Bilim-Kurgu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilim-Kurgu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2014 Çarşamba

Zaman Çarkı

0 yorum

Bir insan ölümsüz olsa? İşte bu soruyla başlıyor kitap. Elise, yaşlanmayan bir kişi. XIV. Louis döneminde doğan bir kişi. Kendisindeki farklılığı kocası öldükten ve yardımcıları yaşlanırken kendisi yaşlanmayınca fark ediyor. Olay örgüsü, Ken Grimwood tarzı şekillenmeye başlıyor.

Ken Grimwood'un Kayboluş kitabınından sonra okuduğum ikinci kitabı. Okuduğum iki kitapta da Ken Grimwood zaman konusu üzerine eğiliyor. Bu, onun için bir korku öğesi olabileceği gibi zaman paradokslarının veya anomalilerinin zihin oyunu da olabilir. Hangisi olursa olsun, ölüm ve zaman konusunu iç içe işliyor. Zaman Çarkı'nda Elise zihninin buna nasıl dayandığına dair küçük ipuçları bulunsa da tahliller mevcut değil. Bu da benim için bir eksiklik oldu. 300 yıl yaşayan bir insan zihni nasıl olur? Anılarının mevcudiyeti karşısında zihni konusunda ipuçları var ama yeterli değil. Bir insan istediği her şeyi yapacak kadar uzun yaşasa, insan ölmek ister mi, sorusu için de ufak cevaplar var. Bunun yanı sıra böyle bir gerçeklik dünya tarafından öğrenilse ne olurdu konusu üzerine konu tartışılmış.

Elise kendisinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, insanlardan kaçarken zaman da geçmiş, teknoloji ilerlemiştir. Yaşlanma üzerine çalışan Dr. Goldman'a danışır ve onların deneylerine dahil olur. Böylece Goldman, gerçeği keşfedecektir.

Zamanla ve mekanla dolu bir Ken Grimwood romanı. Aksiyon içinde, Elise bizlere tarihten kesitler de sunuyor.

Dr. Goldman'ın arkadaşı olan bir psikolog'un Dr. Goldman'ın "ya ölümsüzlüğü bulduğumu söylediğim bir kitap yazarsam ne olur" sorusuna verdiği cevap da ayrıca ilginçtir.

Bendeki kitap, Ender Nail çevirisiyle Koridor Yayıncılık'tan 2012 tarihli baskısıdır.

Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com


3 Mart 2014 Pazartesi

Fahrenheit 451

0 yorum

Ray Bradbury eseri. Mutlaka okunması gereken kitaplardan. Kütüphanenin demirbaşlarından.

Guy Montag bir itfaiyecidir. Lakin görevi söndürmek değil yakmaktır! Toplumun yavaş yavaş kitapları dışlaması sonucunda devletin işe el koyarak görevlendirdiği itfaiye, tüm kitapları yakar! Bir zamanlar itfaiyenin yangınları söndürdüğü gerçeği ise sadece bir efsane haline dönmüştür.

Guy Montag, komşusu 17 yaşındaki Clarisse McClellan ile sohbet etmeye başlar. Bu genç kız farklıdır.
"Bahse girerim ki senin bilmediğin bir şeyi daha ben biliyorum. Sabahları çimenlerin üzerinde çiy tanecikleri olur."
Montag birden bunu bilip bilmediğini anımsayamayınca huzursuz oldu. (sayfa 31)
Bu farklılığı -insanlığı- Guy Montag'ı da etkilemeye başlar. Kendine bile itiraf edemediği gerçeklerle yüzleşmeye doğru adım adım ilerler.

