27 Kasım 2013 Çarşamba

Stoner

0 yorum

"Ne bekliyordun, diye düşündü yine." (sayfa 283)
Stoner, hayattan, yaşamdan, insanlardan ne bekliyordu sorusunu sorduğunda biriktirdikleri arasında geziniyordu. Cevabına çok yakındı. Sanki yaşamı onun değilmiş gibiydi ama bir o kadar onun yaşamıydı. Bir kişide kendini tanıdıklık ve kendine yabancılık ne kadar iç içeyse o kadar büyük bir arayıştı.

Kitabın yazarı, John Williams bizi, eserinin baş karakterinin ismi üzerindeki o hoş kelime oyunuyla karşılıyor! William-S-Toner. Toner'ın temel olarak iki anlamı mevcut. Vücut iyileştirici bir tür merhem,losyon anlamının yanı sıra toz mürekkep anlamına sahiptir. Bu iki anlam da tuhaf bir şekilde William Stoner da birleşmektedir! Ayrıca "stoner", "stone" kelimesinden gelir. Kaya, taş anlamındaki bu kelimeyi de Stoner da vücut bulmuş şekilde görüyoruz! Aynı zamanda "stoner" da "taşçı, taş işleyici" gibi bir anlam vermektedir ki Stoner'ın mesleğine, öğretmenliğine, bir gönderme olup olmadığı düşünmek, gülümsetici bir öğedir.
"William Stoner'ın ismine kazara rastgelen bir öğrenci, çok da üzerinde durmadan onun kim olduğunu merak edebilir; fakat bu merak, gelişigüzel bir soru olmanın ötesine geçmez. Stoner'ın hayattayken kendisine pek de özel bir kıymet vermeyen meslektaşları, şimdi kendisinden nadiren bahsetmektedirler; yaşını almış olanlar için onun adı, hepsini bekleyen sonun hatırlatıcısı, gençler içinse, geçmişe dair hiçbir anlam ve kendileriyle ya da kariyerleriyle ilişkilendirebilecekleri hiçbir kimlik çağrıştırmayan bir sedadır yalnızca." (sayfa 7)
İşte William Stoner! 1891'de Colombia'dan 40 km. uzakta Booneville Köyü yakınlarında küçük bir çiftlikte doğdu.1955 yılında Colombia'da ölene kadar yaşadı.

Kitabın kapağı, Stoner'ı daha fazla anlatamazdı sanıyorum! Kapağı da bir o kadar Stoner... Pencere, sandalye ve Stoner kabartma şeklinde. Kitabı okurken parmaklarım çok kez pencerenin üzerinde gezinmiştir. Belki başka olasılıkları görebilmek içindi.

Doğumundan ölümüne kadar çok da ilginç olmayan bir hayatı takip ediyoruz. Ama bu sıradanlık Stoner'ın hayatını çok çok ilginç kılmaktadır! Çiftçi bir babanın oğludur ve babası onun Colombia'daki Missouri
Üniversitesi'nde ziraat bölümü okumasını ister. İşte hayatının akışı böylece bir değişime başlar.
"Stoner'ın tek çocuk olduğu, meşakkatli işlerin bir arada tuttuğu kimsesiz bir aileydi onlarınki. Akşamları üçü birden, tek bir gaz lambasıyla aydınlanan küçük mutfaklarında lambanın sarı alevine bakarak otururlardı; genellikle akşam yemeği ile yatmaları arasında geçen yaklaşık bir saatte duyulabilen tek ses, dik bir sandalyede bir bedenin halsiz kımıldanması ve ev eskidikçe bir parça esneyen bir tahtanın çıkardığı hafif bir gıcırtı olurdu." (sayfa 8)
Böyle bir aileden çıkıp üniversiteye başlamıştır! Üniversite hayatının ilk yıllarında bir akrabalarının evinde kalır ve akrabalarının işlerini yaparak yemek ve kalacak yer sahibi olmuş olurdu. Kalacak yer de, tavan arasında bir odamsı...

