1 Mayıs 2025 Perşembe

Evelyn Hardcastle’ın Yedi Ölümü

0 yorum

 Evelyn Hardcastle ölecekti; hem de yedi günde yedi kere. Agatha Christie tadında bir polisiye; fantastik bilim-kurgu öğeleri bir arada.

Aynı cinayet nasıl yedi kere işlenebilir ? Peki bu cinayeti neden çözmek gerekiyor? Kitaba polisiyeden daha çok fantastik bir yaklaşımla ulaşmıştım. Kitap ilk sayfalarından itibaren okuyucu içine çekiyor. 

Kitaptaki bölümler karakterlerin günleri şeklinde ilerliyor. Bu kısımdam sonra kitabın içinden heyecan kaçıran olabilir. Olabildiğince uzak durmaya çalışacağım. 

Bir ormanın derinliklerinde gözlerini açan baş karakterimiz geçmişine dair bir şey hatırlamıyor. Aklında tek bir isimle -Anna- varlığı başlarken kendi adını dahi hatırlamıyor. Arkasında bir sesle korkuyla söylenen yöne koşuyor. Ulaştığı malikanede herkes onu tanıyor ancak o kendisini tanımıyor ve aklındaki tek ismin bulunması için onu tanıyanlardan yardım istiyor.

Gözlerini açtığında ise bu sefer başka bir bedende uyandığını farkediyor! Yedi günde bir cinayeti çözmesi gerekiyor. Her bir günde bir bedende olacak baş karakter. Her bedenin kendi özellikleriye olaya yaklaşan karakterimiz beden ile zihnin arasında kendisini unutmaya başlıyor. Nasıl oluyor da burada bunları yaşıyor?

Bu olay örgüsünde takibi zorlaştıran tek kısım karakterler arasında geçişlerde tam bir sıralama olmuyor. Ancak bu durum kitabın kurgusunu daha da zenginleştiriyor çünkü karakterler bedenler arasındaki geçişler  her yirmi dört saatte bir olmuyor. Bedenlerden biri örneğin bayılıyor; hop başka bir bedende gözlerimizi açıyoruz. Karakterin bedenler arası geçişleriyle birlikte Hardcastle ailesinde yaşanan trajedi daha da görünür hale geliyor. Peki Evelyn Hardcastle ile Anna arasındaki bağlantı nedir? Neden bu olay yaşanıyor? Bu olay kaç kere yaşanmış olabilir?

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan. 

13 Aralık 2024 Cuma

Vardiya (Silo 2)

0 yorum

 Silo serisinin ikinci kitabı. Olayların başlangıcından esas kızın geldiği zamana kadar olan kısmı anlatıyor. Öyle ki neden silolara ihtiyaç duyulduğunu göstermiyor. Neden insanlar yüzeye çıkamıyor? Siloları kim inşa etti? Neden inşa etti? İnşa ederken neler vardı? 

Düşünceler arasında gezinirken malum diziden sahneler de gözümde canlanıyordu. Kitabı ben üç şekilde ele alacağım. İlki bilimkurgu olacak. Ardından felsefi altyapısını dizisiyle birlikte ele alıp üçüncü ve son olarak da düşünce deneyleri üzerine eğileceğim. En sevdiğim kısmını en sona bırakıyorum. 

Kıyamet sonrasında insanların silolarda yaşadığını öğreniyoruz serinin ikinci kitabında. Ancak bu kıyamet nasıl kopuyor? Kim kıyametin ilk ateşini atıyor ya da gerçekten kıyamet var mı sorularının etrafından dolaşıyor. Okuduklarımız siloların inşaacılarının asıl amacını daha da merak etmemize neden oluyor.

Kitabın temelinde var oluş kaygısı işleniyor. Ancak kaygıdan çok toplum sözleşmeleri deneyini andırıyor. Daha da ilginci bana Fare Cenneti deneyini anımsatmıştır. Bu deneyi bilmeyenlere hızlaca şöyle bahsedeyim: Deneyde farelerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam verilmiştir. Ancak bu ütopik rahatlıktaki ortamda nüfusla birlikte davranışsal bozukluklar tespit edilmeye başlanıyor. İşte burada her bir siloda başka başka özelliklerin varlığından haberdar olmaya başlıyoruz. Mesela ilk kitapta herkesin çokça sorduğu soru çok basit bir soru: asansör neden yok? Bakınız buradaki vurgu nedende; asansörde değil. Soru şu şekilde de olabilirdi: Neden asansör yok? 

Buradan da işte sevdiğim düşünce deneyleri kısmına evriliyoruz. 

Silo serisinde ilk olarak bende canlandırdığı aklın duvarları düşüncesiydi. Fiziki olarak duvarların var olması bir yana bu duvarlar içerisinde gündelik hayatı idame ettirmeye çalışmak inanılmaz bir zihin gücü gerektirdiği kanısındayım. Bunun en çabuk akla gelen benzetmesi tabi ki cezaevi benzetmesi. Cezaevindeki insanlar neden cezaevinde olduklarını bilir. Çünkü kendi suçlarıdır. Silodaki insanlar da neden siloda olduklarını biliyor. Çünkü kendilerinin, atalarının suçu. Cezaevindeki insanlar -müebbet harici olanlar- ne zaman çıkacaklarını bilir. Müebbettekiler çıkamacaklarını bilir. Silodakiler de. Bu benzer yapılanma içerisinde cezaevindekiler de gündelik hayatına devam eder Silo'dakiler de. Peki bu zihinsel altyapı nereden geliyor? Hiç cam açıp temiz havayı solumayı öğrenmemiş bir topluluk bunun ne demek olduğunu bilmediği için hiç zihinsel zorlanma yaşamadan bunu kabullenebilir mi?

Bu kabullenişi kolaylaştırmak için ekranların varlığına bir kere daha bakmamız gerekiyor. Ekranlar dışarıyı göstermiyor. Dışarıya çıkanlara ne olduğunu gösteriyor. Haliyle Big Borther'dan bildiğimiz o bilinmez düşman tam gözümüzün önünde duruyor ve bu savaş hiç bitmiyor.

“Evet. Bir keresinde Thurman’a ekranları neden koyduklarını sordum ve ne yanıt verdiğini biliyor musun?”

Charlotte omuz silkti ve bir yudum su aldı.

“Gitmelerini engellemek için. O silolard kalmalarını istiyorsak onlara ölümü göstermeliyiz. Aksi taktirde, orada ne olduğu görmek isteyeceklerdir. Thurman bunun insan doğası olduğunu söyledi.

Bu insan doğasının varlığında ölüm korkusundan başka hangi korku vardır acaba? Silo içerisinde kalmak olabilir mi? Peki öyle olursa yaşamaya devam edemez mi? Elinde tüm yaşam imkanları var ve tek başınıza kaldınız. Bu bir distopya mı ütopya mı?

Silo'nun ikinci kitabında buna da değiniyor Hugh Howey. Kendi düzenini kendi zihninde temellendirdiğinde diğer insanlardan kurtulamayacağın, hep bir arada olduğun kendi başına kalamayacağın bir kalabalığa insan hazır mı?

Buna rahatlıkla evet diyebiliyorum. İnsan topluluğunun virüs gibi davranmasından dolayı Silo içerisinde yaşamaya uyum sağlayacak bir topluluk evrimleşecektir.

Bir varlık felsefesine zeminlendirilmiş bir politik distopyada Silo'ların temellerine uzanıyoruz. Nasıl kurulduğuna dair bilgileri alıyoruz. Geçmiş ile gelecek bir orta zamanda birleşiyor.

22 Kasım 2024 Cuma

Sisifos Söyleni

0 yorum
Sisifos'un hikayesini duyduktan biraz daha derinlere dalayım diye uğraşırken karşıma çıkan bir kitap oldu. Dikkat çekici kısmı romantik bir yaklaşımla düşünce yapısını birleştirmiş olmasıdır.
Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. Yaşamın yaşamaya değip değmediğinde bir yargıya varmak…
Buradaki cümlenin romantizmi pek tabi ki intihar sözcüğünden geliyor. Ancak kitabın ilerleyen kısımlarında intihar yapılanmasına dair daha ilginç bir mantık diziminin karşıma çıkacağından habersizdim. Keza bu mantık dizimindeki intihar tiplerinden de habersizdim.

İntiharı yapılandırmaya; düşünce yapılanmasında; beden varlığı ile başladım. İntihar etmek için kelime anlamı olarak bedenin yaşamını sonlandırmak için yaşayan bir bedenin varlığının kabulüyle devam ettim. Yaşayan bir beden yok ise intihar da olamaz yanlışlamasıyla da ispata gittim. Öyle miydi peki? Kitabın beni götüreceği yeri hiç bilmeden bir yok ediliş öyküsüne başlamıştım. 

Sisifos Söyleni öncesi Albert Camus'yu anlamak ile bu kitabı okuduktan sonra Albert Camus yorumlamak arasında miladi bir fark var. Kitabı okuduktan sonra bunu keşfettim. Bu benim kendi keşfimdi. Benden önce keşfedenler neden bundan bahsetmemişti? İpuçları vardı da ben mi yakalayamamıştım? 

***

İntihar dizgemde eşlenik bir yapıda olduğumu sanmama neden olacak bir yem bırakmıştı Camus!
Bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın bütün düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır.

İnsanın yaşama bağlanışını ne sağlıyordu? Bebeklikten bu yana öğrendiklerimiz mi? Hayır, hayır! Bunu kabul edemedim. Çünkü içgüdüyü gözardı edemiyordum. Boğulmaya yüz tutan insanları kurtarırken arada mutlaka bir araç olmasını salık verirler. Çünkü boğulan kişi bilinçsizce kendisine yardım etmeye çalışan kişiye de ölüme sürükleyebiliyormuş! Hayır, hayır. Öğrenilmişler değil. Bir şekilde bedende var olan bir şey bu. 

Kendi düşüncelerimin arasında gezerken Camus'unun yolunda karşılaştığım bir başka levha beni yeni bir ayrıma getirdi.