Ray Bradbury oluşturduğu dünya ile çok ilginç bir "gerçekliğe" bizleri götürüyor. Duvar boyutunda televizyonlar insanları mutlu etmekle görevlidir. İnsan mutlu olmak için varsa, kafa karıştırıcı kitaplara neden ihtiyaç duysun ki? Kitapların dışlanması böyle başlıyor. Diğer ilginç nokta ise televizyonun "aile" olarak adlandırılmasıdır. Bu kitap ilk baskısı 1953 tarihindedir! 61 sene öncesi demek! 61 sene öncesinden günümüze uzanan bu eseri bir distopyadan "çağdaş edebiyat" sınıfına almak hata sayılmaz. Kitabın ilerleyen sayfalarında bir şekilde kitap buludurmak cezasından -kitaplarını ve ikametgahlarını kaybederek- ülkenin derinliklerine kaçan bir gruptan bahsediliyor. Kitabı günümüzden ayıran tek şey bu olsa gerek, bizler kitaplarımızı kaybetmeden kaçabilmiş bir topluluğun temsilcileriyiz.
"Orada değildin, görmedin," dedi Montag. "Kitaplarda bir şeyler olmalıydı, hayal edemeyeceğimiz bir şeyler, kadının yanan evde kalmasını sağlayacak bir şeyler; orada bir şeyler olmalı. Bir hiç için kalmazsın."
"Kadın enayiymiş." (sayfa 85)
Kitabı okurken bolca düşündüğüm konulardan biri de bu "kitap savaşları" olmuştu. Böyle bir savaş durumunda olabilecekleri tahayyül etmek tuhaftı. Zira kaçan grupta üniversite hocaları vardı ve bu insanlar öğrenci bulamadıkları için üniversiteler kapanmıştı. Toplumun, kendiliğinden kitaplardan uzaklaşır mı sorusunun doğal cevabının hayır olmasını beklemek, günümüz gerçekliğiyle çelişmektedir. Beatty'nin anlattıklarıyla Fahrenheit 451 toplumu görülerek, günümüz toplumuyla karşılaştırmak sonucunda, Fahrenheit 451'e pek de uzak sayılmadığımız anlaşılır.
Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Hiç de, anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. Her insan bir diğerinin sureti olunca herkes mutlu olur, ortada çekinilecek, korkulacak, herkesin kendisini yargılamasına yol açacak dağlar yok olur. (sayfa 95)
Onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya Iowa'da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası 'olaylarla' tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten "zeki" hissetsinler. (sayfa 98-99) 
 Fahrenheit 451, kitap -imgesiyle değil, doğruca- ile birlikte geleceğin(?) toplumsal zihni bakımından bir kehanet romanıdır.

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Zerrin Kayalıoğlu ve Korkut Kayalıoğlu'nun birlikte çevirisiyle Eylül 2013 tarihli ikinci baskısıdır. Ayrıca Ray Bradbury'nin Şubat 1993'te yazdığı önsözü de içermektedir.

Kitap:
İthaki Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Dr.com.tr

13 Şubat 2014 Perşembe

Kayboluş

0 yorum

Ken Grimwood ile tanıştığım kitap. Çok ilginç bir bilimkurgu eseri.

Elizabeth Austin, 1963 yılında epilepsi ile tanışan, buluğ çağına yeni girmiş bir genç kızdır. Üniversite hayatına kadar epilepsi ile mücadele ederek, sosyal yaşamdan soyutlanmış bir yaşam sürmüştür. Üniversitede David Auistin ile tanışıp evlenmiştir. Evlilikleri kör topal ilerlerken Elizabeth epilepsi ile mücadele için yeni ve deneysel bir tedavi yönteminden haberdar olur. Dr. Garrick ile tanışıp bu deneysel tedaviyi kabul eder. Beynine yerleştirilecek bir çip ile, Elizabeth sara aurasını hissettiğinde bu çipi uyaracak ve böylece sarası başlamadan engellenecektir. Bunun yanı sıra Dr. Garrick Elizabeth'e birden fazla çip takarak, beyninin haritasını çıkartmak ister. Beynin sessiz bölgelerini de uyaracak olan bir dizi çip ile deneyler başlar. 12 numaralı çip, Elizabeth'in hayatını değiştirecektir.

12 numaraları çipin uyarılmasıyla Elizabeth gözlerini Viktoryen İngiltere'de açar! Ancak bunu analaması için, 12 no'lu çipin çok defa çalıştırılması gerekmektedir. Doktorları Elizabeth'in gördüklerini sanrı olarak görürler. Ancak bu sanrıların zararsız bir zevk merkezinde tanımlayamadıkları biçimde olduğunu kabul ederler ve Elizabeth'in çiplerini çalıştıran kumandaya 12 numaralı çipi de çalıştıran bir düğme eklerler.

Elizabeth taburcu olduktan sonra, bu düğmeyle diğer gerçekleği takibe başlar. Bir başkasının -Jenny Curran- zihnindedir, içindedir. Ancak onun bedenini kontrol edemez. Onun hissettiği her şeyi hissederek, Jenny'nin zihnine misafirdir. Jenny'nin kötücül planlarını öğrendikten sonra Jenny'nin bedenini kontrol etmek ister ve bizi çok ilginç bir sona sürekler!

Kitabı okurken ister istemez, acaba zihnimde bana misafir(!) bir başka benlik var mı diye sorgulamak rahatsız ediciydi. Benliğimin içinde benden bağımsız bir benlik kabul edilebilir bir durum değil. Ancak diğer yönden acaba başka bir zihne misafir olabilir miyim düşüncesi de bir o kadar ilginç!