Zorluklar sanki onun başına gelmiyormuş gibidir Stoner. Hep çalışmış, hep çalışmıştır! John Williams'ın mükemmel üslubuyla, cümlelerin dansıyla, kurgunun harikalığıyla bu yaşam akışına dahil olup gidiyoruz. Bir anda bambaşka bir yerde kendimizi bulduğumuzda ve geri dönüp bakmak sepya renginde bir çok filmle karşılaşmayı kaçınılmaz kılar! O noktaya gelinceye kadar izlenen yolun oluşturduğu çizgiler harika bir resmin çizgileridir aslında!
"William Stoner, birkaç dakikadır nefesini tuttuğunu fark etti. Yavaşça nefes verdi, nefesi ciğerlerinden dışarı çıkarken vücudunun üzerinde kımıldayan giysinin farkındaydı, en ince ayrıntısına kadar. Bakışlarını Sloane'dan sınıfa çevirdi. Işık pencerelerden kırılarak sınıf arkadaşlarının yüzlerine yerleşti, öyle ki aydınlanma onların içlerinden geliyor ve bir loşluk karşısında sönüyor gibiydi; bir öğrenci göz kırptı ve ince bir gölge, ayva tüyü gibi gün ışığına yakalanmış bir yanağa düştü. Stoner yazı tablasını sımsıkı kavramış parmaklarının çözüldüğünü fark etti. Esmerliklerine, küt parmak uçlarına anlaşılması güç bir biçimde oturmuş tırnaklara hayretler içinde baktı, gözlerini ayırmadan ellerini çevirdi; kanın bedeninden geçip parmak uçlarına nazikçe ve tehlikeli bir şekilde zonklayarak minik damar ve atardamarlardan görünmeden aktığını hissedebildiğini düşündü." (sayfa 17)
Fark edişi işte böyle başladı, bir arayışın içinde gizlendiğini böyle anladı. Bu noktadan hayatı bambaşka bir rotaya girdi. Stoner, İngilizce Bölümü'ne devam etmeye karar verdi! John Williams bölümler arası geçişi ve gerek genel kurgu, gerekse kitabın bölümün kendi kurgusu içinde süzülmek kaçınılmaz! Kitabın, edebiyatsever için bir başka dikkat noktası ise, akademik anlamda bir edebiyat çevresini işlemesidir. Bunun yanı sıra dönemine Stoner tarzı bir bakışla dikkat kesiliyoruz.

Bir ölüm ne kadar geciktirilebilir? Kitabın son sayfasını okumak istemeyeceksiniz. Daha girişten bildiğiniz bir gerçeği nasıl öteleyebilirsiniz?!

Kitaptaki diğer karakterler de muazzam! Kişilerden, Stoner etkilemiyormuş gibi yapmasına karşılık, etkinin büyüklüğü Stoner üzerinde; kendini zamanla göstermektedir. Stoner'ı Stoner yapan kişileri, olayları bir arada ama ayrı ayrı incelemek insan doğasında saf bir birliktelik anlamındadır. Zaman zaman Stoner'a veya diğerlerine kızmak, belki küçücük bir adımla her şeyin değişeceğini tahmin ettiğimizden ileri geliyordur. Ancak o adımın atılmayışını da gayet iyi anlıyoruz. İnsani bir kitap!

John Williams'ın üslubu da hikayeye uyumlu! Stoner'daki ruhsal değişimleri, cümlelerin yapısından da hissetmek ayrı güzel ve bunu her zaman her yazarda yaşamak olanağı bulunmaz!
"Kendini yaşlı biri olarak düşünemiyordu. Bazen sabah traş olurken, aynadaki yansımasına bakar ve göz yerlerinde boşluk olan gülünç bir maskenin arkasından şaşkınlık içinde onu seyreden bu yüzle hiçbir benzerlik bulamazdı; sanki anlaşılmayan bir nedenle çirkin bir kılığa bürünmüştü, sanki istese fırça gibi beyaz kaşları, darmadağınık beyaz saçları, belirgin kemiklerin üstünde torbalanmış teni, yaşlı gösteren derin kırışıklıkları çıkarıp atabilecekti." (sayfa 256)
Koton Kitap sayesinde okuduğumuz bu kitap, 1965 yılında ilk baskısını yapmış, dilimize çevrilmesi ise 2013'ü bulmuş! Tam da William Stoner'ın başına gelebilecek tarzda bir olay!

