Öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2020 Pazar

Bütün Hikayleri

0 yorum
Edger Allan Poe'nun bütün hikayelerinin tek cilt altında toplanmış olduğu bu baskıyı yıllardır gözüme kestirmiştim ancak okumak için zaman bulamayacağımdan edinememiştim. Karantina günleri benim için bu zamanı oluşturdu.

Edger Allan Poe'nun dünyalar arasındaki geçişlerini okumak çok güzeldi! Hikayeler tarih sıralamasına sahip olduğu için Poe'nun üslubundaki geçişleri, ilerleyişleri okumak ve hissetmek apayrı bir güzellik oldu!

İlk zamanları daha şiirsel bir üslup varken bu üslubu giderek sadeleşiyor. Zamanın keşfetme ilhamı onda vücut buluyor ve keşif gezilere türlü maceralarla karşılaşmak üzere çıkıyoruz!

Kitabın arka kapağıdan:
Bu kitabı, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanlara adıyorum. - Edger Allan Poe
Kitabın en büyük hadikapı dipnotları notlar olarak kitabın sonuna taşımışlar. 968 sayfalık kitapta ileri geri gitmek zorlayıcı olabiliyor.

Diğer bir problem de İthaki'den beklemediğim baskı hataları! Birden fazlalar. Öyle ki daha ikinci başlıkta karşımıza çıkıyor. "E. A., Poe Üzerine"de ikinci harfin sonunda fazladan bir noktalama işareti, virgül çıkıyor!

Edger Allan Poe'nun Yazmanın Felsefesi ile kitap başlıyor. Kuzgun şiirini örnekleyerek yazınını açıklıyor.

Ardından Charles Baudelaire'in E. A. Poe Üzerine önsözü geliyor. Ben bu kısmı çok hızlı geçtiğimi itiraf edeceğim. Çünkü Poe öyküleri için çok sabırsızdım!

Şişede Bulunan Not ailesi ve vatanı hakkında söyleyecek pek bir şeyi olmayan birisinin denize açılmasıyla yazdıklarını bir şişeye koyarak başına gelenleri okuyoruz. Onları alabora eden neydi?

Berenice ile kuzeni birlikte büyümüşlerdir ve adım adım bir imkansız aşka ilerlemektedir. Var oluşundaki tuhaf anomali güzel dişlere ve bir küreğe bedeldi.

Morelle ile bir arkadaş topluluğunda tanışmışlardı bu başlangıç onların sonuydu.

Bir Aslanın Hayatından Pasajlar (Aslanlaşma) Robert burunoloji üzerine çalışmak istediğini babasına açıklar. Peki nedir burunoloji ve bir burun yoksa nasıl çalışır?

Hans Pfaal Diye Birinin Benzeri Görülmemiş Serüveni'nde Hans Pfaal'ın Rotterdam'da neden olduğu kargaşayı ve Ay'a gidişini okuyoruz! (Öykü 1835 tarihini taşıyor. Ay'a ayak basma 1969 yılında!)

Randevu (Vizyoner) Tanışı kendisini evine davet etmiştir, korkunç gerçek sonda görülecektir.

Bon-Bon sıradışı niteliklere sahiptir. Gece ansızın gelen misafiriyse daha da ilginçtir.

Gölge: Bir Mesel'de gölgeler diyarından bizlere yazandan alacağımız mesele kulak verin!

Nefesini Yitirmek "Blackwood'a Ne Uygun Olan, Ne de Olmayan Bir Öykü. Ya nefessiz kalsaydınız ve hala hareket halinde olsaydınız? Yaşıyor musunuz? Öldünüz mü? Kim inanır!

Veba Kralı'nın karşısına denizciler çıkar! Kendilerini zorla akşam yemeğine davet ettirmişlerdir.

Metzengerstein. Dehşet ve ölümün asırlardır kol gezdiği bir tarihte, bir atın öyküsüdür karşımızda duran ateşler içindeki karanlık!

Dük De L'Omelette ile Şeytan karşı karşıyadır.

Dört Hayvan Bir Arada; İnsan-Zürafa. Şimdi üç bin sekiz yüz otuz senesinde olduğunuzu düşünün.

Bir Kudüs Öyküsü cemaatten bağış toplayanların verdiği bir sınavdır.

Aldatma soyluların düellosudur.

Ligeia gölgeler diyarına gitmiş sevgili Leydi Ligeia! Bu gözler kimin?

Bir Blackwood Makalesi Nası Yazılır? Bu ipuçlarını kullanarak kesinlikle bir makale yazabilirsiniz ipuçlar da Bay Blackwood'un kendisinden!

Kötü Bir Durum: Zamanın Tırpanı'nda Bay Blacwood'tan alınmış derslerle bir makale yazılır.

Sessizlik Bir Masal: (Siope) İblis konuşuyor.

Bitmiş Adam Son Bugaboo ve Kickapoo Seferi'nden Bir Öykü. Fahri Tuğgeneral John A.B.C Smith'in ardında yatan gizem!

Çan Kulesindeki Şeytan Dünyanın en güzel yerinin Hollanda'daki Vondervotteimittis kasabası olduğunu biliyor muydunuz? Ya çan bir kere fazla çalarsa?

Eiros'la Charmion'un Konuşması. Onları gölgeler yahut ışıklar diyarından dinliyoruz!

Girdaba İniş. Denizin en dibine yolculuktan sağ çıkmak.

Julius Rodman'in Günlüğü Kuzey Amerika'daki Rocky Dağları'nı Geçen İlk Uygar İnsanın Anlatısı. Kuzey'e doğru bir keşif gezisi başlar!

Kalabalıkların Adamı tenhada duramaz.

Morgue Sokağı Cinayetleri'ni Mösyö C. Auguste Dupin çözecektir. Mösyö Dupin ile burada karşılaşıyoruz.(Mösyö C. Auguste Dupin ile 1841 yılında tanışıyoruz. Bay Sherlock Holmes ile de 1891 yılında.)

Usher Evi'nin Çöküşü. Kasvetli bir ev kefene sarılmıştır.

William Wilson'ın gerçek adını bilmiyoruz. Sayfayı gerçek adıyla kirletmek istememiştir ancak kendisinden bir tane daha vardır?!

Peri Adası'nda çöken karanlığın içerisinde kaybolan bir peri.

Monos İle Una'nın Konuşması  Gölgelerden gelir sesleri.

Şeytan'la Asla Kafan Üstüne Bahse Girme çünkü bir arkadaş bu bahsi çok fazla tutmak istemiştir..

Bir Haftada Üç Pazar şartı koşmuştur büyük amcası Rumgudgeon evlenmeleri için. Bir haftada üç pazar yan yana gelirse sevdiğine kavuşabilecektir.

Eleonora gençliğinde sevdiği kızdı ve kuziniydi ve yeminini bozacak mıydı?

Oval Portre canlı gibiydi. Belki de canlıydı!

Kızıl Ölümün Maskesi demişlerdi salgın hastalığın adına ve herkesten uzakta kilit altında yaşayacaktı. Maskeli balo verildi!

Marie Rogêt'nin Sırrı "MORGUE SOKAĞI CİNAYETLERİNİN DEVAMI" Mösyö Dupin tarafından çözülecektir. Bu olaya benzer bir kurban başka bir kıtada da yaşanmıştır: Mary Rogers.

Kuyu ve Sarkaç. İdam hükmünüz verilse ne hissederdiniz?

Gammaz Yürek Cehennemden gelen pek çok sesi işitiyordu. Deli miydi?

Altn Böcek bir gizemin ilk anahtarı.

Kara Kedi uğursuzluk mudur? Sizi ele veren bir gerçek midir?

Dolandırıclık Pozitif Bilimlerden Biri üzerine açıklamadır. Yöntemler şaşırtıcıdır!

Bir Engebei Dağlar Öyküsü Augustus Bedloe'nun etrafını sarmıştır. Ölü müdür diri mi?

Gözlük görmenizi sağlar! Aşkın ise gözü kördür.

Balon Şakası hava balonuyla Anlantik geçiliyor!

Hipnoz Altında İfşa kabul edilebilir gerçekler midir?

Diri Diri Gömülüş öldü sanılsa da ölmemiş olanların farkında olmadan toprağın altında kalması!

Uzun Sandık gemiye yüklenmiştir. İçindeki sırlarla birlikte.

Tuhaflık Meleği BİR FANTEZİ Kim demiş tuhaflıkların gerçekleşmediğini?

"Sen Yaptın" Bay Barnabas Shuttleworthy günlerdir ortada yoktur ve çok yakın arkadaşı Yaşlı Charles Goodfellow bir arama ekibi toplamaktadır.

Çalınan Mektup'u Mösyö Auguste Dupin bulabilecek midir?

Bay Thingum Bob'ın Yazın Hayatı bizleri bir editörün kendi ağzından yazın yolundaki ilerleyişini gösteriyor.

Şehrazat'ın 1002. Masalı'nı okuyoruz!

Mumyayla Konuşma sandukanın açılmasıyla başladı.

Sözcüklerin Gücü'nü konuşuyor Oinos ile Agathos.

Zıtlık Şetyanı'nda frenolojistlerin araşatırmalarına dair sonuçları görüyoruz.

Bay Valdemar Vakasındaki Gerçekler'in hipnotizmaya dayandığını baştan belirtelim. Daha önce kimse ölmek üzereyken hipnotize edilmemiştir.

Dr. Karan ile Prof. Telek'in Sistemi bir akıl hastanesinde uygulanmaktadır!

Sfenks kolera salgınında uzaktan yaklaşmaktadır.

Amontillado Fıçısı bir mahzendedir, içinde gölgeler!

Arnheim Arazisi'nin genişliğine bakınız.

Mellonta Tauta "Skylark" Balonunun İçinde'n iğrenç yolculuğun notları vardır.

Aksak Kurbağa kralın soytarısıdır. Şakasını hazırlamış adım adım sona yaklaşmaktadır.

