3 Mart 2014 Pazartesi

Alfabe Fanzin Sayı 9

0 yorum

Bir sayı daha geldi!
Alfabe
dokuz aylık
bir gebe. (sayfa 4 - Ömer Kaçar-Kenarda Kalmışlara...)
 Çiğdem Koç'un imzasını taşıyan, yine muhteşem bir kapakla başlıyor yeni sayı. İlerleyen sayfalardaki çizimler de Çiğdem Koç imzasını taşımaktadır. Arka iç kapak Yaşlı Bunak imzasını taşımaktadır.

Muhteviyat:
Sunuş; Kenarda Kalmışlara... - Ömer Kaçar
Şiir; Rita'nın Şaşırtıcı Gözleri - Mehmet Şimşek
Öykü; Otlar ve Soluk - Fırat Akova
Şiir; 81 - Umut Tugay Temel
Öykü; Saniye - Kübra Kobya
Şiir; Unutmak Üzere - Canset Er
Öykü; Öğrenmek Yolculuğunun Sırları - Birce Altın
Şiir; Düşündereye Ağıt - Burak Çıkırıkçı
Öykü; İsimsiz İlişki - Kerem Şahintürk
Düzyazı; Kime Ne? - Tan Doğan
Şiir; Füg - Ömer Kaçar
Şiir; Nokta - Hakan Özalpuk
Şiir; Yalnızlık - Dilek Ayrıbaş
Öykü; Üç İğrenç Hikaye- Berat Doğan Özkabadayı
Deneme; Epilepsi - Uğur Ufuk Çalışkan
Şiir; Yüksek Mahkemeler Üçlemesi - Berk Çetin
Şiir; Havva Kanı - Ece Çavuşlu
Öykü; İsyan - Samet Yangın
Öykü; Cacık - M. Run
Öykü; İkram - Tuba Kır
Şiir; Yıllar Sonra Günaydın - Mert Öztürk
Şiir; Kısır - Ufuk Aymaz
Deneme; Zamanın Ta Kendisi - Ufuk Dönmez
Söyleşi; Işıl Ölmez İle Fanzin Dünyasına Bir Bakış - Samet Yangın

Ömer Kaçar'ın imzasıyla Kenarda Kalmışlara... sunuşuyla fanzin başlıyor.
Bana öyle geliyor ki anlatamadığımız bir yığın hikayemiz var. Biz -haykırarak tekrarladığınız yeni nesil!- ölmeyi bekleyen eski zaman fotoğraflarını birleştiriyoruz, bir nebze. Bu fotoğrafların pikselleri harflerden oluşuyor, sermayemiz alfabe. 
Rita'nın Şaşırtıcı Gözleri'ne Mehmet Şimşek dipnot düşmüş; Enver İbrahim'den esinle.
büyüdün rita, gözlerin de
gönlü sığ adamları bulandır
 Otla ve Soluk'ta Fırat Akova bir kişi anlatıyor, koşuyor...
Otlar, otlar, otlar... Aralarından sıyrılıyordu durmamacasına. Durmamacasına, bir koşuda alınıp verilen soluk dışında bir şeye tanık olmadı.
Olmadı. Soluk alıp verirken soluklaştı.
81'de Umut Tugay Temel:
Belki bir deniz kenarına, belki öksüz bir sardunyaya
Ama mutlaka gideceğim; 
Saniye'de Kübra Kobya, bir yazarı anlatıyor. Ondört romanı iki deneme kitabı olan bir yazarı anlatılıyor ve yazar daha girişte itiraf ediyor:
Kırk altı saat on dört dakika otuz beş, otuz altı, otuz yedi, otuz sekiz... Sayma, sayma artık! Saniyeleri sayma. Ben öldürdüm. Karımı ben öldürdüm. Aklım yerindeydi üstelik cinnet falan da geçirmiyordum. Böyle yazılmasın gazetelerde. Sakın böyle yazılmasın: "Cinnet geçiren romancımız, eşini ucunu kör bir bıçakla yonttuğu kalemiyle öldürdü." Yazılmasın. 
Unutmak Üzere'de Canset Er:
Cebimdeki hikâyeleri çıkarıyorum,
okumaya başlıyorum,
kelimelerin çoğunu bilmiyorum.
Tasvir edilen zaman, mekân ve kişiler
buradan çok uzakta olmalı,
            öylesine yabancılar;
            biz yabancılara.
Öğrenmek Yolculuğunun Sancıları'nda Birce Altın bize iki insan, bir şehir ve yasak aşkları anlatıyor.
Sakin bir şehirde ya da bir köyde yaşayanlar benim bu apansız mutluluğuma bir anlam veremeyebilirler ama caddelerde, sokaklarda park edilen arabalar yüzünden kaldırımda yürüyemeyenler, evden çıkarken kapılarını defalarca kilitleyenler, geceleri her türlü gürültüyü hırsıza yorup aniden yataktan fırlayanlar, iş çıkışında boş otobüse yetişme telaşında olanlar, metrobüs mücadelelerinde hep kaybetmeye mahkûm olanlar, her gün skandallarla çalkalanan okullarda okuyan ve çalışanlar, yaşlı ve zor yürüyen bir adamın çekilip size yol vermesinin ne demek olduğunu anlayabilirler. Bu demektir ki bu şehir bunca yüke rağmen durabilir ayakta, hâlâ insana inanılabilir, bağırıp çağırmadan konuşmayı, anlaşmayı başarabilir ve bu şehir bizim aşkımızı kabullenebilir.Bu demektir ki bu şehir bunca yüke rapmen durabilir ayakta ve bu şehir bizim aşkımızı da kabullenebilir. 
Düşündereye Ağıt'ta Burak Çıkırıkçı:
Aynı yokuşun sonunda bir ev.
Çok şişman bir kadının cılız sesli kocası
-ister istemez nasıl seviştiklerini merak ediyorsunuz-
Ayakkabısının altına koyduğu gazete kâğıdında
Tarihi çoktan geçmiş bir kaza haberi;
Yine uçurumları tutmuşlar,
İberya'da bir garda,
Şairlerin yazdığı bir gece tirenini devirmişler.
Siyah beyaz fotoğrafta,
Vurulmuş, kan kaybeden atlar gibi hüzünlü insanlar.
İsimsiz İlişki'de Kerem Şahintürk bize bir çift anlatıyor. Bazen aylarca birbirlerinden habersiz yaşayan bu iki insan, aynı evde bir araya geldiklerinde, hiçbir şey olmamış gibi, hayatlarına devam ediyorlar.
Bir de sana âşık olup olmadığımı düşünüyorum. Bunun için hiç dönmeme ihtimalini aklıma getiriyor ve duygularımı kelimelere dökmeye çalışıyorum. Bir insana âşık olup olmadığınızı ancak onu kaybettiğinizde anlarsınız.
Tan Doğan, Kime Ne? diye yazıyor. "çekip gitmiş/gidecek yazar ve şâirlere..." diye ithaf ediyor.
...Ve insan insanı kemirip yok etmiş; ne aş kalmış ne de aşk. Dünya da yokmuş gerçekte, gerçek de, düş de... 
Füg'te Ömer Kaçar, besteliyor:
Sırtımda yük,
sayfalarca kitaplar,
yüküm, sırtımdan ağır.
Çantamda küf kokan
ekmek kırıntıları. 
 Nokta'da Hakan Özalpuk:
Ummanda yol alıyorsun,
kayıkçı kör olsa kime ne!
Yalnızlık'ta Dilek Ayrıbaş:
şu soğuk şubat gecesinde
yalnızlığım tavana vurdu
ben dibe
Üç İğrenç Hikaye anlatıyor bize Berat Doğan Özkabadayı.
Arkasına döndü ve dedi ki: "Ulan Kız Kulesi, sen de az .rosbu değilmişsin!" 
Epilepsi'de Uğur Ufuk Çalışkan, toplum üzerine bir deneme yazıyor:
Esir alındığımız tiranlık. Toplum dediğimiz şey aslında bir karton yumurta, yani yığınların bir araya gelmesinden daha kötü ne olabilir ki? Ben-sen-biz-siz-onlar… Aslında olmayan bir bireycilik ve sahte bir empaticilik oyunundan başka bir şey değil. Hepimiz buna kendi içimizden birer lider seçerek katılır, daha sonra yönlendirilmeyi bekleriz. Aslında buna birlik ve bir olmak da denir.
Yüksek Mahkemeler Üçlemesi'nde Berk Çetin:
Herkes biraz az insan biraz fazla konuşkan
Meramıdır herkesin biraz daha az ölmek 
Havva Kanı'nda Ece Çavuşoğlu:
havanın elleri kesik, havvanın kanı akıyor
harman niyetine, tüm bildiklerini yakıp önüne
koyarsan belki, bir bardak demli çay eder 
İsyan'da ben varım. Alfabe Fanzin, dokuz sayı olmuş, dokuz ay demek... Zamanın bu hızı ardında birikmişleri görmek ayrıca güzel. Herkesin, kalemine, fırçasına sağlık!

Cacık'ta M. Run bize Manço Dede'yi anlatıyor:
Ha!..
Bir de Manço Dede var.
Onu atlamak olmaz.
O ölünce annem iki gün boyunca ağlamış. Neyse ki ben onu ölümsüz olduğu zaman tanıdım.
Kara sevdayı,
sevdiğimizi allayıp pullamayı,
can bedenden çıkmayınca unutulamayacağını,
deveyi hendekten atlatmayı,
Âdemoğlunun kızgın fırın, Havva kızının mercimek olduğunu ondan öğrendim.
Bence iyisi mi siz Manço Dede’nin “Cacık” adlı şarkısını dinleyin. Orda tam da benden bahsediyor. 
İkram'da Tuba Kır, bize bir evsizi -en iyi dostu köpekler- anlatıyor.
Sevinçle dumanı tüten tavuk suyuna çorbasını ağzı yana yana, çabuk çabuk, bol ekmekle kaşıkladı. Yan masada oturan küçük kızın onu izlediğini epey sonra fark etti. Birbirlerine gözleriyle gülümsediler. Çocuğun annesi: “Bu tabak bitecek, önüne bak!” diyerek kızını çekiştirdi. Evsiz adam umursamadı ve önüne konan ne varsa günlerin açlığı ve iştahıyla sildi, süpürdü. Yine ayaklarını sürüye sürüye kalabalık muhallebiciden çıktı.
Yıllar Sonra Günaydın'da Mert Öztürk:
Öyle yorgunum ki kıvrılıverdim yanlarına
bundan böyle sekiziz biz
efsanelerdeki yeni eskiz 
Kısır'da Ufuk Aymaz:
Dilinden irin akanların kurtuluşu
Bir suskunlukla gelecektir.
Ey çok sesliler!
Azaltın ağırlığınızı,
Bir gün mutlaka vazgeçeceksiniz. 
Ufuk Dönmez Zamanın Ta Kendisi'nde -adından da anlaşıldığı üzere- zamanın denemesini sunuyor.
Dört duvarı terk edip de sokağa adımını attığında insanların ne kadar şanslı olduklarını görüyorsun. Senin yaşında olup da eşi, çocuğu, ailesi olan var. Sense hâlâ şarabı keyiften ağzına sürebilmiş değilsin. Varsa yoksa aşk acısı, arkadaş kazığı, aile dramı. Neden bunlar hep benim başıma geliyor, diye düşünürsün. Aslında herkes bu lafı bir kez etmiştir hayatı boyunca ama etrafındaki insanlara bakınca bu lafı en çok senin kullanman gerekir gibi gelir hep sana. Çünkü herkes mutludur. Belki de mutlu görünüyordur. 
Işıl Ölmez İle Fanzin Dünyasına Bir Bakış'ta Işıl Ölmez -Koton Kitap Genel Yayın Yönetmeni- ile söyleşimiz mevcut. Buradan bir kere daha kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.