Bedenin yargısı, aklın yargısından hiç de aşağı değildir, beden de yıkılış karşısında geriler. Düşünme alışkanlığını edinmeden yaşamaya alışırız. 

 Hangi yargılarla ilerliyordum ki bedensel bir yargıyı yoksaydım? Sonra biraz sakinleştim. Keza yok saymadığımı gördüm. Yargı dememiştim ben ona. İçgüdü demiştim. Birbirlerinden çok farklı da olsalar seziyordum bedenin varlığını! Bilmek mi? Henüz bilemiyorum bedenin, bedenimin varlığını. Aklımla bedenim mükemmel bir birliktelik mi kurmuşlardı? Yoksa tamamen mi ayrıktılar? İlişkilerini sezmek için kullanmam gereken düşünce aracı intihar mıydı?

Düşünme alışkanlığımı ne kadar hızlı(!) kaybetmiştim. Bunu sadece tümcelere bakarken en sonra ne zaman okudum sorusuyla çıkarsadım.

Camus dekorları yıkmaya başlamıştı dekorları yerine koyarak. Tezat değil! Dekorların yeri yıkık olduğu yerlerdir! Benim de bulunduğum yer bu dekorların yanı. Dekor olmamın kabulü başka bir dizge gerektiriyor.

Dekorları bedensel olarak izlerken çoktan ölmüş müydü aklım?! Yoksa ben mi ölmüştüm. Ya da aklım vardı bedenim mi ölmüştü? İzlemimi nasıl elde ettiğimi baktığımda aklımın intihar ettiğini gördüm! Ama ya bedenim?

gerçekten ölüm deneyi yoktur da ondan

Düşüncelerim arasında acı çekerken; nefes almaya çalışırken en az altı kere okuduğum kısma geldim. Ölüm deneyi yok çok hoşuma gitti önce. Yaşamak bir ölüm deneyi diye kibirlendim. Camus hiç bir şey bilmiyormuş(!) Bak yaşayarak nasıl ölüm deneyleri gerçekleştiriyoruz. Çeşit çeşit ölümlere karşılık çeşit çeşit yaşamlar. "Ölüm ama bir intihar değil" diye duraksadım. Kopmuştu ipim. Kibrim utanca dönüştü.

Gerçekten bir ölüm deneyi yoktu. Gerçekten, gerçekten... Ben, benim ölümümü denemedim. Deneylemedim. Deneyimlemedim. Kalbim acıdı.

Deneylere tabi olan fiziksel bir dünyayı kabullenemez bir hale geldim. Canım acıdı. Uyuşuk aklım kıvranmaktan öte can çekişiyordu. Çünkü;

bu dünya aslında akla uygun değil

***

Can acım inlemelerle devam ediyor; akıl acım feryatlar kopartıyor.

Bütünüyle tinsel görünene açık bir olgu vardır: insanın her zaman kendi gerçeklerinin pençesinde olduğu. Kimi gerçekleri benimsedikten sonra, olanlardan bir daha kopamaz insan

 Gerçeklerimi düzdüm, kafam rahat mis gibi hayat derken dört kere okudum bir yere gelmiştim. İlk olarak gerçeklerin "peşinde" diye okumuştum. Kendimden gelen aklım veya bedenimin yargısıydı bu kelime. Sonra hissettim; geri geldim. "Peşinde" yazmıyordu. İkinci okuyuşumda gördüm! "Pençesinde" yazıyordu. Tüylerim ürperdi. Pençesinde olduğum gerçekler beni onun peşinde koştuğuma inandırmıştı! Acıdı canım bir kere daha. "Peşinde" yazsaydı nasıl olurdu Camus? Okudum üçüncüye. Hayır, artık başlamıştı bir uyumsuzluk. Sezmiştim. Dördüncüsü, "pençesi"ydi gerçeklerin.

***

Kitabın sonlarına hızla ilerlerken, Camus'nun kendine edindiği bir söylem oturdu içime.

 Büyük romancılar… felsefe kuruyor imgeyle yazıyor

Örneklendiriyor. Bilindik yazarlardan... 

***

Buraya kadar hislerimden okuduklarımla kendim arasında gidiş gelişlerimi yazdım. Peki Camus bunları mı yazmıştı? Camus bunların hepsini Uyumsuz temellemesiyle ilerletti. Ben kendi uyumsuzluğumu deneyimledim. İntihar ile başladığımız yolda çelişki gibi gözüken bir yere geldik.

Varoluş asılsızdır ya da ölümsüzdür.

***

İster akıl intihar tipi olsun, ister beden... Varoluşun asılsızlığı veya ölümsüzlüğü arasında sıkışıp kalan bir yerde şimdi bu okuyucu. Camus kitabın sonunda Franz Kafka'ya geliyor ve bu aralığı iyice genişletiyor!

Peki Sisifos kimdi?

 

27 Ekim 2022 Perşembe

Leibowitz İçin Bir İlahi

0 yorum
Merakla başladığım bir kitap birazcık hayal kırıklığına uğrattı. Nedenlerine gelmeden önce merakımı uyandıran arka kapak yazısıydı.

Nükleer savaş sonrasında dünyadaki yaşam neredeyse yok olmuştur. Cehalet evrensel hale gelmiş ve kitaplar yakılmış, hatta okuma yazma bilenler öldürülmüştür.

Beni yakalayan cümle bu oldu. Buradan sonra kitap içerisinden bilgiler olabilir.
Ben ne bekliyordum? Fahrenheit 451 distopyası değil elbette. Cehaletin yükseliği beni cezbetmişti. Nasıl da benziyor acaba diye. Kitap Hırsızı'nda olduğu bir var oluş çatışması da değil. İnsanlığın nasıl gözünü kan bürüyordu? Savaştan çıkmış bir insanlık nasıl daha çok kan istiyor ve kana doyamıyordu?

Leibowitz İçin Bir İlahi'de elbette bu konular işleniyor. Kitap üç bölümden oluyor. Ben bunları şöyle böldüm: Yakın Sonra, Unutanlar, Savaşanlar. Tarihin tekerrürü üzerine.
Kitap ise şöyle bölümlenmiş:
Fiat Homo -İnsan Olsun-
Fiat Lux -Işık Olsun-
Fiat Voluntas Tua -Senin İstediğin Olsun-

Kitabın ilk bölümü beklediğim gibi başladı. Bir kült yok olmuş kitapları ve bilimi arıyordu. Kültün ilginç amacı kitapları bulup dünyanın geri kalanından saklamaktı. Cehalete olan övgünün nereden geldiğini çok geçmeden öğrendim.
Bunu yapanları taşa tutalım ve karınlarını deşelim ve yakalım onları. Bu suçu işleyenlerin, uşakları ve bilgeleriyle birlikte, soylarını kurutalım; tüm eserlerini, isimlerini, hatta anılarını yakarak yok edelim. Onları mahvedelim ve çocuklarımıza bunun yepyeni bir dünya olduğunu ve daha önce olup bitenleri bilmemeleri gerektiğini öğretelim. Büyük bir saflaştırma yapalım ve dünya yeniden başlasın. (Sayfa 78)

Yıllar geçmiş ve İsa'dan Sonra 3100'lere kadar gelmişiz. Peki Leibowitz bu yıllarında neresinde? Kitaba bu ismi veren kişi kimdir ve ona neden ilahiler okunuyor?

"Beni yanlış anladınız, Sayın Dahim. Keçi suçlanmayacak, tam tersine kutsanıp şereflendirilecek! Aziz Leibowitz'in size gönderdiği taçla taçlandırın onu ve doğmakta olan gün için ona şükranlarınızı sunun. Sonra suçu Leibowitz'e yıkın ve onu çöle sürün. Böylece ikici tacı takmak zorunda kalmayacaksınız . Hani şu dikenli olanı. Onsa sorumluluk diyorlar." (Sayfa 242)

Bunu anlamak için kitabın sonunu bekleyeceğimi düşünüyordum. Sadece ilk bölümün sonunu beklemem gerekiyormuş. Neden bu kadar erken cevaplanmıştı sorum? Leibowitz'in kim olduğunu öğrenince kültün detaylarını okuyacağıma dair umutlarım da söndü. Ezberciler gitti. Kazıcılar unutuldu. Kopyacılar'a teşekkür bile edile edilmez oldu.
"Cehalet kraldır. Onun tahtından indirilmesi birçoklarının işine gelmez. Birçokları bu karanlık monarşi sayesinde parasına para katar. Onlar cehaletin maiyetidir ve onun adına insanları dolandırıp yönetir ve bu arada kendileri daha da zengin olup güçlenirler. Okuryazarlıktan bile korkarkarl, çünkü yazılı söz düşmanlarını bir araya getirebiliecek yollardan birisidir. Sİlahları keskince bilenmiştir ve onları ustalıkla kullanırlar. Çıkarlarının tehdit edilmekte olduğunu hissetiklerinde dünyaya savaşı dayacaklar ve bunu izleyen şiddet bildiğimiz şekliyle toplumsal yapı tamamen harap oluncaya dek sürecek ve yerini yeni bir toplum alacak. Üzgünüm. Ama ben böyle görüyorum." (Sayfa 252)
Kitap zaten bu kültteki bir çömezin pederlik yolundaki sınavıyla başlıyor. Peki neden peder diye de ilk bölümün sonuna kadar kendime sordum. Nereye yönlendirecekti bizi pederler ve Leibowitz'in pederlerle ilgisi neydi ki?

Vikipedi'de Leibowitz adında bir profesör, arama sonuçlarında ilklerde çıkıyor. Ona bir atıf mıydı acaba? Neden bir Yahudi soyadı? Bunu bana sordurtan yine kitabın kendisi oldu. İlk bölümde cehalete karşı kült ya da tarikat yapılanması ikinci bölümde Hristiyan yapılanması olarak karşımıza çıkıyor.

Böyle olunca neden bir Yahudi isminden bahsediliyor? Gel gelelim Leibowitz'in kim olduğunu önceki bölümde öğrenmiştik. İkinci bölümde -yıllarımız İsa'dan Sonra 3700'leri gösteriyor- Leibowitzi'in adı devam ediyor ancak bir geçiş dönemi yaşanıyor. Aydınlanmayla birlikte bir çatışma, bir aç gözlülük çağı doğuyor tekrar. Siyasi yapılanmalar değişiyor ama tarikat bu yapılanmadan hariç kalmak için çaba gösteriyor. 