Özlem Güçlü çevirisiyle ilk baskısı Kasım 2013 tarihlidir. Bendeki kitap, Koton Kitap Tanıtım Kopyası olmakla beraber, bu kitabın gözümden kaçmamasını sağlayarak bana bu eşsiz kitabı gönderen Koton Kitap ailesine, kitabı yayına hazırlayan Işıl Ölmez'e ne kadar teşekkür etsem azdır!
Kitap: 


26 Kasım 2013 Salı

Marşandiz Fanzin Sayı 3

0 yorum

Gerçeklerle arası iyi olmayan fanzin. İlk sayfada "Marşandiz"in altındaki bizi karşılıyor ve kendileri hakkında büyük bir bilgi veriyor. Elime geçen bu sayıları üçüncü sayıları. İki ayda bir yayımlanan derginin Ekim-Kasım 2013 sayısı olmuş oluyor.

Sayfalarda ilerledikçe; gerçeklerden kopukluğa, kimi zaman sistematik, kimi zaman kaotik sembolik bir dünyaya doğru adım attıkça Marşandiz bir yaşamın içine götürülüyorsunuz. Aslında çoktan marşandize binmişsiniz!

"Marşandiz"i ilk sayfada sağ altta tanımlıyorlar: Marşandiz: Fr. marchandise 1. Yük treni 2. Çufçuf dansı!

Raylar üzerinde giderken, balonların taşıdığı yıldızların el salladığını gördüğünüzde şaşırmayın. Gökten bir parça peynir düşerse de korkmayınız.

İçindekiler.
Şiir:
Güzel Avrat Otunun Keşfi - Zıvan Eyleyen.
Yok İnsaf Yok İnsaf - Can Karatek
Asılmışlar İçin Rakenrol - Rahman Yıldız
Müge Asan'a - Özgür Asan
Kavvali - Kaan Koç
Çizgi Öykü:
Güzel Rory - Onur Sekmen
Öykü:
Rutin -A. Orçun Can
Duvara mı Karşı, Duvar mı Bize Karşı? - Onur Altan
Gedikli Girdapları Kokusuz Plaklarla Besledim - Onur Selamet
Cadı Kazanında İyi İnsanlar - Özgürcan  Uzunyaşa

Çizgi-öyküde çirkin kız Rory'nin başından geçenler şiirle birlikte çizgilerle anlatılmış!

Rutin A. Orçun Can, bize bir kişinin günlük rutinini aktarıyor. Ancak bu kişi pek de mutlu bir kişi değil ve rutini de oldukça karamsar.

Duvara mı Karşı, Duvar mı Bize Karşı'da Onur Altan, Memleket Meselesi adlı kişi kişinin köyünde başından geçenleri okuyoruz. Köyün nüfusu 6 kişi. Bunlardan dördünü kendisi dahil ailesi oluşturmaktadır. Eşi Gönül Meselesi, kızları Hayat Meselesi, oğulları Memat Meselesi. Bir de imamla beş eder, Basri'yle 6.

Gedikli Girdapları Korkusuz Plaklarla Besledim Onur Selamet'in, fanzin kapağına da yansıyan öyküsü. Bir kişinin Peynir tutmak istemesiyle başlıyor olaylar. Kokusuz Plaklar ise yemleri!

Cadı Kazanında İyi İnsanlar'da Özgürcan Uzunyaşa bir çocuğun mistik bir dünyadan kaçışını ve olayların mistik dünya ile bağlantısını anlatıyor.

Kapak resmi Onur Sekman'a ait olup iç çizimler Emre Öksüz'den.

Böylece bir istasyona gelip yeni marşandizi beklemeye başlıyoruz.


E-Posta: marsandizfanzin@gmail.com
İnternet: www.marsandizfanzin.com
Facebook: facebook.com/marsandizfanzin
Twitter: twitter.com/MarsandizFanzin

20 Kasım 2013 Çarşamba

Anayurt Oteli

0 yorum
Yusuf Atılgan'dan mükemmel bir eser! Zebercet'in hayatı Gecikmeli-Ankara-Treniyle-Gelen-Kadın geldikten sonra değişmiştir. Zebercet Anayurt Oteli'nde babasından kalma otel katipliği mesleğiyle yaşamaktadır. Uzunca bir zaman tek başına işleri yürüttükten sonra otel sahibi Rüstem Efendi'ni, Zebercet'e yardımcı olması için Zeynep -Ortalıkçı Kadın'ı- işe alır. Çatışmalarla yoğun bir olay örgüsü ve mükemmel bir kurgu!

