevek adında birisinin Dikkatli adında bir gemiyle uçuşa hazırlandığını anlıyoruz ve Shevek ile birlikte yeni dünyayı öğreniyor, bebek gözleriyle bakıyoruz. İşte böylece olayların içine giriyoruz.

Muhteşem bir kurgu etrafınızı sarıyor. Kitap ilerledikçe her bir zerrenizin kurgu içerisinde dağıldığını hissediyorsunuz. Shevek'in yola çıkışıyla başlıyor. Yol imgesini kitap boyunca takip edeceksiniz. Yol'un çizgiselliği ile Zaman'ın çizgiselliği arasında gidip geleceksiniz. Ama şunu hiç unutmamak gerek, ya çizgisel değilse? Ya da çizgi gördüğümüz ve çizgi dediğimiz bile bir çizgi değilse? Şüpheyi hiç elden bırakmadan bir insana bile nasıl güvenirsiniz?

Hiçbir şeye güvenemediğiniz bir ortamda gerçeğin ne olduğunu nasıl bileceksiniz?

Shevek Dikkatli ile yola çıkar. Daha sonra bu yolculuğun Urras'a doğru olduğunu öğreniyoruz. Kurgunun çarkları hızlanmaya başlıyor, Shevek'in neden Urras'a gittiğini, Urras'tan insanların Anarres'e neden geldiğini bile öğreneceğiz.

Urras ve Anarres, duvarın hangi tarafından bakarsanız artık, biri diğerinin ayı. Urras'takiler Anarres'e göç etmiştir. Yaşam Anarres'te çok çetindir ama hep bir yardım vardır. Kilit yoktur, mülk yoktur. Herkes ihtiyacı kadarını alır çünk fazlasına ihtiyacı yoktur. Urras'ta yaşam çok rahattır, fazlasını bile alabilirsin. Yaşam kolaydır. Mülkiyetçi bir yaşam vardır, kilitler vardır. Fazlasına sahip olanlar olduğu gibi yoksullari yoksunlar sınıfı da vardır.

Kitabın baş karakteri Shevek'tir ve Shevek'in karşılaştığı, ilişki halinde olduğu insanlar da çevresinde bir bulut şeklindedir.

Arz kelimesini gördüğüm anda kitabı Asimov kitapları arasında bir uzak galaksiye yerleştirmek istedim. Haliyle Arz'ın çöküşünden ve neredeyse yaşanamaz duruma geldiği bir zamana tekabül ediyor. Arz kelimesinin Asimov'a küçük bir gönderme mi yoksa kelime seçimi mi denk geldi? İkinci seçenek biraz olası ama olsun ben ilk düşünceyi de sevdim.

Çok yerde Anarres'in anarşist bir düzene sahip olduğu ifade ediliyor. Le Guin de Odoculuğun anarşizm olduğunu söylüyor. Ama ben Odoculukta anarşizm hissetmedim.Mevcut Anarres'ten bahsediyorum Tam tersine en başından beri Odoculuk bir işçi sınıfı ayaklanması olarak gözüme gözüktü. Erkelere değil, mülk sahiplerine bir ayaklanma gibi gözüktü gözüme. Kitabın adından da yola çıkmış olabilir gri hücrelerim. Ancak daha sonra Anarres'teki yaşamı düşünmeye başladım. Öncelikle iyelik yok, özellikle vurgulanan kısım bu. Kimse bir kişiye veya bir nesneye sahip değil. Sadece onları kullanıyor veya paylaşıyor. Buna bilgi de dahil.

Tabi benim düşündüğüm anarşizm ile ifade edilen anarşizm aynı mı onu da irdelemem gerekiyordu, belki de anarşizm ile ifade edilen başka bir şeydir? Aramıza dönen Vikipedi'ye sorduğumuzda yöneticisizlik anlamına geliyor. Sözlük'ümüze baktığımızda kargaşacılık anlamına gelmektedir.

Anarres'e geri bakalım; kargaşa yok; kargaşaçı var mı? Belki de Shevek'tir? Yönetimi sağlayan bir devlet yok, sadece işleri dağıtan bir sistem var. Herkes istediğini yapma özgürlüğüne sahip. Kitap ilerleyen sayfalarda da bu konuyu da irdeliyor.