Ken Grimwood kitabını 1976 yılında yayımlamış olmakla birlikte Elizabeth'in hikayesine 1963 yılından başlamıştır. İşin bilim kurgusundan ziyade felsefi kısmıyla ilgilenmek daha güzel.

Elizabeth'in deneyleri kabul etmesi de ayrıca ilginçtir. Beyninde, işlevi bilinmeyen bölgelere yerleştirilmiş yongalarla uyarılacak ve ortaya ne gibi etkilerin çıkacağı meçhul. Ancak buna rağmen hırsla deneyleri kabul ediyor...
Herkesin beyninde farklı bir farkındalık ve algı olduğunu anladım; insanların duyguları benimkilere benzer ancak yine de farklılar. (sayfa 160)
Bendeki kitap; Elif Özkaya ile Seçil Ersek'in ortak çevirisidir. Koridor Yayıncılık, kitabın ilk baskısını 2010 yılında yapmış.
Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com




10 Kasım 2013 Pazar

Cesur Yeni Dünya

0 yorum

Aldous Huxley'den distopik bir roman! Ford'tan sonra (F.S.) 632 yılında geçen bir bilim-kurgu! Bir solukta okunan, okudukça içine daha da çok çeken bir kitap!

Ford, "Lord(tanrı)" göndermesine sahip olmakla birlikte, Henry Ford kastedilmektedir. Ford cemaatinde kutsal işaret T'dir. Bu da Henry Ford'un seri üretimle piyasaya sürdüğü T Modeli otomobillere atıftır. Bu söylediklerim, kitabın sonundaki "Ek"te zaten mevcut. Bu ek kitabı ayrıca güzel kılmıştır!

Uygar toplumda insanlar Epsilon Eksi Yarı Moronlar'ından Alfa Çift Artı insanlarına kadar sınıflandırılmıştır. Bu kast sisteminde her kastın kendine ait görevleri vardır ve her kast kıyafetleriyle birbirinden ayrılır. Bu topluma hizmet eden / bu toplumdan hizmet alan şirket-devletin sloganı "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar"dır. Bu düzen içerisinde tüm kastlar hipnopedya (uykuda eğitim) yöntemiyle şartlandırılmaktadır. Bu Yeni Pavlovcu Şartlandırma'yla kastlar üzerine düşenler dışına çıkamamaktadır. Bir şekilde şartlandırmaları aşacak gibi olduklarında da kendilerini kötü hissetmeye ve Soma almaya şartlandırılmışlardır. Bu insan düzeni içerisine Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde dahil alıyoruz. Bu merkez yıllar önce biten doğum yerine "insan" üretme tesisidir ve burada insanlar yapay rahimden doğarlar. Şişe'de ilk döllendikleri andan kastları belirlenmiştir! Bir grup öğrenciyle birlikte bu merkezi biz de tanıyoruz ve bize merkezi tanıtan KŞM müdürü.Kuluçka merkezleri sayesinde tek bir yumurtadan yüze yakın ikiz -yani yüzüz- kardeş üretilebiliyor ki bunlar Bakonovski Grubu adını alıyor.

Böyle bir dünyada, Bernard Marx, kendini dışlanmış hissediyor, kabul görmemiş olmanın oluşturduğu yalnızlaşmayla birlikte uygarlığın ulaşmadığı ve uygarlıktan elektrikli tellerle ayrılmış olan New Mexico Ayrıbölge'sine ziyarete gider. Bu ziyaretten sonra hayatı değişecektir! Vahşi'yi yani John'u uygarlığa getirecektir!

John ve dünya üzerindeki 10 denetçiden birisi olan Mustafa Mond üzerinden ana çatışma işlemektedir: Vahşi Dünya - Uygar Dünya... 16. ve 17. Bölümlerde bu karşılaşma mükemmel bir diyalog sahnesi sunmaktadır! Bunun yanı sıra Helmholtz Watson ile Bernard Marx üzerinden de uyum sorunları, uyumsuzluk üzerine karşılaştırmalı bir bakış sağlanabiliyor! Bernard, sisteme kabul edilmeyişinin kırgınlığını, eksikliğini yaşamaktadır. Oysa Helmholtz sistem saygın bir yere sahiptir ancak sistemde kendini eksik hisseder! İçgüdüsel bir sorgulayış peşindedir!

