17 Haziran 2011 Cuma

Kayıp Gül

0 yorum
Finaller bitti! Sıra rövanşlarda...  Rövanşlara bir hafta ara vermişken bu dostlara dönmemek olmaz.

Serdar Özkan'ın ilk kitabı Kayıp Gül. Bir annenin ölümüyle başlamıştı roman. Anne ölümüyle kızına, kızının bilmediği ikiz kardeşinden söz etmişti ve onu "mutlaka" bulmasını istemişti.. Genç kadın, annesinin ona yüklediği bu ağır görevle daha da zor bir dönem geçirmekteydi..

Roman bu şekilde başladı.Olayların Amerika'da başlamasıyla orada kalacağını zannetmiştim. Derken ülkemize uzandı. Zeynep Hanım'a kadar geldik Zeynep Hanım, düşüncelerin beden bulmuş hali.

Dersler başlıyor Zeynep Hanım'la Gül Bahçe'sinde... Güllerle sohbetler ediliyor. Bir gülü duymak üzerine konuşuluyor.

Okuması rahat, hazmı kolay bir kitap.İç içe geçen olaylarla sürükleyicilik de artıyor. Serdar Özkan ilk eseriyle güzel bir işe imza atmış. Dünya'da konuşulması da bunun bir göstergesi değil midir? Bu kadar konuşmayı hak eden bir eser.

Kayıp kız kardeş? Onun hakkında bir şey söylemeyeceğim. Okuyup görmek lazım.

Kitapta bir de Ressamımız var. Sadece bir manzara resmeden bir ressam... Onun da hikayesi bambaşka ve çok da hoş.

Kitabı "dinlemek" lazım.

Serdar Özkan'ın resmi sitesinde kitaptan alıntılar bulunuyor:
http://www.serdarozkan.com/tr_exerpts_from_the_book.html

Kayıp Gül'ü aramak, kendimizi aramaktır.

Kitap:
Timaş Yayınları
KitapYurdu.Com

11 Haziran 2011 Cumartesi

Hayatın Işıkları Yanınca

0 yorum
Final sınavlarıma ufak bir haftasonu arası! VW '62 Bus ile, Thelonious Monk eşliğinde Kütüphane'ye bir kitap daha! Serdar Özkan'la tanıştığım kitap. Hayatın Işıkları Yanınca... Bu onun ikinci kitabı.

Küçük Ömer'le Büyük Ömer arasında git geller ile Ak Sakallı Dede'nin gösterdikleri, beni düşünmeye sevketmişti. Bir insanın çocukluğu ve büyüklüğü üzerine nakışlanmış bir kitap. Büyük Ömer ile Küçük Ömer'in farklıları...

Her şey Büyük Ömer'in intihar etmeye karar vermesiyle başlıyor.Bunu denizde yapmak için açılıyor büyük maviye... Büyük Ömer ile Küçük Ömer arasında git geller başlıyor. Büyük'le Küçük arasındaki benzerlikleri görüyoruz, değişimleri yaşıyoruz adeta. İçindeki "çocuğu" kaybetme meselesine değiniyor bir bakıma...

Küçük Ömer'in bir yaz tatilinde olan bir olayla o yazı hatırlamamasıyla olaylar düğümlenmeye başlıyor. Derken, Ak Sakallı Dede çıkıyor sahneye. İşler iyice çetrefilli olmuşken Küçük Ömer'in bir yunusla arkadaşlık ettiğini öğreniyoruz.

İşte kapaktaki yunus! Kitabı elime ilk aldığımda kapak çok hoşuma gitmişti. Kitabı okuyunca da bu kitaba daha başka bir kapak olmazdı diye düşündüm. Dönelim hikayemize:

Küçük Ömer'in yunusla arkadaşlığı ilerliyor. Yunusla sohbet(!) derinleşiyor ve bir ışığı bulma yolculuğuna başlıyoruz. İçimizdeki ışığı ararken Mevlana Tasavvufu'ndan esintileri tatmamak elde değil.