Zebercet bir mineral adıdır. Alışıla gelinmedik bu isim de Zebercet'in hayatında önemli bir yer tutar, bilinçli veya bilinçdışı olarak.

Kitap olaylar, semboller, çatışmalar ve kahramanları üzerine çok iyi oturtulmuş bir şaheser! Bunun yanı sıra Zebercet'i tanıdıkça, onun takıntılı davranışlarını gördükçe, hayal dünyasına girdikçe Gecikmeli-Ankara-Treniyle-Gelen kadının gerçekliğini de sorgulamamak elde değil!
" Dün gece yemekten dönünce 'Altı gündür bir kere çıktınız dışarı; hep oturur musunuz burada?' demişti. 'Evet efendim, işim bu benim.' 'Güç bir iş. Yardımcınız da yok, iyi dayanıyorsunuz. Gerçekten güç müydü işi? "(sayfa 35) 
" Şaşılacak şeydi yıllardır gerek babasının gerekse onun önemle, aksatmadan her hafta polise gönderdikleri kağıtların orada biryerlere atılması. Yukarıyla bir bağlantı sanırdı bunları. " (sayfa 68)
" Işıklar yandı. Ayağa kalkarken koltuğa tutundu; yanlara, gerilere baktı: Kimi konuşan, gülen kimi asık, kayıtsız yüzler. Hepsi de birbirine ve ona benziyordu bunların; kendileri bilmeseler de bir insanın yapabileceği her şeyi yapabilirlerdi. " (sayfa 91) 
94. sayfanın tamamıysa bambaşka bir tattır! Zebercet'in zihni için çok güzel bir örnektir!

Kitabı okumamış olanlar için bu satırlardan sonrası tehlike arz etmektedir. Kitap içeriği ile ilgilidir.

Zebercet'i ölüme sürükleyen bu tanışma üzerine bir çok olasılıktan, olanaktan geçilir.  Bir çok ölüm olayı geçmektedir.Ancak bunlardan üçü -kendisi, kedi ve Zeynep- Zebercet'in elindendir. Bu kısma değinmemin sebebi, Zebercet'in hayatında var olan o sistematik düzen ölümlere de yansımıştır. Otel üç katlıydı ve saati hep geri kalan Zebercet bıkmadan usanmadan saatini ayarlıyordu. Sonunda bıraktı. Oteli yakacağını düşünmeye başlamıştım! Lakin Zebercet farklı bir olanağı değerlendirdi.

Tehlike sona erdi.

Mutlaka okunması gereken bir eser! Yusuf Atılgan'ın tuhaf kişilerinden Zebercet!

Bendeki kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan Eylül 2013 tarihli 26. baskısı.


Kitap:


16 Kasım 2013 Cumartesi

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

0 yorum

Ahmet Ümit'in son kitabı! Bir mükemmel eser! Gezi Parkı Direnişi'ni hikaye içine dağıtışı o kadar güzel ki! O kadar sade bir biçimde her şeyi anlatmış ki... Okunmalı! Bunun dışında Ahmet Ümit'in oluşturduğu paradoksu da o kadar çok sevdim ki! Ayrıca şunu da belirtmeden geçemem İstanbul'da gezerken, bir tabela, bir sokak adı, bir köşe başı karşınıza çıkar ve bi' an Başkomiser Nevzat'la gezdiğinizi düşünürsünüz! Bir roman kahramanının, sokaklarda vücut bulması onun gerçekliği, onun klasikliği adına büyük bir işarettir!

Paradoksun sürprizi kaçırmak olmaz, o yüzden bıyık altından gülümseyerek yeni paragrafa başlıyorum.