Kitabın felsefi derinliği başlı başına bir okyanus oluşturmaktadır! Bunun yanında mükemmel kurgusuyla bilim-kurgu ziyafeti sunmaktadır! Karamsar çatı altında toplanan bu unsurlar, üzerine çokça konuşulması gereken bir kitap sunmaktadır!
"Kekeledi.'Hey Cesur Yeni Dünya,' diye başladı, sonra aniden duraksadı, kan yanaklarından çekildi; beti benzi sarardı." (sayfa 188) 
Vahşi çok ilk defa böyle dillendiriyor Cesur Yeni Dünya'yı!

Kütüphanede mutlaka bulunması gereken, üzerine düşünülmesi gereken bir eser! Kesinlikle not düşmek gerekir ki kitaptaki tüm isimler gerçekte yaşamamış insanların isimlerine atıftır. Mustafa Mond; Mustafa Kemal Atatürk ile Sir, Alfred Mond'a atıftır!

Kitaptaki tüm karakterlerin gerek duyusal gerek kurgusal tahlili kitabın derinliği hakkında bir fikir vermektedir! Bunun yanı sıra, toplum yaşamı, ekonomik yapılanma, toplumda kişi psikolojisi, bireysel psikoloji ve din üzerine birçok unsur barındırmaktadır! Auldous Huxley, Cesur Yeni Dünya; bir şaheser!
"'Öyleyse Tanrı'nın olmadığına mı inanıyorsunuz?'
'Hayır, büyük olasılıkla bir tane var.'
'Öyleyse niye...?'
Vahşi'nin sözünü kesti. 'Fakat insanlara farklı gösteriyor kendini. Modernlik öncesi çağlarda kendini, bu kitaplarda tarif edilen biçimde gösteriyordu. Şimdi ise...'
'Şimdi nasıl gösteriyor kendini?' dedi Vahşi.
'Kendini yokluk şeklinde gösteriyor; sanki hiç yokmuş gibi.' " (sayfa 302)

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait İthaki Yayınları'ndan Ümit Tosun çevirisiyle Mayıs 2011 tarihli 7. baskısı.

Kitap:
İthaki Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com





13 Şubat 2013 Çarşamba

Klon

0 yorum
Kevin Guilfoile kitabı. İşin aslı tanıtımlarındaki kadar harika bir kitap değil. Elbette her kitabın tanıtımı biraz abartılı olması anlaşılır. Ama sanki bu kitapta aşırıya kaçılmış. Öncelikle zaman örgüsünden bahsetmek istiyorum. 17 yıla yayılan bir olay anlatılıyor. Zaman zaman kopukluklar olabildiği gibi çoğu zaman bu 17 senelik zaman zarfı kendini hiç hissettirmiyor. Sadece başlıkta kaldığı bile oluyor. Yazar belki bilerek böyle üslup seçmiştir diye düşünmedim değil. Zamandan çok varlık felsefesi ile gerçeklik üzerinde durmuş. Ancak insanların düşüncelerinin zamanla değişebileceğini göz ardı etmiş gibi.

İkinci olarak söyleyeceğim kısımsa çeviri sıkıntıları. Özellikle, anlatım bozuklukları yüzünden aynı cümleyi bir kaç defa okumak sıkıntısıyla karşılaşmamak kaçınılmaz.

Gelelim öyküye:

 Davis Moore, bir genetik alanında uzmanlaşmış bir doktor. Çocuk sahibi olmakta zorlanan aileler için bağışçıların DNA'larını kopyalayarak ailelerin çocuk sahibi olmasını sağlıyor. Klon karşıtları tarafından baskı altında olmalarına rağmen savlarından vazgeçmiyorlar, işlerini yürütüyorlar. Davis Moore'un kızı Anna Katherine Moore'un öldürülmesiyle Dr. Davis Moore'un hayatı değişiyor. Soruşturma sonrasında kızından kalan eşyaları teslim alan Davis Moore'un eşyaların içinde unutulmuş bir kanıt buluyor ve kanıttan DNA örneği çıkartıyor. Sıradaki ailenin çocuğunun bağışçısının DNA'sını bu DNA ile değiştiriyor. Böylece kanıtların içinden çıkan DNA'nın kime ait olduğunu bulmak peşine düşüyor. Kitabın arka kapağında yönlendirme amaçlı katilin DNA'sı yazsa da kitabı okudukça katilin tahmin edilebilirliği çok yükseliyor. Kitabı bitirmeden katilin kim olduğunu rahatça anlaşılıyor. Yazar karışık bir olay örgüsü kurmak için çalışmış. Kitapta bir çok olay başlıyor ve bitiyor. Bu sonucu elbette etkilemiyor. Sanırım yazar, varlık felsefini başka açılardan  incelemeye çalışmış. Kitapta ayrıntıya boğulduğunuzu hissetmemek elde değil. Bu hissiyat kitabı rafa kaldırmanıza bile sebep olabilir. Zira kitaba başladığını şevki kitap sonunda bulamıyorsunuz. Kitabı bana öneren ve okumam için kendi kitabını ödünç veren arkadaşım, kitaptan sıkılıp okumadığını ben kitabı bitirince itiraf etti. Ön kapakta New York Times'ın yazızına kanmamalı.