Adını hatırlayamadığım bir üstadımız "sanatta özüne inmeyen dünyaya açılamaz" demişti.Serdar Özkan özüne inebilenlerden birisi olarak karşımızca canlı kanlı duruyor.

Ak Sakallı Dede'yle sohbet devam ediyor tabi bu arada. Büyük Ömer'i morga kadar götürüyor hatta. Eğer intihar edersen bu şekilde olur diye...

Biraz hayal, biraz gerçek, iç içe geçmiş güzel bir kitap. Okuması eğlenceli. Pamuk şeker yer gibi hatta! Büyük Ömer'in düşünceliri, Küçük Ömer'in söyledikleri bir kişideki değişimi de anlatıyor. Çağımıza da çaktırmadan bir bakış bu!

Ayrıca bu kitabı bana öneren Çınar-Arkadaşım Berkay'a teşekkürler. Sohbetlerimize Ömerlerin her ikisini de davet eden oydu. Onlarla tanıştığıma memnun oldum.

Ak Sakallı Dede'nin kim olduğunu burada söylemeyeceğim. Ancak olaylara, düşüncelere renk katacağı kesin bir kişi. Hele mesleği... çok zor...


Kitap:
Altın Kitaplar
KitapYurdu.Com

7 Haziran 2011 Salı

Aforizmalar

0 yorum
Franz Kafka'nın kaleminden aforizmaları. Okurken bazen kendimi çok salak hissettim; çünkü anlatmak istediğini kavrayamadım! Kafka'nın dünyasına daha da yaklaştığımız bu eserinde Kafka gerçekleriyle karşılaştım. İçlerinden bazıları beni mest etti! Bazılarınıysa -dediğim gibi- anlamakta güçlük çektim.

Kafka'nın 1920 günlüğündeki aforizmalarını da okuyoruz. Kafka'nın düşünce yapısına şaşırmamak mümkün değil!

89. aforizmada "Defterin bu sayfası kayıp" ibaresiyle karşılaştım. O kayıp sayfayı Kafka kendisi mi yırtmıştı? Yoksa başkası mı...Ne olmuştu o sayfaya... Bu düşünceler içinde diğer sayfaya geçtim.

Bendeki kitap Athena Yayınları'ndan İlknur Altun çevirisi.

Kitabın içinde çöpadam tarzı çizimler kitabı daha da güçlendirmiş.Kafısını masaya koymuş adam benim en sevdiğim çizimlerden birisiydi(sayfa:51).

Franz Kafka'nın aforizmalarından bahsedeyim birazcık da. İki kısımdan oluşuyor. "Günah, Istırap, Umut Ve Doğru Yol Üzerine" ilk kısmı oluşturuyor. Daha sonrasında da "O (1920 Günlüğünden Aforizmalar)"
 "Bir merdivenin üzerinde basılmamaktan yeterince çukurlaşmamış basamağı, basamağın kendi açısından, ıssız çatılmış bir tahta parçasıdır yalnız." 59. Aforizma
 Şu final dönemimde ne de güzel değil mi... Eğer üstüme basıyorlarsa, eğer hocalarım beni zorluyorsa ıssız kalmış bir tahta parçası değilim.
" Bir elmanın birbirinden farklı görünüşleri olabilir: Masanın üstündeki elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de, elmayı alıp yanındaki arkadaşına rahatça veren evin efendisinin görüşü. " Aforizma 11/12
Diller, kelimeler, renkler değişse de bazı şeyler değişmişyor.

" 'Sein' sözcüğü Almanca'da iki anlama gelir: 'Var olmak' ve 'onun olmak.' " Aforizma 63.


Kitap:
Athena Yayıncılık (Tanıtım)
KitapYurdu.Com

5 Haziran 2011 Pazar

Bir Şizofreni Anlamak

0 yorum
Silvano Arieti eseri. Şizofren kelimesini günlük hayatta, arkadaş arasında sıkça kullanırız. Belki de bundan dolayı herkes arada kendini yoklar, şizofren miyim diye. Ben kendimden biliyorum.