Sonuncu bölüm; ismiyle uyum içerisinde. Konunun biraz daha toparlanacağını düşünürken biraz daha içe dönüş gibi oluyor. Düşünceler kopuklaşıyor, zamana yayılıyor. Olaylar yine olacağına varıyor. Bu sefer kurtuluş için bir B planı düşünülmüş. Bir kaçış hikayesine bürünüyor. Bir ya da bakış açısını değiştirirsek bir kurtuluş hikayesi.
"Hangisine inanacağız? Ya da aslında fark eder mi? Eğer katliama katliamla, tecavüze tacavüzle, nefrete nefretle karşılık verilecekse, kimin baltasının daha kanlı olduğunu sormanın bir anlamı kalır mı?" (Sayfa 328)
Kitapta ilerlerken dinin bizi kurtaracağını ve ışığa yönelteceğini okumaya başladığımı hissettim. Bu da sonlara doğru beni koparttı. Bir dinin kendi içindeki bölümlerinin kültleşmesinin merkezdeki yapıyı daha da güçlendirerek dini bir sağlamlık sağlıyor. Bunu anlatmak istemiş olabilir mi  Walter M. Miller JR gerçekten? Bu merkezdeki yapılanma insanlığı kurtaracak planlara mı sahip oluyor?

Yahut tarih tekerrürden ibarettir olarak özetleyebilir miyim?
... ne şair ne de dekan agnostik varsayımlarından vazgeçmişler ve şu sonuca varmışlardı: Non cogitamus, ergo nihil sumus (Sayfa 354)
Descartes'ın söylediğinin zıttı galiba. Biz neden hiçiz? Savaşı önleyecek kanunların neden çıkmadığı sormadığımız için? Üçüncü sayfa haberlerinde işlenen cinayette kullanılan silahın nereden temin edildiğinin haberi olmadığı için?

23 Ağustos 2022 Salı

Tiamat

0 yorum

 İhsan Oktay Anar'ın çok zamandır beklediğim kitabı. İhsan Oktay Anar yayınevi değiştirmiş, bu sefer kitap Everest'ten geldi. 

Tiamat kelimesinin sözlük.gov.tr'de karşılığı bulunmamaktadır.

Vikipedi'ye göre Tiamat kelimesinin kökeni Akadca yahut Yunanca'ya dayanmaktadır. Antik Mezopotamya tanrıçasıdır. İlkel tuz denizi tanrıçasıdır ve yaratılıştaki kaosun sembolü. Parıldayan olarak tanımlanır.

Deniz tanrıçası Tiamat.

İhsan Oktay Anar kendinde harmanladığı akımları çok keyifle okutuyor. Etiketler artık çok meşhur olduğu için kitabın benim için etiketlerini de aktarayım: #steampunk #korsan #deniz #korku #gerilim #macera

Buradan sonra kitap içinden alıntılar vardır. 

Tahtelbahir seyirdeyken uğursuz bir sanduka bulunur. Sandukanın esrarı, denizlerin dibinde kalması gerekirken gün yüzüne çıkar! Bu gün yüzüne çıkış; mürettebattan bir kişinin kolunun koparak sandukanın içinde sıkışmasıyla başlar. Yaralıyı yatakhanede dinlendirirken, yaralı bir anda kaybolur ve yaralının yatağındaysa kopan kol tek başına durmaktadır!

Tahtelbahir'in derinliklerinden; sandukayı kilitledikleri yerden; tuhaf sesler gelir, karanlık uyanmıştır içerisinde alevler ve kızıllığıyla.

Tiamat kimin mi ismi? Ölen gerçekten ölmüş müdür? Ölenlerin sesini duyabilir miyiz?

Kitap çok hızlı bitti, şimdi bekle ki gelsin yeni kitap. Tekrar tekrar okuruz bu arada. Ancak yayınevi değişikliği beni şaşırttı. İletişim'den beklerken kitabı... 

Kitap:
Everest Yayınları
Alfa Kitap
Kitapturdu.com
Idefix.com
Bkmkitap.com

19 Nisan 2022 Salı

Kayıp Tanrılar Ülkesi

0 yorum

 Ahmet Ümit'in 2021'de çıkarttığı son kitabı, Kayıp Tanrılar Ülkesinde Başkomser Nevzat romanı değil. Ama... Amasını; kitabı okuduysanız biliyorsunuz. Kitabın kapağı benim için ayrıca bir albeniye sahip. Anadolu topraklarındaki medeniyetlerin derinliği büyüleyici bir etkiye sahip. Antik kentlerin bir zamanlar capcanlı olduğunu hayal etmek bende tuhaf duygular oluşturur. Bir zamanlar o; ellerle biçimlendirilmiş mermerler üzerinde insanların hareket etmeleri, yaşamaları, düşünmeleri beni gülümsetiyor.

Bu kitapta da Ahmet Ümit bu kentlerden birisine geliyor: Bergama Akropolisi.

Yıldız Başkomser Berlin polis teşkilatında çalışan bir Türk asıllı Alman'dır. Cemal Ölmez, öldürüldükten sonra bu davayı araştırmak Yıldız Başkomsere kalmıştır.

Ahmet Ümit bu kitapta kimlik tartışmasını çok boyutlu olarak romanlaştırmış. Kimilerine kitabı beğenmiş kimileri beğenmemiş. Kitabın türü üzerine konuşulmuş vesaire. Ben kitabın temelindeki kimlik çatışmasını çok beğendim.

Kitaba başlarken kimlik nedir diye başlamak lazım. İnsanı belirleyenler neler? İsmi mi, milliyeti mi, ırkı mı, dili mi?.. Sonu yok! Bunlara sahip olan bir kişiliğin başka bir kişilikle çatışmasını bu kitapta elbette okuyorsunuz. Bunlara sahip bir kişinin kendi içinde de çatışmasının işlenmesi işte bu kitabı diğer Ahmet Ümit kitaplarından bence ayırıyor. Kimlik çatışmaları üzerine kurulu bir hikaye örgüsü... Kök, köken, uyum sağlama, sağlmama, unutma, hatırlama... Bunların hepsinin bir araya geldiği ve benim hiç gitmediğim bir şehri, Berlin'i polisiye çerçevesinde görüyoruz. Berlin mozağinde Türklerin Almanların, Türk asıllı Almanların, Safkan Almanların, Doğu Almanlarının, Batı Almanlarının, Alman olmayanların içe içe geçmiş bir yaşamı var.

İnsanı insan yapan nedir, bu kimliği sonuna kadar koruması mı? Kimlikler arasında kaybolması mı? Kimliğin değerini kim nasıl belirler gibi sorular canlanıyor kitabı okurken.

Her yerde yazıldığı, söylendiği, anlatıldığı gibi mitolojisine daha gelemedim. Görüneni -evet- mitoloji ama mitolojideki kişilik çatışmaları. Zeus Altarı'nın hikayesi gayet net. Değer bilmez bir toplumdan alınıp değer gösterilir bir topluma verilmiş. 

Zeus Altar'ı çevresinde şekillenen romanda Celal Ölmez öldükten sonra şüpheler ilk olarak Neo-nazilerin üzerinde toplanır. Ancak Celal Ölmez'in öldürülme şekli de bir acayiptir: Zeus'a kurban edilmiştir... 

Bergama'dan filizlenen bir öykü kişiliklerin kavisli varlığında çatışarak, sevişerek, özleyerek, kinlenerek tanrılar yaratan insanların savaşını anlatıyor.

Peki okuyucu, sen kimsin?

Kitap;
Yapı Kredi Yayınları
İdefix
Kitapyurdu

20 Ekim 2021 Çarşamba

Sherlock Holmes 1. Cilt

0 yorum

Sherlock Holmes kanonu için muhteşem bir set. Sherlock Holmes öykülerinin yanı sıra editör Leslie Klinger'ın araştırmalarının sonuçlarını veya derlemelerini notlar halinde bulabiliyorsunuz. Bu notlar oldukça faydalı! Sherlock Holmes kanonu için bir başvuru kitabı! Tabii kimi noktalarda dipnot bekliyorsunuz ve olmadığını görüp neden olmadığını da merak ettiriyor. Haliyle Lesli Klinger'ın derlediklerinyle birlikte araştırılması gereken daha çok nokta ortaya çıkıyor!

Sherlock Holmes okurken o dönemin içinde kaybolup 221B'de bir köşede varlığımı sürdürdüğüm hissederim. Bu hissiyatımı görsellerle destekliyor bu kitap! Öykülerin ilk baskılarında kullanılan çizimler bulunuyor! Strand Magazine'i o zamanlarda okuduğunuzu düşünsesnize! Bu harika çizimlere editörün dönem fotoğrafları eşlik ediyor! Zaman yolculuğu inanılmaz bir hal alıyor. Bu görselleri incelemek için bile başlı başına bir zamana ihtiyaç var. 

Sherlock Holmes'u ilk defa bu setten okuyacaklar bir önerim var. Önce sadece Sherlock Holmes'u okusunlar. İkinci veya artık kendinizi kaçıncı kere okurken bulursanız o zaman dipnotları kurcalamaya başlayınız. Dipnot dediklerim tek cümlelik açıklama değil! Bazıları notlara sayfa ayrılmaktadır. İşte bu sebeple dipnotları kurcalarken Sherlock Holmes'un hızına yetişemeyebilirsiz. Ancak başlıklara öykülerin başlıklarına ait 1 no'lu notları okumak öykünün basım tarihi hakkında bilgilendirir. 

Kitapta beni çok büyük bir zahmetten kurtaran bir ayrıntı bulunuyor ve ben buna bayıldım! Kronolojik tablo! Sherlock'un ve Watson'ın hayatında yaşananlarla birlikte Arthur Conan Doyle'un hayatındaki önemli olaylar da listelenmiş durumda. Bunların yanında İngiltere gerçekleşmiş önemli olaylar, Avrupa'da ve Dünya'da yaşanmış önemli olaylar da listeye dahil! İşlevsel bir kronolojik tablo. 