Bir Makaleyi X'lemek sansür müdür?

Von Kempelen'in Buluşu neleri saklayabilir?

Landor'un Yazlığı "Arnheim Arazisi'ne Bir Ek ile Bay Landor'un evini görüyoruz.

Wissahiccon'da Bir Sabah bir geyik gezmektedir.

Eşya Felsefesi dekorasyonun inceliklerini milletler kırınımında görüyoruz.

Nuntucketlı Arthur Gordon Pym'in Öyküsü bir kısa roman aslında ve Gordon Pym'in denize açıldıktan sonra başından geçen tuhaf olaylara tanık oluyoruz.

Maelzel'in Satranç Oyuncusu Türk olarak da bilinir peki nasıl çalışır?

Astoria ticaret savaşları.

Deniz Feneri Poe'nun bitmemiş öyküsü.

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Dost Körpe çevirisiyle Kasım 2019 tarihli 13. baskısı.
İlknokta.com



21 Mart 2020 Cumartesi

Bir Köpeğin Araştırmaları

0 yorum
Franz Kafka öyküsü. Bu seferki biraz uzunca çünkü bu kitabında bir köpeğin yaşamını ve yaşamındaki adanmışlıkları okuyoruz.

Köpek olma felsefesini de görüyoruz, köpek olmanın ne demek olduğunu da anlıyoruz, varlığının kaynağına kadar düşünüyoruz.

İnsanlar ne kadar köpekse köpeklerin de o kadar insan olduğunu düşünmemek elde değil.

Köpeğimizin araştırmaları yemek üzerine, toprağın verdiği yemeği neden hava da vermesin? Havanın yemek vermesi için ne kadar beklemek lazım ve ne yapmak lazım?

Belki de yememek lazım.

Kitabın her cümlesini birden fazla kere okumam gerekti. Anlaşılmazlığından değil. Her okuyuşumda bambaşka düşünceler içerisinde kaldım. Köpeğin peşinden gittiğinizi düşünürken kendi kaybolmuşluğunuzda boğulabilirsiniz!

Bu korona salgınında evde kalınız ve bol bol okuyunuz. Unutmayın ki size bir şey olmasa bile virüsü taşıdığınız ve çok sevdiğiniz kişi koronadan dolayı ölebilir!

Sağlıklı günler!

Bendeki kitap Olympia Yayınları'ndan Derya Öztürk çevirisi.


9 Şubat 2020 Pazar

Taşrada Düğün Hazırlıkları

0 yorum
Franz Kafka kitabı. İki öyküden oluşuyor. Kitabı edinirken tek öykü gibi düşünmüştüm.

Bendeki kitap Derya Öztürk çevirisiyle Olympia Yayınları'ndan 2019 tarihli baskısı.

Eduard Raban yağmurlu bir güne adım atar. Yorgunluğunu da kendisiyle birlikte götürmektedir.
Bütün gün ofiste canla başla çalıştıktan sonra insan tatil günlerinden bile zevk alamayacak kadar yorgun oluyor. (sayfa 6)
Sevdikleri onu beklemektedir yahut beklediğini sanmaktadır ya da beklemediklerini bile bile Taşrada Düğün Hazırlıkları'na gitmektedir Raban. Kendini bırakıp bedenini göndererek.

Yoldaki Çocuklar camdan gelirler. Tüm dünyayı gezeceklerdir! Ancak kendisi çok yorgundur! Gidecekleri yerde görecekleri insanlar gariptir.
"Orada garip insanlar göreceksin! Bir düşünsene, asla uyumuyorlar!"
"Peki neden?"
"Çünkü hiç yorulmuyorlar."
"Neden?
"Çünkü aptallar." (sayfa 39)

Bu sefer kitapta karşılaştığım baskı hataları mevcut. Anlatım hatalarıyla, pekiştirme hatası gördüm. Kişi hatalarında özellikle durdum. Kafka özellikle o şekilde seçmiş olabilir mi diye ancak Raban'a bağladığı bir örgü gerçekleşmedi. Bu yüzden de baskıda hata olduğunu düşünüyorum.

Bedenimizi gönderip kendinizin kalabileceği bir pazar diliyorum.

26 Ocak 2020 Pazar

Ateşçi

0 yorum
Franz Kafka kitabı. Amerika romanına giriş öyküsü diyebiliriz.

Kitap iki öyküden oluşuyor: Ateşçi ve Mutsuzluk.

Ateşçi ile Karl Rossman gemide seyahatin son raddesinde tanışırlar. Karl bir hizmetçi kadının iğfaline uğrayıp kadını hamile bıraktığı için Karl'ın ebeveynleri tarafından Amerika'ya gönderilmiştir ve daha onyedi yaşındadır.

Karl gemiden ayrılacağı sırada şemsiyesini unuttuğunu fark eder ve yine gemide tanıştğı arkadaşına valizlerini emanet ederek şemsiyesini aramaya geminin derinliklerine döner. Ancak yolunu kaybeder ve Ateşçi ile karşılaşır.

Ateşçi haksızlığa uğradığını düşünmektedir ve kaptanla görüşecektir. Ancak Karl'ı, dayısı beklemektedir ve Karl'ın bundan haberi yoktur! Peki valiz, kendi varlığımız kadar yalnız mıdır?

Mutsuzluk sebebimiz ya varlığımız ise ve var olduğumuzu bile bilmiyorsak mutsuz olduğumuzu da bilmiyoruz demektir ama bunu hissediyorsak ve bundan kurtulmak için kapıları kapatmamız gerektiğine ve kendi içmizde kalmak istediğimiz için kapatmaya çalıştığımız bu kapıların sadece kendimiz tarafından kapatılmadığını anladığımızda farkında olmadığımız varlığımızın kendini kapatmasına bile yetisi olmadığını anlamanın dayanılır acısı içinde kıvranmaktan başka çaremiz yoktur. Bir hayalet hafifliğinde.


1 Ocak 2020 Çarşamba

Aşkımız Eski Bir Roman

0 yorum
Ahmet Ümit'in yeni kitabı. Kitabın kapağının parça parça yayımlanmasıyla beraber kitabın nedense bir roman olacağını düşünmüştüm. Lakin öyle değil.

Haliyle beklenti Bir Başkomser Nevzat romanıyken, öykü ile karşılaşınca okuyucu olarak benim dengelerim değişti.

Kitabı şöyle düşünün; Başkomser'le Tatavla'da birer duble içerken, lafın lafı açtığı zamanlarda Başkomser'in aklına gelen tuhaf olayları anlatıyor. Konu da tutkudan genişlemiş de genişlemiş...

Kitap üç öyküden oluşuyor;
Aşkımız Eski Bir Roman
Overlokçü Kız
Sergey Nikolayeviç Jerkovskiye Ne Oldu?

Aşkımı Eski Bir Roman'ın başlangıcı kitabın da hedefini gösteriyor.
Bazı vakalarda katilin kim olduğunun giçbir önemi yoktur, cinayet silahı kimin elinde olursa olsun, kurbanı öldüren, aslında kendi tutkusudur. (sayfa 9)
Tutkunun sınırı nedir? Bu soru aslında merak etmenin sınırı nedir olarak aksediyor, haliyle bilim etiği tartışılerken tutku etiğinden hiç söz edilmiyor ya da aslında konu bu kadar derin olmamakla birlikte sadece bir haz peşinde koşmanın ilkel dürtüsü de olabilir.
Okur, hayatı boyunca hiç tanışmadığı, belki de hiç tanışamayacağı bir yazarın kitabını okurken onun en mahrem duygu ve düşüncelerini paylaşır. Yazar anlattığı hikayede, yarattığı kahramanların psikojilerinde aslında okurun ruhuna bir ayna tutmakta, bir anlamda okurun kendiyle yüzleşmesini sağlamaktadır. (sayfa 61)
Pera Palas'ta ölü bulunan bir adamın tuhaf hikayesini okuyoruz.

Overlokçu Kız ölü bulunduğunda kardeşi elinde bıçakla oradaydı. Gözlerinin feri kaçmış, görmüyordu. Namus mu temizlendi? Namus kimin namusu?

Sergey Nikolayeviç Jerkovski'ye Ne Olduğuna dair ekip kendi içinde çok konuştu. Ancak bu sırrın cevabı en inanmadıklarımızda saklı!

Siz sevginiz, sevgiliniz için ne yapabilirsiniz? Sevginizi de sevgilinizi de öldürebilir misiniz? Peki bu sevgi midir?

Kitapla ilgili atlanmaması gereken bir nokta daha var ki Ahmet Ümit kitabı Küçük İskender'e ithaf etmiş.

Bendeki kitap Eylül 2019 tarihli Yapı Kredi Yayınları'ndan ilk baskısı.

İyi seneler! Bol huzurlu bol kitaplı bir yıl dilerim.

23 Aralık 2019 Pazartesi

Bir Açlık Sanatçısı

0 yorum
Franz Kafka kitabı.

Kitap üç öyküden oluşuyor:
Bir Açlık Sanatçısı
Küçük Bir Kadın
Şarkıcı Josephine Ya Da Fare Halkı

Bir Açlık Sanatçı'sının hayatını okuyoruz. Profesyonel aç kalmaya olan ilginin yavaş yavaş yitmesini izliyoruz. Bir kafesin içerisinde ortak kanı olarak en fazla kırk gün aç kalan bir kişinin sanatına olan merakın yok oluşunu görüyoruz. Oysa sanatçı çok da bir şey istemiyor sadece aç kalmak istiyordu izleyenlerin ona inanmadığını bilse bile.
Hiç kimse gece gündüz, sürekli olarak açlık sanatçısını izleyemezdi. Bu yüzden de hiç kimse açlığın çok sıkı ve sürekli olduğuna dair ilk elde bir kanıt sunamazdı; bunu yalnızca açlık sanatçısı bilebilirdi. (sayfa 10)
Aç kalmanın ne kadar kolay olduğunu biliyordu, oysa diğerleri bunu bilmiyordu. Aç kalmak dünyanın en kolay şeyiydi. Sırrı falan yoktu ama insanlar yine de ona inanmıyordu. (sayfa 10) 
Sanatçımı yiten ilginin sebebini de; kendisini gece gündüz sürekli izleyememesini de anlayamıyordu.
... o daha fazla aç kalmaya dayanabilirken halk neden dayanamıyordu ki? sayfa (12)
Açlık her şekilde hepimiz kendi açlığımız içindeyiz modern dünyada sanatların tam ortasında.