Cinayet kitaplarının özelliğidir yazarın yönlendirmek isteği. Ancak bunu bolca hissetmek kitabın kurgusundan şüphe ettiriyor.

Ayrıca klon karşıtı grupların terörist hareketleri polis tarafından bilinirken Anna'nın cinayetinde konu bu taraftan hiç ele alınmadı. Zira Davis Moore'e da cinayet öncesinde silahlı saldırıya maruz kalmıştı. Belki de polis bu açıdan da incelemiştir de ben olay yığını içinde unutmuşumdur...

Kitabın sonuna gelirken "artık bitsin" diye düşünmeden edemedim. "Hangi kelimelerle ve hangi olayla kitabı sonlandırdı acaba" düşüncesi de diğer bir düşüncemdi.

Kanıttan klonlanan çocuk büyüyor ve Davis Moore'u buluyor.

Gölge Evren oyunundan da bahsetmek gerekir. Gölge Evren, insanların, gerçekle birebir kopyalanmış yerlerin haritalarında oynadığı bir oyun. GTA serisinin büyük hali... Bu oyunda, gerçekte ne yapıyorlarsa oyunda da aynılarını yapan insanalar var. Gerçeğin Ta Kendisi oyuncuları diyorlar. Yazar böylelikle sanal benlik, gerçek benlik üzerinde de duruyor.

Kitap, boğucu olmakla beraber zaman zaman sürükleyici de olabiliyor. Ancak bu türdeşlerinin karşısında çok zayıf olduğunu değiştirmez.

Kitap Koridor Yayıncılık'tan, Yasemin Özden KANCA çevirisiyle 2011'de ilk baskısını yapmıştır.


Koridor Yayıncılık resmi sitesi
KitapYurdu.com

1 Aralık 2012 Cumartesi

Yedinci Gün

0 yorum
İhsan Oktay Anar'ın son kitabı! Merakla bekleniyordu. Neyseki çıkışıyla edindim bir tane. Yedinci Gün'de olayların akışı biraz daha hızlı ve biraz daha gizli saklı. Bu da kimi zaman takibi zorlaştıryor. Ancak Anar'ın üslubu yine harika!

Eser biraz bilimkurgu biraz fantastik. Bunların İstanbul'da geçmesi de ayrıca güzel. O zamanların sokaklarında dolaştırıyor! Yedinci Gün bir aşk hikayesi aslında. Sevdiğinin peşinden koşan bir adam: İhsan Sait. Sevdiği kadına ulaşmak için zeplin yaptırır. Hayatını anlamlı kılan da bu aşktır. Öncesinde kendine uğraşlar bulan, hayatını öyle ya da böyle idame ettiren bir Moğol. Bir hayalet Döjira'nın resmini getiriyor. Sonra da Döjira'dan bir mektup. Böylelikle İhsan Sait'in hayatı değişiyor. Hayaleti fotoğraflamayı da başarıyor! İş budur ki hayalet aynı kendisi! Hayaletin yüzünde İhsan Sait'ten farklı olarak derin bir yara izi var.

İhsan Sait böylelikle gelecekten gelen Döjira'nın mektubuyle ve fotoğrafıyla, ona kavuşma hayalleri içinde zeplinin bitmesini için uğraşır. Ancak Ali İhsan'la karşılaşır ve Ali İhsan, İhsan Sait'in oğlu olduğunu iddia eder.

Kitabın sonu yine her zamanki gibi güzel! Kitaba başladıktan sonra size bir tavsiye: 20-34223 seri no'lu paranın adının geçtiği sayfaları işaretleyin.

İhsan Oktay Anar Yedinci Gün'le yine harikalar yaratmış ve defalarca okunabilecek bir eser sunmuş.Kitap İletişim Yayınları'ndan 2012 yılında basıldı.