Kitabın mükemmel olduğundan bahsetmiş miydim?

Bazı öykülerin sonunda da Sherlock Holmes'un yöntemlerine veya öykülerdeki tartışmalı konulara dair incelemeler ayrı bir başlıkla derinleştiriliyor.

Bu ciltte Sherlock Holmes Maceraları ve Sherlock Holmes Anıları bir araya geliyor. Cilt içindekileri aşağıdaki gibi özetleyeceğim:

Önsöz Leslie S. Klinger'ın önsözüyle cilt başlıyor.

Giriş bizleri bu dünyaya davet ediyor.

Sherlock Holmes'ün Dünyası dönemi ve gelişmeleri bizlere özetlemekle birlikte Sherlock Holmes ve Dr John H. Watson'ın kayıtlı hayatını da anlatıyor. Bu başlığın altında Arthur Conan Doyle'un da hayatı ele alınıyor ve tabi ki Sherlock Holmes'un dostları ve taklitleri de bu başlık altında ele alınıyor.

Türkiye'ye Abdülhamid ve Sherlock Holmes başlığında Sherlock'un coğrafyamızdaki izlerini göryoruz.

Ardından Sherlock Holmes'un Maceraları başlıyor. Bu bölüm altında 12 adet öykü sıralanıyor. Burada şunu belirteyim, yazının sonunda öykü ve inceleme başlıklarını liste halinde paylaşacağım.

Bohemya'da Skandal Irene Adler ile Sherlock Holmes'un tanıştığı öyküdür! Ziyarete önemli bir kişi gelir ve Irene Adler'in elinde ona ait bir şey vardır. Sherlock Holmes bu skandalı önleyebilecek mi? Kanonda kaç kere Irene Adler'den bahsedildiğini öğrenmek için tabi ki kitabın açıklamalarına bakmanız gerekecek. Bu gibi notların benim için çok keyifli olduğunu söylemeliyim. Yoksa kendim saymak zorunda kalıyorum ve bu beyaz yaka hayatında çok kolay olmuyor.

Kızıl Saçlılar Kulübü'ne çağrı ile olaylar başlamaktadır. Jabez Wilson bu çağrıya cevap vermiştir ve ansiklopedi kopyalayarak para kazanacağı yeni bir alan oluşmuştur accak bir anda kulüp feshedilir! Bu muamma benim o dönemki insanların uğraşları konusunda ayrıca ilgimi çekmektedir. Kitaptaki dönem fotoğrafları da bu öyküyü daha da keyifli kılıyor!

Bir Kimlik Vakası'nda anlatılan muamma şöyledir: Evin genç kızı büyümüştür ve bir erkek arkadaşı vardır. Erkek arkadaşıyla evliliğin kapısına kadar gelmişlerdir ancak damat tören esnasında kayıplara karışmıştır! Öykünün bir başka önemi de dönem kadınlarının yaşam şartlarını anlatmaktadır.

Boscombe Vadisi'ndeki Sır katilin bulunmasıyla çözülür. Ancak bu muamma Sherlock Holmes olmasaydı çözülmezdi. İkinci derece kanıtlar maktulün oğlunu işaret etmektedir. Burada Sherlock Holmes'un kanıtları ele alış yöntemlerini de ayrıca görüyoruz. İkinci derece kanıtların güvenilir veya güvenilmez olduğunu nasıl ayrımına varıyordu? Öykünün 19 no'lu açıklamasında bu konuya da değiniliyor. Ancak yine de Sherlock'un davayı ele alış biçiminin öykü sonunda açıkladığıyla aynı olmadı hissine kapılırım bazen.

Beş Portakal Çekirdeği öyküsü Amerika ile İngiltere arasındaki ilişkilere de göndermede bulunuyor. Cleaopatra's Needle'a bakmak yeterli. Peki portakal çekirdekleri ne ifade ediyordu? Klu Klux Klan günümüzde hala yaşıyor mudur? 

Çarpık Dudaklı Adam'ın mesleği günümüzde hala devam etmektedir. Peki dilencilik neden hala var? Bu muammayı Sherlock'a eşinin kayıplara karıştığını bildiren bir hanımefendi getiriyor. Kocası cinayete mi kurban gitti? Öykünün sonunda Adı Farklı Olsa Da Gülün... isimli, Dr. Watson'ın adını araştıran bir inceleme bulunuyor. Buna benzer incelemeler cilt boyunca var ve kanonu çok daha keyifli hale getiriyor.

Mavi Yakut Macerası'nın bir noel öyküsü olduğu öykünün ilk cümlesinden anlaşılıyor. Öyküde Noel'in icadına da değiniliyor ve bir kazın peşinde koşturma başlıyor! Hırsız kimdi? Öyküde dönemin pazarlarıının görsellerini de görmek çok keyifliydi benim için. 

Benekli Şerit Macerası kurnazca planlanmış bir cinayeti anlatıyor. Sherlock Holmes ve Dr. Watson ile karanlıkta, o oda bekleyişin gerginliğini yaşıyorsunuz. Öykünün sonunda ise Bu Bir Batanlık Engereği! ... Hindistan'ın En Ölümcül Yılanı incelemesi bulunuyor. Benekli Şerit'in hangi tür olabileceğini inceliyor. Ardından bir inceleme daha geliyor! Sherlock Holmes ve Dr. John H. Watson'ın Silahları. Başlıktan da anlaşıldığı gibi ikilinin silahlarını üzerine bir inceleme.

 Mühendisin Başparmağı Macerası'nda mühendisin kopan başparmağı bir çeteyi gözler önüne seriyor. Açıklamalarda kovalanan gerçek kişilerle bağlantı araştırmaları burada da mühendisin gerçek kimliğine dair bir bilgi veriyor.

Bekar Asilzade Macerası'nda Robert St. Simon'un eşi evlendikten sonra kayıplara karışmıştır ve bulunması için Sherlock Holmes'tan yardım istenmiştir. 

Beril Taç Macerası'nda kaybolan tacın nerede olduğu araştırılmaktadır. Emanet olarak eve gelen tacın kaybolmasındaki suçlu evin oğlu mudur? Öykünün başlangıcında Holmes'tan yardım isteyecek kişiyi Watson'ın gözleriyle pencereden görüyoruz. O döneme 221B'nin penceresinden bakmak bana ayrı bir keyif vermiştir.

Kızıl Kayınlar Macerası'nda dönemin kadınlara bakışına dair ipuçları sunuyor. Öykünün başlangıç cümlesini Sherock ve Sanat üzerine yazılabilecek makalelerin başlangıç noktası olur diyebilirim. Violet Hunter adında bir mürebbiyeye iş teklifi gelmiştir ancak yanında bazı tuhaf istekler de gelmiştir. Bu isteklerin ardında yatan nedeni bulmak için Mürebbiye Hanım Sherlock Holmes'tan yardım istemektedir. Bu öyküyle Sherlock Holmes'un Maceraları sona eriyor.

Sherlock Holmes'un Anıları kitabı başlıyor. Bu kitapta 9 yıllık sessizliğe bürüneceği son öykü bulunuyor. Döneminde yaşasam ve bu son öyküyü okusam nasıl hissederdim acaba? Ciltteki bu bölüm 14 öyküden ve incelemelerinden oluşuyor.

Gümüş Alev kaybolan atın adıdır ve bir de ölü beden vardır. Muammanın çözülmesi için Sherlock Holmes gereklidir. Ardından ...Bu Çok Basit Bir Hesap başlığında Sherlock Holmes'un trenin içinde iken trenin hızını hesaplaması detaylı olarak ele alınıyor. Peşinden Sıradaki Koşudan Para Kazanma İhtimalim Var başlığında Sherlock Holmes'un finansal durumu üzerine görüşler yer alıyor.

Karton Kutu içerisinden kesik kulak çıkmıştır! Kulağın sahibi kimdir ve neden kesilmiş? Ardında hüzünlü bir aşk hikayesi ve cani bir tutku yatmaktadır. Sherlock Holmes bu muammayı çıkarsama sanatıyla sonuçlandıracaktır.

Sarı Surat'ta Grant Munro'nun evine komşu kulübeye yeni taşınmış kişilerin muamması anlatılmaktadır. Beyfendinin eşi bu kulübeye sıklıkla gitmeye başlamıştır ve işler bu noktadan sonra çetrefilleşir. Olayın arkasındaki gizem Sherlock Holmes yardımıyla çözüme kavuşur. Bu öyküde döneminde insanların ırklara nasıl yaklaştığına dair ipuçları da görülüyor. 

Borsacının Katibi işsiz kalmış ve iş aramaktadır. Tam yeni bir işe başlayacak iken daha iyi parası olan bir başka iş teklifi almıştır! İşe başlamışken işvereninde farkettiği bir şey kendisinin Sherlock'a başvurmasına neden olmuştur. Öykünün sonunda olayların bir başka Sherlock Holme öyküsüne benzediğini göreceksiniz. 

Gloria Scott Sherlock Holmes'un ilk üstlendiği vaka olarak kayıtlara geçer. Hem de bunu Sherlock kendisi söylemektedir. Ayrıca Sherlock Holmes'un bir gizemli arkadaşının ismi geçmektedir: Victor Trevor. Yolları daha sonra tekrar kesişmiş midir bilinmez... Sherlock ve Victor; Baba Trevor'un yanında tatildedir ve Sherlock da oradayken Hudson adında birisi gelir! O günden sonra Baba Trevor gün yüzü göremez. Olayların babasını neden bu kadar etkilediğini öğrenmek için Victor Sherlock'tan yardım ister.

Musgrave Töreni bize bir define avı öyküsü sunmaktadır! Musgrave Konağı'ndaki uşak bir gece Reginald Musgrave'in belgelerini kurcalarken yakalanır ve kovulur! Ancak uşak biraz müsaade ister. Müsaade verilir ama bir gün ansızın kaybolur. Daha sonra da hizmetçilerden birisi kayıplara karışır! Muammanın çözümü için Sherlock Holmes'tan yardım istenir. Öykünün ardından Musgrave'lerin Töreni başlığı altında törende bahsi geçen yönergeler detaylı incelenerek öyküde bahsedilen konak ile eleştirme çalışmaları toplanmıştır. 