Küçük Bir Kadın ile yıldızı barışmadı dersek yeridir.
Eğer bir hayatın küçük parçaları en küçük parçalara bölünebilir ve her bir parçasına ayrı ayrı değer biçilebilirse, hayatımın her bir parçası ona göre bir kusur sayılırdı. Sık sık neden beni böyle gördüğünü merak ediyordum; belki benimle ilgili her şey onun güzellik algısına, adalet duygusuna, alışkanlıklarına, âdetlerine, umutlarına bir zulümdür. (sayfa 24)
Şarkıcı Josephine, Fare Halkı'na şarkılar söylemektedir. Halkı onu dinler, dinler.

Bendeki kitap Olympia Yayınları'ndan Derya Öztürk çevirisine sahip.

Kafka'nın dünyasına öyküleri okurken Kafka'nın yazdığı saatleri düşünüyorum. 
 
 

22 Aralık 2019 Pazar

Bir Köy Hekimi

0 yorum
Franz Kafka eseri. Çok zamandır okumamıştım ve içten içe bir Kafka okuma özlemim vardı. Bay K.'yi tekrar okumak niyetindeyken diğer kitaplarına yöneldim.

Bendeki kitap Olympia Yayınları'ndan Derya Öztürk çevirisiyle 2019 tarihli baskısı. Olympia Yayınları'ndan daha önce kitap okumadığımı da farkettim. Böylece tanıştık
 hemşehrimle. Kitabın kapak tasarımı da Yunus Karaaslan'a ait. Kapağı da ayrıca değerlendirmek lazım. Pek tabi ki Kafkaesk bir kapak yakışırdı.Küçük bir not eklemeden geçemeyeceğim, bu kitapta basım hatası görmedim.

Kitap dört öyküden oluşuyor:
Bir Köy Hekimi
Mezar Bekçisi
Reddediş
Tüccar

Bir Köy Hekimi gece yarısı gelen haberle bir hastasına yardıma gitmek zorundadır!
Elbiselerini çıkarın ki bizi iyileştirsin
İyileştirmezse eğer, öldürün onu
O sadece bir doktor, sadece bir doktor.(sayfa 12)
Mezar Bekçisi prensin huzuruna çağrılır. Mezar bekçisi yaşadıklarını anlatır:
O çok büyük, bense küçüğüm, o çok kocaman, bense zayıfım, sadece onun ayaklarına vurabiliyorum ama o arada beni havaya kaldırıyor, o zaman yukarıda dövüşüyorum onunla. (sayfa 27)
Reddediş için yurttaş toplanmıştır. Gözler avludadır:
Ancak önemli meselelerde yurttaşlar bir reddedişe her zaman bel bağlayabilir. Tuhaf olansa, bu reddediş olmadan hiç kimse öylece hayatına devam edemez, ancak aynı zamanda ret cevabını almak için düşünülmüş resmi durumlar hiçbir şekilde bir formatile değillerdir. (sayfa 43)
Tüccar iş çıkışı evine dönmektedir. Asansöre biner:
Gitmek istediğin yer ağaçların gölgesi mi yoksa perdelerin arkası mı yahut da bahçedeki çardak mı? (sayfa 47) 

9 Eylül 2018 Pazar

Çimlerin İntikamı

0 yorum
Richard Brautigan kitabı. Öykülerinde semboller bolca yer alıyor. Gerçekten, gerçeküstüne geçişler o kadar sıradan ki yolunuzu kaybetmemenize olanak yok.

"Bu sizin için güzel bir şey elbette," dedi adam. "Ama tesisata, gerçek bir tesisata ihtiyacım var bu evde. Gerçek derken yaptığım vurguyu fark ettiniz mi? Gerçek. Şiir bunun üstesinden gelemiyor. Gerçekle yüzleş," dedi adam şiire. (Sayfa 52)
Kitaptaki öyküler;
Çimlerin İntikatımı
1692 Mather Haber Filmi
1/3,1/3,1/3
Bir Kaliforniyalının Baştan Çıkarılışı
Kaliforniya'da Çağdaş Yaşamla İlgili Kısa Hikaye
Pasifik Radyo Yangını
Elmira
Kahve
Amerika!da Alabalık Avı'nın Kayıp Bölümleri: "Rembradt Deresi" Ve "Carthage Yalağı"
San Francisco'da Hava
Karışık Bankacılık Sorunları
Singapur'da Yüksek Bir Bina
Sınırsız 35mm Film Tedariki
Scarlatti Tilti
Göğün Vahşi Kuşları
Kış Kilimi
Ernest Hemingway'in Daktilocusu
San Francisco Genç Hristiyan Erkekler Birliğine Saygı
Sevimli Ofis
Bahçelere Duyulan İhtiyaç
Yaşlı Otobüs
Tacoma'nın Hayalet Çocukları
Talk Show
Seni Birine Anlatmaya Çalışıyordum
Gemilerde Şekeryadasuluşaka
Böğürtlen Sürücüsü
Thoreau Lastik Bandı
44:40
Harika Bir Kaliforniya Günü
Doğu Oregon'un Postaneleri
Soluk Mermer Film
Çiftler
Birbirini Tanımaya Başlamak
Oregon'un Kısa Tarihi
İnsanlar Uzun Zaman Önce Amerika'da Yaşamaya Karar Verdiler
Kaliforniya'daki İnanışın Kısa Tarihi
Lanet Olası Nisan
1939'da Bir Öğlen Vakti
Onbaşı
Pamuk Tiftiği
Almanya Ve Japonya'nın Eksiksiz Tarihi
Açık Artırma
Zırhlı Araba
Kaliforniya'da Edebi Yaşam/1964
Kendi Tercihlerimin Bayrakları
Kaliforniya'da Şöhret/1964
Bir Kızın Hatırası
Eylül Kaliforniyası
Kaliforniya Çiçekleriyle İlgili Araştırma
İhanete Uğramış Krallık
Sabahları Kıyafetlerini Giyerlerken Kadınlar
Denver'da Cadılar Bayramı
Atlantisburg
Köpek Kulesinden Manzara
Greyhound Trajedesi
Çılgın Yaşlı Karılar Günümüz Amerikasının Otobüslerinde Geziyor
Doğru Zaman
Almanya'da Tatil
Kumdan Kaleler
Bağışlanmış
Amerikan Bayrağı Çıkartması
Birinci Dünya Savaşı Los Angeles Uçağı

Okurken o anın varlığı etrafınıza çöküyor ve öykünün içinde kayboluyorsunuz. Semboller diyarinda eriyen zamana bakıyorsunuz. Daha sonra gözlerinizi kitaptan kaldırdığınızda hangi dünyada olduğunuzu unutuyorsunuz.


Hayatımın geri kalanıyla ne yapacağım?

Bendeki kitap Altıkırkbeş Yayın'dan Kerem Uğur çevirisiyle Ocak 2016 tarihli ilk baskısıdır.

Kitap:
645dukkan.com
Idefix.com
Kitapyurdu.com

14 Ocak 2018 Pazar

Ses Taklitçisi

0 yorum
Thomas Bernhard'ın kısa hikayeleri. Kısa derken gerçekten kısa, bir sayfayı geçen hikaye sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Ancak o kısacık hikayelerle dünyayı izliyorsunuz. İyimserliği bir kenara bırakın. İnsan iyi olsaydı, insan yüzünden bu kadar çok incinmişlik olmazdı. Her şeyi kırıp döküyoruz.

Gerçeklerin ağırlığı, distopik bir atmosfer oluşturuyor. Buna yapılabilecek hiçbir şey yok, gerçeğin ta kendisi bu.

Mutluluk adlı hikayesi çok ilginç bir hikaye. Hikaye mi gerçek mi?

Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Sezer Duru çevirisiyle Haziran 2016 tarihli üçüncü baskısı.

Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
Idefix.com
Kitapyurdu.com

8 Ocak 2015 Perşembe

Martı

1 yorum
Richard Bach'ın şaheseri.  Martı Jonathan Livingston'ın hikayesi. Martı Livingston, sürü içinde aykırı davranışlar gösterir. Gününü yemek bulmak dışında farklı şekillerde uçmayı da dener. Sadece martı gibi uçmaz istemez. Uçmak onun için bir tutkudur; uçmak sadece uçmak değildir. Martı Livingston, özgürlük peşindedir! Bu davranışları yüzünden de çok geçmeden, sürüden uzaklaştırılır.

Üç bölümden oluşan bu uzun öykü Russell Munson fotoğraflarıyla da bezenmiştir. Richard Bach'ın, kitap girişindeki ithafı ayrıca güzel:
İçimizde yaşayan
Gerçek Martı Jonathan'lara...
Martı Chiang'ın Jonathan'a söylediklerinden bir kısmı paylaşmadan edemeyeceğim:
"Hayır Jonathan, böyle bir yer yok.Cennet bir yer, bir mekan değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmliktir." Bir an sessiz kaldı. "Sen hızlı bir kuşsun, öyle değil mi?
"Ben... ben hızı seviyorum." dedi şaşkınlıkla ama yaşlı martının da bunu fark etmesinden dolayı gururlanmıştı.
"En iyi hıza ulaştığın an, cennete de ulaşmış olacaksın Jonathan. Ve bu saatte bin mil, bir milyon mil hızla ya da ışık hızında uçmak anlamına gelmiyor. Çünkü rakamlar sınırları belirler; iyinin, mükemmelin sınırları yoktur. Mükemmel hıza ulaşmak oğlum, orada olmak demektir." (sayfa 57)
Bendeki kitap Epsilon Yayınevi'nden Kader Ay Demireğen çevirisiyle Ağustos 2014 baskısıdır.