Bir sayı daha...

Alfabe Fanzin
İmge Kitabevi
Twitter'da
Facebook'ta

25 Şubat 2014 Salı

Sherlock Holmes Dörtlerin İmzası

0 yorum
Martı Yayınları'ndan dört kitaplık Sherlock Holmes serisinin ikinci kitabı. Bir günde biten kitap, kendini tekrar okutturuyor!

İlk Kitap:
Sherlock Holmes Kızıl Dosya

Kapağı ayrıca hoşuma gitti. Arkası dönük olan kişi BCC'nin güncel Sherlock Holmes uyarlamasında oynayan Benedict Cumberbatch'in siluetini anımsattı. 

Bayan Morstan, Cecil Forrester'in yanında çalışmaktadır. Babası on yıl kadar önce kendisine bir ulaşmış ve Londra'da bir otelde buluşma ayarlamışlardır. Ancak babası buluşmaya gelmemiştir. Bayan Morstan ne kadar babasını bulmaya çalışsa da bulamamışdır. Altı yıl kadar öncesinde kulağına kendisinin arandığı haberi gelmiştir. Bayan Morstan iletişim bilgilerini gazeteye ilan vermiştir. Böylelikle kendisine her sene çok nadide bir inci gönderilmiştir. Bayan Morstan ne kadar uğraşsa da göndericiye ulaşamamıştır.Bayan Morstan'ın Sherlock Holmes'e gelmesinin nedeni ise, gönderici kendisiyle iletişime geçmiş ve bir buluşma ayarlamıştır! Sherlock Holmes ve Dr. Watson çok ilginç bir hikayenin derinliklerine ineceklerinin farkında değillerdir.

Gerçek anlamda bir gün içinde biten bir kitap. 

Bendeki kitap Cumhur Mısırlıoğlu çevirisiyle Martı Yayınları'nın Mayıs 2013 tarihli baskısı.

Kitap;

24 Şubat 2014 Pazartesi

Yeniçeri Kılıç Kından Çıkınca

0 yorum

Hakan Kağan romanı. Yeniçeri Ocağı'nı 3. Selim zamanındaki Nizam-ı Cedid yüzünden gerçekleşen isyandan (Kabakçı Mustafa İsyanı) başlayarak anlatılıyor.

Elvan, doğrudan Sultan 3. Selim'e bağlı bir görevlidir. Sultan Selim'in verdiği görevle hayatına devam etmektedir. Hakan Kağan öykünün temelinde Pir Elvan'ı işlemektedir. Tarihi bir roman olduğu için bazı olayların birden bire sonuçlanması beklenmiyor. Çünkü o noktaya kadar nazlı bir örgü varken, sonucun birden karşınıza çıkması olay örgüsünde bir aksaklıkmış gibi hissettiriyor. Bununla birlikte, olayları birazcık renklendirmek adına olsa gerek, Behiye karakteri var ki olmasa da olurmuş... Bunlara rağmen okuması güzel bir roman karşımıza çıkıyor.

Okuma esnasında bağlantıların koptuğu anlar olabiliyor. Birazcık da Yeniçeri tarihine bağlı kalmak adına yapılmış gibi görünüyor.

Bektaşi Tarikatı'na eğilim de kitabı ayrıca güzel kılıyor. Yeniçeri ile Bektaşi birlikteliği güzel işlenmiş. Bunun yanısıra Kazan Kaldırma'yı bir romandan okumak insanı o günlere götürüyor.

Bu tip romanların sayısının çoğalması gerekmetedir. Bununla birlikte takvime çok da bağlı olmaksızın kurgusal romanlar da ilgi çekici olacaktır. Sadece Elvan'ın çalışma şekli üzerine bile bir roman çıkacağına inanmaktayım.

Kitabı okurken bir tarih kitabı havasında okumadığım için takvimle ve isimlerle pek fazla ilgilenmedim. Ancak bu yine de Kabakçı Mustafa İsyanı'nın bir roman şeklinde okumak ayrı bir zevk oldu.

Hakan Kağan ile bu romanla tanıştım. Süslü bir üsluba sahip. Takvimin sabitliğini yumuşatmak için böyle bir yol seçmiş gibi.
Güneşin turuncuya dönen ışıkları, ahşap evlerin damlarına yenice yüz sürmüştü ki Frenk kulesi dibinden bir doğan havalandı. (sayfa 9)
"Eski bilmeler demiştir ki; üç şey vardır ki ateş gibi yakıcıdır. 'Krallarla arkadaşlık etmek, kadınlara sır vermek, bir de acaba zararı dokunur mu diye zehir içmek.' İktidar zehirdir, ona kavuşmak için krallarla arkadaşlık etmek gerek." (sayfa 139)
Galip'i kucaklarken biliyordu ki hiçbir toprak parçası, hatta padişahın bütün mülkü bir oğul etmezdi. (sayfa 216) 
 Bendeki kitap Timaş Yayınları'ndan Eylül 2009 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
Timaş Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

20 Şubat 2014 Perşembe

Beyaz Diş

0 yorum

Jack London eseri. Bir köpek, kurt kırması yavrunun maceralarını anlatıyor. Anlatmakla kalmıyor, yaşatıyor. Bu kadar göze aşina ancak bir o kadar da yabancı bir kahramanla karşı karşıyayız. Rüyalara işleyecek kadar derin bir eser.

Beyaz Diş, Kiche adlı dişi köpek ile, Tek Göz adlı kurdun yavrusudur. Kiche, evcilleştirilmiş ancak sonradan insanlardan kaçmış bir köpektir. Ancak bir gün Beyaz Diş, dünyayı yeni yeni tanıyan o yavru haliyle yuvasının yakınındaki nehre su içmeye gider. İşte ilk olarak burada insanla tanışır. Daha sonra annesinin de nehrin kenarına gelmesiyle Kiche onları tanır ve Beyaz Diş'in insanlar arasındaki macerası bu şekilde başlar. Kızılderili sahibi onu döverek terbiye eder. Böylece Beyaz Diş ile sahibi arasında korkuyla örülmüş bir bağ oluşur. Diğer yandam kabilenin diğer köpekleri de Beyaz Diş'i hırpalar. Beyaz Diş'in mizacı bu iki etmen arasında gelişir.

Beyaz Diş'in son sahibine kadar başından geçen her deneyimin, yıllar sonra hala aynı şekilde kaldığını görmek daha da tuhaf bir durum.

Beyaz Diş'in insana bakışı da çok ilgin. Başta insan hayvan olarak nitelerken daha sonra tanrı olarak nitelemeye başlıyor. İnsanın bu tanrısallığının ellerini ve çevreyi kullanabilmesinden ileri geldiğini düşünüyor.
Eğer yavru, insanlar gibi düşünseydi, hayatı tükenmek bilmeyen bir yemek isteği, dünyayı ise içinde yiyecek yığınlarının sıralandığı bir yer olarak özetlerdi. (sayfa 26)
Diğer yandan Jack London, döneminde Kızılderililerin yeri açışından da ırkçı sayılabilecek bir eser ortaya koyuyor.
Beyaz Diş ilk beyaz adamı Fort Yukon'da gördü. Tanıdığı Kızılderililerle karşılaştırınca başka bir ırktan, yüksek tanrılar ırkından olduğunu düşündü. (sayfa 80)
Bendeki kitap Kumsaati Yayınları'ndan Kerim Çetinoğlu çevirisiyle 2010 baskısıdır. Kumsaati Yayınları'nda alışık olduğumuz baskı veya yazın hataları mevcut. Ancak Beyaz Diş'in hayatı o kadar çok içine çekiyor ki bu hatalar görünmüyor.



17 Şubat 2014 Pazartesi

Kayıp

1 yorum

Harlan Coben ile tanıştığım kitap oldu. Kitabın arkasında Harlan Coben'in kısa bir özgeçmişi bulunuyor. Burada Harlan Coben'in eserleri bir deha olarak nitenlediği yazılmış. Maalesef benim için bir deha ürünü değil. Hatta büyük bir esinin ürünü olduğunu bile rahatlıkla söyleyebilirim. 2013'ün Ekim ayında hayatını kaybeden Tom Clancy tarzından öteye gidememiş... Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki -kitabın içinde geçtiği için- deha olan Sherlock Holmes'tür.

Kitabın kurgusu ve hareketi sizi içine çekiyor. Bununla birlikte maceranın bolluğu, kitabın bir aksiyon filmi tadında geçmesini sağlıyor. Kitabın kahramanı, tipik bir Amerikalı kahraman: Myron Bolitar. Bir kişi temsilciliği firması işletiyor. Gençken büyük gelecek vadeden basketbolcu, ancak dizini sakatlaması dolayısıyla sporculuğu bırakmak zorunda kalmış. Ancak yılmamış(?) üniversitede hukuk bitirmiş bir kişi. Yeri geldiğinde şiddete başvurmaktan kaçınmayan -Arkadaşı Win ile birlikte Rambo'yu anımsattılar bana- bir kişi. Ancak bencilliğinin farkında olması karakteri bir adım öne geçirdi. Ancak bununla birlikte benim gözümde birazcık da aptal bir karakter oluştu.
"Bazen böyle cuk oturturum lafları. Huyum kurusun." (Myron Bolitar söylüyör.) (sayfa 22) 
Bununla birlikte işin nasıl hallolduğu bilinmeyen kısımlarını, arkadaşı -Batmanvari-  Windsor "Win" Horne Lockwood, III. halletmektedir.  Win, babadan zengin -ama mirasyedi değil; parasına para katmayı bilmiş- bir kişidir. Çeşitli bağlantıları sayesinde bir şeylerden haberdar olan, ihtiyaç duyulduğunda ortaya çıkan, işleri halleden bir kahraman. Deli dolu bir tiptir. Esperanza, işin ofis kısmına, araştırma kısmına bakan, temkinli kahramanla ekip tamamlanıyor.

-Myron Bolitar serisinin önceki kitaplarında tanıştıklarını düşündüğüm- Therese sekiz yıl aradan sonra Myron'a telefon ederek onu Paris'e çağırmasıyla olaylar başlıyor. Therese ile Myron, ruhsal çöküntü zamanlarında adada tanışmışlardır. Birbilerine soru sormadan birbirlerine destek olmuşlardır. İşte bu noktadan sonra Harlan Coben'in merak unsurları devereye giriyor. Therese neden Myron'u Paris'e çağırır? Paris'te ne olmuştur?

Tuhaf bir son kitabın sonunda okuyucularını bekliyor.