Reigate Soyluları'nda Holmes ve Watson; birlikte Watson'ın arkadaşına ziyarete giderler. Sherlock kanonda adı geçen ama detayları bilinmeyen bir muamma sonrası yorgun düşmüştür ve olaylardan uzak dinlenecektir. Ancak gittikleri yerde bir cinayet işlenir! Müteveffa'nın parmakları arasında bir kağıt parçası bulunur! Sherlock detaylı bir şekilde bu elyazısını inceler. Buna hayran olmamak elde değil.23 çıkarım daha bulunması bunların ne olabileceğine dair düşüncelere sürüklüyor insanı! Tabi ki öykünün onüç numaralı açıklamasında buna değinilmiş.

Biçimsiz Adam'da bir odadan kaçış öyküsü bizleri bekliyor. Odada ölen kişiyi kim öldürmüştür? Yanındaki eşi mi? Yoksa başka biri mi? Peki anahtar nerede? Öyküden sonra Hint Ayaklanması başlığı altında öyküyle ilişkili olan dönemin siyası durumu inceleniyor.

Yerleşik Hasta parlak bir geleceği olan yeni mezun bir doktora yatırım yaparak ona bir muayenehane açıyor ve onunla birlikte yaşıyor. Doktora iki gün peşpeşe gelen tuhaf bir hasta ve onun refakatçisinden sonra Yerleşik Hasta tuhaf davranmaya başlıyor! Doktor Sherlock Holmes'tan yardım istiyor. "Yerleşik Hasta"nın Metni başlığında metnin farklı zamanlarda farklı şekillerde yayımlanmasını irdeliyor.

Yunan Tercüman'da Sherlock'un ağabeyi Mycroft Holmes ile tanışıyoruz! Yunan tercümanın içine düştüğü müphem olayların etrafında Holmeslar hakkında biraz daha bilgi ediniyoruz! Tabi ki öykünün sonunda Mycroft Holmes başlığına sahip incelemede ağabeyi biraz daha tanıyoruz! 

Bahriye Antlaşması'nda Sherlock Holmes diplomatik bir krizi önlemektedir! Peki kaybolan antlaşma metni nerededir? Bu öykünün bir özelliği de Sherlock kısa öykülerinin en uzunu olması.

Son Mumma'da Profesör Moriarty karşımıza çıkıyor ve Sherlock Holmes çatışmalarını okuyoruz. Kendi kendine satranç oynamak gibi! Öyküden sonra 'Son Muamma'yı Gözden Geçirme başlığında altında bir inceleme yazısı bulunuyor.

Ardından Kronolojik Tablo ile bu muhteşem cilt sona eriyor. Mükemmel bir kitap!

Bendeki kitap Everest Yayınları'nından Mart 2013 tarihli ilk baskısı.Kitabın editörü Leslie S. Klinger. Çeviri Kaya Genç ve Berrak Göçer'e ait! Bu set çok zamandır kütüphanemin bir parçası ve bu muazzam setten bahsetmenin zamanı çoktan geldi!

Sherlock Holmes I. Cilt
Sherlock Holmes II. Cilt
Sherlock Holmes III. Cilt

Sherlock Holmes'un Maceraları
    Bohemya'da Skandal
    Kızıl Saçlılar Kulübü
    Bir Kimik Vakası
    Boscombe Vadisi'ndeki Sır
    Beş Portalak Çekirdeği
    Çarpık Dudaklı Adam
        "Adı Farklı Olsa Da Gülün
"
    Mavi Yakut Macerası
        Kursak Tartışması
    Benekli Şerit
        "Bu Bataklık Engereği!...Hindistan'ın En Ölümcül Yılanı
        Sherlock Holmes Ve Dr. John H. Watson'ın Silahları
    Mühendisin Başparmağı Macerası
    Bekar Asilzade Macerası
    Beril Taç Macerası
    Kızıl Kayınlar Macerası

Sherlock Holmes'un Anıları
    Gümüş Alev
        "...Bu Çok Basit Bir Hesap"
        "Sıradaki Koşudan Para Kazanma İhtimalim Var."
    Karton Kutu
    Sarı Surat
    Borsacının Katibi
    Gloria Scott
    Musgrave Töreni
        Musgravelerin Töreni
    Reigate Soyluları
    Biçimsiz Adam
        Hint Ayaklanması
    Yerleşik Hasta
        "Yerleşik Hasta"nın Metni
    Yunan Tercüman
        Mycroft Holmes
    Bahriye Antlaşması
    Son Muamma
        "Son Muamma"yı Gözden Geçirme


8 Ocak 2021 Cuma

Tuhaf Masallar

0 yorum

Tuhaf Masallar; Ransom Riggs'in kaleminden tuhaf çocukların büyürken dinledikleri masallar. Kıssadan hisseler rahatsız edebilir. Kıssadan hisselere ulaşırken rahatsız yollardan geçilebilir. 

Masalları derleyen Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları'ndan Millar Nullings olup çizimler Andrew Davidson'a ait. Syndrigast Yayınları bu masalların okunmasında bizi olanak sağlamış olup İthaki Yayınları sayesinde tuhaf olmayan bizlere ulaşmıştır.

Kitap yayıncının notu ile başlıyor: Elinde tuttuğun kitap yalnızca tuhaf gözler için yazılmıştır.

Önsöz
Şaşaalı Yamyamlar
Çatal Dilli Prenses
İlk Ymbryne
Hayaletlerle Arkadaşlık Eden Kadın
Cocobolo
Saint Paul'ün Güvercinleri
Kâbusları Ehlileştiren Kız
Çekirge
Denizi Zapt Eden Oğlan
Cuthberg Efsanesi

Önsöz Bay Millard Nullings'in Maarif Doktoru Tıp Şirürji Bakaloryası Maliki imzasını taşıyor. Bu masalları neden derlediğine ışık tutuyor.

Şaşaalı Yamyamlar sürüldükleri topraklardan insan etine daha rahat ulaşabildikleri idam cezasının oldukları topraklarla giderken tuhaf bir köy ile karşılaşırlar. Bu tuhafların özelliği kopan, kesilen uzuvlarının yerine yenisi çıkmaktadır! Yamyamlar maden bulmuş gibi sevinmişlerdir eminim!

Çatal Dilli Prenses'in namı diyarları aşmıştır. Güzelliğinden herkes bahsetmektedir. Bu güzelliğin namına kapılan bir prens, prensesi görmeden evlenmeyi kabul etmiştir. Düğün günü tanışacaklardır ve prenses sadece hizmetçisiyle konuşmaktadır! 

İlk Ymbryne masalı benim de içlerinde en çok merak ettiğim masaldı. Tuhafların cadılarla büyücülerle karıştırıldığı dönemde yurtlarından olmuşlardır! 

Hayaletlerle Arkadaşlık Eden Kadın'ın tuhaflığını tanıyoruz ama düştüğü yalnızlığı sadece yapayalnızlar bilir!

Cocobolo masalı bana Uzakdoğu'nun tuhaflarının bir masalı. Bu tuhaflar ki zamanla Cocobolo olur!

Saint Paul'ün Güvercinleri gökyüzündeki huzurun da insanlar tarafından gasp edilmesiyle insanlara savaş açmıştır. Bu savaş hızla tırmanırken bir insan barış için aracı olur.

Kâbusları Ehlileştiren Kız babası gibi doktor olmak ister ancak kendisi daha farklı bir doktor olmuştur. Peki kabuslar da insanları ehlileştirir mi?

Çekirge aslında sevgiye muhtaçtı. Bu tuhafın insandan-insana olan tuhaf ve uzun yolculuğuna eşlik ediyoruz.

Denizi Zapt Eden Oğlan denize çok uzak bir yerde annesiyle yaşamaktadır. Annesinin ölümüyle denize ulaşır ama insanlar onu zapt etmeye uğraşır.

Cuthberg Efsanesi Devlerin yaşadığı dönemden gelen bir masal. 'Dost'un ne olduğunu analatır.

Tuhaf Çocuklar Serisi:
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları: The Desolations Of Devil's Acre (Şeytanın Arka Bahçesi'nin Perişanlığı) (Kitap anadilinde 23/2/2021'de çıktı.)
Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Nisan 2017 tarihli ilk baskısı. Aslı Dağlı çevirisiyle bizlere ulaşıyor.

1 Ocak 2021 Cuma

Süpersimetri

0 yorum

David Walton'ın Süperpoze kitabının devamı. İlk kitabı 2017 yılında okumuşum. Kitabı edinirken ikinci kitabın da geleceğini biliyordum. Lakin bir seri değil de birbiriyle küçük bağlantıları olan bir kitap diye düşünmüştüm o zamanlar ve ikinci kitap Süpersimetri 2019 Eylül'de Türkiye'de ilk baskısını gerçekleştirdi.

Kitabı endindiğimde ilk kitaptaki ayrıntıları çoktan zihnimin derinliklerinde kaybetmişim. Haliyle Süperpoze'yi tekrar okudum. Hemen peşinden Süpersimetri'ye başladım.

Bir Kuantum Romanı:
Süperpoze
Süpersimetri

İki kitap arasındaki bariz farklardan birisi; ilk kitapta olasılık dalgasını iki koldan; Üst Spin ve Alt Spin bölümleri ile okurken ikinci kitap Süpersimetri'de çizgisel bir anlatım yapısı kurmuş David Walton. Haliyle ikinci kitaptaki kötü adama karşı savaş heyecanı, ilk kitaptaki olasılığın tırmanışındaki heyecana çok yaklaşamıyor. 

Bu da anlatımdaki akıcılık beklentimi biraz düşürmeme sebep oldu.. İlk kitapta çok daha hızlı giderken ikinci kitapta David Walton'ın anlatmak istediği zaman paradoksuna ulaşmak için meşakkatli ve çizgilsel bir yol izleniyor. Eğer zaman paradoksuna erişirseniz David Walton'ın devam kitabında ulaşmak istediği noktaya varmış oluyorsunuz.