Kitap:
Epsilon Yayınevi
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Babil.com
Dr.com.tr

26 Aralık 2014 Cuma

Muzıkacı Yanko ve Kamyonka

0 yorum
Henryk Sienkiewicz eseri. Muzıkacı Yanko ve Kamyonka, birbirinden bağımsız iki ayrı öykü. Başlığı ilk gördüğümde ikisini tek bir eser sanmıştım.

Muzıkacı Yanko çelimsiz doğan, doğduğunda hayatta kalacağından şüphe duyulan bir çocuktur. Diğer yandan müziğe yankındır, doğanın müziğini dahi duyabilir ancak bunu ifade etmekte çok ama çok yetersizdir. Dış görünüşü de bu yetersizliğini pekiştirir. Anlayışı kıt bir çocuk zannedilir. Bu mızıka tutkusu onu; hakkında hiç düşünmediği bir sona götürecektir...

Kamyonka, kaybetmiş bir insandır. Bu kayboluşu, onu hüzünlü bir sona götürmektedir.

Bendeki kitap Papersense Yayınları tarafından Calibro'nun yanında hediye gelen Ahmet Rasim çevirisinin günümüz Türkçesine aktarılmış e-kitabıdır. Bu kitap sayesinde Henryk Sienkiewicz ile tanıştık.




27 Mart 2014 Perşembe

Deli Kadın Hikayeleri

0 yorum
 Dün, kütüphanede dolaşırken gördüm bu kitabı. Adı daha önce geçmişti lakin beklemedeydi. Beklememesi, beklenmemesi gereken bir kitap! Mutlaka kütüphanemde olması gereken bir kitabı nasıl da gözden kaçırmıştım bilmiyorum!

Mükemmel ötesi bir kitap! Ancak hemen belirtmeliyim, bazı insanların rahatsız olacağı bir içeriğe sahip. Adına yakışır şekilde! Çok sevdim kitabı.

Mine Söğüt, öykülerinde -yaşlı kadın, genç kadın, çocuk, kadın; deli kadın, akıllı kadın- kadınlar başkahraman! Öyle ki kadına yaklaşımı harika sembollerle ve muhteşem ötesi bir üslupla aktarmış! Elden düşmeyen kitapta her an, toplumun herhangi bir yerindeki bir kadını görebilirsiniz! Toplumun kendisini, kadının kendisini, çocuklarını, aşklarını, yaşamlarını, özlemlerini, hayatı... Uzun hayatı, kısa hayatı, intiharla biteni, cinayete kurban gideni, katil olanı, öleni, yaşayanı, yaşadığını sananı... Hepsi! Harika bir kitap!

Kitabı elime alırken içinden resimlerin çıkacağını hiç beklemiyordum! Bahadır Baruter imzalı resimler öyküleri bambaşka bir zamana ve mekana taşıyor!

Ayakları yere basan fantastik bir dünya içinde yaşayanlara porselen fincanda bir çay... Her şeyle dolu bu dünya, doğuruyor!

Mine Söğüt, harika bir şahesere imza atmış! Bahadır Baruter, mükemmel resimler sunmuş! Bir aile harika bir evlat vermişler!
İçindekiler:
Annemin O Harikulade Saçları
Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat
Kürt Kediler Çingene Kelebekler
Hatmi Çayı
İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın
İyi Geceler Ölü Kediler
Maharetli Pembe El
Kendi Hayatlarımızı Yaşamak Varken
Madam Arthur Bey
Naz Neden Derine Gömmemiş Kediyi?
Pencereler Kelebek Delileri Sever
Sinekler Sevişirken
Vakvak Ağacı
Veda Töreni
Vicdansız Bir Memlekette Öldüm Ben
Yılan
Ağacı Kayıp Parkta
Balon
Aşkı Hikaye Yapan İmkansızlık Değil midir Anneanne?
Parmaksız Yakup
Kendimi Neden Bu Şehirde Öldürdüm?
Hepsi birbirinden güzel hikayeler! Parmaksız Yakup başkahramanı erkek olan tek hikaye. Ayrıca her öyküden önce bir şiir var ki onlar da ayrıca güzel!

Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat'tan önceki şiir:
Kasıklarımda mağara gibi büyük bir yara.
Doğurmakla öldürmek arasında uzun ince bir ip.
Delirmekle yemek pişirmek arasında kısa kalın bir kalas.
Gidip geliyorum.
Gidip geliyorum.
Her adımda b-i-r ş-e-y eziyorum.
Şimdi o şeyi üzerine kusacağım.
Şimdi o şeyle gözlerini oyacağım.
Şimdi bak... iyi bak... ben o şey olacağım. (sayfa 18)
Muhteşem bir kitap!
Kendini öldürmeden önce küçük bir veda töreni düzenledi. Bir başına, yapayalnız ama gösterişli bir tören. Önce küçük tuvaletteki alaturka helanın taharet musluğunu açtı. (sayfa 117 - Veda Töreni öyküsünden)
 Kitabın ilk baskısı Ekim 2011'de Yapı Kredi Yayınları'ndan. Üçüncü baskı Ocak 2012 tarihli. Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait. Ancak hemen kendime de bir tane edineceğim! Bu kitap mutlaka kütüphanemde bulunmalı! Ve bu kitap benim için bir Türk Klasiği olmuştur!
 Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

7 Şubat 2014 Cuma

Bu Gece Pera'da

0 yorum

Jale Sancak ile Galapera Kültür ve Sanat Derneği sayesinde tanıştım. Son kitabından önce ilk kitabını merak etmiştim. Bu Gece Pera'da Jale Sancak'ın öykülerini topladığı ilk kitap. Basım tarihi 1989. Öykülerinde şiirsel bir anlatım ve yazım dikkat çekici. Nesir ile nazım iç içe! Haliyle semboller de ağırlıklı.

Jale Sancak dönemin uluslararası ve ulusiçi kültürel etkileşimi öykülerin üzerinde büyük bir çatı oluşturmuş. Türk isimleriyle yabancı isimler iç içe. Kültürel çatışmanın izleri olduğu gibi kültürel birleşmenin de birer yansıması. Bunalmış hayalgücünün, yer yer edebiyata kaçışı, yer yer Amerikan Rüyası arayışı ve yer yer Avrupa sahnelerine çıkışı bunların göstergesi. Dönemi doğrudan anlatmak yerine, insancıl öykülerle, kişileri okuyoruz. 1989 yılında basılmış kitapta şu cümleye ayrıca dikkat çekmek isterim:
Hırant, dışarıdaki amansız çatışmanın bitmesine rağmen sokağa çıkmıyordu artık.(sayfa 75)
İçindeki öyküler şu şekilde:
Eski Sesler
Saint Teofilos'un Güvercinleri
Norma Jean Baker ve Hıfsiye
Sonsuz Bir Dans
Düş
Bu Gece Pera'da, Şükrü Beydeyiz
Yarımada
Alp'in Krallığı
Ressam
Eski Sesler'e Jale Sancak;
Eski bir ses
haziran ikindisini hatırlatıyor. 
dizeleriyle başlıyor ve Kör Hüsniye'nin hayatını bizlere aktarıyor.

Saint Teofilos'un Güvercinleri'ne Jale Sancak;
Saint Teofilos uyandı.
İlkin penceresini açtı.
dizeleriyle başlıyor ve bize Saint Teofilos'u, onun güvercinlerini ve taşıdıkları ruhları anlatıyor.

Norma Jean Baker ve Hıfsiye'ye Jale Sancak;
Öteki adını kullanmayacağım,
Norma Jean Baker diyeceğim ben ona.
dizeleriyle başlıyor. Dönemin kadının maruz kaldığı kültür çatışmasını ve buna bağlı olarak gelişen iç çatışmasını anlatıyor.

Sonsuz Bir Dans'a Jale Sancak, bir uyarıyla başlıyor: Lütfen Yüksek sesle okuyunuz. Kendinizi bir tiyatro sahnesinde hissettirecek bir öykü! Sahnelenen bir aşk öyküsü.

Düş'te Jale Sancak bize Delta'nın gördüğü bir düşü, bir sahne rüyasını aktarıyor.

Bu Gece Pera'da, Şükrü Beydeyiz'e Jale Sancak;
Birlikte çıktık.
Niça'nın kapısını çaldık.
dizeleriyle başlıyor. Zarif Şükrü Bey'in naif hayatı anlatılıyor.

Yarımada'ya Jale Sancak;
Bir geceyarısı yitik denizciler geri dönecekler
yarımada'ya.
dizeleriyle başlıyor. İnsanlı bir yarımada öyküsü böyle başlıyor.

Alp'in Krallığı kitaptaki tek tamamı nesir olan öykü. Genç Alp, ailesi ve Alp'in krallığını okuyoruz.

Ve son olarak, yukarıda alıntıladığım bir cümlesi bulunan öykü, Ressam. Bir ressam anlatılıyor bize yazar dostuyla birlikte.

Sararmış yapraklarıyla geçmişe gittiğim bu hayal aleminden fırlamış gibi duran bir kitap...

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan; Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait, 1989 baskısı.

Kitap:
Can Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Nadir Kitap

27 Ocak 2014 Pazartesi

Değirmen

0 yorum
Sabahattin Ali eseri. Bambaşka dünyalara götürüyor, yaşatıyor ve o şaşkınlıkla bırakıyor! Sabahattin Ali, insanın bamteline dokunuyor. Bu kitapta, yazarın kendi önsözü de bulunuyor. 

Dönemin gerçeklerinden kaçmadan, gerçekleri saklamadan kendi üslubuyla anlatan Sabahattin Ali'nin sorgusal öyküleri nadide öyküler arasındadır. Kitap üç bölümden oluşuyor. Öyküleri okudukça bölümlerin özü seziliyor.