Burada söyleyeceğim, kitabın doğruca sonuyla ilişkili bir konudur; kitabı okumadıysanız ve okumayı düşünüyorsanız bu paragrafı atlayarak sonraki paragrafa geçmenizi tavsiye ederim. İslami terör üzerine eğilen bu kitabı diğerlerinden ayıran, Arapların yahut Ortadoğu toplumlarının esmer bir ırk veya toplum olmasına gönderme yapılarak, mavi gözlü ve sarışın insanların terör aracı olarak kullanılmak üzere istedikleri her yere sızabilecekleri fikri bana pek de dahiyane gelmedi. Zira bir terör örgütünün "insanlar bizi ten rengimizden ayırt ediyor, onlara benzeyelim" düşüncesi güttüğünü düşünmüyorum. Öyle bir tutum terörü savunan ideolojinin de asimilasyonu anlamına gelmektedir. Terör örgütü kendi ideolojisi uğruna şiddete başvururken -yani bu derece kendi fikirlerine saplantılıyken- saldırdıkları insanlara benzeme düşüncesi kesinlikle abestir. Bu düşüncenin İslami terörden veya terörden korkan Amerikalıların -Amerikan edebiyatı ürünü olduğu için onları işaret ettim- biraz esmerce gördükleri her insanı neredeyse terörist ilan etme boyutuna varan paranoyanın bir ürünü olduğunu ve bunun ırkçı bir tutum olduğunu düşünüyorum.

Harlem Coben benim gözümde dahiyane eserler sunmamış olabilir, ancak kesinlikle çağımızı ve yaşayış şeklini edebi olarak kayda geçirmiştir.. Bu da onun adının anılması için yeterlidir. Aksiyonu bol, merak unsurları bol bir kitap. Bu merak unsurları okuyuşu hızlandırmaktadır. Ancak hareket içinde kurgunun eksik kalan yönleri gözden kaçmaktadır. Örneğin kitabın temel öyküsüyle hiçbir alakası olmayan Myron'ı tanıtmak ve belki de haklı göstermek adına dört, beş, belki de daha fazla, bölüm bulmaktadır. Ancak bu bölümler yeterli olmamış ki yukarıdaki gibi cümleler de sarfederek Myron bize kendisini anlatmaya çalışıyor.

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim birkaç yazın konusu var.
1) Özel isimlere gelen yapım ekleri kesme işaretiyle ayrılmaz!
2) "Her şey" ayrı yazılır! "Herşey" diye yazılmaz!
3) "Mail" kelimesi Türkçe değildir!

Harlan Coben aksiyonu bol bir macera romanı sunuyor! Sonrasında ne olacağını merak ederek, sonunu öğrenmeden elinizden düşüremeyeceğiniz bir kitap.
"Peki söyler misiniz o zaman neden buradayız?" (Myron, çatıya çıkışlarını soruyor.)
"İçeride sigara içmek yasak ve müthiş derecede sigaram geldi."
Derin bir nefes daha aldı.
"Başlangıçta sigara yasağı bana da gayet cazip gelmişti. Dışarı çıkmak için beş kat aşağı inmek bana spor olacaktı biraz. Ama bu sefer de sigaradan tık nefes olmaya başladım."
"Sigarayı bıraksaydınız o zaman."
"Ama o zaman da sporu bırakmış olacaktım. Anlatabiliyor muyum?" (sayfa 81)
Bendeki kitap Martı Yayınları'nın Elif Sezginci çevirisiyle Ocak 2010 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr




14 Şubat 2014 Cuma

Köpek Düşleri

0 yorum
Markus Zusak'ın ilk kitabı. Kitabın adı Köpek Düşleri olsa da kitapta belirli bir köpek yok, komşunun köpeği dışında. Ancak anlatıcı kahramanın soyadı "kurt" anlamına gelen kelimenin -Wolf- kökünden türüyor. Markus Zusak, üslubuyla yine bambaşka bir dünyaya götürüyor.

Cameron Wolfe, Wolfe ailesinin en küçük üyesi. 15 yaşında. Bir büyüğü, Ruben. bir büyükleri Sarah ve en büyükleri Steven. Anne ve babayla birlikte 6 kişilik aile. Sarah'nın erkek arkadaşı Bruce da evin içinde...

Cameron'ın hayatı keşfi yolunda, çok da şatafatlı olmayan bir yolda ona eşlik ediyoruz. Gününü de rüyalarını da bizlere aktarıyor.
"Oku," dedi. (Cameron'ın babası.)
"Neden?" (Cameron)
"Çünkü okuma sabrın olmazsa hiçbir şey öğrenemezsin. Televizyon sana bunu veremez. Kafanı bomboş yapar." (sayfa 27)
Bir anda, kendim için hiç dua etmeyişimin ne kadar tuhaf olduğunu düşündüm. Kurtarılamayacak durumda mıydım? Bir duayı bile hak etmeyecek kadar sefil miydim? Belki. Belki. (sayfa 87)
"Hey, neden dövüşen sadece bir kişi var?" Yine yanımda duran adama soruyorum bunu.
Bu kez bana bakmıyor. Hayır. Bakışları çemberin ortasındaki çocuktan ayıramıyor; çocuk o kadar şiddetli dövüşüyor ki kimse ondan başka bir şeye bakamıyor.
Adam benimle konuşuyor.
Bir cevap.
"Dünyayala savaşıyor," (sayfa 91)
"Kazanabilir mi?" (sayfa 92) 
Orada durup kahkahalara boğulmuşken, yanımdan gelip geçen insanlar muhtemelen delirdiğimi, uyuşturucu kullandığımı ya da içtiğimi filan düşünmüş olmalıydılar. "Neye gülüyorsun sen?" der gibi bakıyorlardı. Ama ben kendi hayatımda durup kalırken, onlar hızlı adımlarla kendi hayatlarına doğru yürüyorlardı. (sayfa 149-150) 
Belki de insanın en olgun çağı ergenliktir. Duyular o kadar açıkken, bir şeyleri değiştirmeyi o kadar isterken, hiçbir şeyin değişmediğini farketmek, hiçliğin de hiç olmadığını, bir düşünce, bir fikir olduğunu anlamak güzeldir.

Cameron Wolfe, düşleriyle birlikte, çok da değişik bir hayat yaşamıyor aslında. Ama bu sıradanlığı onu daha da değerli kılıyor.

Son zamanlarda meşhur olan övgü cümlelerine itibar etmem lakin Niv York Taymıs'ın "Hiçbir çığlık bu kitabı abartmaya yetmez!" cümlesini gerçekten beğendim. Zira kitabın sonunu okuyunca bu cümle çok daha değerli oluyor.

Serinin diğer kitapları;

İt Dalaşı
Köpekler Ağladığında

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri çevirisiyle, Ağustos 2013 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Dr.com.tr

13 Şubat 2014 Perşembe

Kayboluş

0 yorum

Ken Grimwood ile tanıştığım kitap. Çok ilginç bir bilimkurgu eseri.

Elizabeth Austin, 1963 yılında epilepsi ile tanışan, buluğ çağına yeni girmiş bir genç kızdır. Üniversite hayatına kadar epilepsi ile mücadele ederek, sosyal yaşamdan soyutlanmış bir yaşam sürmüştür. Üniversitede David Auistin ile tanışıp evlenmiştir. Evlilikleri kör topal ilerlerken Elizabeth epilepsi ile mücadele için yeni ve deneysel bir tedavi yönteminden haberdar olur. Dr. Garrick ile tanışıp bu deneysel tedaviyi kabul eder. Beynine yerleştirilecek bir çip ile, Elizabeth sara aurasını hissettiğinde bu çipi uyaracak ve böylece sarası başlamadan engellenecektir. Bunun yanı sıra Dr. Garrick Elizabeth'e birden fazla çip takarak, beyninin haritasını çıkartmak ister. Beynin sessiz bölgelerini de uyaracak olan bir dizi çip ile deneyler başlar. 12 numaralı çip, Elizabeth'in hayatını değiştirecektir.

12 numaraları çipin uyarılmasıyla Elizabeth gözlerini Viktoryen İngiltere'de açar! Ancak bunu analaması için, 12 no'lu çipin çok defa çalıştırılması gerekmektedir. Doktorları Elizabeth'in gördüklerini sanrı olarak görürler. Ancak bu sanrıların zararsız bir zevk merkezinde tanımlayamadıkları biçimde olduğunu kabul ederler ve Elizabeth'in çiplerini çalıştıran kumandaya 12 numaralı çipi de çalıştıran bir düğme eklerler.

Elizabeth taburcu olduktan sonra, bu düğmeyle diğer gerçekleği takibe başlar. Bir başkasının -Jenny Curran- zihnindedir, içindedir. Ancak onun bedenini kontrol edemez. Onun hissettiği her şeyi hissederek, Jenny'nin zihnine misafirdir. Jenny'nin kötücül planlarını öğrendikten sonra Jenny'nin bedenini kontrol etmek ister ve bizi çok ilginç bir sona sürekler!

Kitabı okurken ister istemez, acaba zihnimde bana misafir(!) bir başka benlik var mı diye sorgulamak rahatsız ediciydi. Benliğimin içinde benden bağımsız bir benlik kabul edilebilir bir durum değil. Ancak diğer yönden acaba başka bir zihne misafir olabilir miyim düşüncesi de bir o kadar ilginç!

Ken Grimwood kitabını 1976 yılında yayımlamış olmakla birlikte Elizabeth'in hikayesine 1963 yılından başlamıştır. İşin bilim kurgusundan ziyade felsefi kısmıyla ilgilenmek daha güzel.

Elizabeth'in deneyleri kabul etmesi de ayrıca ilginçtir. Beyninde, işlevi bilinmeyen bölgelere yerleştirilmiş yongalarla uyarılacak ve ortaya ne gibi etkilerin çıkacağı meçhul. Ancak buna rağmen hırsla deneyleri kabul ediyor...
Herkesin beyninde farklı bir farkındalık ve algı olduğunu anladım; insanların duyguları benimkilere benzer ancak yine de farklılar. (sayfa 160)
Bendeki kitap; Elif Özkaya ile Seçil Ersek'in ortak çevirisidir. Koridor Yayıncılık, kitabın ilk baskısını 2010 yılında yapmış.
Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com




10 Şubat 2014 Pazartesi

Arsen Lüpen Bütün Maceraları-1 813

0 yorum
Maurice Leblanc'un unutulmaz karakteri Arsen Lüpen'in, Güncel Yayıncılık'ın oluşturduğu serinin ilk kitabı. Arsen Lüpen'i okurken, Sherlock Holmes pastişlerini görmemeniz imkansız. Zaten seride Herlock Sholmes karakteri bulunmaktadır ki bu Sherlock Holmes'ün, Maurice Leblanc gözünde ta kendisidir. Bununla birlikte Arsen Lüpen'in köpeğinin adı Sherlock'tur. Bu da kitabı biraz daha ilginç kılmaktadır. Döneminde gerçekleşen hararetli tartışmaları da bugün gibi hissetmemek elde değil! Bu da ayrıca güzel bir tat oluşturuyor. Gönül isterdi ki, döneminde, bu hararetli tartışmayı edebileyim...