İlk kitabı okumamış olanlar için bu noktadan sonra sürpriz kaçıranlar olacaktır. O yüzden önce ilk kitap: Süperpoze.

Süpersimetri iki ayrı öyküden oluşuyor. Birisi çevre öyküsü diğeri de karakterlerimizin öyküsü. Karakterlerimizin öyküsü malum kuantum evrenini makro evrene taşımayı başaran Jean ve kuantum evrenden gelen Varcolac; Jacob Kelley tarafından alt edilir. Ancak Varcolac nereye gitmişti? Bu gidişiyle arkasında iki olasılık dalgasının aynı anda var olmasını sağlamış yahut neden olmuştu. Alex ve Sandra. Aslında bir kişinin iki farklı olasılığı. David Walton bu çatışma üzerinden kişi kimdir sorusunu kurcalıyor biraz. Kıssadan hissemiz de kişiyi kişi yapan seçimleridir oluyor. Böyle kıssadan hisse kitaba çok yakışmasa da kitabın bilimkurgu-polisiye olduğunu unutmamakta fayda var. Alex fizikçi olur ve babasının eski çalıştığı New Jersey Süper Çarpıştırıcında çalışmaktadır ve biliminsanı Oronzi'nin projesinde görevlidir. Sandra ise polis olmuştur ve babasının da karşılaşmayı seyretmek için gittiği beyzbol stadındaki patlamada görevlendirilmiştir. 

Karakterlerimizin yaşadığı dünyanın öyküsü ise daha da ilginç oldu benim. Türkler Avrupa'nın ortasına kadar ilerlemiştir. Slovenya savaşın sınır hattını oluşturmaktadır. Amerikan askerleri de Türklere karşı Polonya Krakow'da konuşlanmıştır. Okurken önce Slovakya'dır diye düşünmüştüm ancak haritalardan da teyit edince David Walton'ın bu şekilde bir harita çizdiğini gördüm. Aradaki ülkeler galiba Türklerde... David Walton bu tip bir haritayı oluştururken mutlaka bir altyapı kurmuştur ancak kitapta bu kısma değinmiyor. Ancak Türklerin, Avrupa'da nükleer silahlar olduğunu bildiğini ve bunlara karşı operasyon düzenlediğini okuyoruz. Haliyle Amerika da bu el değişimini kabul etmiyor ve CIA ile birlikte özel kuvvetler Polonya'da konuşlanmış bulunuyor. Böyle bir savaş durumu nükleer dehşet dengesi ana karakterlerimizin etrafını çevreliyor. Alex ve Sandra'nın erkek kardeşi Sean da burada özel kuvvetlerde askerdir.

Kitap New Jersey'da giriş yapıp çözüme Lübliyana'da kavuşuyor. 

İlk kitap olasılıklar ile ilgilenirken ikinci kitap zamanın boyutlarına yöneliyor. Kitabı Süpersimetri olarak okuyunca daha güzel oluyor yani ilk kitaptaki beklentiyle ikinci kitaba başlamamak gerekiyor. Kitabın adı ise 277. sayfadan geliyor. Zaman-Mesafe grafiğinda Y eksenini zaman olarak düşünürsek ve X ekseni de mesafeyi tanımlarsak [+x,+y] bölgesininde bir noktanın x eksenine simetriğini alırsak [+x, -y] bölgesine gelmektedir. Bu simetrik görüntünün; y eksenini zaman olarak tanımladığımız için, -y'de bulunmasından dolayı zamanda geriye gittiğini ifade eder.

Kitap April Yayınları'ndan Eylül 2019 tarihinde ilk baskısını gerçekleştirmiştir. Çeviri Gökçe YAVAŞ'a ait.

Kitap:
April Yayıncılık
Amazon.com.tr
Kitapyurdu.com
İdefix.com


24 Aralık 2020 Perşembe

Daha

0 yorum

 Hakan Günday önyargımın bir bakıma çözülmesiyle elime aldığım kitap oldu. Bu önyargımın yıkılması izlediğim bir dizinin senaryosunu onun yazdığını fark ettiğimde çözülmeye başlamıştı. Böylelikle okumaya başladım.

Kitabın konusu baştan beni çekti ama endişelerim vardı. Marketlerde "edebiyat" veyahut "kültür" dergisi olarak satılan renkli baskılarda kutucuklar içinde süslenmiş devrik cümleler ile karşılaşacağımdan emindim. Velhasıl kitabın başlangıcında çokça "belki"li cümleyle karşılaşınca adım adım süslü kutucuğun vurgulu cümlesine geleceğiz diye düşündüm.

Öyle de oldu. Benzetme öncesi betimelemeler ve zemin hazırlanarak bilgi oluşturuluyor ve benzetme ile konu zirveye çıkıyor. Bunu Günday o kadar akışkan bir şekilde gerçekleştiriyor ki bir zaman sonra affedebiliyor, kendi haline bırakıp nereye götüreceğini merak edebiliyorsunuz.

Böylece Günday önyargım yıkılmaya devam ediyor.

Gazâ babasının oğlu bir insan kaçakçısıdır. Babası Ahad ne zamandan beridir bu işi yapıyor Gazâ bilmez. Gazâ zeki bir çocuktur ve insanı hızla içine çekebilir! Yaşı ilerledikçe babasıyla olan kavgası da içten içe ilerler. Mülteciler yahut kaçaklar ya da mallar gelip gitmeye devam eder ve Gazâ'nın oyuncakları haline gelir. Oyuncaklarını parçalamaktan korkmayan bir çocuk olarak deneylerine başlar hatta bilimsel makale yazacaktır. Kitabın en ilginç yanlarından birisidir. 

Her bilimsel makale gibi bu da bir deney sonucu yazılıyor. Kitabın en güzel kısımlardan birisi buradaki benzetme oluyor. Haliyle Gazâ Spiral Yönetim Şeklini gözlemlemiş oluyor! Kitabın sadece bu kısmı başlı başına bir dünya! Bu deney Gazâ'nın kaçakların kendi arasında bir lider seçmesini talep etmesiyle başlıyor ve Gazâ'nın küçük ülke oyunu başlıyor. Bu küçük ülke hiç de yabancı değil!

Peki Gazâ iyi bir insan mıdır? Kötü bir insan mıdır? Kitapta bu çatışma da görülüyor ama çatışma olarak değil bir uyum olarak. Kahramanlar mükemmel iyidilerdir tezine karşı bir kitap. Okunan bu kahraman hiç de kahraman değil. Yaptıkları midenizi bulandıracak cinsten ama olduğu gibi. Mutlak iyi yoktur mutlak kötü yoktur. İyi ile kötü iç içe geçmiştir. Böyle bir burgaç içinde nefessiz kalacaksınız.

Kitabın kapağı kitap bittikten sonra daha bir anlamlı hale bürünüyor. Herkesin yolu bir labirentin içinde ve labirent yok olursa artık geriye kalan ne ise...

Gazâ'nın anlamı TDK'ye göre: İslam dinini korumak veya yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşı yapılan kutsal savaş. Gazâ'nın savaşı kimle?

Anlatıcı Gazâ'nın kendisi. Ondan dinliyoruz hayat öyküsünü bildiği ve anladığı kadar. Kitabın bölümleri Rönesans resim teknikleriyle ayrılmış.
Sfumato ile başıyor. Buharlaşarak karışıyor.
Cangiante ile devam ediyor. Ani renk değişimi.
Chiaroscuro ile takip ediyor. Işık ile gölge çarpıyor, üçüncü boyut oluşuyor.
Unione ile sonlanıyor. Sfumato'nun parlak, canlı renklerle vücut bulması. Kana bulanması.

Kitap Doğan Kitap'tan Ekim 2013'te çıktı. Bundan tam yedi yıl önce. Ne değişecekti ki?

Kitap:
Doğan Kitap
Kitapyurdu.com
İdefix.com

18 Aralık 2020 Cuma

İnce Memed 3

0 yorum

 İnce Memed yaralıdır. İnce Memed bitkindir ancak ismi Çukurova'da gezinmeye devam eder. İnce Memed'i bulmaya çalışırlar ancak bulamazlar. At'ı da göze görünür ama ne yakalanabilir ne de vurulabilir.

İnce Memed-I
İnce Memed-II
İnce Memed-III
İnce Memed-IV

Umutsuzluk devam ediyor. Bir tarafta zorlu toprak diğer tarafta bu toprağı paylaşmış ağalar. Arada kalan köylülerin yaşam mücadelesi ve umutsuzlukları. Azıcık güvendikleri efsaneleşen İnce Memed. Ama her zaman da görülmüyor. Kırklara karışıyor.

İnce Memed artık bitirmek istiyor bu kavgayı. Çünkü ağaların biri gidiyor, biri geliyor ve köylüler ne kadar tutsalar da İnce Memed'i ağasız yaşam bilmiyorlar. Ağaların biri gidip biri geliyorsa bir İnce Memed gidip bir İnce Memed gelir!

Bu kitapta ağaları okuyoruz. Çok korkan Murtaza Ağa İnce Memed'in sonunu hazırlamaya çalışıyor. Kesek gibi düşünceler ve söylemler arasındaki farkları görüyoruz. Bu geçişler, söylemlerin değişmesinin sebepleri korku belli ki!

İnsanı anlatmaya devam ediyor Yaşar Kemal, eğrisiyle doğrusuyla. Bu kitapta dili anlatmak istediğine uygun bir şekilde evriliyor ve daha efsanevi bir anlatım gösteriyor. Ermişlere karışmış İnce Memed gibi.

24 Nisan 2020 Cuma

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları Günler Haritası

1 yorum
Tuhaflıklar bitmedi!

Tuhaf Çocuklar Serisi:
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları: The Desolations Of Devil's Acre (Şeytanın Arka Bahçesi'nin Perişanlığı) (Kitap anadilinde 23/2/2021'de çıktı.)