İçindekiler
Yazarın Önsözü
Birinci Kısım
Değirmen
Kurtarılamayan Şaheser
Kırlangıçlar
Viyolonsel
Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi
İkinci Kısım
Bir Delikanlının Hikâyesi
Bir Gemici Hikâyesi
Kazlar
Bir Firar
Kanal
Candarma Bekir
Sarhoş
Üçüncü Kısım
Bir Cinayetin Sebebi
Bir Siyah Fanila İçin
Komik-i Şehir
Değirmen'de bir aşk hikayesi anlatılıyor. İnsan sevdiğine ne verebilir, ne kadar verebilir temelinde sorgulanan bir buluşma. Bir çingene çalgıcısı, bir köyde bir kolu eksik bir kıza aşık olur.

Kurtarılamayan Şaheser'de bir şair, bır kıza aşık olur. Sanatıyla kendini ispatlamaya çalışan şairi, kız bir türlü sevmemektedir. Lakin şair daha iyi eser vermek adına uğraşmaktadır. Bu uğraşı ile kendine bir yolculuğa çıkmıştır.

Kırlangıçlar, insanların kuş halidir. İki kırlangıç bir ağaç dalında karşılaşırlar. Farklıdırlar, aşıktırlar. Kırlangıçlar üzerinden insanları anlatan Sabahattin Ali, masalsı bir üslupla bilindik bir dünyada bir mevsim anlatıyor!

Viyolonsel'de siyahî insanlar ülkesinde, bir beyaz adamın hikayesi. Bu beyaz adamla eşi bir gemi kazası sonucu oradadırlar. Bu kadınla erkeğin gerçek hikayesi viyolonsel tellerinde birer nota oluyor.

Birden Bire Sönen Kandilin Hikayesi'nde masalsı üslupla, aşka felsefi bir yaklaşım anlatılıyor. Bir iskeletten insan ne kadar korkabilir?

Böylece ilk kısım sona eriyor.

Bir Delikanlının Hikâyesi'nde kitaplarıyla kendi başına yaşayan bir adamın gözünde kadını anlatıyor Sabahattin Ali.

Bir Gemici Hikâyesi'nde gemide kazancı olarak çalışan bir gencin hayatı hikâye edilmiş. Kekemeliği yüzünden okulunu bitirememiş ve son çalıştığı gemide, gemi çalışanları açtır. Sorgulama böylece başlar.

Kazlar'da; kocası hapishanede olan bir kadının, kocasının mektubu üzerine kaz bulma mücadelesi anlatılmaktadır. Şehre yürüyerek gitmek dokuz saattir...

Bir Firar'da hırsızlıkla suçlanan bir adamın iç çatışmasını okuyoruz. Aslında suçsuzdur. Ancak yediği dayağın etkisiyle itiraf etmiştir. Ancak çaldıklarının yerini hala söyleyememiştir...

Kanal'da, çocukluk arkadaşı olan iki adaş adamın aralarına su kanalı girer! O topraklarda sular kırmızı akar...

Candarma Bekir, hemşehrisi olan mapus kişinin sevkinden sorumludur. Ancak olayların rengi değişir. Mapus kişinin cezasıyla yüzbir senedir.

Sarhoş bir çalgıcı akşam eve gelir. Karısının öfkesiyle karşılanır...

Böylece ikinci kısım biter. Öykülerin konuları bile, biraz olsun kısımların konularını sezdirmektedir.

Bir Cinayetin Sebebi ne olabilir? İnsan ne için başka bir insanı öldürür? Dört seferdir mahkemesi ertelenen sanık, bize bunları son celsede açıklıyor.

Bir Siyah Fanila İçin, insan hayatını ne kadar değiştirebilir? Kaymakamlıktan ayakkabı boyacılığına bir öykü.

Komik-i Şehir'de otoritenin, önyargıların ve aşkın bir harmanı anlatılıyor... Komik olmayan bir hikaye...

Bendeki kitap, Şubat 2013 tarihli 14 Yapı Kredi Yayınları baskısı. Kitabın ilk baskısıysa 1935 tarihli.

 Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

14 Ocak 2014 Salı

Sarnıç

0 yorum

Sait Faik Abasıyanık öyküleri. Öykülerin hazin bir hikayesi vardır gözümde. Okunur, bir zaman unutulur ve tekrar hatırlandığında ilk etkisinin yanı sıra yeni etkileri olur. İnsandaki birikmişliğin artışı öykülere bakışı da etkilemektedir. Öyledir ki zaman zaman geriye dönerek öyküleri tazelemekte fayda vardır. Bunun dışında, Sait Faik'in üslubu da insanı ayrıca etkilemektedir.

Çocukluk yıllarımda babamın bir Sait Faik kitabını bulmuştum. Hangi öyküsüydü, hangi kitaptı, hangi yayıneviydi hatırlamıyorum. Sararmış yaprakları ve kitap kokusuyla elime almış okumaya başlamıştım. Öyküden aklımda kalan, "yamaç" olmuş, bir sokağın rampasıydı... O rampayı tekrar bulamadım...

Öykülerin işte böyle de bir etkisi de vardır. İlk etkiyi, ileride tekrar okumakla da edinmek zordur.

İçindeki öyküler:
Sarnıç
Kalorifer ve Bahar
Beyaz Altın
Bir Karpuz Sergisi
Mavnalar
Gece İşi
Hancının Karısı
Loğusa
Ormanda Uyku
Kim Kime
Park
Gaz Sobası
Plaj İnsanları
Davut'un Anası
Grenoble'de İtalyan Mahallesi
Marsilya Limanı

Sarnıç'ta lise hayatından erişkinliğe uzanan bir zaman diliminde, dostluk arkadaşlık ve aşkı anlatıyor Sait Faik.

Kalorifer ve Bahar şehre gelen yeniliklerin çocuklar üzerinden anlatılmasıdır.

Beyaz Altın'da bir katip ile bir köy ağasının ilişkisi ile ambarlarda fazladan ürün çıkmasını anlatıyor Sait Faik. Fazla ürünü fark eden katip tecrübesine bir yenisini ekliyor.

Bir Karpuz Sergisi açmak ister iki arkadaş...

Mavnalar köprü başından, bir arkadaşlık hikayesidir.

Gece İşi gececi bir kahvede bağlanan iştir...

Hancının Karısı, bir adam, bir han ve bir köpek etrafında beklenen...

Loğusa'da yaşı geçmiş bir baba, onun evlenmiş, oğlu ve kızı üç katlı bir evde altlı üstlü oturmaktadır. Baba, genç bir kadınla evlenir...

Ormanda Uyku'da kadın erkek ilişkise bir bakış ve yazma ihtiyacı...

Kim Kime'de kocası ölen bir kadın yardım aramaktadır.

Park'ta bir şehrin uyanışı...

Gaz Sobası köy kahvecisinin köye getirdiği bir başka yeniliktir. Onu diğerlerinden ayıran bir şey vardır...

Plaj İnsanları birtakım insanlar plajda gezinmektedirler.

Davut'un Anası'nda bir dipnot bulunmaktadır: Kurum'da "Davud'un Anası" adıyla yayımlanan bu hikaye, Varlık Yayınları'ndan çıkan kitapta "Davud'un Aynası" adıyla yer almış, ancak "İçindekler" listesinde "Davud'un Anası" olarak geçmiştir. Davut, annesiyle birlikte Ali Öğretmen'inde kalmaktadır. Annesi Ali Öğretmen'e ev işlerinde yardım etmektedir.

Grenoble'de İtalyan Mahallesi'ne girmek insanları neden ürkütür?

Marsilya Limanı uzaktaki yakın bir liman, bir değişim, bir bütün...

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olan Yapı Kredi Yayınları'ndan 2010 tarihli 15. baskısı.

Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com




3 Aralık 2013 Salı

Semaver

0 yorum

Sait Faik Abasıyanık'ın ilk kitabı. Öyküleri. Şöyle eskide okuduklarıma tekrar bir bakayım dediklerimden; bir sepya film gibi, kokusu, tadı  özleminden.. Ne zaman Sait Faik okusam ilk okuyuşumdan bir an aklıma gelir. Hangi Sait Faik eseriydi hatırlamıyorum, hangi yayınevinden olduğunu da hatırlamıyorum. Babamındı. Eskileri karıştırırken çıkmıştı. Hem öykülerin kendisiyle hem de okuyanın biriktirdiği anılarla ve geçen zamanın birikmişliğiyle mis gibi kitap kokan bir kitaptı! Kaç yaşımda olduğumu da hatırlamıyorum. İşte böyledir Sait Faik benim için.

İlk kitabına bir dönüş yapayım, tekrar okuyayım istemiştim. Bu kitabındaki öyküler:
Semaver
Stelyanos Hrisopulos Gemisi
Meserret Oteli
Bir Kıyının Dört Hikayesi
Babamın İkinci Evi
İpekli Mendil
Kıskançlık
Bohça
Orman ve Ev
Düğün Gecesi
Şehri Unutan Adam
Üçüncü Mevki
Garson
Birtakım İnsanlar
Benimle Beraber Seyahatten DönenlerSevmek Korkusu
Louvre'dan Çaldığın Heykel
Robenson
İhtiyar Talebe
Bir Vapur
Semaver'de Sait Faik annesiyle yaşayan bir gencin ve annesinin yaşamlarını anlatıyor. Ne zaman okusam bu hikayesini, o semaver kokusunu hissederim, içim titrer. Buhar gibi taşar. Belirtmeden geçemememin sebebi de budur.

Stelyanos Hrisopulos Gemisi'ni Trifon inşa eder. Dede Stelyanos ile torun Trifon birlikte yaşamaktadırlar ve ailenin diğer fertleri ya ölmüştür ya da haber alınamamıştır. Dedeyle torunun gözünden deniz odaklı bir yaşamdan kesit izliyoruz. Hayaller, anılar, birliktelikler...