Tarlabaşı'nda, bir ıssız sokakta bir kişi öldürülüyor. Başkomiser Nevzat; Zeynep ve Ali'yle bu cinayetin gizemini aydınlatmak peşindedir. Karanlık sokakların, karanlık insanlarıyla birlikte, erken kaybetmiş insanlarının kurduğu bir düzen. Bununla birlikte bu düzen içinde tarafların tutumu taraflar arasında kalanların ezilmesi de kelimelere yansıyor. Anlatılmayanlar da anlatılanlar kadar önemli!
"Rüzgar bile denemez, bir yel. hafif bir esinti, usulca gezindi alnımda, saçlarımda. Sanki günün bütün yorgunluğu bir anda uçup gidivermişti zihnimden, bedenimden. Bir an kendimi gökteki dolunayın, bu gölgeli ağaçların, bu gümüşten havuzun, şu esintinin bir parçası gibi hissettim. İşte o anda duydum sesi. Uğultu gibiydi, evet, ağaçlardan geliyordu. Genç adamın duyduğu ses bu muydu yoksa? Tüylerim diken diken olmuştu, ama kendimi korkutmanın anlamı yoktu. Hemen mantıklı bir açıklama buldu zihnim: Rüzgarın sesi. Elbette rüzgarın sesi. Zaten uğultu gibi, ne söylediği de anlaşılmıyordu. Ama bu büyülü gece, mantıklı açıklamamı çürüttü hemen; uğultu giderek netleşti, bir kız çocuğunun incecik sesine dönüştü. Ardı ardına isimler sıralamaya başladı.'Ali İsmail, Abdullah, Mehmet, Ethem, Mustafa.' Bir dua, bir ilahi, bir tekerleme gibi... 'Ali İsmail, Abdullah, Mehmet, Ethem, Mustafa.' " (sayfa 303)
Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'nden mükemmel bir roman!  Pirana, Keto ve Musti ise romanın bambaşka bir güzel rengi! Çok çok konuşturur aslında bu roman... Sessizce rakı kadehine uzanım, puslu gözlerle camdan bakmak adabındadır ancak!

Bendeki kitap, Everest Yayınları'nın Ekim 2013 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Alfa Yayınları
Everest Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

10 Kasım 2013 Pazar

Cesur Yeni Dünya

0 yorum

Aldous Huxley'den distopik bir roman! Ford'tan sonra (F.S.) 632 yılında geçen bir bilim-kurgu! Bir solukta okunan, okudukça içine daha da çok çeken bir kitap!

Ford, "Lord(tanrı)" göndermesine sahip olmakla birlikte, Henry Ford kastedilmektedir. Ford cemaatinde kutsal işaret T'dir. Bu da Henry Ford'un seri üretimle piyasaya sürdüğü T Modeli otomobillere atıftır. Bu söylediklerim, kitabın sonundaki "Ek"te zaten mevcut. Bu ek kitabı ayrıca güzel kılmıştır!

Uygar toplumda insanlar Epsilon Eksi Yarı Moronlar'ından Alfa Çift Artı insanlarına kadar sınıflandırılmıştır. Bu kast sisteminde her kastın kendine ait görevleri vardır ve her kast kıyafetleriyle birbirinden ayrılır. Bu topluma hizmet eden / bu toplumdan hizmet alan şirket-devletin sloganı "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar"dır. Bu düzen içerisinde tüm kastlar hipnopedya (uykuda eğitim) yöntemiyle şartlandırılmaktadır. Bu Yeni Pavlovcu Şartlandırma'yla kastlar üzerine düşenler dışına çıkamamaktadır. Bir şekilde şartlandırmaları aşacak gibi olduklarında da kendilerini kötü hissetmeye ve Soma almaya şartlandırılmışlardır. Bu insan düzeni içerisine Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde dahil alıyoruz. Bu merkez yıllar önce biten doğum yerine "insan" üretme tesisidir ve burada insanlar yapay rahimden doğarlar. Şişe'de ilk döllendikleri andan kastları belirlenmiştir! Bir grup öğrenciyle birlikte bu merkezi biz de tanıyoruz ve bize merkezi tanıtan KŞM müdürü.Kuluçka merkezleri sayesinde tek bir yumurtadan yüze yakın ikiz -yani yüzüz- kardeş üretilebiliyor ki bunlar Bakonovski Grubu adını alıyor.

Böyle bir dünyada, Bernard Marx, kendini dışlanmış hissediyor, kabul görmemiş olmanın oluşturduğu yalnızlaşmayla birlikte uygarlığın ulaşmadığı ve uygarlıktan elektrikli tellerle ayrılmış olan New Mexico Ayrıbölge'sine ziyarete gider. Bu ziyaretten sonra hayatı değişecektir! Vahşi'yi yani John'u uygarlığa getirecektir!