Serinin kitapları:
813
Oyun İğnenin Esrarı
Kontes Cagliostro
Saat Sekizi Çaldı

Arsen Lüpen, Kibar Hırsız. Pırlantı Kralı Rudolf Kasselbach, Paris'e gelmiştir. Bu arada peşinde olduğu çok gizli bir projesi vardır. Bu da Arsen Lüpen'i cezbettiği gibi başka insanları da cezbetmektedir. Arsen Lüpen, bu projenin peşine düşer ve Kasselbach ile görüşme ayarlar. Bu görüşme Arsen Lüpen'in incelikli hesaplarıyla gerçekleşir. Ancak ertesi gün dairesine kendisine ziyarete gelenler müfettiş tarafından ölü bulunur ve üzerinden Arsen Lüpen'in kartviziti çıkar. Arsen Lüpen gerçekten Kasselbach'ı öldürmüş müdür? Araştırmalar devam ederken. Kasselbach'ın bankada sakladığı kutusundan "Apoon" kelimesiyle "813" yazan etiket çıkar... Bu gizler birbirini kovalarken ilginç bir hesaplaşmaya şahit oluyoruz.

Arsen Lüpen, -klasik tabir ettiğimiz- Fransız milliyetçisidir. Bunu eser içinde ilerledikçe görüyoruz. Uluslararası durumlarda tutumu aşağıdaki gibi. Bunu bu kadar açık söylediği gibi, bazen de sadece sezdiriyor.
"O zaman benim hizmetime girin! Muhafız alayımın kumandanlığını vereyim size. Kendi kendinizin efendisi olacaksınız. Her türlü yetkiye sahip olacaksınız; polise dahi emredebileceksiniz."
"Olmaz, Efendim."
"Niye?"
"Ben bir Fransızım."
Bir an sessizlik oldu. Cevap İmparator'un hoşuna gitmemişti:
"Ama siz artık her şeyle bağınızı koparmışsınız..."
"Bu bağ kopmaz, Efendim."
Ve Lüpen gülerek ekledi:
"İnsan olarak ben bir ölüyüm, ama Fransız olarak canlıyım. Majestelerinin bunu anlamamalarına akıl erdiremiyorum." (sayfa 379)
Arsen Lüpen'in o meşhur nüktedanlığını ise biraz araştırmak gerekiyor. Zira her zaman yaptığının bir nüktedanlık olduğu anlaşılmıyor. Kendisi söylüyor. Bu da sanki zoraki bir kabullendirme durumu gibi oluyor. Böylece, zaten kabil olan, şişkin egosuyla karşılaşıyoruz. Ancak bazen o nüktedanlığı gerçekten yakalayabiliyoruz.
"Yarın, senin evinde. Kaçta?" (Lüpen)
"Saat birde." (Baron)
"Orada olacağım. Saygılarım."
"Haa, bir şey daha var. Silahlarını beraberinde getir."
"Neden?"
"Dört tane uşağım var; sen tek başına olacaksın."
"Yumruklarım var," dedi. "Parti eşit koşullarda gerçekleşecek demektir."
Arkasını dönüp giderken bir ara dönüp seslendi:
"Bir şey daha var, Baron. Sen yanına dört adam daha al."
"Niye?"
"Karar verdim. Kırbacımla geleceğim." (sayfa 142)
Bendeki kitap Güncel Yayıncılık'tan Saffet Günersel çevirisiyle Eylül 2003 baskısı.

Kitap:
Güncel Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com


7 Şubat 2014 Cuma

Bu Gece Pera'da

0 yorum

Jale Sancak ile Galapera Kültür ve Sanat Derneği sayesinde tanıştım. Son kitabından önce ilk kitabını merak etmiştim. Bu Gece Pera'da Jale Sancak'ın öykülerini topladığı ilk kitap. Basım tarihi 1989. Öykülerinde şiirsel bir anlatım ve yazım dikkat çekici. Nesir ile nazım iç içe! Haliyle semboller de ağırlıklı.

Jale Sancak dönemin uluslararası ve ulusiçi kültürel etkileşimi öykülerin üzerinde büyük bir çatı oluşturmuş. Türk isimleriyle yabancı isimler iç içe. Kültürel çatışmanın izleri olduğu gibi kültürel birleşmenin de birer yansıması. Bunalmış hayalgücünün, yer yer edebiyata kaçışı, yer yer Amerikan Rüyası arayışı ve yer yer Avrupa sahnelerine çıkışı bunların göstergesi. Dönemi doğrudan anlatmak yerine, insancıl öykülerle, kişileri okuyoruz. 1989 yılında basılmış kitapta şu cümleye ayrıca dikkat çekmek isterim:
Hırant, dışarıdaki amansız çatışmanın bitmesine rağmen sokağa çıkmıyordu artık.(sayfa 75)
İçindeki öyküler şu şekilde:
Eski Sesler
Saint Teofilos'un Güvercinleri
Norma Jean Baker ve Hıfsiye
Sonsuz Bir Dans
Düş
Bu Gece Pera'da, Şükrü Beydeyiz
Yarımada
Alp'in Krallığı
Ressam
Eski Sesler'e Jale Sancak;
Eski bir ses
haziran ikindisini hatırlatıyor. 
dizeleriyle başlıyor ve Kör Hüsniye'nin hayatını bizlere aktarıyor.

Saint Teofilos'un Güvercinleri'ne Jale Sancak;
Saint Teofilos uyandı.
İlkin penceresini açtı.
dizeleriyle başlıyor ve bize Saint Teofilos'u, onun güvercinlerini ve taşıdıkları ruhları anlatıyor.

Norma Jean Baker ve Hıfsiye'ye Jale Sancak;
Öteki adını kullanmayacağım,
Norma Jean Baker diyeceğim ben ona.
dizeleriyle başlıyor. Dönemin kadının maruz kaldığı kültür çatışmasını ve buna bağlı olarak gelişen iç çatışmasını anlatıyor.

Sonsuz Bir Dans'a Jale Sancak, bir uyarıyla başlıyor: Lütfen Yüksek sesle okuyunuz. Kendinizi bir tiyatro sahnesinde hissettirecek bir öykü! Sahnelenen bir aşk öyküsü.

Düş'te Jale Sancak bize Delta'nın gördüğü bir düşü, bir sahne rüyasını aktarıyor.

Bu Gece Pera'da, Şükrü Beydeyiz'e Jale Sancak;
Birlikte çıktık.
Niça'nın kapısını çaldık.
dizeleriyle başlıyor. Zarif Şükrü Bey'in naif hayatı anlatılıyor.

Yarımada'ya Jale Sancak;
Bir geceyarısı yitik denizciler geri dönecekler
yarımada'ya.
dizeleriyle başlıyor. İnsanlı bir yarımada öyküsü böyle başlıyor.

Alp'in Krallığı kitaptaki tek tamamı nesir olan öykü. Genç Alp, ailesi ve Alp'in krallığını okuyoruz.

Ve son olarak, yukarıda alıntıladığım bir cümlesi bulunan öykü, Ressam. Bir ressam anlatılıyor bize yazar dostuyla birlikte.

Sararmış yapraklarıyla geçmişe gittiğim bu hayal aleminden fırlamış gibi duran bir kitap...

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan; Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait, 1989 baskısı.

Kitap:
Can Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com
Nadir Kitap

Yeşil

0 yorum

Ted Dekker ile tanıştığım kitap. Maalesef, beklentilerimin altında...
Tarih Kitapları'na göre, 2010 yılından sonra meydana gelen her şey aslında M.S. 4036'da başladı. (sayfa 5)
Bu cümleyi okuduktan sonra ilk düşüncem, 2010 yılı ve sonrasındaki insanlar, kendilerini 2010 yılında zannetmelerine rağmen M.S. 4036'ta yaşamaktaydılar. Bu yanılsama fikri çok hoşuma gitmişti. Ancak işin aslı, M.S. 4036 ile 2010 yılı farklı zaman hızlarında olmak üzere aynı anda yaşanmaktadır. M.S. 4036'lı yılların 10 yılı 2010'ların 30 küsür yılına tekabül eden bir oran geçiyor kitabın içinde. İlk hayal kırıklığım bu şekilde gerçekleşti.

M.S. 4036'lar 2010'ların geleceği durumunda. Aynı dünya üzerinde geçtiğini varsayıyorum. Çünkü kitap içinde buna benzer bir ibare göremedim, gördüysem de dikkatimden kaçmış olması çok olası. Çünkü peşpeşe iki cümle arasında konu bağlantısı hiç olamayabiliyor. Böylece Ted Dekker'ın üslubundan beklentimi düşürmeye başladım.

Ted Dekker, bu ikili zaman dünyasını 4 kitaplık bir seri halinde düşünmüş. Birinci kitabın adı Siyah. Yeşil ise sıfırıncı kitap. Ted Dekker, istersek birinci kitaptan başlayıp sıfırıncı kitapla seriyi bitirebileceğimizi, istersek de sıfırdan başlayıp üçüncü kitapta seriyi bitirebileceğimizi söylüyor. Yani bir çember oluşturduğunu belirtiyor. Bu olay çok büyük bir risk teşkil ediyor. Bu sebeple de kitap içinde 1-2-3-0 sıralamasıyla okuyacakların anlayabileceği bir çok nokta bulunmaktadır. 0-1-2-3 sıralamısıyla okuyacaklar ise 1-2-3'te ne olduğunu merak ettirmeyi amaçlayan gizli noktalar bulunmakta. Bu da okumayı daha da sıkıcı hale getiriyor.

Thomas Hunter, M.S. 4036 ile 2010 yılı ikili zaman dünyası arasında geçiş yapan ilk kişi. Ancak biz Yeşil'de Thomas Hunter'ın ilk geçişini değil, son geçişinden gelecek zaman yılına göre 10 yıl sonrasını okuyoruz. Bununla beraber tahmin ettiğim bir olay da şudur: Ted Dekker Thomas Hunter'ın ilk geçişin (artık hangi kitaptaysa) nasıl olduğunu anlatmayarak, sıfırıncı kitapta bu geçişin detaylarını vererek son kitap vasfı kazandırmak istediğini düşünüyorum. Böylece Thomas Hunter gelecek zaman yılına göre 10 yıl öncesinde bu ikili zaman arasında bir geçiş yaparak dünyayı kurtarmış...

Bu -muş'lar kitap içinde ilginç şeylere sebep olabiliyor. Mesala, birden gelecek zaman yılındaki meyvelerin aslında iyileştirici ve güçlendirici gücü olabiliyor. Yahut, bir bölüm öncesinde bir yere giden ve ne yaptığı bilinmeyen karakterlerden biri, cebinden bir şey çıkartabiliyor... Böyle mesela şu da varmış, çocuksuluğuyla oluşturulmuş gelecek zaman var. Ancak diğer yandan şunu da düşünüyorum. Ted Dekker, böyle bir rastlantıların sebeplerini diğer kitaplarda anlatmış olabilir. Yahut böyle umuyorum.