Meserret Oteli bir geceliğine otele gelen bir ziyaretçiyi anlatıyor. Bir yaşanmışlığın resmini çiziyor.

Bir Kıyının Dört Hikayesi'nde olaylar soğan kayığının ve kayıkçının adaya gelmesiyle başlıyor. Kayıkçıyı üzerine ihtimam gösteren anlatıcı, daha sonra kedilere, daha sonra çocuklara yoğunlaşıyor. Sonra da bir ölüye yoğunlaşıyor. Kayıkçı soğanlarını satıyor.

Babamın İkinci Evi'nde babasıyla yolculuk eden ve babasının ikinci evine ziyarete giden bir çocuğun hikayesi anlatılıyor.

İpekli Mendil ile aşk arasındaki bağlantı bir çocuğun avcundan geçiyor... Çocuğun etrafına toplanmış bir yaşam...

Kıskançlık, bir köyde öğretmenlik yapan bir kişiyi ve bu kişi üzerinden bir evliliği anlatıyor.

Bohça'da evin küçük beyi ile evin beslemesi arasındaki ilişki anlatılıyor. Bunun yanında konak yaşamından bir kesit sunuluyor.

Orman ve Ev bir ormanı, ormanın varlığını ve bu ormana uzak bir yerleşim yerinde bir evi anlatıyor. Arasındaki bağlantıyı bulmak okuyucuya düşen bir görev.

Düğün Gecesi'nde bir evliliğin ilk gecesine ve gününden kesit sunuluyor.

Şehri Unutan Adam bir gün şehre inmek ister. Ama insanları sevmek pek de kolay bir iş değildir!

Üçüncü Mevki vagonda yolcuların hayatları kesişir.

Garson bu hayattan ne ister? Garsonun yaşamı ve mesleği üzerine bir kesit!

Birtakım İnsanlar birtakıım olaylar yüzünden toplanıp valiye gitmek yolundadırlar. Ancak birtakım insanların içinden birisi azıcık geride kalmıştır ve başka birisine bu birtakım insanları sorar.

Bu noktada Sait Faik bize yeni bir bölüm açıyor ve uzaklardan öyküler getiriyor.

Sevmek Korkusu sevmek üzerine bir Sait Fait öyküsü. Sevmek, cinayet olabilir mi? Öleni olmayan bir cinayet?

Louvre'dan Çaldığın Heykel'de çıkışta güvenliğin görmediği bir heykel çalan kişi anlatılıyor.

Robenson olmak üzerine bir öykü.

İhtiyar Talebe'nin yaşı bilinmez. Hayatı bilinmez. Kimdir, bilinmez. Anlatıcı bu ihtiyar talebeye yapılan şakaya şahitlik eder. Sonrasını, çok sonra öğrenir.

Bir Vapur öğrencileri Fransa'ya taşıyan, Tadla adında, Galata Rıhtımı'dda demirli...

Sait Faik her öyküsünde, kendine has üslubuyla aldı götürdü yine... Bakalım tekrar okuyuşum kaç zaman sonrasına tekabül edecek ve o geçen zaman sonra öyküler nasıl olacak... Her öyküde süzülüyormuş hissi...

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ailt Yapı Kredi Yayınları'ndan Nisan 2006 tarihli 15. baskısı.

Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Yeni Dünya

0 yorum

Sabahattin Ali eseri! Bir öykü kitabı! Her öyküde insanın olduğu öykülerinde insan olduğu gibi anlatılmış!
Öyküleri;

Asfalt
Hanende Melek
Çaydanlık
Ayran
Isıtmak İçin
Uyku
Selam
Bir Mesleğin Başlangıcı
Bir Konferans
Yeni Dünya
İki Kadın
Sulfata
Hasanboğuldu
Asfalt'ta bir köy öğretmeninin köye ilk görevi için köye geldiği yolun sıkıntısı ve öğretmenin elinden geldiğince yol için çalışması anlatılmış. Sanki bazı şeyler o zamandan bu zamana hiç değişmemiş! Bu kitaptan sonra Anadolu insanının genetiği çözümleniyor hissine kapılmamak elde değil! Bu öykünün bir özelliği de şudur ki bir köy öğretmeninin notlarından derlenmiştir.

Hanende Melek  şarkı söyleyerek hayatını kazanan bir kadın. Hüseyin Avni Melek'e abayı yakmış eski Hukuk Mahkemesi azalarından imiş. Lakin sarhoşluğu yüzünden işten çıkarılmış. Evde karısı ve çocukları beklerken eline geçirdiği bir kaç parayı da alkole vermeye devam ediyormuş. Derken bir akşam Hüseyin Avni'nin sabrı tükenip Melek'le konuşur ve Melek o gece Hüseyin Avni'nin ailesi ile karşılaşacaktır!

Çaydanlık ise çok başka bir noktaya parmak basmış bir öykü. Hastahanede yatan mahkumların beş kişilik bir odayı paylaşması ve bir çaydanlık etrafında hayatı paylaşmalarını konu almaktadır. Çaydanlık mahkumlardan birine aittir...

Ayran'da evini geçindirmek için ayran satan bir küçüğün hayatına misafir oluyor! Ama bu misafirlik pek tatlı değil...

Isıtmak İçin adlı öyküde, evini geçindirmek için çamaşırcılık yapan bir kadın ve onun hasta kızı; tek odalı bir pansiyonda kalan bir adamın gözünden anlatılmış.

Uyku'da iki arkadaşın otostopla yola koyulması üzerine bir kamyona denk gelirler ve şoför uykusuzdur! Varacakları yere kadar şoför ile yaşananlar anlatılmıştır.

Selam'da kumpanyada çalışan bir kadın ile geldikleri kasabada yaşayan bir berberin yarenliği anlatılmaktadır. Kumpanya kasabadan ayrılmıştır, bir zaman sonra kadının berbere selamı gelmiştir ve berber her şeyini bırakarak bu selamın peşine düşmüştür.

Bir Mesleğin Başlangıcı mahallenin eski kabadayılarından Koca Recep'in şimdiki mesleğine nasıl başladığını anlatmaktadır.

Bir Konferans'ta açılacak yeni okulun daha açılmadan köylülere kooperatif hakkında bilgi vermesi ve toplantının hemen sonrasında yaşananlar anlatılmaktadır.

Yeni Dünya, bir kadının adı. dansözlük ile para kazanıyor. Bir düğünde iş almıştır. Lakin pek beğenilmemiş, üzerine rakibi Deli Emine çağrılmıştır. Buna içerlenen Yeni Dünya tüm hünerini ortaya koymuş, beğeni toplamıştır. Ertesi gün gelin almaya dokuz saatlik yola gidilecektir. Yeni Dünya da kafile yola çıkmıştır. Dönüş yolundaysa bir düğün konvoyu gelinden başka ne taşıyabilir ki?

İki Kadın, bir kocaya tabi ve o adamın da ruhunu teslim edeceği gece gelmiştir. Bu iki kadının konuşmaları tüm hayatlarını özetlemektedir!

Sulfata, askere gitmeden evlenmiş bir delikanlı asker dönüşünde babasının gelinine kötü davrandığını öğrenir ve eşini de alıp dağa çıkar. Orada bir kulübe inşa edip yavaştan düzenlerini bile kurmuşlarken kadını vuran sıtma hastalığı her şeyi değiştirir!

Hasanboğuldu, bir göl adıdır. Adını bir aşk hikayesinden alır!

"Emine'yi yaslı eden
Kerem olup Aslı eden
Dağı taşı sesli eden
Hasanım ardından geldim." (sayfa 124 - Hasanboğuldu öyküsünden.)
" 'Bende sahiden akıl yok...' diyordum. 'Uzaktan erimiş kurşun gibi parladığını gördüğüm su beni yolumdan alıkoyuyor. Düşünmüyorum ki, su, ancak uzaktan güzeldir. Onunla yakından temas etmek, bir sürü küçük, fakat yekûnu büyük münasebetsizliklere katlanmaya mecbur olmak demektir. Yaşım otuzu geçti. Bu manasız heveslere oyuncak olmanın bir macera telakki edileceği yaş değildir. Küçük şeyler için büyük fedakârlıklarda bulunmayı kabadayılık telakki edecek değilim ya?' " (sayfa 60 - Selam öyküsünden.)
" Uyandığımız zaman güneş perdelere vurmuştu. Derhal pencereye koştum. Gecenin karanlığında girip kirli yatağında yattığım bu Anadolu otel odalarının penceresinden baktığım zaman tesadüf edeceğim meçhul manzaranın merakını daha yatmadan duymaya başlarım. Önümde bazan kavak ve erik ağaçlarıyla dolu bir bahçe, bazan yıkılmak üzere bulunan kerpiç bir duvarla çevrilmiş mezbele, bazan da heykelli ve minimini ağaçlı bir hükümet meydanı çıkar. " (sayfa 69 - Bir Mesleğin Başlangıcı öyküsünden.)
Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Şubat 2013 tarihli 11. baskısı.  Her öykü bambaşka insanlara kapı açmasına rağmen bu insanlar arasındaki gizli bağı hissetmemek imkansız!
Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

21 Nisan 2013 Pazar

Bütün Öyküleri

0 yorum

            Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan ve Yusuf Atılgan’ın yaşamı boyunca kaleme aldığı tüm hikâyeleri içinde barındıran bir kitap, hakkındaki yazıyı okuduğunuz. Kitap ile ilgili dikkat edilmesi gereken konularının başında Yusuf Atılgan’ın 1946’dan 1976’ya kadarki 30 yıllık dönemi, Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde çiftçilikle uğraşarak geçirmesidir.  Dolayısıyla, hikâyelerde köy ve kasaba yaşamına dair pek çok bilgiye rastlamak mümkün. Bu açıdan bakıldığında, köy, kasaba yaşamı içinde hiç bulunmamış kimseler için anlatılanların havada kaldığı ve sıkıcı bir kitap olabilir. Oysa köy, kasaba yaşamına aşina olanların veyahut az da olsa yaşanmışlığı bulunanların keyifle okuyabilecekleri bir kitap. Bununla beraber, kitapta şehir yaşamına dair hikâyeler de var; şehirdeki insanın yalnızlığını, paranoyaya varan korkularını anlatan hikâyeler.

