Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2014 Cuma

Deliduman

0 yorum
 Çağlar İyice, kendi hayatını ve kardeşi Çiğdem İyice'nin hayatını anlatıyor bize. Sadece kendi hayatları değil... Çağlar İyice, etrafını, hayata bakışını, olanı biteni kendince anlatıyor bize.

Emrah Serbes bu kitabında da alıp götürüyor. İçimizde kalan -belki de son- ergenlik isyanlarımızı ateşliyor, ergenî bir felsefeyi körüklüyor. Ve tabi ki martılar ve tabi ki "Dosto Reis" ve tabi ki Gezi Parkı. Çağlar İyice, Gezi'ye çok başka türlü sürükleniyor. Herkes bir yana Çağlar İyice ve Mikrop Cengiz bir yana. Karakterlerin tam ortasında Emrah Serbes'in harika kurgusu mevcut!

Partilerin, binaların veya oluşumların isimlerini de Emrah Serbes öyle bir Çağlar İyicevari isimlendirmiş ki, onları ayrıca sevdim.

Okurken kitabın nasıl bittiğini anlamayacaksınız. Diğer yandan bir İstanbul romanı gibi görünse de bu kitap Körfez'den İstanbul'a uzanır. İzmit'i, Gölcük'ü, Değirmendere'si ve Kıyıdere... Kocaeli'ye daha yakındır İstanbul'dan. Deprem anıtı vardır. Anıttaki tüm isimleri okumanın çok uzun zaman aldığı bir ilçe.

Gezi Parkı'na bir başka türlü bakış bu kitap aynı zamanda. Çağlar İyice tespitleri ayrıca güzel, ayrıca tatlı. Okurken onunla birlikte isyan edip onunla birlikte elektronik sigara içiyorsunuz!

Çağlar İyice, nice isyanlarımız arasında ses bulmuş, geceleri konuşan 17 yaşındaki kardeşimiz. Bir noktadan sonra bir roman karakteri olmaktan ziyade, bir ete kemiğe bürünen insana dönüşür.

Bol "Mayki"li bir kitap. Kitabı okurken, dünyaya mesajımı çay içerek verdim ben de.

Bendeki kitap İletişim Yayınları'nın 2014 tarihli ilk baskısı. Kitabın bir diğer özelliği ise kuzenimden bana gelmiş olması.

Kitap:
İletişim Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Dr.com.tr
Babil.com
Pandora.com.tr

15 Ekim 2014 Çarşamba

Kayıp Toprak

0 yorum
Murat Işık romanı. Merak ettiğim bir kitaptı. Öncelikli merakım İzmir doğumlu bir yazarımızın, yabancı dilde yazmak durumu ilginç gelmişti. Bunu ilginç kılan ise Zaza köyü Sofyan'da başlayıp İzmir'e kadar uzanması idi. Kitabı okuduktan sonra olayın İzmir'i de aşıp yurtdışına kadar uzandığını görmek kitabı daha da ilginç kıldı.

Miran Mehmet Uslu... Aşme ve Selim Uslu'nun oğlu... Miran Mehmet gözünden takip ediyoruz. Zaza köyü Sofyan'da yaşayan bu aile evlat acısı da yaşamış bir ailedir. Ancak bir şekilde mutludurlar. Ta ki elim güne kadar...


Miran, kitabın başkahramanı. Anadili Zazaca. Köye atanan öğretmen aileye Miran'ın isminin Türkçe olmasını diretinceye kadar... Bu zamandan sonra ismi Mehmet...

Kitabı okurken Yaşar Kemal, sepyalığını görür gibi oldum. O yörelerin kavrulmuş toprağının kokusunu duydum. Murat Işık'ın bizzat yaşadığı sürgün hayatının ironilerini kitapta gördüm.

İnsanlarımızı ne kadar tanımadığımızın farkında bile değiliz... Murat Işık, bunu ekilmesi zor topraklara ta Hollanda'dan ulaşarak önce Hollandalılara bu kitabı okutmuş...

Kitap yazdıklarının yanı sıra yazmadıklarıyla da çok fazla konuyu mükemmel bir kurguyla bir araya getiriyor. Selim Uslu'ya çok çok kızacağınız dönemler olacağı gibi, ona hak vereceğiniz dönemler de olacak. Murat Işık, Uslu ailesinden yola çıkarak, dönemin, coğrafyanın ve toplumun kesitini sunuyor.

Uslu ailesi zorlu bir coğrafyada filizleniyor!

Kitabın kapağı, kitabı okuyunca ayrıca güzel, ayrıca anlamlı...

Bir çırpıda biten bir kitap içimizden çıkıp sınırları aşmış. Anavatanına Gül Özlen çevirisiyle, Koton Kitap'la geliyor. Bendeki kitap tanıtım sayısı. Kitabın çıkış tarihi Ekim 2014.

Kitap:
Koton Kitap
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr


6 Ağustos 2014 Çarşamba

Son Detay

0 yorum
Harlan Coben'in eseri.  NewYork Yankeelerin oyuncularından birisi ölü olarak bulunur ve bütün işaretler Myron'ın arkadaşı Esperanza'yı işaret eder. Myron ise tüm olan bitenden habersiz; kimseye de haber vermeden bir adaya gider ve tatil yapar. Win onu bularak olan bitenden haberi olmasını sağlar.

Yine alışık olduğumuz üzere Bolitar'a mutlaka birisi çıkıp "bu işten uzak dur" yahut "fazla kurcalama" tarzında uyarıda bulunuyor.

İyi ile kötü; iyilik ile kötülük arasındaki ince çizgi üzerinde vicdan muhasebesi tadında bir eser. Okurken eğlendiren ve böylelikle görevini yerine getiren bir eser. Son beklenmedik diyemeyeceğim. Ancak Coben bu kitabını diğerlerine göre daha iyi kurgulamış gördüm.

Amerikanvari bir iyi kötü çatışmasına götüren bir dizi olayın ardından saklanan gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Daha önce karşılaştığımız konu, kapak uyumsuzluğunu yenmiş gibiler. Zira ölen kişi bir beyzbol oyuncusu...

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri çevirisiyle Temmuz 2013 tarihli baskısı. Selim Yeniçeri çevirisi olması daha iyi olmuş.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr



29 Temmuz 2014 Salı

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

0 yorum

Milan Kundera eseri. Kitapta ilk dikkatimi çeken üslup oldu. Aşk bağlamında Çek ülkesinin Ruslar tarafından işgalini ve o dönemin bir kesitini okuyoruz. Yazar, zaman zaman romanı kesip söze karışıyor. Felsefe ve psikoloji izlenimlerini bize aktarıyor. Kurgunun kendi halindeliği ayrıca güzel. Milan Kundera dönem ağırlığı veya hafifliği altındaki insanları gösteriyor ve bunu sade cümlelerle gerçekleştiriyor.