İkili zamanda, M.S. 4036'lı yıllarda fantastik bir dünya, tam olarak hayal edemediğim garip konuşan yaratıklar ve tuhaf tanrılar -ya da tanrı çocukları veya ona benzer şeyler- var. Thomas Hunter, Elyon adlı bir tanrıya tapıyor ve bu tanrı tipik iyi. Thomas Hunter'ın gelecekteki karısı (çünkü 2010'larda başka bir kadın daha varmış meğer) tipik kötü tanrıyı -Teeleh- izleyen ve alsında kafası karışık olan kumandan Qurong'un kızıdır. Ve Thomas Hunter'ın oğlu Samuel de Elyon'un amacını (ne olduğunu tam anlamadığım bir amaç) düşmanla savaşarak gerçekleştirmek istiyor. Oysa ki Hunter'ın takipçileri savaşmayı bırakmış barışçıl bir topluluktur. Yani Samuel yoldan çıkmıştır. İşte böylece tipik; iyi ve kötü arasında gerçekleşen bir entrika var.

Karakter listesine gelince, gerekli gereksiz (belki de hepsinin ilerideki kitaplarda bir yeri vardır) bir çok isim var. İsimlere boğulmamak elde değil. Bu isim kalabalığı arasında, bazı isimler önce çıkıyor ki onlar zaten başkahramanlar... Ancak bir zaman sonra öyle bir ismin varlığını bile unuttuğunuz bir anda, karakterlerden birisi söze karışabiliyor.

Martı Yayınları'nda alışık pek alışık olmadığım imla ve baskı hataları bu kitapta var. Bana mı öyle geldi yoksa yayına hazırlayan Şahin Güç de mi kitabı incelerken sıkıldı bilemiyorum.

Ted Dekker, seri için kitapların isimlerini güzel düşünmüş ancak, çember oluşturacağım kaygısıyla, hikayesindeki kopukluklar okumayı güçleştiriyor. Ancak, Ted Dekker'ın oluşturduğu ilginç bağlantılar da kitap için hala bir umut olabileceğini gösteriyor. Örneğin gelecekten günümüze kaçan Shataiki (dişlerinde kan taşıyan ve bu kan sayesinde üreyen aseksüel yaratıklar) vampir türünün ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Hayal kırıklığına uğradığım bir kitap oldu. Seriye devam eder miyim hiç bilmiyorum. Ancak önce okumak istediğim kitapları okuyacağım kesin. Ted Dekker, ilginç bir ikili zaman kuramıyla yola çıkarak dikkatimi çekmişti ancak ilerledikçe işler değişti. Kimileri için bir kıstas olan Niv York çok satanlar listesinin bu kitabı da kapsadığını belirtmek isterim. Sanırım benim hatam 0-1-2-3 sıralamasıyla başlamış olmam. 1 no'lu kitaba göz atmayı düşünüyorum.

Kitap, Martı Yayınları'ndan Mihriban Doğan çevirisiyle Nisan 2012 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

30 Ocak 2014 Perşembe

Thérèse Raquin

0 yorum

Emile Zola eseri. Bayan Raquin'in bir erkek çocuğu bulunmaktadır. Camille, hastalıklı, cılız çocukluk geçirmiştir. Bu çocukluk döneminde, Bayan Raquin'in erkek kardeşi kendi kızını evlatlık verir. Thérèse adındaki bu kız çocuğu ile Camille birlikte büyümüşlerdir. Bu birliktelik, yaşlarının kemale ermesiyle evlenmekle sonuçlanmıştır. Thérèse bu evliliği halası için kabul etmiş ve sessiz bir kabullenişle hayatına devam etmektedir. Ancak Camille'in arkadaşı Laurent ile tanışan Thérèse'in ve Raquin ailesinin hayatı değişecektir!

Kanın da dökülmesiyle işler daha da zor bir hale gelecektir! Kan dökülmesi öncesi ve sonrasında Emile Zola, çözümlemeleriyle çok ilginç bir hikaye ortaya koymaktadır. Bu aşk hikayesini diğerlerinden ayıran, başkahramanların ruhsal çözümlemeleridir. Süreç boyunca kişiliklerdeki dalgalanmaları görmek okunulası bir kitap sunmaktadır. Yol ayrımlarında, kahramanların seçimleri dışında olası diğer seçimlerin de sonuçlarını düşünmek kitabı daha da değerli kılmaktadır. İnsan ruhuna incelikli bir eğiliş olan roman bizlere bir aşk hikayesi sunmaktadır.

Rutubet kokan bir binada, görünenler ve görünmeyenlerin yanı sıra, yan kahramanların gözünden baktığımızda Raquin ailesi sorunsuz bir aile iken, Raquin ailesi, gerek beyinlerinin sınırları içerisinde gerek beton sınırlar içerisinde bambaşka hayatlar yaşamaktadırlar.
"İnsanlar bazen ölürler," diye mırıldandı. "Yalnız, sağ kalanlar için durum tehlikeli olur." (sayfa 41)
Emile Zola'nın bu ince işlenmiş romanı, bir hayatın, birçok yönden görünüşünü ve içini anlatmaktadır. Sadece bir aşk romanı değildir. Bir katilin ruh çözümlemesi bir tanığın çığlığıdır bu roman.

Bendeki kitap Varlık Yayınları'ndan Samih Tiryakioğlu çevirisiyle 2010 tarihli dokuzuncu baskısıdır.

Varlık Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

28 Ocak 2014 Salı

Alfabe Fanzin Sayı 8

0 yorum

Yeni sayı beklenenden birkaç gün erken geldi! Bu benim için çok güzel oldu. Her zaman beğendiğim gibi bu sefer de çok güzel bir kapakla geldi. Ön ve arka kapaklarla birlikte iç çizimler Çiğdem Koç imzasını taşımaktadır. Arka iç kapaksa Yaşlı Bunak imzasını taşımakta. Sırada muhteviyat var.
Sunuş; Derken Fanzin Elden Ele... - Burak Çıkırıkçı
Şiir; İki Maymun - Ahmet Aykut
Öykü; Fındık Kabuğu - S. Run
Şiir; Baykuş Islığı - Tan Doğan
Düzyazı; Yasaklanan Şenlikler - Fırat Akova
Anı; Göklerin Dili Olsaydık - Birce Altın
Şiir; Karda Yürüyen Çıplak'ın Seyahatnamesinden I - Burak Çıkırıkçı
Öykü; Kerevizle Konuşmalar - Umut Tugay Temel
Şiir; Olmak Sevdası - Berk Çetin
Şiir; Gerçeğin Sanrısı - Canset Er
Öykü; Şeytani Çürük Dişin Saldırısı - Yahya Macaroğlu
Şiir; Kaybeden Beden'lere den den'lere - Mert Öztürk
Düzyazı; Birçok İsmi Olan - Ece Çavuşoğlu
Şiir; Teçhiz Tamam - Ömer Kaçar
Öykü; Biraz Daha Işık! - Eyyüp Yıldırmış
Şiir; Tesirli - Oktay Yılmaz
Şiir; Paslı Teneke - Mehmet Rayman
Öykü; Otobüs - Samet Yangın
Şiir; Çilehane - Emre Güngör
Öykü; Kar Taneleri Yeterince Yalnız Değil - Furkan İşlek
Farkedileceği üzere bu sayıda Düşünce Platformu yok. Ancak bu önümüzdeki sayılarda da olmayacağı anlamını taşımamalıdır. Zira yeni sayılarda yeni konular platformda işlenecektir.

Derken Fanzin Elden Ele, başlıklı, Burak Çıkırıkçı imzasını taşıyan sunuşla başlıyor fanzin.
Edebiyat bu süreçte oldukça tahrip edildi bana kalırsa, şimdi insanlar fanzin gibi eski usûl bir yayını tekrar sahipleniyor.
İki Maymun şiirine Ahmet Aykut;
biri lâl
diğeri âmâ idi
dizeleriyle başlıyor.

Fındık Kabuğu'nda S. Run bir adam ile, bir doktorun öyküsünü bizlere şairane bir üslupla sunuyor.
Ben küçük bir çocuğum!
Ha-ha.
Çocuklar zaten küçük olur, değil mi? 
Baykuş Islığı şiirine Tan Doğan;
ıslık çaldı baykuşun... duydun mu...
hadi bin kayığına sırtında kamburun
dizeleriyle başlıyor.

Yasaklanan Şenlikler başlıklı düzyazısında şiirsel bir üslupla karşımızda Fırat Akova.
Evet evet, o evin eşiğindeydi işte, yüreğim sabahlıyordu
huzurunda.
Göklerin Dili Olsaydık başlıklı anısında Birce Altın, modern zaman insanlarının zamanla birlikte yaşayışını anlatıyor.
Sizler gecenin üçünde yaş toprağa yatıp yıldızları seyrettiniz mi? Sokak ortasında duyduğunuz bir müzikte müziğin ritmine uyup dans etmeye başladınız mı?
Karda Yürüyen Çıplak'ın Seyahatnamesinden I şiirine Burak Çıkırıkçı;
Erguvan Kasrı II. Perişan döneminde inşaa edilmiş,
esir kemiği konstrüksiyon bir yapıdır. 
dizeleriyle başlıyor.

Kerevizle Konuşmalar adlı öyküsünde Umut Tugay Temel, bize bir adamın kendi kereviziyle sohbetini aktarıyor. Kereviz sessiz dinliyor, adam anlatıyor... Diğer insanlar..?
Hâlâ göklere bakamıyorum. Şu kırmızılıktan korktuğum kadar, ölü yıkayıcılardan korkmuyorum. 
Olmak Sevdası şiirine Berk Çetin;
bir daha doğmamak üzere*
mısrasıyla başlıyor.

Gerçeğin Sanrısı şiirine Canset Er;
Yürümek ne de zor bu şehirde.
İstemsizce sergilenen bir obje gibiyim.
dizeleriyle başlıyor.

Şeytani Çürük Dişin Saldırısı'nda Yahya Macaroğlu bizlere Veysel'in hikayesini anlatıyor. Veysel'in battaniyesi, içinizi üşütecek!
İşte şimdi bu beğendiği üç tarafı kapalı, tepesi dikdörtgen önü de artık kullanılmayan ray eskileriyle kaplı bu istasyon köşesinde yatağını hazırlamak derdinde.
Kaybeden Beden'lerde den den'lere şiirine Mert Öztürk;
İlk aralıktan sola çıkınca, kendiyle kalanlar
tutunamayanlar
mısralarıyla başlıyor.

Birçok İsmi Olan adlı düzyazı -Ece Çavuşlu imzasıyla- bizlere yerlatından sesleniyor!
Artık kim olduğuma dair bir fikrinizin olmadığını biliyorum. Ben, çokların karşılayıcısı, on yedi yüzyıldır unuttuğunuz, görmezden geldiğiniz, Tanrı. Yeraltı krallığımdan sizi hâlâ izliyorum ve yanıma geleceğiniz günü bekliyorum.
Teçhiz Tamam şiirinde Ömer Kaçar bizlere bir kıta sunuyor.
Bizim Zahide'yi bir temiz yıkamışlar. 
mısrasıyla başlıyor.

Biraz Daha Işık! adlı öyküsünde Eyyüp Yıldırmış bir şehir akşamında bir adamı ve onun tanıdığı güvercinsever bir başka adamı anlatıyor.
Yaz, kış demeden her gün öğleden sonra kuş hapisanesinin kapılarını açar, onları azad ederdi. Ama onlar kapalı bir dam ve hazır yemek varken uçup gitmektense gökyüzünde kısa bir volta atıp geri dönmeyi yeğlerlerdi.
Tesirli adlı şiirine Oktay Yılmaz;
Uçurtma uçmayan dünyada bilmiyoruz
el el üstünde kimin eli var. 
dizeleriyle başlıyor.