            Kümesin Ötesi adlı hikâyeden;

            Kendimi bildim bileli öteki dört tavuk, bir horozla hep bu daracık avludayız. Çevremizi bana pek yüksek gelen yapılar, duvarlar kuşatıyor. İki kapı var bu avluda. Birisi gelip geçen insanlar, arabalar, beni hem korkutan hem meraklandıran seslerle dolu sokağa bakanı. Bu kapının açıldığını görmedim hiç.
Bugün bir şeyler oldu. Sabah yemini yedikten sonra gene o her zamanki iç sıkıntısıyla damlara doğru bakarken şu kümesin üstüne atlasam diye düşündüm. Kanatlarımı çırpıp sıçradım. Kendimi kümesin üstünde görünce şaşkınlıktan bağırmışım. Ötekiler de bana bakarak bağrıştılar. Kümesin üstünden öteki kocaman dama uçmak daha kolay. Bir daha sıçradım bağıra bağıra. Kiremitlerin üstünde yavaş yavaş karşı yana yürüdüm. İçimde bir genişleme, yüreğimde hızlı bir çarpıntı başladı. Bizim yaşadığımızdan çok daha büyük bir avlu göründü gözlerime. Baktım bununda dört yanı bizimki gibi duvarlarla çevrili. Ama bu başka; içinde yaprakları dökülmüş kocaman ağaçlar var.  Topraklar yemyeşil otlarla kaplı. Bu duvarların ardında bundan da büyük avlular vardır dedim. Sonra uzaktan sesi gelen horozların yaşadığı bir yer olacak. Bulacağım orasını…

            İnsanın dünya üzerindeki en gelişmiş canlı olduğu söylenir. Peki, neden her insanın az ya da çok hissettiği şeyler bu tavuğun hissettikleriyle aynı? Çünkü korkuyoruz. Daha büyük, daha iyi, daha huzurlu avlulara uçmaya korkuyoruz. Hatta, daha da kötüsü, bu avluların varlığını kabul etmek bile bize ve bizim o avlulara gitmemizi istemeyenlere çok ürkütücü geliyor. Dolayısıyla, insan olmak övünülecek bir şey değil. Zira, tavuktan bir farkımız kalmamış.
            Cesaretini toplayan ve hikâyenin başkahramanı olan tavuk, ilk kaçma teşebbüsünde bir köpekle burun buruna geldiği anda sahibi tarafından yakalanıyor. Tekrar daracık avluya kapatılıyor. Bakalım sonra neler oluyor.

            Şimdi alacakaranlıkta gözlerimin bir şey görmediği kümesin içinde, köşede büzüşmüş dışarı dünyayı düşünüyorum. Tavuklar “anlatsana ne var ötede?” diye durmadan gıdaklıyorlar. Ben ağaçları, otları, köpeği anlatacağım sıra horoz bağırıyor. “kesin be kancıklar, ne olacak ötede? Görmediniz mi hışırı çıkmış. İşte kaçmanın sonu bu” diyor. Hep susuyorlar. “Pis, kötü yaratık” diyorum içimden, “Geberesi..”

            Gücü elinde bulundurduğu için söz söylemeyi ve başkaları adına karar almayı kanıksamış her insan gibi bu horoz da başka avluların olmadığını kabullenmiş. İçinde bulunduğu durumdan memnun. Çünkü her şey onun lehine o anki koşullarda. Son kez söz cesur tavuğumuzda; bakalım pek çok kişi gibi düzene boyun mu eğecek yoksa onurlu insanlar gibi zulme karşı isyan mı edecek.

            Kaçacağım. Ama köpekler varmış, başka canavarlar varmış, olsun. Bu sefer kanatlarımı açar uçuveririm, hırpalatmam kendimi onlara. Şimdi de bir şeyim yok. Yalnız ensem sancıyor az az. Hele o geçsin, hele kanatlarım az daha uzasın kaçacağım buradan.

            Bir köyde babasız olarak büyümüş, içlerinde yaşadığı insanlardan farklı olduğu için dışlanmış, hor görülmüş, aşağılanmış, duygularını çok yoğun yaşayan ve bir ağa kızını, sevgisini tutkuya vardırırcasına sevmiş bir köy delikanlısın hikâyesi.  Osman’ın hikâyesi.

            Tutku adlı hikâyeden:

            Kalk git buradan kör karının piçi. Gelme buraya. Rezil ettin beni köye. Kala kala sana mı kaldım ben? Yıkıl, git hadi!” ben hep gözlerine bakardım. Kaskatıydılar. Testiyi doldurmuş dönerken durur gene bağırırdı: “Gitmedin mi daha? Ne namıssızmışsın sen be! Bir de seni avlumuza sokardık. Namıssız. Piç işte, ne olacak.” Sağırmışım gibi bakardım ona. Testiyi alıp giderken, bakışlarının katılığında bir şaşmışlık olmaz mıydı? Sonra çocuklar gelirler. Gülüşe bağrışa taş, toprak atarlar, çevremde dönerlerdi. “Osman oscuk, gözü boooncuk!” Çocuklar korkunçtular.

            Osman’ın bu taarruza maruz kalmasının sebebi avluya çıkar da belki görürüm diye tüm gününü, kendine bu sözleri söyleyen ağa kızının evine bakmakla geçirmesiydi.  Yani, şiirde bahsi geçen sebep;

Belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar
Çok dibimiz donmuştur
Ve çoğu zaman
Bu kar mevzuu
Kızlara yeterince ilginç gelmemiştir.

Anlaşılan o ki ağa kızına da yeterince ilginç gelmemişti mevzuu. Şimdilerdeyse insanlar kendileri gösterecek yer arıyorlar; sosyal paylaşım siteleri. Bu lafları duymayı hak eden Osman mı yoksa kendini göstermeye can atanlar mı? Bilemiyorum. Fakat iyi bildiğim bir şey var; biri seni içten ve karşılık beklemeden sevmişse, onu sevmesen bile, sırtını dönme. Üzülür, kırılır.

            Sıradan bir kırlangıcın hikâyesi, sıradan bir insan gibi.

            Yük adlı hikâyeden:

            Sıcaktı. Öğleye doğru belime ağır bir şey kondu. Göz ucuyla baktım; bir kırlangıçtı. “Hayrola?” dedim. “Hayırlar. Birlikte geçeceğiz karşıya.” “Olur yüzsüzlük değil,” dedim öfkeyle, “şimdiye dek görülmemiş bir şey. Bu yolculuk tek başına yapılır.” “Öyleydi. Her yıl binlerce alık kırlangıç güç bela aşar bu denizi de böyle bir kolaylık kimsenin aklına gelmez. Bunu ilk düşünen benim. Sıcağın etkisiyle olacak, az önce geldi aklıma.”
            Güneş batıya devrilmişti ama sevinemiyordum. Bir daha denedim: “Çok ağırsın. Kıyıya değin taşıyamam seni, birlikte düşeceğiz.” “Bana göre hava hoş; sen düşersen gider bir bakasının sırtına konarım. Bak, sizinkilerden biri daha düştü.” Kurtuluş yoktu… taşıyacaktım bu yükü.

            Aslında ne kadar tanıdık bir hikâye, anlatılanları insanlara uyarladığımızda. Sırtımızda taşıdığımız, sırtımızdan geçinen ve bize köle muamelesi yapan insanlar. Bir avuç insanın refahı için kendisine ait olmayan zorluklara katlanmak mecburiyetinde olan bir dünya dolusu insan ve bu insan sayısıyla adalet duygusu arasında  ters bir orantı var.

            Atılmış adlı hikâyeden:

            İlerde bir kayık vardı. Kayıktaki adam balık avlıyor olmalı diyordum. Kıpırtısız öyle duruyordu. İlkten dönsün diye beklemiştim. Bayılırım balık tavasına. Adam kıyıya çıkınca konuşacaktık. İşsiz olduğumu öğrenince yanına alacaktı beni. Bir cigara yaktım. Arkadan şehrin uğultusu geliyordu.
Altı gün mü yedi gün mü oluyor aylaktım. Yirmi beş lirayı veren adam yere yere bakmıştı. Sormadım. Önemli olan neden atıldığım değildi; atıldığımdı.
Manavın önünde iki kişi vardı. Durdum. Uzandım küfelerin birinden bir elma aldım. “kaça bunun kilosu?” diyecektim. Elimdeki en irisiydi. Kimsenin bana baktığı yoktu. Elmayı cebime attım, yürüdüm. Beş adım sonra arkamdan kısık bir ses “aşırdı” dedi. Döndüm; “kim o aşırdı diyen?” diye bağırdım. Üçü birden dönüp baktılar. Geçe biden çevirdiler başlarını: beni görmemişler gibi, ben orada yokmuşum gibi.
Yandaki kanepede oturan bir adam bana bakıyordu: beni görüyormuş, ben oradaymışım gibi. Tek ayaklıydı bu adam; bir bacağı tahtaydı. Bir cigara yaktım. Umutluydum. Yeni bir işe girecektim. Bu sabah “Yarın uğra” demişti birisi…

Şehir yaşamı: kalabalıklar içindeki yalnızlık, bir başınalık duygusunu hissedebiliyor musunuz okurken? Peki ya umutsuzluk içindeyken, her şey ters giderken bile umutluyum demenin ne zor olduğunu. Umudunuz olmadığı halde umutluyum derken boğazınızda düğümlenen şeyin ne olduğunu merak ettiniz mi hiç? Daha çok görünebilmek adına geldiğimiz şehirlerde gittikçe siliniyoruz; bakıyor ama görmüyorlar, bakıyoruz ama görmüyoruz.