Kitabı önemli kılan bir çok nokta var. Savaşın renk değiştirmesinden, günümüz propaganda stratejilerinin temellerine kadar her şey var. Bunların altında insan... Okudukça derinlere yükseliyorsunuz.

Dört ana karakter ve bir köpek... Hayat ağır yahut hafif. Akıyor ve akmaya devam edecek... İçindekiler de ağır yahut hafif...
Rus devletinin bundan önceki bütün suçları son derece temkinli bir gölgenin koruyuculuğu altında işlenmişti. Bir milyon Litvanyalının yurtlarından sürülmeleri, yüz binlerce Polonyalının katledilmesi, Kırım Tatarlarının ortadan kaldırılmaları belleklerimizde hala, ama ortada fotoğraflı belge yok; bu yüzden er ya da geç bunlar da yalan, uydurma sırasına girecek. Oysa, dünyanın dört bir yanındaki arşivlerde hem fotoğrafları hem de filmleri saklı duran 196 Çekolovakya işgali böyle değil. (sayfa 73)
Kitap 1983'te çıkan bir kitap. Türkiye'de İletişim Yayınları'ndan ilk baskısını 1986'da yapıyor. Bendeki 2007 tarihli, Fatih Özgüven çevirisiyle 32. baskısı.
Adsız şansızlığın ülke için ne kadar tehlikeli olduğu ancak şimdi anlaşılıyordu. Sokaklar ve binalar özgün adlarına kavuşamayacaklardı artık. Bu adsız şansızlık sonucunda, bir Çek kaplıcası ansızın hayali, bir minyatür Rusya'ya dönüşüvermişti, Tereza'nın orada bulmayı umduğu geçmişe de devletçe el konulmuştu. (sayfa 172)
 Kitap:
İletişim Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Dr.com.tr

24 Haziran 2014 Salı

Doğu'nun Limanları

0 yorum
 Amin Maalouf'tan bir harika eser daha! Amin Maalouf bizi bolca dolaştırıyor. Osmanlı'dan Nazilere, Nazilerden Filistin'e kadar bir yolda İsyan'ı okuyoruz. İsyan'ın dedesi doktor. Babannesi padişah ailesinden. İsyan'ı böylece tanımaya başlıyoruz.
Benim hayatım, dedi, doğumumdan yarım asır önce, Boğaz kıyısında, hiç görmediğim bir odada başladı. (sayfa 17)
Dün sizinle karşılaştığımızda, sadece "Kitabdar" dedim, öyle değil mi? Babamın... sırtıma yüklediği ismi mümkün değil tahmin edemezsiniz: İsyan! Evet, İsyan! "Boyun eğmeme", "Ayaklanma", "İtaatsizlik". Oğluna "İsyan" diye seslenen bir baba görülmüş müdür hiç? (sayfa 42-43)
İsyan'ın yolu Fransa'ya düşüyor. Okumak, doktor olmak istiyor. Ancak kendisini bir anda Direniş'in içinde buluyor ve Direniş'ten bir kızla -Clara- tanışıyor. Yollar onları kâh birleştirecek kâh ayıracak.

Benim dikkatimi çekense Fransızların çok cana yakın olarak gösterilmiş olması. Gerçekte Fransa'ya hiç gitmedim ama okuduğum, izlediğim, gördüğüm ve anlatılanlar kadarıyla o kadar da sıcakkanlı insanlar değil. İnsana çok kısa sürede kendini evinde gibi hissettirmiyorlar. Bu kitapta bu konu oldukça dikkatimi çekti.

Amin Maalouf, İsyan üzerinde yine mükemmel bir "kimlik" mozaiği oluşturmuş. Okudukça "İsyan kim?" diye sormamak elde değil. Buna, ismi cevabı veriyor zaten: İsyan!

İsyan'ın başına gelenler, Doğu'nun Limanları'nda yaşananlar, ailesinde olanlar... İç içe geçmiş öyküler İsyan'ın yoluna bağlanıyor yahut o yollar İsyan'ın öyküsünü, yolunu anlatıyor.
"O, eski bir direnişçinin kardeşi; sen ise alt tarafı eski bir kaçakçının ağabeyisin." (sayfa 152) 
"Peki ya gelmeyince ne oldu, onu mu merak ediyorsunuz? Sorunuzun cevabı içinde. Gelmemenin bir vakti yoktur. İnsan çoşkuyla beklerken ne kadar zaman geçerse, o büyük günün o yaklaştığına o kadar inanır. Bir yıl mı geçmiş? Ne yapalım dersiniz, hazırlanması en az bir yıl sürerdi zaten... İki yıl mı geçmiş? Gelmesinin eli kulağındadır..." (sayfa 166) 
Bendeki kitap; Yapı Kredi Yayınları'ndan Saadet Özen çevirisiyle Mayıs 2009 tarihli 39. baskısı. İlk baskısının tarihi Kasım 1996.
Kitap:


23 Haziran 2014 Pazartesi

Benim Hüzünlü Orospularım

0 yorum
Marquez'i 17 Nisan'da kaybettik... İnsanın ölümü kadar tuhaf bir diğer şey de vücudun yaşlanmasıdır.

Gabriel Garcia Marquez bu şaheserinde 90. yaşgününe gelen bir gazetecinin hikayesini okuyoruz. Evlenmemiş. Tüm hayatı kendi içinde yaşamış bir insan.

Yaşlılık, cinsellik, anılar... 90 yaşına kadar aşkı görmemiş bir adam 90 yaşında aşkı yakalar. Belki çok geç belki tam zamanında... 

Köşesine yazmak dışında bir şey yazmayan gazetecimiz anılarını yazmaya başlar. Hayatının son demini(?) böylece okumaya başlarız.

Gabriel Garcia Marquez'in harika bir kitabı daha... Unutulmayacak... Tıpkı Marquez gibi...

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan İnci Kut çevirisiyle Şubat 2014 tarihli baskıdır. İlk baskı ise 2005 yılındadır.

Kitap:
Can Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Dr.com.tr

6 Nisan 2014 Pazar

Bir Ses Böler Geceyi

0 yorum
Ahmet Ümit'in kitabı. Başkomser Nevzat yok; Süha ile İsmayil var!

Süha, yağmurlu bir gece hocasını almak için tek başına yola çıkar. Yağmurun şiddeti ve görüşün kısıtlı olması yüzünden Süha kaza geçirir. Yardım çağırmak için yakındaki köye gider. Ancak köydeki evlerde kimseyi bulamaz. Derken, köy halkının bir evde toplandığını keşfeder. Kapıyı çalmadan önce içeriyi biraz dinler. Bunun sonucunda buranın bir cemevi olduğunu anlar.