Paslı Teneke şiirine Mehmet Rayman
sesiniz geliyor
kediniz yok ortada
mısralarıyla başlıyor.

Otobüs isimli öykü benim imzamı taşıyor. Bu noktada Alfabe Fanzin ekibine ve kalemlerine teşekkürü borç bilirim! Sessiz bir çığlık olan fanzine seslerini kattılar! 1 Şubat günü saat 15'te Kadıköy 26A Sahaf'ta toplanılıyor!

Çilehane adlı şiirine Emre Güngör;
Benim yüreğim üzüm değil ki
Niye tunçla döverler, beni
mısralarıyla başlıyor.

Kar Taneleri Yeterince Yalnız Değil'de Furkan İşlek cennet yolu üzerindeki bir bar sohbetini bizlere aktarıyor.
-Kar daha ne kadar devam eder dersin?
-Artık durmaz iki ay böyle devam eder.
-Geçtiğimiz üç yıl hiç iki ay devamlı yağmadı. Nerden çıkardın iki ayı?
-Çünkü o üç yıl dışında geçmiş yirmi yıl iki ay aralıksız yağdı.
Bir fanzin de böyle bitiyor! Yeni sayı yine biraz erken çıkar mı bilinmez ancak yeni sayının kendini beklettiği kesin!

Alfabe Fanzin
Twitter'da Alfabe Fanzin
Facebook'ta Alfabe Fanzin
İmge Kitabevi

27 Ocak 2014 Pazartesi

Değirmen

0 yorum
Sabahattin Ali eseri. Bambaşka dünyalara götürüyor, yaşatıyor ve o şaşkınlıkla bırakıyor! Sabahattin Ali, insanın bamteline dokunuyor. Bu kitapta, yazarın kendi önsözü de bulunuyor. 

Dönemin gerçeklerinden kaçmadan, gerçekleri saklamadan kendi üslubuyla anlatan Sabahattin Ali'nin sorgusal öyküleri nadide öyküler arasındadır. Kitap üç bölümden oluşuyor. Öyküleri okudukça bölümlerin özü seziliyor.

İçindekiler
Yazarın Önsözü
Birinci Kısım
Değirmen
Kurtarılamayan Şaheser
Kırlangıçlar
Viyolonsel
Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi
İkinci Kısım
Bir Delikanlının Hikâyesi
Bir Gemici Hikâyesi
Kazlar
Bir Firar
Kanal
Candarma Bekir
Sarhoş
Üçüncü Kısım
Bir Cinayetin Sebebi
Bir Siyah Fanila İçin
Komik-i Şehir
Değirmen'de bir aşk hikayesi anlatılıyor. İnsan sevdiğine ne verebilir, ne kadar verebilir temelinde sorgulanan bir buluşma. Bir çingene çalgıcısı, bir köyde bir kolu eksik bir kıza aşık olur.

Kurtarılamayan Şaheser'de bir şair, bır kıza aşık olur. Sanatıyla kendini ispatlamaya çalışan şairi, kız bir türlü sevmemektedir. Lakin şair daha iyi eser vermek adına uğraşmaktadır. Bu uğraşı ile kendine bir yolculuğa çıkmıştır.

Kırlangıçlar, insanların kuş halidir. İki kırlangıç bir ağaç dalında karşılaşırlar. Farklıdırlar, aşıktırlar. Kırlangıçlar üzerinden insanları anlatan Sabahattin Ali, masalsı bir üslupla bilindik bir dünyada bir mevsim anlatıyor!

Viyolonsel'de siyahî insanlar ülkesinde, bir beyaz adamın hikayesi. Bu beyaz adamla eşi bir gemi kazası sonucu oradadırlar. Bu kadınla erkeğin gerçek hikayesi viyolonsel tellerinde birer nota oluyor.

Birden Bire Sönen Kandilin Hikayesi'nde masalsı üslupla, aşka felsefi bir yaklaşım anlatılıyor. Bir iskeletten insan ne kadar korkabilir?

Böylece ilk kısım sona eriyor.

Bir Delikanlının Hikâyesi'nde kitaplarıyla kendi başına yaşayan bir adamın gözünde kadını anlatıyor Sabahattin Ali.

Bir Gemici Hikâyesi'nde gemide kazancı olarak çalışan bir gencin hayatı hikâye edilmiş. Kekemeliği yüzünden okulunu bitirememiş ve son çalıştığı gemide, gemi çalışanları açtır. Sorgulama böylece başlar.

Kazlar'da; kocası hapishanede olan bir kadının, kocasının mektubu üzerine kaz bulma mücadelesi anlatılmaktadır. Şehre yürüyerek gitmek dokuz saattir...

Bir Firar'da hırsızlıkla suçlanan bir adamın iç çatışmasını okuyoruz. Aslında suçsuzdur. Ancak yediği dayağın etkisiyle itiraf etmiştir. Ancak çaldıklarının yerini hala söyleyememiştir...

Kanal'da, çocukluk arkadaşı olan iki adaş adamın aralarına su kanalı girer! O topraklarda sular kırmızı akar...

Candarma Bekir, hemşehrisi olan mapus kişinin sevkinden sorumludur. Ancak olayların rengi değişir. Mapus kişinin cezasıyla yüzbir senedir.

Sarhoş bir çalgıcı akşam eve gelir. Karısının öfkesiyle karşılanır...

Böylece ikinci kısım biter. Öykülerin konuları bile, biraz olsun kısımların konularını sezdirmektedir.

Bir Cinayetin Sebebi ne olabilir? İnsan ne için başka bir insanı öldürür? Dört seferdir mahkemesi ertelenen sanık, bize bunları son celsede açıklıyor.

Bir Siyah Fanila İçin, insan hayatını ne kadar değiştirebilir? Kaymakamlıktan ayakkabı boyacılığına bir öykü.

Komik-i Şehir'de otoritenin, önyargıların ve aşkın bir harmanı anlatılıyor... Komik olmayan bir hikaye...

Bendeki kitap, Şubat 2013 tarihli 14 Yapı Kredi Yayınları baskısı. Kitabın ilk baskısıysa 1935 tarihli.

 Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

22 Ocak 2014 Çarşamba

Galîz Kahraman

0 yorum
İhsan Oktay Anar'ın son kitabı! 17 Ocak 2014'te çıkan bu kitabı, bitmesin diye uğraşıp ancak bu kadar süre uzatarak okuyabildim.
Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!
Türk Dil Kurumu, "galiz" kelimesini şöyle açıklıyor:
 galiz
sf. Kaba ve çirkin, iğrenç.
 Güncel Türkçe Sözlük
galiz  
Tembel.
 Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
galiz  
Zayıf, cılız.
 Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

İhsan Oktay Anar'ın daha önceki kitaplarında olduğu gibi, bu kitap için de sözlük hazırlayacak olan arkadaşlarımız elbette vardır.

İşte bizim galîz kahramanımız İdris Âmil Hazretleri'nin başından geçenleri okuyoruz. Kasımpaşalı olan İdris Âmil Efendimiz, şair ruhlu(?) bir kişidir. Bu şairanelik, cins-i latif içindir. Böylece kadınlar kendisine divane olacaklardır! Bu sanat yolunda, başına olmadık işler gelen Efendimiz, bir çok karakterle karşılaşıyor.

İhsan Oktay Anar'ın yine muhteşem üslubuyla muhteşem bir roman, muhteşem(?) bir kahraman okuyoruz! Olayların akışı içine kendimizi bırakmaktan başka bir şeye ihtiyaç yok! Karakterlerin tanıdıklığı da okuyucuyu ayrıca şaşırtacaktır!

İhsan Oktay Anar'ın o eşsiz kurgusunda, bir çok yere, birçok konuya yolculuğun tadı yine damağınızda kalacak! Yeni kitabı şimdiden beklemeye başladım! Umarım çok uzun bir ara vermez!
Bu hâdiselerin cereyan ettiği devirlerde, devletimiz sanatçıları daha bir ciddîye alırdı. O zamanlar üç grup sanatçı vardı. İlki, devletin halktan topladığı parayla Evropa'ya gönderilenlerden ibâretti ki, bunlar için 'takdirnâmeler' tanzim edilirdi. İkinciler daha bir ciddîye alınır, yazdıkları her bir kitap ilgili memurlarca satır satır okunur, haklarında 'fezleke', 'iddianâme', 'gerekçeli hüküm' gibi kâğıtlar hazırlanırdı. 'Artist vesikası' verilen üçüncü gruptakiler ise bazı tiyatro kumpanyalarında, daha da acısı pavyonlarda çalışırlardı. (sayfa 38-39)
Bu gibi daha niceleri var! İhsan Oktay Anar'ın kelimeleriyle yaşamı izlemek... Bitmesin istenilen kitaplardan! Defalarca okunacaklardan! Hayatın kendisi!
Çünkü bir romanın iki tür okuyucusu olurdu: Zeus gibi olanlar ve Yahova'ya benzeyenler. Evet, gerçekten de, 'ilah romancılar' gibi 'ilah okuyucular' da olurdu. Kadîm Yunanlar'ın ilâhları antropomorfik idi, yani kendilerine benzer, yiyip içip sefâ sürer, zinâ yapar ve bazen de acı çekerdi. Fakat insanları kendi sûretinden yaratan Yahova'ya göre, insanlar teomorfik idi. İlâhlar insana benzeyince iş kolaydı, insanlar "bu da bizden" deyip hayatlarına devam ederlerdi; ama insan ilâha benzedi mi, yükleneceği mesuliyet ziyâde olurdu. Zaten insanın eti ne budu ne idi; kaldı ki bir ilâha benzesin! Ama bazıları bundan memnun gibiydiler. İşte Zeus'a benzeyen okuyucu roman okuduğu sırada eğlenip güler, bazen ağlar, kısaca hayattan zevk alırken, Yahova'ya benzeyen okuyucu böyle yapmazdı! Onun için kitapçı dükkânına gideceği gün, âdeta Mahşer Günü idi, tövbe estağfurullah! Bu okuyucu Yahova'nın bizzât kendisi olarak kitapçıya gittiğinde, onun teomorfik yahut egomorfik kulları olması gereken romancılar, önünde el pençe divan durmuş vaziyette bekler olurlardı. (sayfa 159-160)
İhsan Oktay Anar'ın kaleminden sanatçıya ve okuyucuya bir bakıştı bu iki alıntı. Daha bir çok konu üzerine ince ince işlenmiş cümleler kitapta mevcut. Bu düzen içinde, kurgu içinde okumanın keyfi bir başkadır. İnsanların sınıflanması veya incelenmesi açısından başucu kitabıdır!

Keyifle okunacak, özenle saklanacak, sonra tekrar okunacak, üzerine düşünülecek bir kitap! İleride çocuklarıma okutacaklarımdan!

Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan Ocak 2014 tarihli ilk baskısı.

Kitap:
İletişim Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!

20 Ocak 2014 Pazartesi

Her An Mucize

0 yorum

Ralph Marston'ın ikinci kitabı! 