Eylemci adlı hikâyeden:

Emin Tınoğlu ertesi sabah kalktıktan sonra çantasını alıp evden çıktı. Ülkü Derneği yöneticisinin evine gidecekti bugün bombaları almak için. Geçen ay üç bomba vermişler, üçünü de kullanmıştı. Dernekte ilk görüştüklerinde adam şaşırmıştı. “Böyle işleri gençler yapıyor. Yaşlısınız siz.” “Yaşlı olmam daha iyi; kimse kuşkulanmaz. Polisler kimlik bile sormuyor bana.” Sonunda kabul ettirmişti eylemciliğini. Geçen ay kullandığı üç bombadan en etkilisi Devrim Kitabevi’ne attığı olmuştu. Dükkân harap olmuş; kitapçı ile bir alıcı ölmüş, birisi de yaralanmıştı. “Devrim kitabeviymiş! Adından belli değil mi komünist yuvası olduğu? Alışveriş edenler de öyledir. Kökünü kazımalı bunların.” Bu kez de ilk bombayı şu berber dükkânına koyacaktı: İleri Berber Salonu. Gösterecekti ona ileriyi. Son yıllarda ne de çok solcu türemişti ülkede. Bir gün yandaki apartmanın birinci katında oturan şu solcu yazarın da defterini dürecekti. Yalnız yeterince bomba vermiyorlardı. Bir öğrense bunları yapmayı!
            Sokağa vardığında berberin önünde kimseler yoktu; içerde berberle kalfası iki kişiyi tıraş ediyordu, bir adam da oturmuş gazete okuyarak sıra bekliyordu. “Görürsünüz az sonra solcu gazeteleri okumak nasılmış!”
            Öğleden sonra Emin Bey odasında bir süre kitap okuduktan sonra rehberde komşu solcu yazarın numarasını bulup telefonla aradı onu. Telefonu açanın adamın kendisi olduğunu öğrenince:
            -Bana bak yakında soluğunu kesicem senin, dedi.
            -Hadi oradan moruk, senin soluğun kesilmiş belli.
            -Moruk değilim ben, 25 yaşındayım.
            -Öyleyse kafanla sesin moruklaşmış senin.
            -Yakında görürsün sen moruğu.
            -Suçum neymiş benim? Ezilen, sömürülen yoksul halka bir kurtuluş önlemi önermek suç mu?
            -Değil ama senin önlemin komünistlik.
            -Sömürücülere gönüllü uşaklık eden, yüzünü göstermekten korkan yüreksiz faşistler vız gelir bana; elinden geleni ardına kayma, deyip telefonu kapadı adam.
            Ana yola çıkan sokağa sapınca ilerde, köşedeki bankadan patlamalar duydu. Camları kırılmış büyük pencerelerden dışarıya alevler taşıyordu. “Komünistlerin işi bu. İyi ki çalışma saati değil.” Yüreği çarparak hızlandı. Karşıdan, yirmi yaşlarında iki genç koşarak geliyordu. Emin Bey yaklaşan gençlere öfke ile “Durun ulan piçler!” diye bağırıp kollarını açtı, tutmak için. Olay yerinden hızla kaçanlardan birisi farkında bile olmadan ona çarptı. Emin Bey sırt üstü yere düştü, başını kaldırımın kıyısına çarptı. Öylece uzanmış kaldı orada., kıpırdamadan. Az sonra yanında toplanan birkaç kişiden biri: “Ölmüş bu yahu; kanı bile akmamış.” dedi.

            Kendinden farklı düşünenlere karşı beslenen kinin gençlere has bir olumsuzluk olmadığını gösteren bir hikâye. Kendisi de kin besledikleriyle aynı eylemi gerçekleştiren, kendi eylemini meşru, karşıt düşüncenin eylemini vatan hainliği olarak gören zihniyete bir örnek. Adımlar özeleştiri yapılarak atılsa, belki de bu noktada olmazdı dünya.           
           
            Kitabın sonuna gelinceye dek okuduklarımın ve okuduklarımın düşündürdükleri ve çağrıştırdıkları, gerçekler ile gerçekmiş gibi gösterinler arasındaki farkı altını çizdiği için içim biraz burulmuştu. Neyse ki kitabın sonunda yer alan iki tebessüm ettirici ve çocukluk günlerini hatırlatıcı masal durumu biraz toparladı. Son olarak kitaba kulak kesiliyoruz.

            Deve deveyken, sinek sinekken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, anam beni doğuracaktı. “Sancım tuttu sana, koş ebeyi çağır.” dedi. Fırladım kalktım; babam huysuzluk ediyordu ama kim dinler babamı, doğmak istiyordum ben. Ebenin evine koştum; kapıyı çaldım. “Kim o” dedi bir ses. “Ebanım, bize gidicez, anam beni doğuracak.” dedim. “Ebe evde yok, gökyüzüne gitti çocuk doğurtmaya.” dedi aynı ses. Durulacak zaman mı, koştum eve.
            Sık sık kayboluyordum artık. Belki bu yüzden belki de beşiğini sallarken huysuzluk ettikçe kulaklarını çekmemin öcünü almak için, babam okula verdi beni. Yıllarca sürdü bu. Hiç hoşlanmıyordum; arkadaşlarla itişip kakışmak, öğretmenleri dinlemek yüzünden elimde olmadan büyüyordum. Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım. Yukarıya bildirildi; başöğretmen beni getirtip ağzıma acı biber sürdü. “Böyle giderse beynine de biber sürülür” dedi…  

23 Ocak 2012 Pazartesi

Yürek Burgusu

2 yorum
Henry James eseri. en iyi hayalet romanı olarak da gösterilmektedir. Kısa roman. Sona gelinceye kadar gerilim devam ediyor. Türkçe çevirisinde cümlelerin biraz uzun olması, cümle takibini -başlarda- zorlaştırabilir. Üsluba alıştıktan sonra gerisi kendiliğinden gelir. Necla Aytür'ün çevirisi.

Kitapta Yürek Burgusu kısa romanından başka iki uzun öykü daha var.Ormandaki Canavar ve Daisy Miller. Bu iki öykü de aşkı irdeliyor.

Şu anda sizi uyarmam gerek çünkü bu cümleden sonra romanın ve öykülerin sonlarıyla ilgili cümleler yer alacak. Öyle ki bu kitapta sonlarla ilgili dikkatimi çeken ölüm olmuştu.Her sonda mutlaka bir ölüm var.

Yürek Burgusu, hayalet üzerine inşa edilmiş ve bu da bir tür aşk içeriyor. İki küçük yetim kardeş amcalarının velayetindedir. Yeni, genç mürebbiye gelir. Kendinden önceki mürebbiye hakkındaki bilgisi çok azdır. Yeni ortamını  tanımaya çalışırken daha kaldığı yerde tanıştırılmadığı insanlar görmeye başlar ve sonunda onların kim olduğunu öğrenir.

Ormandaki Canavar, başına mutlak surette kötü bir şey geleceğine inanan ve onu bekleyen bir adamla -John Marcer-, ona bu yolda destek veren bir kadını -May Bartram- anlatmaktadır. John Marcer yıllar sona May Bartram'ı tekrar görür ve onun kim olduğunu zorlukla anımsar. Sırrını -başına geleceği şeyin ne olduğunu bilmeden beklediğini- söylemiştir, ancak onu tekar gördüğünde bunu hatırlayamamıştır. May'se ona bunu hatırlatmış ve olay olup bitinceye kadar yanında olacağının sözünü vermiştir. John yıllarını bu olayı bekleme körlüğünü gösteririken elinden uçup gidenlerin muhasebesini çok sonraları yapacaktır.

Daisy Miller, hovarda bir Amerikan kızının annesi ve kardeşiyle Avrupa turunda Winterbourne adında bir başka Avrupa'da yaşayan Amerikalı arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Daisy'nin davranışlarını tasvip etmeyen sosyeteyi; onun saf olduğuna inanan Winterbourne ve aralarındaki kovalamaca üzerine inşa edilmiş çatışmaları anlatıyor. Bu da bir tür aşk hikayesi.

Henry James, çatışmalarla yüklü, gözlemlerle donatılmış eserlere imza atmış. Adam Yayınları'nın baskısının güzelliği kitabı daha da çekici kılmıştır. O sarı sayfalar Henry James'in anlatmak istediklerine çok güzel bir perde oluşturmuş.

Kitap, Necla Aytür çevirisi.

KitapYurdu.Com

4 Haziran 2011 Cumartesi

İnsan Ne İle Yaşar?

2 yorum
Tolstoy'un kaleminden insana, insanlığa dair bir eser. Bazılarının kitapları değerlendirme şekline göre; çok kalın değil! Ancak içindeki her sayfa birer altın değerinde.

Dört öyküyle "insan ne ile yaşar?" sorusuna cevap arıyoruz.
İnsan Ne İle Yaşar?
Üç Soru
İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
Efendi İle Uşak
Kitabı elime alırken, neyle yaşadığımı düşünmekten çok nereyi hedeflediğimi düşünürdüm. Hedefe gitmedeki enerjinin nereden geldiğini, elbette düşündüm. Ancak, safi insan neyle yaşar?
" İçini çeken Matryona; 'Atasözü doğru söylermiş' dedi, 'İnsan anne babasız yaşayabilir, fakat Allah olmadan yaşayamaz.' "
Yukarıdaki alıntıda bir noktaya değinmek istiyorum; Matryona Müslüman değildi.Ancak bu onun haksızlığını göstermez.

Bendeki kitap Şule Yayınları'ndan Murat Çiftkaya çevirisi.

Kitap üzerine, düşüncesi üzerine çok fazla söz söylemeyeceğim. Kısa keseceğim.

Okurken, istesem de istemesem de Tolstoy beni düşünmeye itmişti. Bu düşünceler etrafında dünyayı algılama konusunda bana kattıkları ise paha biçilemez.

Bu eser ile Tolstoy bir kere daha kaleminin gücünü göstermiş:
İnsan olmak meselesi.

Kitap:
Şule Yayınları Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.