Süha ile İsmayil birbirini hiç tanımamış iki kişidir. Ancak benzerlikler ve ayrılıklar konusunda sanki tek insan gibidirler. Ahmet Ümit, yerinde çatışmalarla çok hoş bir eser ortaya koymuş. Alevilik ve solculuk üzerine olan bu kitapta Aleviler ve solcuların yakınlığı bir yana, insanlar anlatılıyor! İnsanların tipik gerçekleri hiç değişmiyor! Gerek Süha'nın gerek İsmayil'in hakikat peşinde yolculuğu, Süha'da ise "kendini İsmayil görmeye" kadar gidiyor...

İncelikli bir noktaya Ahmet Ümit'ten incelikli bir roman! Rahat anlatımıyla hızlıca bitiveren bir kitap. Okunması gereken bir kitap. Mistik bir tatta olması da ayrıca güzel! Ahmet Ümit yergiden de kendini alıkoymamış, gayet yerinde çözümlemeler sunmuş!

İnsanlardaki bu önyargıların varlığını anlamak için sanırım bi' kırk fırında daha kitap okumam lazım! Ki onun bile yeteceğini tahmin etmiyorum... Ahmet Ümit ceviz kokulu, mis gibi bir kitaba imza atmış.

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait Everest Yayınları'nın Eylül 2012 tarihli 19. baskısıdır.

Kitap:
Everest Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

4 Nisan 2014 Cuma

Arsen Lüpen Herlock Sholmes'e Karşı

0 yorum
 Arsen Lüpen serisinin Güncel Yayıncılık'ın hazırladığı üçüncü kitabı. Arsen Lüpen serisi içinde merakla beklediğim kitap buydu aslında. Sherlock Holmes ve Arsen Lüpen çekişmesinin yıllardır olagelmesi hep ilgimi çekmiştir.

Serinin kitapları:
Herlock Sholmes'e Karşı
Oyun İğnenin Esrarı
Kontes Cagliostro
Saat Sekizi Çaldı

Arsen Lüpen ile Sherlock Holmes karşılaşması aynı zamanda bir İngiliz ve Fransız karşılaşması niteliğinde. Maurice Leblanc Sherlock Holmes ve Dr. Watson'ı yermekten kendini alı koymamış. Ancak Sherlock Holmes'ün büyüklüğüne karşı da saygısı olduğunu hissettirmeye çalışmış. Devamlı olarak bir berabere durumu yansıtılmış.

Arsen Lüpen, Herlock Sholmes ile karşılaşır. Bu karşılaşma bulunamayan bir elmas yüzükten dolayı olur.

Herlock Sholmes ve Dr. Wilson tuhaf bir şekilde köpeklere benzetilir. Herlock Sholmes bir avcı köpeği gibidir. Dr. Wilson da sadık bir köpek gibidir. Bu benzetme rahatsız edici olsa da zamanında çok sevilmiş. Tuhaftır... Ayrıca Dr. Wilson tamamen bir etkisiz eleman durumundadır. Aptalca bir insandır. Herlock Sholmes tam bir bencildir. Dr. Wilson'a da hiç önem vermez. Tek derdi, kendi zihnindekileri anlatmaktır.

Bu görüşe katılan olur katılmayan olur. Ancak şu da bir gerçek ki kimileri tarafından Dr. Watson ile Sherlock Holmes ilişkisi böyle görülüyormuş. Bunu yadsımak olmaz. Şahsi fikrim, ben bu görüşe katılmıyorum.
Herlock Sholmes karşımızdaydı işte; zeki, ileri görüşlü, gözlemci, içgüdülerini kullanmasını bilen bir fenomen! Doğa, sanki eğlenmek istercesine, hayal gücümüzü zorlayan, dünyanın en ünlü kriminalistleri sayılan Edgar Allen Poe'nun Dupin'iyle Gaboriau'nun Lecoq'undan da olağanüstü, daha yetenkli birini okuduktan sonra insanın kendine "Acaba şu Herlock Holmes bir efsane mi, bir kahraman mı, yoksa örneğin Conan Doyle gibi bir romancının uydurduğu bir tip mi?" diye sorası geliyor. (sayfa 65-66)
Maurice Leblanc'un Herlock Sholmes'ü, Conan Doyle'un Sherlock Holmes'ünden farklı. Herlock Sholmes, çok abartılı davranışlar sergiliyor. Sherlock Holmes, soğukkanlılığıyla tanınırken, Herlock Sholmes, duygularına devamlı yenilmektedir. Bununla birlikte, yukarıdaki metinde olduğu gibi doğrudan incelemelerde gayet saygındır Herlock Sholmes, ama tuhaf davranışlar sergiler. Lüpen'in inceliğinden yoksundur.

Maurice Leblanc'un Dr. Watson'a acımasız davranışı ise ayrı bir konudur. Sherlock Holmes'ü okurken Dr. Watson'ın dan okuyoruz. Arsen Lüpen'in de bir hikaye anlatıcısı olmasına rağmen, çok nadir karşımıza çıkıyor ve sonra kayboluyor. Bunun dışında bu anlatıcı, kişileri takip etmese de kişilerin ruh çözümlemesine kadar işi götürüyor. Bu da Arsen Lüpen serisi için benim gözümde büyük bir eksikliktir. Oysa Dr. Watson sadece gördüklerini yazıyor. Örneğin Sherlock Holmes Kızıl Saçlılar Kulübü davasında, dükkanın önünde asasını yere vurur, Dr. Watson bunu yazıya geçer ancak büyük bir olay olacağını düşünmez. Zira, arada karşılaşılabilecek bir davranıştır. Ancak Sherlock Holmes'ün bu hareketinin altında bir araştırma yatmaktadır. Leblanc'un anlatımı bu incelikli anlatımdan yoksundur. Ayrıca Leblanc, Lüpen'i sınırsız güce sahipmiş gibi anlatır. Bi' şeyleri bi' anda yapar sonra da çok basit olduğunu anlatır ve bizden buna itimat etmemizi bekler.

Bendeki kitap Güncel Yayıncılık'tan Saffet Günersel çevirisiyle Şubat 2004 baskısı.

Kitap:


1 Nisan 2014 Salı

Bir İdam Mahkumunun Son Günü

0 yorum
 Victor Hugo'nun eşsiz eseri! Önce küçük bir oyun sahnesiyle başlayan bir roman. Sahnede, bir yazarın, idam mahkumunun son gününü yazdığı "çirkin" bir kitabı tartışıyorlar. Beğenmemek şöyle dursun, nefret raddesine ulaşıyorlar. Daha sonra roman başlıyor.

İdam mahkumu! Cinayet işlediğini biliyoruz. Ama cinayeti neden işlediğini bilmiyoruz. Victor Hugo bunu anlatmamış. İdam mahkumu önce eski binasından dönüştürülmüş akıl hastanesinde bekletiliyor. Burada idamına daha haftalar var ve itirazların sonucu da bekleniyor. İdam gününe adım attıkça değişimini okuyoruz. Betimlediği ruhsal durumu kavramamak ne mümkün!