Bu kitabın benim için bir özelliği daha var. Her üniversite öğrencisinin yaşadığı final dönemi ruhu içerisindeyken, kitap bana ulaştı. Geleceğinden haberim olmayan bu kitap, benim için hoş bir sürprizin ötesine geçti. Her An Mucize diyerek, final döneminde mavi kapağıyla karşıma çıktı! Mavi rengin bilimsel özelliklerine ve insan üzerindeki etkisine değinmeyeceğim. Kitaba baktığınızda sezdiklerinizi size bırakıyor, maviyi düşünün diyorum.

Mavi kapağından sonra; kitap, Günde Bir Doz Motivasyon'daki gibi, kurgulanmış. Ralph Marston, greatday.com sitesinde yazdıklarından seçtiklerini sınaflandırarak başlıklar altında toplamış. Günde Bir Doz Motivasyon'daki gibi okunan kitap; yanından kitabı eksik olmayanlar için, kendine yer açıyor! Bu da demektir ki birden fazla kitap taşımaya hazırlıklı olun! 

İçindekiler şu şekilde:
Her Şeyde Gizli Mucize
Giriş
Minnettarlıkla Yaşamak
Sahici Yaşamak
Olumlu Bir Tavırla Yaşamak
Kendini Bilmek Ve Anlamak
Hayattan Öğrenmek
Esnek, Yaratıcı Açık Bir Zihinle Yaşamak
Cesaretle Yaşamak
Eylem İçinde Yaşamak
Değer Yaratmak
Sebatla Yaşamak
Saplanıp Kalmayın
En İyiyi Bekleyerek Yaşamak
Kontrolü Bırakmadan Yaşamak
Sahip Olduklarından En İyi Şekilde Yararlanmak
Ânı Dolu Dolu Yaşamak
Huzurlu Yaşamak
Zorluklar Arasında Yaşamak
Amaçla Ve Anlamlı Yaşamak
Değerli Hayatınız
İlk kitaptaki gibi, anabaşlıkların altında altbaşlıklar dizilimiş durumda. Bu kitapla birlikte, bitirmeden bloga yazdığım ikinci kitap oldu! Bitinceye kadar çantadan eksik olmayan, bittikten sonra da kitaplıktan alınıp alınıp okumalık bir kitap! Her gün bir doz motivasyonla, her anın bir mucize olduğunu unutmamak güzel bir şey! 

Ralph S. Marston, Jr. bizi bu kitabında bir şiirle karşılıyor;
Merak ettiğin olur mu hiç
her şeyde gizli mucizeyi? (sayfa 9)
Bu dünyada onlardan (olumsuz şeylerden) çok daha fazla olumlu şey var. O kadar çok ki artık kanıksadık. Bütüne baktığımızda bugün, algımızın sınırlarını aşacak denli güzeldir ve harikuladedir. (sayfa 30)
Kitap, Ocak 2014 baskı tarihli olup Işıl Aydın çevirisidir. Başta Işıl Ölmez olmak üzere, Koton Kitap'a, bana böyle güzel bir sürpriz yaptıkları için de ayrıca teşekkür ediyorum. Zira bunaldığım bir anda ilaç gibi geldi!
https://www.facebook.com/HerAnMucize


Kitap
Koton Kitap
İdefix.com
Kitapyurdu.com

15 Ocak 2014 Çarşamba

Günde Bir Doz Motivasyon

0 yorum
Günde Bir Doz Motivasyon Kapak

Ralph S. Marston, Jr.ın kitabı. Beklediğimden çok iyi bir kitap. Zira kişisel gelişim kitaplarında hep bir tuzu kuruluk meselesine takılırım. Yazarının tuzu kurudur, bu yüzden rahatlıkla konuşabilir, yaklaşımına sahip olmuşumdur. Ancak bu kitapta işler daha farklı. Ralph Marston, kendisinin de önsözde belirttiği gibi, ani bir aydınlanma falan vaat etmiyor. Zaten bildiklerimizi bizlere kısaca hatırlatıyor. Bu olaya greatday.com sitesiyle başlamış. Günbegün yazıyor. Kitabının adı da buradan geliyor. Ayrıca 1995'ten beri bunu yapmış olması da bir başka başarıdır. Ralph Marston'ın bu çabası, istikrarı, yazdıklarının sadece bir tuzu kuruluk ürünü olmadığını da gösterir.

Ralph Marston, böylece blogunda birikenler arasından seçtiklerini sınıflandırıp kitaplaştırmış. Gayet de başarılı gayet de amacına hizmet eden bir kitap ortaya çıkmış! Bu günlük yapısından dolayı da Ralph Marston -yine önsözde belirttiği gibi- oturup uzun uzun okumalık bir kitap değil, alıp bir bölüm okuyup bırakmalık, daha sonra tekrar alıp okumalık bir kitap sunuyor. Bu yapısıyla da benim ilk defa bir kitabı bitirmeden buraya yazmama sebep oluyor!
Ralph Marston'ın ikinci kitabı: Her An Mucize
İçindeki başlıklar şöyle olmakla birlikte her başlığı da birçok alt başlığı mevcut.
Günü Yaşamak
Hayatın Güzelliği
Yön ve Bağlılık
Olumlu Beklentiler
Hedefler ve Hayeller
Kontrol ve Sorumluluk
Zorluklar
Disiplin ve Odaklanma
Değer ve Değerler
Minnettarlık
Olumsuzluğu ve Korkuyu Yenmek
En Yüksek Performans
Olasılıklar
Başarıya Giden Yollar
İçinizdeki Cevheri Çıkarın
Sorunlar ve Fırsatlar
Huzur ve Kabullenme
Zenginlik ve Bolluk
Harekete Geçmek
Bir şeyleri hatırlatırken Ralph Marston, kullandığı benzetmeler de dikkat çekici. Bazılarını zaten biliyor olacaksınız, bazılarınaysa o yönden bakmadığınızı fark edeceksiniz. Bu iç içelikle birlikte, kitabı elinize aldığınızda bir başlıkla kalmadığınızı fark edeceksiniz! Bu da kitabın ayrı bir başarısıdır!
Okyanusu geçen bir gemi, yolculuğun %90'ında rotanın dışında seyreder. Ancak seyir subayı varılacak noktayı bildiğinden, yol boyunca, gemi rotasından çok fazla şaşmadan gerekli müdahaleleri yapabilir. Seyir süresince yapılan bu müdahaleler hayati önem taşır. Kesin bir varış noktasının yokluğunda ise bu müdahaleleri yapmak imkansızdır.  (sayfa 31)
Bendeki kitap, Işıl Aydın çevirisiyle, Koton Kitap, Eylül 2013 tarihli Koton Kitap Tanıtım kopyasıdır. Kitabı yayına hazırlayan ve bu kitapla beni buluşturan Işıl Ölmez'e ve Koton Kitap ailesine teşekkür ediyorum!
Günde Bir Doz Motivasyon Arkakapak


Kitabın internet sitesi: gundebirdozmotivasyon.com
Ralph Marston'ın Twitter hesabı: twitter.com/ralphmarston
Ralph Marston'ın The Daily Motivator sitesi: greatday.com

Kitap:
Koton Kitap
İdefix.com
Kitapyurdu.com

14 Ocak 2014 Salı

Sarnıç

0 yorum

Sait Faik Abasıyanık öyküleri. Öykülerin hazin bir hikayesi vardır gözümde. Okunur, bir zaman unutulur ve tekrar hatırlandığında ilk etkisinin yanı sıra yeni etkileri olur. İnsandaki birikmişliğin artışı öykülere bakışı da etkilemektedir. Öyledir ki zaman zaman geriye dönerek öyküleri tazelemekte fayda vardır. Bunun dışında, Sait Faik'in üslubu da insanı ayrıca etkilemektedir.

Çocukluk yıllarımda babamın bir Sait Faik kitabını bulmuştum. Hangi öyküsüydü, hangi kitaptı, hangi yayıneviydi hatırlamıyorum. Sararmış yaprakları ve kitap kokusuyla elime almış okumaya başlamıştım. Öyküden aklımda kalan, "yamaç" olmuş, bir sokağın rampasıydı... O rampayı tekrar bulamadım...

Öykülerin işte böyle de bir etkisi de vardır. İlk etkiyi, ileride tekrar okumakla da edinmek zordur.

İçindeki öyküler:
Sarnıç
Kalorifer ve Bahar
Beyaz Altın
Bir Karpuz Sergisi
Mavnalar
Gece İşi
Hancının Karısı
Loğusa
Ormanda Uyku
Kim Kime
Park
Gaz Sobası
Plaj İnsanları
Davut'un Anası
Grenoble'de İtalyan Mahallesi
Marsilya Limanı

Sarnıç'ta lise hayatından erişkinliğe uzanan bir zaman diliminde, dostluk arkadaşlık ve aşkı anlatıyor Sait Faik.

Kalorifer ve Bahar şehre gelen yeniliklerin çocuklar üzerinden anlatılmasıdır.

Beyaz Altın'da bir katip ile bir köy ağasının ilişkisi ile ambarlarda fazladan ürün çıkmasını anlatıyor Sait Faik. Fazla ürünü fark eden katip tecrübesine bir yenisini ekliyor.

Bir Karpuz Sergisi açmak ister iki arkadaş...

Mavnalar köprü başından, bir arkadaşlık hikayesidir.

Gece İşi gececi bir kahvede bağlanan iştir...

Hancının Karısı, bir adam, bir han ve bir köpek etrafında beklenen...

Loğusa'da yaşı geçmiş bir baba, onun evlenmiş, oğlu ve kızı üç katlı bir evde altlı üstlü oturmaktadır. Baba, genç bir kadınla evlenir...

Ormanda Uyku'da kadın erkek ilişkise bir bakış ve yazma ihtiyacı...

Kim Kime'de kocası ölen bir kadın yardım aramaktadır.

Park'ta bir şehrin uyanışı...

Gaz Sobası köy kahvecisinin köye getirdiği bir başka yeniliktir. Onu diğerlerinden ayıran bir şey vardır...

Plaj İnsanları birtakım insanlar plajda gezinmektedirler.

Davut'un Anası'nda bir dipnot bulunmaktadır: Kurum'da "Davud'un Anası" adıyla yayımlanan bu hikaye, Varlık Yayınları'ndan çıkan kitapta "Davud'un Aynası" adıyla yer almış, ancak "İçindekler" listesinde "Davud'un Anası" olarak geçmiştir. Davut, annesiyle birlikte Ali Öğretmen'inde kalmaktadır. Annesi Ali Öğretmen'e ev işlerinde yardım etmektedir.

Grenoble'de İtalyan Mahallesi'ne girmek insanları neden ürkütür?

Marsilya Limanı uzaktaki yakın bir liman, bir değişim, bir bütün...

Bendeki kitap Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait olan Yapı Kredi Yayınları'ndan 2010 tarihli 15. baskısı.