KitapYurdu.Com
İletişim Yayınları Resmi Sitesi

19 Kasım 2012 Pazartesi

Incarceron

0 yorum
Incarceron, biri içeride, diğeri dışarıda. İkisi de özgürlük arayışında... Tüm kitabı özetlemek istesem ben de bu cümleyi kullanırdım. Catherine Fisher çok güzel bir harman koymuş ortaya. Geçmişte meydana gelen bir bilimkurgu! Zaman zaman düşündüğüm, böyle bir eser olsa nasıl olur diye sorgularken karşıma çıkan bir kitap bu! Eserle ilgili çok sevdiğim bir özelliği hemen paylaşmak istiyorum. Fisher bölüm başlarında Diyar ve Hapishane efsanelerinden, şarkılarından ve de önemli kişilerin mektuplarından sözlerinden alıntılar koymuş. Hikayeyi daha da bir güzelleştirip daha da efsanevileştirmiş. Bir İngiliz yazara yakışır şekilde. Ancak Amerikan Edebiyatı'ndan da bolca nasiplendiği gözümden kaçmadı. Çok güzel bir yerden konuyu yakalamış ve çok uygun bir şekilde kurgulamış. Kurgusunda maceraya bolca yer vermiş. Bir Matrix kadar detaylı felsefesi yok gibi geldi... Üzerine düşünceler geliştirilebiliyor elbette ki... Gerçek hayat için "acaba"yı sordurmayı başarmıştır. Bu cümlemi kitabı okuyanlar daha iyi anlamıştır. Okuyacak olanlarsa okuduktan sonra daha iyi anlar. İpucu vermeden geçemeyeceğim. Acaba bizim yıldız zannetiklerimiz aslında Gözler mi?

Kitabı okumayı bitirdikten sonra internette de araştırdım biraz. Sinema uyarlaması 2013'te gelecekmiş. Gelsin diye bekliyorum.

Kitap, serinin ilk kitabı. İkinci kitap Sapphique. Hemen edinip okuyacağım. Kitabı alırken bir seri olduğunu bilmiyordum, bu da öyle bir anı.

Azıcık da kitabın hikayesi:

Incarceron, Sapiens adı verilen bilgeler tarafından inşa edilmiş kapalı bir sisteme sahip hapishanedir. İnşa sonrasında seçili sapienslerin de içeri girmesiyle hapishane bir daha açılmamacasına dışarıya kilitlenmiştir. Kaçışın olmasını engellemek için de tüm tedbirler alınmıştır. Incarceron yapay bir zekaya sahiptir. Yapay bir cennet olması öngörülmüştür. Bir tür deneydir aslında. Kötüler için geliştirilmiş bir yapay cennet kötüleri onlardan vazgeçirebilecek mi? (Deney'den anladığım benim bu.) Cenneti cehenneme Incarceron mu çevirmiştir yoksa insanların kendisi mi?

Finn, içerideki bir mahkumdur, dışarıdan geldiğine inanmaktadır ve kaçmak ister. Claudia Dışarı'dandır, Diyar'dadır 17. yy'da mahkum gibidir... İktidar entrikalarının kurbanları...

Kitap 2011 baskısıdır. Pegasus Yayınları'ndan Dost Körpe çevirisidir.



KitapYurdu.Com : http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=592314

3 Nisan 2012 Salı

Alaycı Kuş

0 yorum

Açlık Oyunları serisinin son kitabı. Bittiğine üzülsem mi, sonucu okuduğuma sevinsem mi bilemedim. Bu duyguyu Harry Potter serisinde de hissetmiştim. Capitol'e karşı savaştım, yeri geldi ok attım, yeri geldi silah kullandım, yeri geldi sövdüm saydım. Tüm soruların cevabını buldum mu kitabın sonunda? Elbette ki hayır.

13. Mıntıka'nın başkanından, 13. Mıntıka'ya kadar, önceki devrimden bu zamana kadarki düzene kadar... Bu kadar yıpranmışlığın sonunda herkesin normal olmasını beklemek de bir başka sorun. Haymitch içmeye devam etti. Diğerleri de kendilerince iş buldular. Seri boyunca Katniss acaba kimi seçti sorusunun cevabını da var. İç içe geçmişliği Katniss'le beraber gördük. Cevap bulabildik mi? Hayır.

Bu noktadan sonra kitabın içeriğiyle ilgili fikirlerimi kitabın sonuyla ilgili olayları anlatacağım. Bu noktadan sonra bu yazıyı okuyanlar, bu yazıdan sonra kitabın sonunu bilerek okumak zorunda kalabilirler. Mesuliyet kabul etmem. Uyarmadı demeyin.