Victor Hugo ve onun mükemmel eserlerinden birisi! İdam mahkumunun ağzından okuduğumuz olayın akışı da ayrıca iyi! Kütüphanede mutlaka yeri olması gereken bir kitap. Bir idam mahkumuyla yan yana bir giyotine giderken başınıza sahip olmaya çalışacaksınız.

Bu noktada Bordo Siyah için birkaç söz söylemeli; zira Bordo Siyah benim çocukluk dönemimde çok güzel basımlara imza atarken şu sıralar eski durumunda değil. Nedenini bilmiyorum. Kitabın iç baskısı gayet yerinde, baskı hatası yok. Ancak yine de eski Bordo Siyah tadını alamadım. Kapaktaki köprünün de anlamını hala çözebilmiş değilim. İdam Mahkumu, giyotin alanına giderken köprüden geçiyor, ona istinaden yapıldı desem; bahsi geçen köprü, asma köprü değil! Kapakta ağaç, köprü ve adam siluetleri kaldırılsa güzel bir kapak olabilirdi. Böyle tuhaf bir köprü yerine sadece bir giyotin bile çok yerinde olabilirdi. Eski kapaklarında parmaklık arkasındaki kişi varmış ve gayet de yerindeymiş!Arkapakta altakki olay da sanırım yayınevinin kendisini ifade etmek için oluşturulmuş bir şey. Kapak bu güzel kitaba yakışmamış!
"Onların şapkaları, benimse başım düşecek!" (sayfa 108)
Şu anda bile yakınlarımda, sarayı ve Greve Meydanı'nı saran bu evlerde ve Paris'in her tarafında giden ve gelen, sohbet eden, gülen, gazete okuyan ve işlerine odaklanan insanlar var; mallarını pazarlayan tüccarlar, bu gece için balo kıyafetlerini hazırlayan genç kızlar, çocuklarıyla oynayan anneler var! (sayfa 92)
Kitapta editör Veysel Ataman'ın bir sunuşu da mevcut.  Bendeki kitap Bordo Siyah Yayınları'ndan Mayıs 2013 tarihli Rina Mehyo çevirisidir.
Kitap:
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

26 Mart 2014 Çarşamba

Kuşatma 1453

1 yorum

Okay Tiryakioğlu kitabı. İstanbul'un Fethi'ni romanlaştıran bir eser. Kitapta dikkatimi çeken ilk nokta Fatih Sultan Mehmet'in kendisiyle konuşması oldu. Ancak kendisine "sen" ağızla konuşmasını biraz yadırgadım. Bazı cümlelerde "sen" ağız yerinde olmamış, istenilen anlam verilememiş. Düşünmeye "ben" ağız daha çok yakışırdı sanki. Bununla birlikte, bu düşünme durumları gemilerin karadan yürütülmesi konusuna değinmemiş. Sanırım Fatih'in bu olayı iyice gizlemeye çalışmasını yansıtmak adına böyle bir tutum sergilenmiş.

Sonunu bildiğimiz bir savaşın bir de romanını okumak gayet güzel. Bu tarz kitapların başka yazarlarca da yazılması taraftarıyım ve Timaş Yayınları bu konuda Okay Tiryakioğlu'nun  ve Hakan Kağan'ın eserlerini yayınlıyor. Umuyorum bu konuda yazan yazarların sayısı artacaktır.

Kitap macera kitabı tadında ilerliyor. Bu da onun için ayrı bir güzellik. Kitapta iki noktaya gelmeyi sabırsızlıkla bekledim. Bunlardan ilki gemilerin karadan yürütülmesi ve ikincisi Ulubatlı Hasan'ın nasıl meydana çıkacağı.

Fatih'in çadırıyla XI. Konstantin'in meclisi arasındaki ikili anlatım da (hatta üçlü bir anlatım var; Azaplar Ocağı'ndan bir grup asker de anlatılıyor) kitaba çok güzel bir hava vermiş.
-Bugün, artık pek çok şeyin bir anlamı yok eski dostum. Hayatlarımızın, düşlerimizin ve geçmişlerimizin; gelecek ise zaten bir masal. (sayfa 245)

Elden düşmeyecek şekilde kendini okutturan bir kitap böylece meydana gelmiş! Akışın kronolojik sırasını teyit etmedim. Bir başvuru kitabından ziyade bir roman olarak baktım.

Kitap Timaş Yayınları'ndan olup ilk baskısını Mayıs 2009'da yapmış. 10. baskısı ise Mart 2011 tarihli.
Timaş Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

15 Mart 2014 Cumartesi

Kitap Hırsızı

0 yorum

Markus Zusak'ın muhteşem kitabı! Olayları Azrail'in gözünden okuyacaksınız! Hitler Almanyası, bir kitap hırsızı, bir Yahudi ve Himmel -Cennet- Sokağı, Molching Kasabası.

Liesel Meminger, evletlık verilir. Rosa ve Hans Hubermann yeni ailesidir! Bu aileye gelirken yolda erkek kardeşini de kaybeder. Yeni evinde Liesel Meminger hayata tutunmaya çalışır! Rudy Steiner ise Liesel'e bu hayata tutunmasına yardım eder.

Markus Zusak'ın üslubu, anlatıcı olarak Azrail için mükemmel olmuş! Hitler dönemini Azrail'den daha iyi anlatabilecek kim var ki? Mükemmel kurgusu içinde kaçınılmaz sona ilerliyoruz. Kitabın içiniz sızlayacak...

Liesel'e Kitap Hırsızı adını veren Rudy Steiner, Liesel'le yaşıt ve Hitler döneminde çocuklar...

Liesel, Himmel Sokağı'na gelirken, yolda kardeşini gömen mezarcılardan biri, el kitabını düşürmüştür ve Liesel bu kitabı alır ve ilk çaldığı kitap bu olmuştur. Okumasa da kitabın varlığı, anılarına tutunmasını sağlar. Liesel, kabuslarından uyandığı bir gece, Hans Hubermann kitabı bulur. Böylece birlikte okuma maceraları başlar.

Kelimeler arasında, kızıl hava altında bir yaşam masumiyeti...

Defalarca okunacak bir kitap! Kitap mutlaka okunması gereken harika bir kitap. Karakterlerin güzel işlenişi, üslubun ve kurgunun mükemmel bir şekilde birbiriyle örtüşmesi ve mükemmel bir hikaye!

Kitabın sinema uyarlaması da çekildi: IMDB

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri çevirisiyle Aralık 2012 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr


5 Mart 2014 Çarşamba

Zaman Çarkı

0 yorum

Bir insan ölümsüz olsa? İşte bu soruyla başlıyor kitap. Elise, yaşlanmayan bir kişi. XIV. Louis döneminde doğan bir kişi. Kendisindeki farklılığı kocası öldükten ve yardımcıları yaşlanırken kendisi yaşlanmayınca fark ediyor. Olay örgüsü, Ken Grimwood tarzı şekillenmeye başlıyor.