Anarşizme geri dönünce; kelime bağlamında bir anarşi düzeni de göremedim. Benim hissettiğim anarşi daha vahşi bir anarşi değil, iş paylaşımını veya yapılması gerekli işleri dağıtan sistemi bile istememeli. Acaba Shevek anarşist mi?

Ama şu da bir gerçek bir erk yok, sendikalar var ve herkes istediği sendikaya katılabilir veya istediği sendikayı kurabilir. İşte burada anarşizmin kime karşı anarşizm olduğu ile ilgili konuların tartışılması gerek. Devlet yok. Yerine geçen bir sendika da yok. Ama hayatta kalınması için yapılması gereken işler var. Yardımlaşmak gerek.

Anarres'in eğitim ve kitap basımı ile ilgili kısımları çok ilgimi çekti. Her isteyen istediği kitabı basabilir ancak kağıt miktarı çok sınırlı Haliyle basılacaklar bir heyet tarafından irdeleniyor...

Odoculuk belki Urras'ta anarşidir diyebiliriz ama Anarres'te anarşi midir?

Kitabın sayfaları arasında ilerledikçe Anarres'te yaşam ile ilgili daha detaylı bilgiler alabiliyoruz. Gündelik yaşamda yapılması gereken işler yapılıyor ve ardından ortak yemekhanede buluşuluyor ve yemek yeniyor. İsteyen istediği kadar yiyebiliyor. Ama ihtiyacın fazlasını yemek de toplum tarafından bencillik ile ifade ediliyor. Büyük bir küfür.

Cinsel yaşam için özel odalar var. İsteyenler kullanabiliyor. Evlilik yok, ama tek eşlilik seçilebiliyor ve böyle çiftler için yaşam alanı yani konut tahsis edilebiliyor.

Bizler Shevek'in çocukluğundan Urras'a gidişi ve Anarres'e dönüşüne kadar hepsini okuyoruz, görüyoruz. Kurgu efsanevi bir güzelliğe ve akışa sahip. Olayla ortadan başlıyor. Sonra baştan ve sondan yaklaşarak ortada buluşuyor ve daha sonra da günümüze doğru akıyor. Bir zaman girdabı içinde bütünsel yaklaşımla kitabın içinde uçuyoruz.

Urras ile Anarres arasında bir ticaret anlaşması var. Anarres'ten gerekli madenler Urras'a, Urras'tan da ihtiyaçlar Anarres'e geliyor. Ticaret bir iyelik midir, değil midir?

İfadeler ve terimler o kadar keskin olmaya çalıştıkça bir o kadar anlamını yitiriyor gibi. Çünkü ortada büyük bir unsur var, insan ve bu insanın konuşabilmesi ve bilgisini yazılı hale getirerek tekrar ulaşabilmesi.

Bilgilerin üssel olarak büyümesiyle sınıflandırılması da bir o kadar zorlaşıyor. Haliyle keskin tanımlar gri alanlarda kayboluyor ve o griliğe sıkışmışların canı çok yanıyor.

Sınırın ne tarafından bakıldığına bağlı olarak ya içinde tutuyor ya da dışında. İç ve dış ayrımı için de haliyle sınır yaratma düşüncesi oluşturuluyor.

Başka bir dünya mümkün ve bu da sınırların yok oluşunun yolculuğuyla sağlanacak. Bu yolculuk bir girdap şeklinde olacak.

Korona ile cebelliştiğimiz bugünlerde mümkün olduğunca evde kalın, bol bol okuyun! Sağlıcakla!

Bendeki kitap Metis Yayınları'ndan Levet Mollamustafaoğlu çevirisiyle Ocak 2019 tarihli 20. baskısı.
Metis Kitap

Ateşçi

0 yorum
Franz Kafka kitabı. Amerika romanına giriş öyküsü diyebiliriz.

Kitap iki öyküden oluşuyor: Ateşçi ve Mutsuzluk.

Ateşçi ile Karl Rossman gemide seyahatin son raddesinde tanışırlar. Karl bir hizmetçi kadının iğfaline uğrayıp kadını hamile bıraktığı için Karl'ın ebeveynleri tarafından Amerika'ya gönderilmiştir ve daha onyedi yaşındadır.