Sayfa 402'de Plutarch ile Katniss arasındaki konuşmayı aktarıyorum:
"Plutarch, yeni bir savaşa mı hazırlanıyorsun?" diye sordum ona.
"Ah, şimdi değil. Şimdi herkesin yakın geçmişteki dehşetin asla tekrar edilmemesi gerektiği konusunda hemfikir olduğu tatlı dönemdeyiz," dedi. "Ancak kolektif düşünce genelde kısa ömürlü olur. Bizler hafızası yetersiz ve kendi kendini yok etmek konusunda son derece hünerli, dönek yaratıklarız. Gerçi kim bilir? Belki buraya kadardır, Katniss"
Plutarch serideki son derece değiş karakterdeki bir kişi. Evet isyancıların tarafında ancak aklından geçenler konusunda yeterli bilgimiz yok. Davranışları onun uysal olduğunu ve aynı zamanda insanların ne isteyebileceğini görebilen bir insan. Ne de olsa eski bir oyunkurucu. Düşünüyorum, Capitol'de bir kişi nasıl oyunkurucu olur? İsteği nedir? Daha fazla dehşet oluşturmak mı? Plutarch kariyerini seçmeden önce de mi isyancıydı? Ne oldu da isyancı oldu? Evet bunlarla ilgili ipuçları var. Hatta bazıları için kesin bir cevap bile olabilir! Ancak ben yetinemedim.

Capitol'ün tutumu ve 13. Mıntıka'nın tutumu arasındaki benzerliği Katniss görmüştü. Bu yüzden şüpheyle yaklaşıyordu ve -Snow'un da sorduğu gibi- 13. Mıntıka neden diğer mıntıkaları kendi hallerine bırakmıştı? Başkan Coin kendi kişiliğini tam olarak ortaya koyan davranışlarla kendi sonunu hazırladı.

O kadar olay olmuşken, Plutarch'ın yukarıda paylaştığım sözleri benim için son noktayı koymuştur. Oyunlar devam ediyor. Sadece başka formlarda...

Serinin diğer kitapları:
İlk Kitap : Açlık Oyunları
İkinci Kitap: Ateşi Yakalamak

Kitap:
Pegasus Yayınları 
KitapYurdu.Com

2 Nisan 2012 Pazartesi

Ateşi Yakalamak

0 yorum

Bayanlar baylar! 75. Açlık Oyunları başlıyor! Bu seneki Oyunlar'ın bir özelliğiyse Çeyrek Asır Oyunları olması. İhanet Anlaşması'na göre her yirmibeş senede bir Çeyrek Asır Oyunları tertip edilir ve sadece o oyuna özel bir kural eklenir. Örneğin 2. Çeyrek Asır Oyunları'nda, ki bu oyunlar Katniss'in akıl hocası Haymitch'in yarıştığı oyunlardır, iki katı sayıda haracın yarışacağı duyrulmuştur.

3. Çeyrek Asır Oyunları'nın özel kuralıysa haraçlar, galipler arasından seçilecektir! 12. Mıntıka'nın tek kız galibi Katniss'tir ve tekrar arenadadır! Peeta da Katniss'i yalnız bırakmaz ve kuradan çıkan Haymitch'in yerine gönüllü olur. Peeta ve Katniss arenada her şeyden habersizdir. Katniss'in çıkarttığı kıvılcımın mıntıkalarda parlamaları görülmeye başlamıştır... Bu sefer arenada Oyunlar farklı bir seyre sahip olacak ve kıvılcımın etkilerini arenada da göreceğiz. 13. Mıntıka'nın da akıbetini bu kitapta öğreneceğiz.

Elimden bırakamadan okumuştum ve hemen ardından üçüncü kitabına başlamıştım. Bu kadar sürükleyici bir seri  bilim-kurgu fantastik serisi yoktu ve bu seri kütüphanemden eksik olmayacak. Bugün Çiko'yla kitap üzerine konuşurken, Suzanne Collins ben anlatımla şimdiki zamanda yazmasıyla daha da etkili bir eser ortaya koymuş. Katniss'in psikolojik betimlemelerini, düşüncelerini okumak, Katniss'in zihninde yaşamak ve onunla beraber savaşmak!

Olaylar ilerlerken Capitol'ün distopyatik havasına kendinizi iyice kaptırıyorsunuz. Capitol'e nefretiniz giderek artıyor ve bir sonraki kitapta olabilecekleri düşünmeden edemiyorsunuz.Ayrıca bir ara kitap özelliği taşımasına rağmen sürükleyiciliğinden ve şimdi ne olacak sorusundan taviz vermiyor.

Sevinç Tezcan Yanar çevirisiyle okuyoruz. Kitap ilk baskısını 2009'da yapmış.