Ken Grimwood'un Kayboluş kitabınından sonra okuduğum ikinci kitabı. Okuduğum iki kitapta da Ken Grimwood zaman konusu üzerine eğiliyor. Bu, onun için bir korku öğesi olabileceği gibi zaman paradokslarının veya anomalilerinin zihin oyunu da olabilir. Hangisi olursa olsun, ölüm ve zaman konusunu iç içe işliyor. Zaman Çarkı'nda Elise zihninin buna nasıl dayandığına dair küçük ipuçları bulunsa da tahliller mevcut değil. Bu da benim için bir eksiklik oldu. 300 yıl yaşayan bir insan zihni nasıl olur? Anılarının mevcudiyeti karşısında zihni konusunda ipuçları var ama yeterli değil. Bir insan istediği her şeyi yapacak kadar uzun yaşasa, insan ölmek ister mi, sorusu için de ufak cevaplar var. Bunun yanı sıra böyle bir gerçeklik dünya tarafından öğrenilse ne olurdu konusu üzerine konu tartışılmış.

Elise kendisinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, insanlardan kaçarken zaman da geçmiş, teknoloji ilerlemiştir. Yaşlanma üzerine çalışan Dr. Goldman'a danışır ve onların deneylerine dahil olur. Böylece Goldman, gerçeği keşfedecektir.

Zamanla ve mekanla dolu bir Ken Grimwood romanı. Aksiyon içinde, Elise bizlere tarihten kesitler de sunuyor.

Dr. Goldman'ın arkadaşı olan bir psikolog'un Dr. Goldman'ın "ya ölümsüzlüğü bulduğumu söylediğim bir kitap yazarsam ne olur" sorusuna verdiği cevap da ayrıca ilginçtir.

Bendeki kitap, Ender Nail çevirisiyle Koridor Yayıncılık'tan 2012 tarihli baskısıdır.

Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com


3 Mart 2014 Pazartesi

Fahrenheit 451

0 yorum

Ray Bradbury eseri. Mutlaka okunması gereken kitaplardan. Kütüphanenin demirbaşlarından.

Guy Montag bir itfaiyecidir. Lakin görevi söndürmek değil yakmaktır! Toplumun yavaş yavaş kitapları dışlaması sonucunda devletin işe el koyarak görevlendirdiği itfaiye, tüm kitapları yakar! Bir zamanlar itfaiyenin yangınları söndürdüğü gerçeği ise sadece bir efsane haline dönmüştür.

Guy Montag, komşusu 17 yaşındaki Clarisse McClellan ile sohbet etmeye başlar. Bu genç kız farklıdır.
"Bahse girerim ki senin bilmediğin bir şeyi daha ben biliyorum. Sabahları çimenlerin üzerinde çiy tanecikleri olur."
Montag birden bunu bilip bilmediğini anımsayamayınca huzursuz oldu. (sayfa 31)
Bu farklılığı -insanlığı- Guy Montag'ı da etkilemeye başlar. Kendine bile itiraf edemediği gerçeklerle yüzleşmeye doğru adım adım ilerler.

Ray Bradbury oluşturduğu dünya ile çok ilginç bir "gerçekliğe" bizleri götürüyor. Duvar boyutunda televizyonlar insanları mutlu etmekle görevlidir. İnsan mutlu olmak için varsa, kafa karıştırıcı kitaplara neden ihtiyaç duysun ki? Kitapların dışlanması böyle başlıyor. Diğer ilginç nokta ise televizyonun "aile" olarak adlandırılmasıdır. Bu kitap ilk baskısı 1953 tarihindedir! 61 sene öncesi demek! 61 sene öncesinden günümüze uzanan bu eseri bir distopyadan "çağdaş edebiyat" sınıfına almak hata sayılmaz. Kitabın ilerleyen sayfalarında bir şekilde kitap buludurmak cezasından -kitaplarını ve ikametgahlarını kaybederek- ülkenin derinliklerine kaçan bir gruptan bahsediliyor. Kitabı günümüzden ayıran tek şey bu olsa gerek, bizler kitaplarımızı kaybetmeden kaçabilmiş bir topluluğun temsilcileriyiz.
"Orada değildin, görmedin," dedi Montag. "Kitaplarda bir şeyler olmalıydı, hayal edemeyeceğimiz bir şeyler, kadının yanan evde kalmasını sağlayacak bir şeyler; orada bir şeyler olmalı. Bir hiç için kalmazsın."
"Kadın enayiymiş." (sayfa 85)
Kitabı okurken bolca düşündüğüm konulardan biri de bu "kitap savaşları" olmuştu. Böyle bir savaş durumunda olabilecekleri tahayyül etmek tuhaftı. Zira kaçan grupta üniversite hocaları vardı ve bu insanlar öğrenci bulamadıkları için üniversiteler kapanmıştı. Toplumun, kendiliğinden kitaplardan uzaklaşır mı sorusunun doğal cevabının hayır olmasını beklemek, günümüz gerçekliğiyle çelişmektedir. Beatty'nin anlattıklarıyla Fahrenheit 451 toplumu görülerek, günümüz toplumuyla karşılaştırmak sonucunda, Fahrenheit 451'e pek de uzak sayılmadığımız anlaşılır.
Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Hiç de, anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. Her insan bir diğerinin sureti olunca herkes mutlu olur, ortada çekinilecek, korkulacak, herkesin kendisini yargılamasına yol açacak dağlar yok olur. (sayfa 95)
Onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya Iowa'da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası 'olaylarla' tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten "zeki" hissetsinler. (sayfa 98-99) 
 Fahrenheit 451, kitap -imgesiyle değil, doğruca- ile birlikte geleceğin(?) toplumsal zihni bakımından bir kehanet romanıdır.

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Zerrin Kayalıoğlu ve Korkut Kayalıoğlu'nun birlikte çevirisiyle Eylül 2013 tarihli ikinci baskısıdır. Ayrıca Ray Bradbury'nin Şubat 1993'te yazdığı önsözü de içermektedir.

Kitap:
İthaki Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com
Dr.com.tr

24 Şubat 2014 Pazartesi

Yeniçeri Kılıç Kından Çıkınca

0 yorum

Hakan Kağan romanı. Yeniçeri Ocağı'nı 3. Selim zamanındaki Nizam-ı Cedid yüzünden gerçekleşen isyandan (Kabakçı Mustafa İsyanı) başlayarak anlatılıyor.

Elvan, doğrudan Sultan 3. Selim'e bağlı bir görevlidir. Sultan Selim'in verdiği görevle hayatına devam etmektedir. Hakan Kağan öykünün temelinde Pir Elvan'ı işlemektedir. Tarihi bir roman olduğu için bazı olayların birden bire sonuçlanması beklenmiyor. Çünkü o noktaya kadar nazlı bir örgü varken, sonucun birden karşınıza çıkması olay örgüsünde bir aksaklıkmış gibi hissettiriyor. Bununla birlikte, olayları birazcık renklendirmek adına olsa gerek, Behiye karakteri var ki olmasa da olurmuş... Bunlara rağmen okuması güzel bir roman karşımıza çıkıyor.