Acaba şizofreni tam olarak ne? Nasıl kendini gösteriyor?Şizofreninin sebepleri neler?
Arieti anlatıyor:
"Yıllar önce, 2. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra incelediğim bir hasta hatırlıyorum, 2 gün önce şoförü olarak işe alındığı otobosü kullanırken küçücük bir kaza yapmıştı. Kaza çok ufaktı, otobüs bir arabaya çok az dokunmuştu, zarar küçüktü, kimse yaralanmamıştı. Ama hasta çok üzülmüş ve evine dönmüştü."
Şoförün sözlerini de buraya yazdım. Çok ilginç kelimeler... Şoför hastanın bir ay içinde iyileştiğini de Arieti bize söylüyor.
"Dünya çok hızlı gidiyor, bir balta etrafında dönüyor ama gitmeye devam ediyor.Eğer dünyadaki insanlar biraz daha hızlı gidebilseler, dünyayla beraber gitmeye çalışırlar ama bunu yapmamalılar. Bence insanlar yavaş yavaş koştuyorlar ve belli bir noktaya vardıklarında da yavaş veya hızlı gittiklerini ve dünyaya döndüğü için onun hakimi olamayacaklarını anlıyorlar. Dünya değişti, hızlı gidiyor, gitmeye devam ediyor ve ben buna ayak uyduramıyorum."

Onlar hayata başka bakıyor! Ayrıca korkarak bakıyorlar. O bakışlarında yanlarında olmak üzerine...

Kitabın asıl amacı şizofren ailelerine ve arkadaşlarına rehber olması. Bu yüzden derinlemesine bir inceleme yok. Şizofreni ne onu anlatıyor. Belirtilerini, başlangıcını, türlerini... Okuması kolay, rahat bir kitap.Bu türde bazı kitaplar vardır, okurken hastalık hastası olursunuz. Ancak bu onlardan değil. Okudukça başka bir dünyaya açılıyorsunuz. Genişleyen, ilerleyen bir dünya.

Şizofrenlerin yaratıcılıklarıyla da ilgileniyor.Öyle bir şiir yazmış ki bir tanesi -kitapta ismi verilmiyor- hala arada açıp okurum;
Kek mi görüyorum? Hareketin tersini mi yapıyorum?
Evet, duygusal olarak aldatılmış mı hissediyorum?
Düşünceler akılda telkinler yapıyor
telkin duyularımı arttırıyor
aldatıcı duyular
aldatıcı aldatıcı aldatıcı
aldatıcı
Vanilya limondur, limon vanilyadır başlangıçtaki gibi
Telkinlerdeki gibi telkinler telkinler
telkinleri...


"Vanilya limondur, limon vanilyadır başlangıçtaki gibi"

Eser, Silvano Arieti'nin kaleminden, Doruk Yayınları, Aylin Eti çevirisi. Bendeki baskısı 2003 tarihli.
Kitap:
Doruk Yayınları Çevrimiçi Alışveriş 
KitapYurdu.Com

4 Haziran 2011 Cumartesi

İnsan Ne İle Yaşar?

2 yorum
Tolstoy'un kaleminden insana, insanlığa dair bir eser. Bazılarının kitapları değerlendirme şekline göre; çok kalın değil! Ancak içindeki her sayfa birer altın değerinde.

Dört öyküyle "insan ne ile yaşar?" sorusuna cevap arıyoruz.
İnsan Ne İle Yaşar?
Üç Soru
İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
Efendi İle Uşak
Kitabı elime alırken, neyle yaşadığımı düşünmekten çok nereyi hedeflediğimi düşünürdüm. Hedefe gitmedeki enerjinin nereden geldiğini, elbette düşündüm. Ancak, safi insan neyle yaşar?
" İçini çeken Matryona; 'Atasözü doğru söylermiş' dedi, 'İnsan anne babasız yaşayabilir, fakat Allah olmadan yaşayamaz.' "
Yukarıdaki alıntıda bir noktaya değinmek istiyorum; Matryona Müslüman değildi.Ancak bu onun haksızlığını göstermez.