Karl gemiden ayrılacağı sırada şemsiyesini unuttuğunu fark eder ve yine gemide tanıştğı arkadaşına valizlerini emanet ederek şemsiyesini aramaya geminin derinliklerine döner. Ancak yolunu kaybeder ve Ateşçi ile karşılaşır.

Ateşçi haksızlığa uğradığını düşünmektedir ve kaptanla görüşecektir. Ancak Karl'ı, dayısı beklemektedir ve Karl'ın bundan haberi yoktur! Peki valiz, kendi varlığımız kadar yalnız mıdır?

Mutsuzluk sebebimiz ya varlığımız ise ve var olduğumuzu bile bilmiyorsak mutsuz olduğumuzu da bilmiyoruz demektir ama bunu hissediyorsak ve bundan kurtulmak için kapıları kapatmamız gerektiğine ve kendi içmizde kalmak istediğimiz için kapatmaya çalıştığımız bu kapıların sadece kendimiz tarafından kapatılmadığını anladığımızda farkında olmadığımız varlığımızın kendini kapatmasına bile yetisi olmadığını anlamanın dayanılır acısı içinde kıvranmaktan başka çaremiz yoktur. Bir hayalet hafifliğinde.


1 Ocak 2020 Çarşamba

Aşkımız Eski Bir Roman

0 yorum
Ahmet Ümit'in yeni kitabı. Kitabın kapağının parça parça yayımlanmasıyla beraber kitabın nedense bir roman olacağını düşünmüştüm. Lakin öyle değil.

Haliyle beklenti Bir Başkomser Nevzat romanıyken, öykü ile karşılaşınca okuyucu olarak benim dengelerim değişti.

Kitabı şöyle düşünün; Başkomser'le Tatavla'da birer duble içerken, lafın lafı açtığı zamanlarda Başkomser'in aklına gelen tuhaf olayları anlatıyor. Konu da tutkudan genişlemiş de genişlemiş...

Kitap üç öyküden oluşuyor;
Aşkımız Eski Bir Roman
Overlokçü Kız
Sergey Nikolayeviç Jerkovskiye Ne Oldu?

Aşkımı Eski Bir Roman'ın başlangıcı kitabın da hedefini gösteriyor.
Bazı vakalarda katilin kim olduğunun giçbir önemi yoktur, cinayet silahı kimin elinde olursa olsun, kurbanı öldüren, aslında kendi tutkusudur. (sayfa 9)
Tutkunun sınırı nedir? Bu soru aslında merak etmenin sınırı nedir olarak aksediyor, haliyle bilim etiği tartışılerken tutku etiğinden hiç söz edilmiyor ya da aslında konu bu kadar derin olmamakla birlikte sadece bir haz peşinde koşmanın ilkel dürtüsü de olabilir.
Okur, hayatı boyunca hiç tanışmadığı, belki de hiç tanışamayacağı bir yazarın kitabını okurken onun en mahrem duygu ve düşüncelerini paylaşır. Yazar anlattığı hikayede, yarattığı kahramanların psikojilerinde aslında okurun ruhuna bir ayna tutmakta, bir anlamda okurun kendiyle yüzleşmesini sağlamaktadır. (sayfa 61)
Pera Palas'ta ölü bulunan bir adamın tuhaf hikayesini okuyoruz.

Overlokçu Kız ölü bulunduğunda kardeşi elinde bıçakla oradaydı. Gözlerinin feri kaçmış, görmüyordu. Namus mu temizlendi? Namus kimin namusu?

Sergey Nikolayeviç Jerkovski'ye Ne Olduğuna dair ekip kendi içinde çok konuştu. Ancak bu sırrın cevabı en inanmadıklarımızda saklı!

Siz sevginiz, sevgiliniz için ne yapabilirsiniz? Sevginizi de sevgilinizi de öldürebilir misiniz? Peki bu sevgi midir?

Kitapla ilgili atlanmaması gereken bir nokta daha var ki Ahmet Ümit kitabı Küçük İskender'e ithaf etmiş.

Bendeki kitap Eylül 2019 tarihli Yapı Kredi Yayınları'ndan ilk baskısı.

İyi seneler! Bol huzurlu bol kitaplı bir yıl dilerim.
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.