John ve dünya üzerindeki 10 denetçiden birisi olan Mustafa Mond üzerinden ana çatışma işlemektedir: Vahşi Dünya - Uygar Dünya... 16. ve 17. Bölümlerde bu karşılaşma mükemmel bir diyalog sahnesi sunmaktadır! Bunun yanı sıra Helmholtz Watson ile Bernard Marx üzerinden de uyum sorunları, uyumsuzluk üzerine karşılaştırmalı bir bakış sağlanabiliyor! Bernard, sisteme kabul edilmeyişinin kırgınlığını, eksikliğini yaşamaktadır. Oysa Helmholtz sistem saygın bir yere sahiptir ancak sistemde kendini eksik hisseder! İçgüdüsel bir sorgulayış peşindedir!

Kitabın felsefi derinliği başlı başına bir okyanus oluşturmaktadır! Bunun yanında mükemmel kurgusuyla bilim-kurgu ziyafeti sunmaktadır! Karamsar çatı altında toplanan bu unsurlar, üzerine çokça konuşulması gereken bir kitap sunmaktadır!
"Kekeledi.'Hey Cesur Yeni Dünya,' diye başladı, sonra aniden duraksadı, kan yanaklarından çekildi; beti benzi sarardı." (sayfa 188) 
Vahşi çok ilk defa böyle dillendiriyor Cesur Yeni Dünya'yı!

Kütüphanede mutlaka bulunması gereken, üzerine düşünülmesi gereken bir eser! Kesinlikle not düşmek gerekir ki kitaptaki tüm isimler gerçekte yaşamamış insanların isimlerine atıftır. Mustafa Mond; Mustafa Kemal Atatürk ile Sir, Alfred Mond'a atıftır!

Kitaptaki tüm karakterlerin gerek duyusal gerek kurgusal tahlili kitabın derinliği hakkında bir fikir vermektedir! Bunun yanı sıra, toplum yaşamı, ekonomik yapılanma, toplumda kişi psikolojisi, bireysel psikoloji ve din üzerine birçok unsur barındırmaktadır! Auldous Huxley, Cesur Yeni Dünya; bir şaheser!
"'Öyleyse Tanrı'nın olmadığına mı inanıyorsunuz?'
'Hayır, büyük olasılıkla bir tane var.'
'Öyleyse niye...?'
Vahşi'nin sözünü kesti. 'Fakat insanlara farklı gösteriyor kendini. Modernlik öncesi çağlarda kendini, bu kitaplarda tarif edilen biçimde gösteriyordu. Şimdi ise...'
'Şimdi nasıl gösteriyor kendini?' dedi Vahşi.
'Kendini yokluk şeklinde gösteriyor; sanki hiç yokmuş gibi.' " (sayfa 302)

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait İthaki Yayınları'ndan Ümit Tosun çevirisiyle Mayıs 2011 tarihli 7. baskısı.

Kitap:
İthaki Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com





8 Kasım 2013 Cuma

Uç Nokta Fanzin Mayıs 2013

0 yorum

Üç Nokta Fanzin olarak başladıkları yayım hayatlarına Uç Nokta Fanzin olarak isimlerini değiştirmişler. Hem de elimdeki sayıdan sonra. O yüzdendir ki ben de bu yeni isimlerini kullandım. Aslında benim bahsedeceğim sayıları Üç Nokta Fanzin Mayıs 2013 sayısı. Elime geçti ve hiç kaçırmadım! Fanzin'in eskisi yoktur!

İlk dikkatimi çeken "ü" harfinin üzerindeki üç nokta olmuştu. Hemen aldım. Bir bakışla karşılıyor. Kapağı açtıktan sonra "İçindekiler" kısmı var ve "Biz, Kısaca." yazmışlar ve altta da şu alıntı var:
"Resim sessiz bir şiir, şiir konuşan bir resimdir. -Simonides-"
Üç Noktayı Mayıs 2013 kısaca yazaym hemen;
Hiçbir Yer Sessiz Değil - Ali C. Yoksuz / Öykü
Tan Yeri Ağrıları - Nur An / Öykü
Geç Kalmak - Ufkum Ç. / Öykü
Bir Azıcık Sus - Bay Pisuar / Şiir
110 - Gabriel / Şiir
Sakil Mukavemet - Gabriel / Şiir
İşte başlıklarla böyle bir sayı! Sayfalar arasında gezerken her an karşınıza bir resim çıkabilir!