Bendeki kitap Şule Yayınları'ndan Murat Çiftkaya çevirisi.

Kitap üzerine, düşüncesi üzerine çok fazla söz söylemeyeceğim. Kısa keseceğim.

Okurken, istesem de istemesem de Tolstoy beni düşünmeye itmişti. Bu düşünceler etrafında dünyayı algılama konusunda bana kattıkları ise paha biçilemez.

Bu eser ile Tolstoy bir kere daha kaleminin gücünü göstermiş:
İnsan olmak meselesi.

Kitap:
Şule Yayınları Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

2 Haziran 2011 Perşembe

Fırat

0 yorum
Uykusuz karikatür dergisini bilmeyen yoktur. Okumasa bile en azından adını duymuştur, rafta görmüştür.

İşte o Uykusuz'dan fırlayan Fırat, kitap halinde önümüze geliyor. Mükemmel bir ziyafet sunuyor! Çocukluğumuza götürüyor ve güldürüyor, güldürüyor! Bu kitapla sıkılmak falan hak getire! Defalarca okuyacağınız, hatta ezberleyeceğiniz bir eser.Kendimden biliyorum! Kaç kere bitti, sayamadım bile.

İçinde yok yok. Çok bilmişinden, hayali arkadaşına, dededen, mahallede aşık olduğu ablaya... Hepsini de aslında çok yakından tanıyoruz.Kendimizden biliyoruz.

Bize kelimeler, cümleler kazandıran, hatırlatan Fırat'tır. Hangimizin başından "genç traşı" olayı geçmedi?

Uğur Gürsoy unutlmayacak bir esere imza attı. Ona teşekkür etmemek olmaz.
Bu kitabı bize ulaştıran Mürekkep Basın Yayın da güzel bir işe imza atmış.

Bana bu kitabı hediye eden Ezgi'ye teşekkür etmeden geçemezdim. Kısa bir cümle içinde geçen Ezgi, benim hayatımın müziği olmuştur ki burada belirtmek isterim. Kitap hediye etmek,o kitabı okumak ayrı bir güzeldir ya!


Fırat, o bizim kahramanımız!

Mahalle yaşamını, aile yaşamını, çocukluğu, "o zamanı" anlatıyor. Fırat üzerine çok şey söyleyebilirim. Pantolonuyla şortu arasındaki boy farkından, dualarına kadar her biri ayrı şirinlikte. 

Kitabın sonunda da Fırat'ın mahalleden arkadaşlarıyla toplu fotoğrafı bizi bekliyor. Bahattin, Tahsin, Melis... Hepsi orada!

Çok fazla uzatmayacağım sözü. Okumayanların en kısa zamanda okuması, okuyanlarınsa tekrar okuması dileklerimle;

"Sübaneke dinimiz amin."

Kitap:
KitapYurdu.Com


(Ekleme 12.03.2012)
Fırat'ın ikinci kitabı:
Fırat 2

Empati

0 yorum
Adam Fawer'ın Olasılıksız'ın devamı niteliğidindeki bu kitapta birden fazla yetenekle karşı karşıyayız.Ancak bir tanesinin üzerine yoğunlaşıyor Adam Fawer: "Duymak" üzerine.

Karakterlerin yetenekleri aslında bilindik sayılmaz. Bir tadı işitmek mümkün müdür?

İster istemez, akıllar Olasılıksız'a gidiyor. Olasılıksız mı Empati mi diyecek olsanız ikisi de derdim. Çünkü ikisi birbirinden bağımsız, birbirinden güzel! Bir rengi tatmak fikrini belki de hiç düşünmemiştim, düşünmemiştik. Ancak gerçekte mavi nasıl bir tat?