Serinin diğer kitapları:
İlk kitap: Açlık Oyunları
Son kitap: Alaycı Kuş
Kitap:
Pegasus Yayınları
KitapYurdu.Com

23 Mart 2012 Cuma

Açlık Oyunları

0 yorum

Daha az önce bitirdim.Hemen buraya yazıyorum. Kitabı en az bir kez olsun eline alanlar bilir; arka kapakta Stephen King'in kitap için bir cümlesi var:
"Elimden bir türlü bırakamadım... Bağımlısı oldum."
Tam anlamıyla böyle. Kitabı elimden bırakmayı düşünmek şöyle dursun, fırsatını bulduğum her anda okudum. Ders aralarında, otobüste, evde, uyumadan önce. Hatta dün gece okurken, ihtiyaçtan uyudum. Sabah dinç uyanıp daha rahat okumak için, olayları kaçırmamak için.

Açıklık Oyunları'nın kısa tarihçesi şu şekilde: Kuzey Amerika'daki 13 mıntıka başkent Capitol'e karşı ayaklanır ve Capitol bu ayaklanmayı bastırıp 13. Mıntıka'yı tam anlamıyla yok eder ve kalan mıntıkalarla Capitol arasında İhanet Anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya göre her sene başkentte Açlık Oyunları düzenlenecek ve her mıntıka 12-18 yaşları arasında biri kızı biri erkek iki haraç gönderecektir. Bu haraçlar arenada hem arena şartlarıyla hem de kendi aralarında ölümüne savaşacaklardır. Oyun kurallarına tek galip çıkmalı ve diğer 23 haraç ölmüş olmalıdır.

Biz hikayeyi 12. Mıntıka'dan Katniss Everdeen'den takip ediyoruz. Kuradan kardeşi Primrose çıkar, ancak Katniss onun yerine haraç olmaya gönüllü olur. İkinci haraçsa Peeta Mellark'tır.

Kitabın üç seri olmasından baş karakterin, yani Katniss'in hayatta kalacağını herkes tahmin edecektir. Buna rağmen kitabı bu kadar sürükleyici kılan Katniss'in diğer haraçlarla olan ilişkisi ve diğer haraçların akıbetinin ne olacağıdır. Adetimdir -her zaman olmasa bile- kitabın son sayfasındaki son cümleyi veya, son paragraf kısaysa, son paragrafı okurum. Bu kitapta da okudum. Ancak bu sefer aşırı meraktan! Çok defa savaş verdim okumamak için ancak dayanamadım. Size tavsiyem, bu seferlik, böyle bir alışkanlığınız varsa, yapmayın! Ben son paragrafı okumama rağmen elimden düşüremedim! Eğer okumazsanız varın gerisini siz düşünün.

Bu kitabın bir özelliği de bugün -23 Mart 2012- sinema uyarlaması vizyona giriyor! Kitap zaten hayalinizde bir film oynatıyor bundan dolayı da film uyarlamasını daha çok merak ediyorsunuz. Bu tür kitapların uyarlamalarında genelde hayal kırıklığı olur, çünkü herkes hayalindeki filmde farklı görür. Şunu da belirtmek isterim ki fragmanı izlediğimde ağzım sulandı. Biletimi çoktan aldım bile!
Açlık Oyunları Sinema Uyarlaması IMDB Linki

Çiko'yla birlikte okuyoruz kitabı ki o da üç gün içinde ilk kitabı bitirdi, ikinci kitap için de üç gün ayırdı ve bitirdi. Kendisi Uluslararası İlişkiler uzmanı. Bu sebeple Açlık Oyunları'nın sadece bir kurgu olmadığını çok daha rahat gördü. Hemen hafızalarınızı yoklayın ve Kuzey Amerika'daki kolonileri düşünün. İngilizler'in sömürgesi altında yaşayışlarını... Tahmin edin bakalım kaç koloni vardı? 13... Suzanne Collins tarihten, mitlerden ve bilim-kurgudan beslenerek okumaya doyum olmaz bir kitap çıkartmış. Katniss'in iç çatışmaları, insanların kana susamışlığı ve baskının kişiler üzerinde etkisini de çok güzel şekilde anlatmış.
"Bunu tam olarak nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Sadece... Kendim gibi ölmek istiyorum. Sence mantıklı mı?" diyor Peeta 151. sayfada.
Kitap Pegasus Yayınları'ndan Sevinç Tezcan Yanar çevirisiyle Şubat 2009'da ilk baskısını yapmış.
Belirtmeden geçemeyeceğim, çünkü Pegasus'a yakıştıramadım, kitapta yer yer baskı hataları var. Göze batmasa da çarpıyor.

Açlık Oyunları Resmi Sitesi

Serinin diğer kitapları:
İkinci Kitap: Ateşi Yakalamak
Son Kitap: Alaycı Kuş

Kitap:
Pegasus Yayınları
KitapYurdu.Com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.