Okuma esnasında bağlantıların koptuğu anlar olabiliyor. Birazcık da Yeniçeri tarihine bağlı kalmak adına yapılmış gibi görünüyor.

Bektaşi Tarikatı'na eğilim de kitabı ayrıca güzel kılıyor. Yeniçeri ile Bektaşi birlikteliği güzel işlenmiş. Bunun yanısıra Kazan Kaldırma'yı bir romandan okumak insanı o günlere götürüyor.

Bu tip romanların sayısının çoğalması gerekmetedir. Bununla birlikte takvime çok da bağlı olmaksızın kurgusal romanlar da ilgi çekici olacaktır. Sadece Elvan'ın çalışma şekli üzerine bile bir roman çıkacağına inanmaktayım.

Kitabı okurken bir tarih kitabı havasında okumadığım için takvimle ve isimlerle pek fazla ilgilenmedim. Ancak bu yine de Kabakçı Mustafa İsyanı'nın bir roman şeklinde okumak ayrı bir zevk oldu.

Hakan Kağan ile bu romanla tanıştım. Süslü bir üsluba sahip. Takvimin sabitliğini yumuşatmak için böyle bir yol seçmiş gibi.
Güneşin turuncuya dönen ışıkları, ahşap evlerin damlarına yenice yüz sürmüştü ki Frenk kulesi dibinden bir doğan havalandı. (sayfa 9)
"Eski bilmeler demiştir ki; üç şey vardır ki ateş gibi yakıcıdır. 'Krallarla arkadaşlık etmek, kadınlara sır vermek, bir de acaba zararı dokunur mu diye zehir içmek.' İktidar zehirdir, ona kavuşmak için krallarla arkadaşlık etmek gerek." (sayfa 139)
Galip'i kucaklarken biliyordu ki hiçbir toprak parçası, hatta padişahın bütün mülkü bir oğul etmezdi. (sayfa 216) 
 Bendeki kitap Timaş Yayınları'ndan Eylül 2009 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Timaş Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

20 Şubat 2014 Perşembe

Beyaz Diş

0 yorum

Jack London eseri. Bir köpek, kurt kırması yavrunun maceralarını anlatıyor. Anlatmakla kalmıyor, yaşatıyor. Bu kadar göze aşina ancak bir o kadar da yabancı bir kahramanla karşı karşıyayız. Rüyalara işleyecek kadar derin bir eser.

Beyaz Diş, Kiche adlı dişi köpek ile, Tek Göz adlı kurdun yavrusudur. Kiche, evcilleştirilmiş ancak sonradan insanlardan kaçmış bir köpektir. Ancak bir gün Beyaz Diş, dünyayı yeni yeni tanıyan o yavru haliyle yuvasının yakınındaki nehre su içmeye gider. İşte ilk olarak burada insanla tanışır. Daha sonra annesinin de nehrin kenarına gelmesiyle Kiche onları tanır ve Beyaz Diş'in insanlar arasındaki macerası bu şekilde başlar. Kızılderili sahibi onu döverek terbiye eder. Böylece Beyaz Diş ile sahibi arasında korkuyla örülmüş bir bağ oluşur. Diğer yandam kabilenin diğer köpekleri de Beyaz Diş'i hırpalar. Beyaz Diş'in mizacı bu iki etmen arasında gelişir.

Beyaz Diş'in son sahibine kadar başından geçen her deneyimin, yıllar sonra hala aynı şekilde kaldığını görmek daha da tuhaf bir durum.

Beyaz Diş'in insana bakışı da çok ilgin. Başta insan hayvan olarak nitelerken daha sonra tanrı olarak nitelemeye başlıyor. İnsanın bu tanrısallığının ellerini ve çevreyi kullanabilmesinden ileri geldiğini düşünüyor.
Eğer yavru, insanlar gibi düşünseydi, hayatı tükenmek bilmeyen bir yemek isteği, dünyayı ise içinde yiyecek yığınlarının sıralandığı bir yer olarak özetlerdi. (sayfa 26)
Diğer yandan Jack London, döneminde Kızılderililerin yeri açışından da ırkçı sayılabilecek bir eser ortaya koyuyor.
Beyaz Diş ilk beyaz adamı Fort Yukon'da gördü. Tanıdığı Kızılderililerle karşılaştırınca başka bir ırktan, yüksek tanrılar ırkından olduğunu düşündü. (sayfa 80)
Bendeki kitap Kumsaati Yayınları'ndan Kerim Çetinoğlu çevirisiyle 2010 baskısıdır. Kumsaati Yayınları'nda alışık olduğumuz baskı veya yazın hataları mevcut. Ancak Beyaz Diş'in hayatı o kadar çok içine çekiyor ki bu hatalar görünmüyor.



14 Şubat 2014 Cuma

Köpek Düşleri

0 yorum
Markus Zusak'ın ilk kitabı. Kitabın adı Köpek Düşleri olsa da kitapta belirli bir köpek yok, komşunun köpeği dışında. Ancak anlatıcı kahramanın soyadı "kurt" anlamına gelen kelimenin -Wolf- kökünden türüyor. Markus Zusak, üslubuyla yine bambaşka bir dünyaya götürüyor.

Cameron Wolfe, Wolfe ailesinin en küçük üyesi. 15 yaşında. Bir büyüğü, Ruben. bir büyükleri Sarah ve en büyükleri Steven. Anne ve babayla birlikte 6 kişilik aile. Sarah'nın erkek arkadaşı Bruce da evin içinde...

Cameron'ın hayatı keşfi yolunda, çok da şatafatlı olmayan bir yolda ona eşlik ediyoruz. Gününü de rüyalarını da bizlere aktarıyor.
"Oku," dedi. (Cameron'ın babası.)
"Neden?" (Cameron)
"Çünkü okuma sabrın olmazsa hiçbir şey öğrenemezsin. Televizyon sana bunu veremez. Kafanı bomboş yapar." (sayfa 27)
Bir anda, kendim için hiç dua etmeyişimin ne kadar tuhaf olduğunu düşündüm. Kurtarılamayacak durumda mıydım? Bir duayı bile hak etmeyecek kadar sefil miydim? Belki. Belki. (sayfa 87)
"Hey, neden dövüşen sadece bir kişi var?" Yine yanımda duran adama soruyorum bunu.
Bu kez bana bakmıyor. Hayır. Bakışları çemberin ortasındaki çocuktan ayıramıyor; çocuk o kadar şiddetli dövüşüyor ki kimse ondan başka bir şeye bakamıyor.
Adam benimle konuşuyor.
Bir cevap.
"Dünyayala savaşıyor," (sayfa 91)
"Kazanabilir mi?" (sayfa 92) 
Orada durup kahkahalara boğulmuşken, yanımdan gelip geçen insanlar muhtemelen delirdiğimi, uyuşturucu kullandığımı ya da içtiğimi filan düşünmüş olmalıydılar. "Neye gülüyorsun sen?" der gibi bakıyorlardı. Ama ben kendi hayatımda durup kalırken, onlar hızlı adımlarla kendi hayatlarına doğru yürüyorlardı. (sayfa 149-150) 
Belki de insanın en olgun çağı ergenliktir. Duyular o kadar açıkken, bir şeyleri değiştirmeyi o kadar isterken, hiçbir şeyin değişmediğini farketmek, hiçliğin de hiç olmadığını, bir düşünce, bir fikir olduğunu anlamak güzeldir.