Kitap:
Yapı Kredi Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com




6 Ocak 2014 Pazartesi

Alfabe Fanzin Sayı Yedi

0 yorum

Alfabe Fanzin yeni yılda yeni sayısıyla ve yeni mizanpajla karşımızda! Yeniliklerle dolu bir sayı.
Kapaklar ve çizimler Çiğdem Koç'a ait. Mizanpaja imzasını atansa Esra Melody Butcher. Fanzini yayıma hazırlayanlarsa Ömer Kaçar, Canset Er, Aykut Kırşan ve Burak Çıkırıkçı. Hemen muhteviyata geçelim. Muhteviyatta da "sağa çevir" ile karşılaşmak benim için de çok şaşırtıcı oldu! Çok da güzel olmuş.
Şiir; Yazıyordum Ben Kuşlar Omuzlarımda - Fırat Akova
Öykü; Kamufle Olmasın Ten - Canset Er
Şiir; Yerküre: Beş Metrekare - Ömer Kaçar
Günce; Anlamlandırmak Ne Ki? - Birce Altın
Şiir; Bando Sessizliğinde Yola Koyulanlar İstasyonu - Oktay Yılmaz
Deneme; Kafamın İçinden Se(k)sler Geliyor! - Berat Doğan Özkabadayı
Düzyazı; Ah İstanbul - Matruşka
Öykü; Ayna - Samet Yangın
Şiir; Bir Salyangozun Derlenmiş Anıları - Burak Çıkırıkçı
Deneme; Dengeye Çeyrek Kala - Ufuk Dönmez
Öykü; Boşluk - Pınar Gürgenli
Düzyazı; Modern Anne - Ece Çavuşoğlu
Şiir; Sevinçlerimin Başlangıcı - Berk Çetin
Öykü; Hiçbir şey, Her şeydir! - Umut Tugay Temel
Şiir; Karanlık - Altay Kenger
Düzyazı; Amma, Fakat ve Lâkin - Kardelen Çanak
Düşünce Platformu; Edebiyatta "Kadın"
Yazıyordum Ben Kuşlar Omuzlarımda'ya Fırat Akova,
"yazıyordum ben
birbirimizin adlarını sözlükte ararken" 
dizeleriyle başlıyor.

Kamufle Olmasın Ten'de Canset Er, kadın bedenine bakış üzerine bir öyküyle karşımızda. Kadın bedenini, kadının varlığını ve kadına bakışın keskinliğini aktarıyor.
"İlerlemeye başladı. Küçük elleriyle neresini kapatarak yürümeliydi?"
Yerküre: Beş Metrekare'ye Ömer Kaçar,
"Bir tenkeye atlayıp, uç noktalara doğru bir yolculuğa çıkıyorum.
Ay tepemde, ay başımdan eksik olmaz, ah ne kadar da bıkmışım." 
dizeleriyle başlıyor.

Anlamlandırmak Ne Ki? Birce Altın'ın insan ve anlam üzerine bir günlük gözlemini sunuyor.
"Bugün fark ettim ki eskisinden çok daha fazla sayıda insanla çok daha kısa süreli ilişkilere sahip oluyoruz."
Bando Sessizliğinde Yola Koyulanlar İstasyonu'nu Oktay Yılmaz,
"tanıdık yüzyıllar yaşanıyor insandaşlar arasında
farklı düşlerde çalışsak da mirim, aynı anda başlar mesaimiz"
dizleriyle sonlandırıyor.

Kafamın İçinden Se(k)sler Geliyor! diyor Berat Doğan Özkabadayı. Televizyona, televizyonun etkilerine tepkisini gösteriyor.
"Şimdi kalkın ve sokağa çıkın. Çocuklarınızı parklarda oynarken izlemeyi özlemediniz mi?"
Ah İstanbul diyor Matruşka. İstanbul değişiyor, İstanbul başka. Gidenlerle kalanların şehri İstanbul.
"Ah nasıl da güzeldi istasyon çayları, gitmek meselesi üzerine konuşurken İstanbul'la. İstanbul'un boğazını farenjitken gördün mü hiç?" 
Ayna'da ben karşınıza çıkıyorum. Bu nokta -adetim üzerine- Alfabe'de emeği geçenlere teşekkür etmek noktasıdır. Alfabe parçaları, bir araya gelerek anlatır, kenardan, hayatı.

Bir Salyangozun Derlenmiş Anıları'na Burak Çıkırıkçı
"Çırılçıplak duruyoruz dünyada,
Ellerinde okyanus geçen kitaplar,
'üç masa ötemizde bafra içen bir Tanrı'
Durmadan bizi kaydediyor."
dizeleriyle başlıyor.

Dengeye Çeyrek Kala'da Ufuk Dönmez mutluluk ile mutsuzluk arasında dengeyi anlatıyor.
"Birini çok seversen, metrobüste herkese yer veresin gelir. Söğütlüçeşme'den bırak Edirnekapı'yı, Edirne'ye kadar ayakta gidersin gerekirse, gerçek âşık yürüyerek de gider."
 Boşluk'ta Pınar Gürgenli bir kadını, Selda'yı anlatıyor bize. Şahap'la da tanışmak talihsizliği de yanında geliyor.
"Selda, hazırlıklarını tamamlayana kadar evde dört döndü bütün gün. Kan ter içinde kaldığı için üç defa duş aldı. Kendini kelebek gibi hissediyordu. Uçuyordu, zarifti, hafifti... Mutluydu."
Modern Anne'de Ece Çavuşlu modern anneyi anlatıyor.
"Kızım ben senin şu hâlini çekip internete koymaz mıyım? Altına da büyük harflerle 'annesinin canısı bitanesi aşkısı' yazıp seni yerin dibine sokmaz mıyım? İnternet çıktı mertlik bozuldu artık. Bir modern anne olarak çocuğumu dövmüyor, rencide ederek terbiye ediyorum."
Sevinçlerimin Başlangıcı'na Berk Çetin,
"Sinsice bir zehirbazlık oynanıyor omuzlarımızdan aşağı
Çakal geçinen miskinler tekkesi bu maçı kazanmalı!" 
dizleriyle başlıyor.

Hiçbir şey, Her Şeydir! diyor Umut Tugay Temel bir dalış anı sunuyor bizlere. Sokak jargonuna kulak misafirliği eden bir adam, birden görevine dönüyor.
"Bir de memleketten haber almıştır sevdiğinin bir başkasına gelin gittiğini. Aklının son kırıntılarını da işte böyle martılara savurmuştur. " 
Karanlık'a Altay Kenger,
"geceleri yalnızlığı alırım koynuma
sabaha kadar koyun sayarız, koyun koyuna." 
dizleriyle başlıyor.

Amma, Fakat ve Lâkin'de Kardelen Çanak insanlara bakıyor.
"Artık atasözleri de yok. Kimse 'kraldan çok kralcı" kesilemiyor çünkü cümleler ben'le başlıyor." 
Düşünce Platformu'nda bu sayıda Edebiyatta Kadın konusu işleniyor. Platformda; Ahmet Barış Ay, Emre Gürkan Kanmaz, Sena Türkmen, Cemil Aydın, Eyüp Tekin, Samet Yangın, Ece Çavuşlu, Yahya Macaroğlu var!

Son olarak arka iç kapak çizimiyle bu sayı da bitiyor! Yeni sayıyı merakla bekliyorum! İyi seneler.

İmge Kitabevi'nde Alfabe Fanzin Sayı 7

Twitter'da: twitter.com/alfabefanzin
E-Posta: alfabefanzin@gmail.com
Alfabe ne dinliyor? wob.io/#/stations/6601

3 Ocak 2014 Cuma

Yaban

0 yorum

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun müthiş eseri. Geçmişte okunan kitapların tekrardan okunması başka bir tattır. Bu da öyle oldu. Yaban'ın o yalnızlığını ta iliklerimde hissederken, o durağan zaman içinde köylünün de davranışları kendim görmüşçesine tanıdıktı. Yaban'da anlatılan konu dışında beni en çok etkileyen, o durağanlık, o ayrıklıktı.

Ahmet Celâl, umumi harpte sağ kolunu kaybetmiş bir subay. Çanakkale Savaşı'nda da bulunmuş... Gazi olunca haliyle ordudan ayrılıyor. İstanbul'a dönmek yerine, erlerinden Mehmet Ali'yle onun köyüne dönüyor. Oradaki köy yaşamına alışmaya çalışırken, aydın ile köylü çatışması temelinde, Kurtuluş Savaşı'ndan bir kesit sunuluyor.

Bu kitap ders kitabı olacak nitelikte bir kitap! Zira kitaptaki karakterlerin, ne kadar tanıdık olduğuna şaşırmamak elde değil! Bununla birlikte, bu tanıdıklığın günümüzden kaynaklanması ise daha da şaşırtıcı bir olaydır! Tanıdıklık içinde, bir ayrıklık içinde savaş yıllarına dönüyoruz. Mehmet Ali'nin akıbetiyse, gözümde çok ince bir göndermedir.
Türk köylüsünün ruhu, durgun ve derin bir sudur. Bunun dibinde ne var? Yalçın bir kaya mı, balçık yığını mı, bir yumuşak kum tabakası mı? Keşfetmek mümkün değildir. (sayfa 20)
-Beyim, geceleri, sabahlara dek mırıl mırıl ne okuyup duruyorsun? Seni büyü yapar sanırlar. (sayfa 21)
Bu çocuk, belki bir daha dönmeyecek. Yüreğimde derin bir kasvetle arkasından yürüyorum. (sayfa 55)
Mehmet Ali yokuştan indi. Dereyi geçti. Tarlaların içinden yürüyerek yola doğru ilerliyor. Dört arkadaştılar. Bir defa dönüp arkalarına bakmıyorlar. Belki bakmayı erlik saymıyorlar. Bunlar belki, yarınki Türk zaferinin isimsiz kahramanları olacaklar. Belki de... Ne olursa olsun şu dakikada uzaklaştıkça küçülen bu dört silüetin, sabahleyin okullarına giden dört çocuktan farkı yok. (sayfa 56)
Nerede okudum, bilmiyorum: Cephe artları, tiyatroların kulislerine benzermiş. Shakespeare'in ve Racine'nin bir trajedesi oynanacak. Sahnede, kralları, kraliçeleriyle bütün bir saray içinin haşmet ve debdebeleri gösterilecek. Fakat bundan önce bir de kulisteki hazırlığı görünüz: Yırtık ve ter kokulu canfes parçalarından bir yığın hırdavat ve bunların arasında yarı aç, yarı tok birtakım zavallı insanlar gelip gidiyor, eğilip kalkıyor. (sayfa 77)
Eğer, ıssız, ücra Anadolu yaylalarından ortasında, uzun müddet kalmışsanız, sizi medenî merkezlerden birine ulaştırmak kudretine haiz olan şeylerden birini görmenin, bir telgraf direğiyle, bir demiryoluyla, bir istasyon binasıyla karşı karşıya gelmenin ne olduğunu mutlaka bileceksiniz. Bilmeyene ise anlatmak çok güçtür. (sayfa 98) 
 Bambaşka bir eser Yaban... Çocuklarıma mutlaka okutacaklarımdan.

Bendeki kitap İletişim Yayınları'ndan Kocaeli Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait 2001 tarihli 40. baskısı. Yakup Kadri'nin elyazısıyla Yaban'ın ilk sayfası da mevcut!

Kitap:
İletişim Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com


 
Copyright © Kitaplık
S.Y.