Zihnin derinliklerine inen Adam Fawer yine sarıp sarmalayan, yine kendine bağlayan bir eserle karşımızda! Kitap yine April Yayıncılık'tan, Murat Kayı çevirisiyle,2009 yılında önümüze kadar geliyor.

Empati, yukarıda belirttiğim gibi devam niteliğindedir; Olasılıksız'ın devamı değildir. Devam niteliği taşımasının sebebi de zihnin derinliklerine bakmaya devam etmekten gelir. Bu kitaba "acaba?" diye yaklaşmıştım. Ancak okuduğuma pişman etmeyen bir kitap oldu.Kurgusuyla, öyküsüyle kendine bağladı. Bir solukta bitti.

Olasılıksız ilk göz ağrısıydı.Onun verdiği tadın aynısını bulmak mümkün değildir.Empati'nin tadı başkadır, Olasılıksız'ın başka.

Olasılıksız'da olduğu gibi düşüncelere de dokunuşlar var. Merak unsurları, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği yerlerde kendini iyice gösteriyor. Kitabın kapağını siz de benim gibi, "gerçekte renklerin tadı nasıldır?"la kapatacaksınız. "Renklerin tadı var mıdır?"la değil.

Kitap:
KitapYurdu.Com

1 Haziran 2011 Çarşamba

Kötü Ruh

0 yorum
Ali Cevat Akkoyunlu'nun çevirisini Doğan Kitap'tan okuyoruz. Eserin yazarı, Avrupa'nın ikinci Grange'ı olarak takdim edilen Maxime Chattam.2005 yılında çıkan bu kitap, türünün(polisiye/gerilim) hakkını veriyor ki zaman zaman gerginlikten sayfaların nasıl geçtiğini anlamadım!

Portland Celladı üzerinden gidiyor olay. Sanki öncesinde bir kitap daha varmış gibi geliyor. Ancak durum öyle değil ve kitap okudukça bunun da kurguya dahil olduğunu anlıyoruz.. Bu geçmişte başlayan hikaye kurguya büyük esneklik sağlamış ve okuma zevkini arttırmış.

İnsanların ne kadar ileri gidebileceği konusuna da değinen, aile hakkında düşündüren ve "hastalıklı düşünce"yi de irdeleyen bir eser. Bazen bir Agatha Christie eseri okuyormuş gibi oldum.Maxime Chattam, eserinde maktullerin kesilen uzuvlarına ne olduğuna içten içe dikkat çekiyordu.Kitabın sonunda da uzuvların ne olduğunu açıklıyor.

Beaumont ailesinin düşüncesini sınıflandırmakta güçlük çekiyorum. İşte bu noktada da, iyi ve kötü üzerine bir düşünce akımı başlıyor. Acaba çok sevdiğimiz bir insan öldüğünde onu geri getirmek için uğraşır mıydık?..

Maxime Chattam, karakterleri üzerinden bunu da cevaplıyor.

Katil aranırken mistik olaylar da yavaş yavaş işin içine giriyor. Ancak çözümde mistiklik falan kalmıyor. Çıplak bir düşünce karşınızda sizi bekliyor olacak.

Maxime Chattam her saniyesinde insanı içine çekmeyi başaran bir esere imza atmış. Bazı bölümler gerçekten rahatsız edici nitelikte olsa da... Kitabın sonunda düştüğü not da hoşuma gitti.
"Bu roman kimseye ithaf edilmedi, çünkü böylesine kara bir öykü ithaf edilemez.
....
Orası(Portland) harika bir kent, harika bir bölgedir. Gül Bahçesi gerçek ve görkemlidir, Adli Tıp Enstitüsü ve dipsiz uçurumlarla dolu bir vadi yerine, bunlarla hatırlansın. O enstitü ve vadi gerçek de olsa."

Kitap:
Doğan Kitap
KitapYurdu.Com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.