Jacob eve dönmüştür. Ailesi akıl hastanesine yatırılmasını düşünmektedir. Hatta yolculuğun hazırlığı tamamlanmış yola koyulacaklardı. Bayan Peregrine ve Tuhaf Çocuklar birden bitiverdiler!

İki dünya arasındaki çizginin yok olmasıyla Jacob denge kurmaya çalışmaktadır. Ancak büyükbabası hakkında beklenmedik keşifler onu Amerika'da bir kovalamacanın içine sokacaktır. Öyle ki durumdan hakkında hiçbir bilgisi yoktur ve kendisini bir savaşın ortasında bulur ki bu sefer düşman gölgelerin kendisi değildir!

Kitap üç günde bitti, yani üslup anımsadığım gibi akıyor, yormuyor. Ancak bu kitap kendim hakkında da küçük bir yolculuk oldu. İlk üçlüyü okuyalı dört sene olmuştu ve ben artık olay örgüsünü unutmuşum. Yaşlanıyorum sanırım! Kitabın içinde ilerlerken bir yandan da önceki kitapları düşünüyordum. Tuhaf Çocuklar'da ne vardı?

Tuhaf Çocuklar dünya tarafından kabul görmemiş tuhaf yeteneklere sahip çocuklardır. Ymbryne'ler tarafından oluşturulan zaman döngülerinin içinde yaşamaktadırlar. Ancak tuhafların peşinde hortlaklar ve gölgeler vardır! İşte bunlara karşı verilen savaştan bizim tuhaflar galip gelmiştir.

İlk üçlüyle dördüncü arasında bu kadar uzun zaman olunca ve kendimle ilgili bu -yaşlandım ve unuttum- cebelleşmesi baş gösterince daha geniş anımsatıcı kısımlar beklemeye başladım. Ancak yoktu. Küçük küçük metinler var. Bunun genişletilmemesinin sebebi de dördüncü kitaptaki olayların ilk üç ile doğrudan bağlantısı olmaması diye düşünüyorum. Abe'in geride bıraktığı sırların peşindeyiz bu sefer.

Jacob tuhaflar dünyasına bir üne kavuşmuştur. Ancak diğer yandan da bir şarlatan olarak görülmektedir. Ymbryne'lere muhalif olan bir hareket de başlamıştır. Tüm bunlarla uğraşırlarken bir tuhaflar dünyasının yeniden yapılandırılması ve gölgelerle yaşanın savaşın yaralarının sarılması için gayret gösterirler.

Bizim tuhaflara Arka Bahçe'de çeşitli görevler verirler ama bastıbacaklar -yüzlerce yıl yaşındalar! (Jacob hariç)- burun bükerler. İşlerin nasıl bir çıkmaza doğru gittiğinden haberleri yoktur ve Abe Portman gerçeğini belki de bilmiyorlar!

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Aslı Dağlı çevirisiyle Mayıs 2019 tarihli ilk baskısı.
İthaki.com.tr

Sağlıcakla.

19 Nisan 2020 Pazar

Bütün Hikayleri

0 yorum
Edger Allan Poe'nun bütün hikayelerinin tek cilt altında toplanmış olduğu bu baskıyı yıllardır gözüme kestirmiştim ancak okumak için zaman bulamayacağımdan edinememiştim. Karantina günleri benim için bu zamanı oluşturdu.

Edger Allan Poe'nun dünyalar arasındaki geçişlerini okumak çok güzeldi! Hikayeler tarih sıralamasına sahip olduğu için Poe'nun üslubundaki geçişleri, ilerleyişleri okumak ve hissetmek apayrı bir güzellik oldu!

İlk zamanları daha şiirsel bir üslup varken bu üslubu giderek sadeleşiyor. Zamanın keşfetme ilhamı onda vücut buluyor ve keşif gezilere türlü maceralarla karşılaşmak üzere çıkıyoruz!

Kitabın arka kapağıdan:
Bu kitabı, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanlara adıyorum. - Edger Allan Poe
Kitabın en büyük hadikapı dipnotları notlar olarak kitabın sonuna taşımışlar. 968 sayfalık kitapta ileri geri gitmek zorlayıcı olabiliyor.

Diğer bir problem de İthaki'den beklemediğim baskı hataları! Birden fazlalar. Öyle ki daha ikinci başlıkta karşımıza çıkıyor. "E. A., Poe Üzerine"de ikinci harfin sonunda fazladan bir noktalama işareti, virgül çıkıyor!

Edger Allan Poe'nun Yazmanın Felsefesi ile kitap başlıyor. Kuzgun şiirini örnekleyerek yazınını açıklıyor.

Ardından Charles Baudelaire'in E. A. Poe Üzerine önsözü geliyor. Ben bu kısmı çok hızlı geçtiğimi itiraf edeceğim. Çünkü Poe öyküleri için çok sabırsızdım!

Şişede Bulunan Not ailesi ve vatanı hakkında söyleyecek pek bir şeyi olmayan birisinin denize açılmasıyla yazdıklarını bir şişeye koyarak başına gelenleri okuyoruz. Onları alabora eden neydi?

Berenice ile kuzeni birlikte büyümüşlerdir ve adım adım bir imkansız aşka ilerlemektedir. Var oluşundaki tuhaf anomali güzel dişlere ve bir küreğe bedeldi.

Morelle ile bir arkadaş topluluğunda tanışmışlardı bu başlangıç onların sonuydu.

Bir Aslanın Hayatından Pasajlar (Aslanlaşma) Robert burunoloji üzerine çalışmak istediğini babasına açıklar. Peki nedir burunoloji ve bir burun yoksa nasıl çalışır?

Hans Pfaal Diye Birinin Benzeri Görülmemiş Serüveni'nde Hans Pfaal'ın Rotterdam'da neden olduğu kargaşayı ve Ay'a gidişini okuyoruz! (Öykü 1835 tarihini taşıyor. Ay'a ayak basma 1969 yılında!)

Randevu (Vizyoner) Tanışı kendisini evine davet etmiştir, korkunç gerçek sonda görülecektir.

Bon-Bon sıradışı niteliklere sahiptir. Gece ansızın gelen misafiriyse daha da ilginçtir.

Gölge: Bir Mesel'de gölgeler diyarından bizlere yazandan alacağımız mesele kulak verin!

Nefesini Yitirmek "Blackwood'a Ne Uygun Olan, Ne de Olmayan Bir Öykü. Ya nefessiz kalsaydınız ve hala hareket halinde olsaydınız? Yaşıyor musunuz? Öldünüz mü? Kim inanır!

Veba Kralı'nın karşısına denizciler çıkar! Kendilerini zorla akşam yemeğine davet ettirmişlerdir.

Metzengerstein. Dehşet ve ölümün asırlardır kol gezdiği bir tarihte, bir atın öyküsüdür karşımızda duran ateşler içindeki karanlık!

Dük De L'Omelette ile Şeytan karşı karşıyadır.

Dört Hayvan Bir Arada; İnsan-Zürafa. Şimdi üç bin sekiz yüz otuz senesinde olduğunuzu düşünün.

Bir Kudüs Öyküsü cemaatten bağış toplayanların verdiği bir sınavdır.

Aldatma soyluların düellosudur.

Ligeia gölgeler diyarına gitmiş sevgili Leydi Ligeia! Bu gözler kimin?

Bir Blackwood Makalesi Nası Yazılır? Bu ipuçlarını kullanarak kesinlikle bir makale yazabilirsiniz ipuçlar da Bay Blackwood'un kendisinden!

Kötü Bir Durum: Zamanın Tırpanı'nda Bay Blacwood'tan alınmış derslerle bir makale yazılır.

Sessizlik Bir Masal: (Siope) İblis konuşuyor.

Bitmiş Adam Son Bugaboo ve Kickapoo Seferi'nden Bir Öykü. Fahri Tuğgeneral John A.B.C Smith'in ardında yatan gizem!

Çan Kulesindeki Şeytan Dünyanın en güzel yerinin Hollanda'daki Vondervotteimittis kasabası olduğunu biliyor muydunuz? Ya çan bir kere fazla çalarsa?

Eiros'la Charmion'un Konuşması. Onları gölgeler yahut ışıklar diyarından dinliyoruz!

Girdaba İniş. Denizin en dibine yolculuktan sağ çıkmak.

Julius Rodman'in Günlüğü Kuzey Amerika'daki Rocky Dağları'nı Geçen İlk Uygar İnsanın Anlatısı. Kuzey'e doğru bir keşif gezisi başlar!

Kalabalıkların Adamı tenhada duramaz.

Morgue Sokağı Cinayetleri'ni Mösyö C. Auguste Dupin çözecektir. Mösyö Dupin ile burada karşılaşıyoruz.(Mösyö C. Auguste Dupin ile 1841 yılında tanışıyoruz. Bay Sherlock Holmes ile de 1891 yılında.)

Usher Evi'nin Çöküşü. Kasvetli bir ev kefene sarılmıştır.

William Wilson'ın gerçek adını bilmiyoruz. Sayfayı gerçek adıyla kirletmek istememiştir ancak kendisinden bir tane daha vardır?!

Peri Adası'nda çöken karanlığın içerisinde kaybolan bir peri.

Monos İle Una'nın Konuşması  Gölgelerden gelir sesleri.

Şeytan'la Asla Kafan Üstüne Bahse Girme çünkü bir arkadaş bu bahsi çok fazla tutmak istemiştir..

Bir Haftada Üç Pazar şartı koşmuştur büyük amcası Rumgudgeon evlenmeleri için. Bir haftada üç pazar yan yana gelirse sevdiğine kavuşabilecektir.

Eleonora gençliğinde sevdiği kızdı ve kuziniydi ve yeminini bozacak mıydı?

Oval Portre canlı gibiydi. Belki de canlıydı!

Kızıl Ölümün Maskesi demişlerdi salgın hastalığın adına ve herkesten uzakta kilit altında yaşayacaktı. Maskeli balo verildi!

Marie Rogêt'nin Sırrı "MORGUE SOKAĞI CİNAYETLERİNİN DEVAMI" Mösyö Dupin tarafından çözülecektir. Bu olaya benzer bir kurban başka bir kıtada da yaşanmıştır: Mary Rogers.