Cameron Wolfe, düşleriyle birlikte, çok da değişik bir hayat yaşamıyor aslında. Ama bu sıradanlığı onu daha da değerli kılıyor.

Son zamanlarda meşhur olan övgü cümlelerine itibar etmem lakin Niv York Taymıs'ın "Hiçbir çığlık bu kitabı abartmaya yetmez!" cümlesini gerçekten beğendim. Zira kitabın sonunu okuyunca bu cümle çok daha değerli oluyor.

Serinin diğer kitapları;

İt Dalaşı
Köpekler Ağladığında

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri çevirisiyle, Ağustos 2013 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

30 Ocak 2014 Perşembe

Thérèse Raquin

0 yorum

Emile Zola eseri. Bayan Raquin'in bir erkek çocuğu bulunmaktadır. Camille, hastalıklı, cılız çocukluk geçirmiştir. Bu çocukluk döneminde, Bayan Raquin'in erkek kardeşi kendi kızını evlatlık verir. Thérèse adındaki bu kız çocuğu ile Camille birlikte büyümüşlerdir. Bu birliktelik, yaşlarının kemale ermesiyle evlenmekle sonuçlanmıştır. Thérèse bu evliliği halası için kabul etmiş ve sessiz bir kabullenişle hayatına devam etmektedir. Ancak Camille'in arkadaşı Laurent ile tanışan Thérèse'in ve Raquin ailesinin hayatı değişecektir!

Kanın da dökülmesiyle işler daha da zor bir hale gelecektir! Kan dökülmesi öncesi ve sonrasında Emile Zola, çözümlemeleriyle çok ilginç bir hikaye ortaya koymaktadır. Bu aşk hikayesini diğerlerinden ayıran, başkahramanların ruhsal çözümlemeleridir. Süreç boyunca kişiliklerdeki dalgalanmaları görmek okunulası bir kitap sunmaktadır. Yol ayrımlarında, kahramanların seçimleri dışında olası diğer seçimlerin de sonuçlarını düşünmek kitabı daha da değerli kılmaktadır. İnsan ruhuna incelikli bir eğiliş olan roman bizlere bir aşk hikayesi sunmaktadır.

Rutubet kokan bir binada, görünenler ve görünmeyenlerin yanı sıra, yan kahramanların gözünden baktığımızda Raquin ailesi sorunsuz bir aile iken, Raquin ailesi, gerek beyinlerinin sınırları içerisinde gerek beton sınırlar içerisinde bambaşka hayatlar yaşamaktadırlar.
"İnsanlar bazen ölürler," diye mırıldandı. "Yalnız, sağ kalanlar için durum tehlikeli olur." (sayfa 41)
Emile Zola'nın bu ince işlenmiş romanı, bir hayatın, birçok yönden görünüşünü ve içini anlatmaktadır. Sadece bir aşk romanı değildir. Bir katilin ruh çözümlemesi bir tanığın çığlığıdır bu roman.

Bendeki kitap Varlık Yayınları'ndan Samih Tiryakioğlu çevirisiyle 2010 tarihli dokuzuncu baskısıdır.

Varlık Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

22 Ocak 2014 Çarşamba

Galîz Kahraman

0 yorum
İhsan Oktay Anar'ın son kitabı! 17 Ocak 2014'te çıkan bu kitabı, bitmesin diye uğraşıp ancak bu kadar süre uzatarak okuyabildim.
Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!
Türk Dil Kurumu, "galiz" kelimesini şöyle açıklıyor:
 galiz
sf. Kaba ve çirkin, iğrenç.
 Güncel Türkçe Sözlük
galiz  
Tembel.
 Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
galiz  
Zayıf, cılız.
 Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

İhsan Oktay Anar'ın daha önceki kitaplarında olduğu gibi, bu kitap için de sözlük hazırlayacak olan arkadaşlarımız elbette vardır.

İşte bizim galîz kahramanımız İdris Âmil Hazretleri'nin başından geçenleri okuyoruz. Kasımpaşalı olan İdris Âmil Efendimiz, şair ruhlu(?) bir kişidir. Bu şairanelik, cins-i latif içindir. Böylece kadınlar kendisine divane olacaklardır! Bu sanat yolunda, başına olmadık işler gelen Efendimiz, bir çok karakterle karşılaşıyor.

İhsan Oktay Anar'ın yine muhteşem üslubuyla muhteşem bir roman, muhteşem(?) bir kahraman okuyoruz! Olayların akışı içine kendimizi bırakmaktan başka bir şeye ihtiyaç yok! Karakterlerin tanıdıklığı da okuyucuyu ayrıca şaşırtacaktır!

İhsan Oktay Anar'ın o eşsiz kurgusunda, bir çok yere, birçok konuya yolculuğun tadı yine damağınızda kalacak! Yeni kitabı şimdiden beklemeye başladım! Umarım çok uzun bir ara vermez!
Bu hâdiselerin cereyan ettiği devirlerde, devletimiz sanatçıları daha bir ciddîye alırdı. O zamanlar üç grup sanatçı vardı. İlki, devletin halktan topladığı parayla Evropa'ya gönderilenlerden ibâretti ki, bunlar için 'takdirnâmeler' tanzim edilirdi. İkinciler daha bir ciddîye alınır, yazdıkları her bir kitap ilgili memurlarca satır satır okunur, haklarında 'fezleke', 'iddianâme', 'gerekçeli hüküm' gibi kâğıtlar hazırlanırdı. 'Artist vesikası' verilen üçüncü gruptakiler ise bazı tiyatro kumpanyalarında, daha da acısı pavyonlarda çalışırlardı. (sayfa 38-39)
Bu gibi daha niceleri var! İhsan Oktay Anar'ın kelimeleriyle yaşamı izlemek... Bitmesin istenilen kitaplardan! Defalarca okunacaklardan! Hayatın kendisi!
Çünkü bir romanın iki tür okuyucusu olurdu: Zeus gibi olanlar ve Yahova'ya benzeyenler. Evet, gerçekten de, 'ilah romancılar' gibi 'ilah okuyucular' da olurdu. Kadîm Yunanlar'ın ilâhları antropomorfik idi, yani kendilerine benzer, yiyip içip sefâ sürer, zinâ yapar ve bazen de acı çekerdi. Fakat insanları kendi sûretinden yaratan Yahova'ya göre, insanlar teomorfik idi. İlâhlar insana benzeyince iş kolaydı, insanlar "bu da bizden" deyip hayatlarına devam ederlerdi; ama insan ilâha benzedi mi, yükleneceği mesuliyet ziyâde olurdu. Zaten insanın eti ne budu ne idi; kaldı ki bir ilâha benzesin! Ama bazıları bundan memnun gibiydiler. İşte Zeus'a benzeyen okuyucu roman okuduğu sırada eğlenip güler, bazen ağlar, kısaca hayattan zevk alırken, Yahova'ya benzeyen okuyucu böyle yapmazdı! Onun için kitapçı dükkânına gideceği gün, âdeta Mahşer Günü idi, tövbe estağfurullah! Bu okuyucu Yahova'nın bizzât kendisi olarak kitapçıya gittiğinde, onun teomorfik yahut egomorfik kulları olması gereken romancılar, önünde el pençe divan durmuş vaziyette bekler olurlardı. (sayfa 159-160)
İhsan Oktay Anar'ın kaleminden sanatçıya ve okuyucuya bir bakıştı bu iki alıntı. Daha bir çok konu üzerine ince ince işlenmiş cümleler kitapta mevcut. Bu düzen içinde, kurgu içinde okumanın keyfi bir başkadır. İnsanların sınıflanması veya incelenmesi açısından başucu kitabıdır!