Hiçbir Yer Sessiz Değil'de Ali C. Yoksuz "Başımdan aşağı boşalan kavramlar beynimi eritiyordu." diyen bir insanın öyküsünü anlatıyor. Üç gün önce intihar etmeye çalışmış bir insan... Yazım bakımından alışık olmadığımız bir son da bizleri bekliyor!

Tan Yeri Ağrıları'nda Nur An bir otobüs yolculuğundaki bir insanı anlatıyor. Bu insana yolculukta eşlik edense Şems!

Geç Kalmak'ta Ufkum Ç. "Çekingenlik ve özgüven eksikliği ile O'na bile geç kalmıştım." insanını anlatıyor! Yakın arkadaşlar ne kadar yakındır...

Sonrasında şiirler!

Bu sayıya aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz:
http://issuu.com/ucnoktafanzin/docs/ucnoktafanzinmayissayisi
Tüm sayılar için aşağıdaki adresi kullanabilirsiniz:
http://issuu.com/ucnoktafanzin

Diğer sayılarını da en kısa zamanda okumayı ümit ediyorum. Upuzun bir yayım hayatı diliyorum.
Uç Nokta Fanzin
İnternet:  ucnoktafanzin.blogspot.com
E-Posta: ucnoktafanzin@gmail.com

4 Kasım 2013 Pazartesi

Afrikalı Leo

0 yorum

Amin Maalouf eseri! Yazarın ilk kitabı olma özelliğini de taşıyor! Endülüs'ten Afrika'ya; Avrupa'ya ve Osmanlı'ya açılan bir kapı. Granadalı Muhammed oğlu Hasan'ın bu yolculuğuna eşlik ediyoruz! Babası, Hasan adı veriyor. Ancak yolculukta bir çok isime sahiplik etmeye başlıyor!

Hasan küçükken Granada Hristiyanların eline geçiyor ve ülkeden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Olay örgüsü böylece başlıyor! Bu örgü içinde bazı rastlantılar beklenmedik, bazılarıysa "yok artık" dedirtecek şekilde karşınıza çıkıyor!

Kitabın ilk cümlesi:
"Ben,Hasan tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben." (sayfa 11)
İşte isimler böyle tanıtıyor kendini Hasan! Daha ilk sayfadan Medici adını nasıl aldığını merak etmeye başlamıştım. Bu yüzden belki de benzerliği yok-artık-dedirtecek diye niteledim.

"Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyanca’sı konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve benim dualarım, fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim." (sayfa 11)
Bu paragraf...

Daha ilk sayfadan vuran bir kitap! Yolculuk uzun. Dört bölümden oluşuyor.
I. Granada Kitabı
II. Fas Kitabı
III.Kahire Kitabı
IV. Roma Kitabı

Bir durak haritası aslında bölümler. Ancak bunlar durmak ile duraklamak arasında. Biz Hasan'ı takip ederken Leo büyüyor! Bir solukta okunuyor. Savaşlar hiç bitmiyor sanki. Leo da sorguluyor bunu.

Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren işler daha da ilginç oluyor. Özellikle de bizim için. Zira biz hep Anadolu tarafından baktık, baktırıldık. Ancak bu pencerenin bir de karşı tarafı var! Türklerden bahsederken Büyük Türk olarak bahsedilmesi de ayrıca ilginç.

Dinler, diller, milletler, savaşlar, yollar arası bir ilişki! Bir seyahatname! Hasan 1488'den 1527'ye kadar oğlu için bir anı kitabı oluşturuyor aslında. Biz de bunu okuyoruz. Yollar arasına sıkışmış hayatların özgürlüğüne bakıyoruz. Yollar akıyor, insanlar akıyor, kanlar akıyor, hayat akıyor. Bu akıma karşı ne yapılabilir?

Afrikalı Leo, bir Amin Maalouf şaheseri.

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait Yapı Kredi Yayınları'ndan Sevim Raşa çevirisiyle Ekim 2012 tarihli 28. baskısı.

Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.