Keyifle okunacak, özenle saklanacak, sonra tekrar okunacak, üzerine düşünülecek bir kitap! İleride çocuklarıma okutacaklarımdan!

Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan Ocak 2014 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
İletişim Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!

3 Ocak 2014 Cuma

Yaban

0 yorum

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun müthiş eseri. Geçmişte okunan kitapların tekrardan okunması başka bir tattır. Bu da öyle oldu. Yaban'ın o yalnızlığını ta iliklerimde hissederken, o durağan zaman içinde köylünün de davranışları kendim görmüşçesine tanıdıktı. Yaban'da anlatılan konu dışında beni en çok etkileyen, o durağanlık, o ayrıklıktı.

Ahmet Celâl, umumi harpte sağ kolunu kaybetmiş bir subay. Çanakkale Savaşı'nda da bulunmuş... Gazi olunca haliyle ordudan ayrılıyor. İstanbul'a dönmek yerine, erlerinden Mehmet Ali'yle onun köyüne dönüyor. Oradaki köy yaşamına alışmaya çalışırken, aydın ile köylü çatışması temelinde, Kurtuluş Savaşı'ndan bir kesit sunuluyor.

Bu kitap ders kitabı olacak nitelikte bir kitap! Zira kitaptaki karakterlerin, ne kadar tanıdık olduğuna şaşırmamak elde değil! Bununla birlikte, bu tanıdıklığın günümüzden kaynaklanması ise daha da şaşırtıcı bir olaydır! Tanıdıklık içinde, bir ayrıklık içinde savaş yıllarına dönüyoruz. Mehmet Ali'nin akıbetiyse, gözümde çok ince bir göndermedir.
Türk köylüsünün ruhu, durgun ve derin bir sudur. Bunun dibinde ne var? Yalçın bir kaya mı, balçık yığını mı, bir yumuşak kum tabakası mı? Keşfetmek mümkün değildir. (sayfa 20)
-Beyim, geceleri, sabahlara dek mırıl mırıl ne okuyup duruyorsun? Seni büyü yapar sanırlar. (sayfa 21)
Bu çocuk, belki bir daha dönmeyecek. Yüreğimde derin bir kasvetle arkasından yürüyorum. (sayfa 55)
Mehmet Ali yokuştan indi. Dereyi geçti. Tarlaların içinden yürüyerek yola doğru ilerliyor. Dört arkadaştılar. Bir defa dönüp arkalarına bakmıyorlar. Belki bakmayı erlik saymıyorlar. Bunlar belki, yarınki Türk zaferinin isimsiz kahramanları olacaklar. Belki de... Ne olursa olsun şu dakikada uzaklaştıkça küçülen bu dört silüetin, sabahleyin okullarına giden dört çocuktan farkı yok. (sayfa 56)
Nerede okudum, bilmiyorum: Cephe artları, tiyatroların kulislerine benzermiş. Shakespeare'in ve Racine'nin bir trajedesi oynanacak. Sahnede, kralları, kraliçeleriyle bütün bir saray içinin haşmet ve debdebeleri gösterilecek. Fakat bundan önce bir de kulisteki hazırlığı görünüz: Yırtık ve ter kokulu canfes parçalarından bir yığın hırdavat ve bunların arasında yarı aç, yarı tok birtakım zavallı insanlar gelip gidiyor, eğilip kalkıyor. (sayfa 77)
Eğer, ıssız, ücra Anadolu yaylalarından ortasında, uzun müddet kalmışsanız, sizi medenî merkezlerden birine ulaştırmak kudretine haiz olan şeylerden birini görmenin, bir telgraf direğiyle, bir demiryoluyla, bir istasyon binasıyla karşı karşıya gelmenin ne olduğunu mutlaka bileceksiniz. Bilmeyene ise anlatmak çok güçtür. (sayfa 98) 
 Bambaşka bir eser Yaban... Çocuklarıma mutlaka okutacaklarımdan.

Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait 2001 tarihli 40. baskısı. Yakup Kadri'nin elyazısıyla Yaban'ın ilk sayfası da mevcut!

Kitap:
İletişim Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com


25 Aralık 2013 Çarşamba

Travma

0 yorum
Steve Hamilton'ın eseri. Kutu adam. Kilitleri hissedebilen, onlarla konuşabilen bir kişi Micheal. Güzel kurgusuyla ve Michael'ı sürükleyen olaylar içinde tutunacak yer bırakmıyor. Kitap sizi kendisiyle birlikte sürüklüyor.

Kitabın başlangıcında, Michael'ın(Mike) hapiste olduğunu anlıyoruz. Hapisten kendi hayat hikayesini anlatıyor. Michael konuşmuyor! Konuşamıyor. Çocukluğunda başına gelen -mucize çocuk lakabı almasını sağlayan- olay yüzünden konuşamıyor, konuşmuyor. Ketum bir sessizlik içinde! Bu durum, kitap üzerinde tuhaf bir sessizliğe sebep oluyor! Michael'ın iç konuşmaları ise ayrı bir lezzet oluşturuyor kitapta.

Bu sessizlik içinde, iki daldan anlatılan olaylar aralarındaki zaman farkını yok ediyormuş gibi, eşzamanlı oluyormuş gibi bir izlenim uyandırıyor. Bu da kitapta olay örgüsünü daha da ilginç kılıyor.

Maceraseverler için güzel bir macera kitabı.

Bendeki kitap, Koridor Yayıncılık'tan, 2011 yılı baskılı, Ender Nail çevirisidir.




Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.