Kuyu ve Sarkaç. İdam hükmünüz verilse ne hissederdiniz?

Gammaz Yürek Cehennemden gelen pek çok sesi işitiyordu. Deli miydi?

Altn Böcek bir gizemin ilk anahtarı.

Kara Kedi uğursuzluk mudur? Sizi ele veren bir gerçek midir?

Dolandırıclık Pozitif Bilimlerden Biri üzerine açıklamadır. Yöntemler şaşırtıcıdır!

Bir Engebei Dağlar Öyküsü Augustus Bedloe'nun etrafını sarmıştır. Ölü müdür diri mi?

Gözlük görmenizi sağlar! Aşkın ise gözü kördür.

Balon Şakası hava balonuyla Anlantik geçiliyor!

Hipnoz Altında İfşa kabul edilebilir gerçekler midir?

Diri Diri Gömülüş öldü sanılsa da ölmemiş olanların farkında olmadan toprağın altında kalması!

Uzun Sandık gemiye yüklenmiştir. İçindeki sırlarla birlikte.

Tuhaflık Meleği BİR FANTEZİ Kim demiş tuhaflıkların gerçekleşmediğini?

"Sen Yaptın" Bay Barnabas Shuttleworthy günlerdir ortada yoktur ve çok yakın arkadaşı Yaşlı Charles Goodfellow bir arama ekibi toplamaktadır.

Çalınan Mektup'u Mösyö Auguste Dupin bulabilecek midir?

Bay Thingum Bob'ın Yazın Hayatı bizleri bir editörün kendi ağzından yazın yolundaki ilerleyişini gösteriyor.

Şehrazat'ın 1002. Masalı'nı okuyoruz!

Mumyayla Konuşma sandukanın açılmasıyla başladı.

Sözcüklerin Gücü'nü konuşuyor Oinos ile Agathos.

Zıtlık Şetyanı'nda frenolojistlerin araşatırmalarına dair sonuçları görüyoruz.

Bay Valdemar Vakasındaki Gerçekler'in hipnotizmaya dayandığını baştan belirtelim. Daha önce kimse ölmek üzereyken hipnotize edilmemiştir.

Dr. Karan ile Prof. Telek'in Sistemi bir akıl hastanesinde uygulanmaktadır!

Sfenks kolera salgınında uzaktan yaklaşmaktadır.

Amontillado Fıçısı bir mahzendedir, içinde gölgeler!

Arnheim Arazisi'nin genişliğine bakınız.

Mellonta Tauta "Skylark" Balonunun İçinde'n iğrenç yolculuğun notları vardır.

Aksak Kurbağa kralın soytarısıdır. Şakasını hazırlamış adım adım sona yaklaşmaktadır.

Bir Makaleyi X'lemek sansür müdür?

Von Kempelen'in Buluşu neleri saklayabilir?

Landor'un Yazlığı "Arnheim Arazisi'ne Bir Ek ile Bay Landor'un evini görüyoruz.

Wissahiccon'da Bir Sabah bir geyik gezmektedir.

Eşya Felsefesi dekorasyonun inceliklerini milletler kırınımında görüyoruz.

Nuntucketlı Arthur Gordon Pym'in Öyküsü bir kısa roman aslında ve Gordon Pym'in denize açıldıktan sonra başından geçen tuhaf olaylara tanık oluyoruz.

Maelzel'in Satranç Oyuncusu Türk olarak da bilinir peki nasıl çalışır?

Astoria ticaret savaşları.

Deniz Feneri Poe'nun bitmemiş öyküsü.

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Dost Körpe çevirisiyle Kasım 2019 tarihli 13. baskısı.
İlknokta.com



Kutsal Dedektiflik Bürosu

0 yorum
Douglas Adam kitabı. Dirk Gently ile tanışıyoruz.

Kutsal Dedektiflik Bürosu
Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

Kitabın anadilindeki adındaki bir kelime çeviride kişileri zorluyor ki çevirilerde farklı isimleri görmenin sebebi de budur. "Holistic" kelimesinin karşılığında parçaları tek tek ele almaktan ziyade bu parçaların oluşturduğu bütünü görmeye çalışmak. Bir bakıma tümden gelim diyebiliriz. Dirk Gently her şeyin bir bütüncül yapı oluşturduğuna inanıyor.

Tercümelerin de buradan yola çıkarak gerçekleştiğini düşünüyorum. Ancak bence olması gereken Bütünsel Dedektiflik Bürosu'dur. Kitabın ilerleyen sayfalarında Dirk Gently'nin bürosundaki tabelayı da zaten bu şekilde görüyoruz:

Dirk Gently'nin Bütünsel Detektiflik Bürosu. Biz bir suçu BÜTÜNSEL çözeriz. Biz bir kişiyi BÜTÜNSEL buluruz. Sorununuza BÜTÜNSEL bir çözüm bulmak için bugün telefon edin. (Kayıp kediler ve çapraşık boşanma konularında uzmanız.) 33a Peckender sokak, Londra K1 01-354 9112 (sayfa164)

Tercümeyle ilgili hassasiyet burada başlıyor. Çünkü dile yeni kelime kazandırma, nasıl yazılmasının gerekliliği gibi çalışmalar bir bakıma bu yolla da gerçekleşiyor. Tutarlılık kelimelerdeki anlam için önem arzediyor. Haliyle yazım şekilleri de kelimelerdeki tutarlılıkla birlikte ilerliyor. Başlıktaki "dedektif" ile metnin içindeki "detektik" farklı şekilde yazılmış ve tashihten geçmiş. Bu şekilde farklılıklar çalışmaların aksadığı izlenimi uyandırıyor.

Douglas Adams kitapta kişileri betimlemiyor. Bu yüzden tanışmak kimileri için uzun sürebilir çünkü bir anda bir yerlerden isimler fırlayabiliyor. Haliyle yazarın yaratmak istediği ortama çok uygun bir davranış bu.

Dirk Gently hapse düşerek eğitim hayatından ayrılmıştır. Bunun sebebi de rüyasında sınav sorularını görmesidir (?)

Peki inanıyor musunuz? Eğer inanmakla zaman kaybetmek istemiyorsanız sizin için lazım olan bir Elektronik Keşiş!
Elektronik keşiş, bulaşık makinesi ve video kayıt cihazı gibi, zaman kaybını önlemek için yapılmış bir makinaydı. Bulaşık makinaları can sıkıcı tabakları sizin için yıkar, böylece sizi onları yıkama sıkıntısından kurtartır, video kayıt cihazları can sıkıcı televizyonu sizin için izler, böyece sizi izlemek sıkıntısından kurtarır. Elektronik keşişler de sizin için birşeylere inanır ve böylece herkesin sizden inanmanızı beklediği bütün o şeylere inanmak gibi gittikçe zahmeti artan bir işi yapmaktan sizi kurtarır. (sayfa 10)
 Elektronik keşişleriniz hazırsa bütünsellik üzerine ilerleyelim:
Kral bu zamanbilim kürsüsünü kurdu. Bunu yapmaktaki amaci, bir şeyin başka bir şeyin ardından olmasının özel bir nedeni olup olmadığını anlamak ve eğer böyle bir şey varsa, bunun nasn nasıl durdurulacağını öğrenmekti. (sayfa 24)
Herkes ve her şey bütünün bir parçasıysa ve bu bütün içerisinde bir kelebeğin kanat çırpmasının dev dalgalar oluşturmasında özel bir neden varsa bu özel neden niçin bulunmaktadır? Neye hizmet etmektedir? Bunu görebiliyor muyuz?

Bu kaosun içinde güzel bir yolculuğa hazırlanın. Yolunuzu kaybetsenizde aslında yolunuzu kaybetmemişsinizdir.

WayForward Technologies II firmasının sahibi Gordon Way arabasının bagajını kapatmaya çalışırken öldürülür. Telefonda kızkardeşi Susan Way'e telefonda mesaj bırakmaktadır. İşler burada çetrefilleşir. Dünya bir tehtit altındadır!

Kitap:
Nadirkitap.com



29 Mart 2020 Pazar

Son Av

0 yorum

Grange'ın yeni kitabı. Bu karantina günlerine polisiye yakışacaktır elbet.

Niemans adlı Fransız komiser başına gelen elim olaydan sonra sahadan çekilmiş ve eğitimci olarak devam etmektedir. Ancak yeni kurulan bir ekibin içine dahil edilmiştir. Danışman olarak vakalara yardım edecektir. Ancak ekip tek başına kendisinden oluşmaktadır.

Niemans'ın isteği üzerine ekibe birisi daha katılmıştır. Ivana Slav genç bir polistir. Fransa-Almanya sınırında yaşanan bir cinayeti aydınlatmak için Alman polisiyle birlikte çalışacaklardır.

Öldürülen ise ekonomik bir imparatorluğa sahip bir ailenin genç varislerinden birisidir. İpuçları çok belirsizdir. Tek büyük ipucu varis bir av yöntemine göre -pirsch- öldürülmüştür ve bu yönteme göre temizlenmiştir. Bu ikilinin ilk sorgusu aile doktoruyla başladı.

Ölüm von Geyesberglerin kendi arazi olan Kara Orman'de gerçekleşmiştir. Bu orman ailenin kendi partileri özenle baktıkları, yetiştirdikleri bir özel mülk.
Aristokratın tek bir meydan okuması vardır, kan. (sayfa 276)
Peki bu meydan okuma sadece hayvanlara karşı mıdır? Yoksa insanlar bu av partisinin neresindedir?
Soy her şeydir ve öğrenim aşağı tabakalardan biri için zavallı bir umuttur. (sayfa 279) 
Avlanma ile toplumsal yaşam arasındaki bağ ve bağlamlar yadsınamaz benzerlikler sergiliyor... İnsan en tepedeki avcı durumunda. Bizi avlayan var mı? Belki de Covid-19 bizim avcımızdır?
Gerçek çevreciler avcılardır. Bu doğru. Ormanı tehdit eden en büyük tehlike, aşırı kalabalıklaşmadır. (sayfa 71)
Av ve avcılığı insan harici düşündüğümüzde tamamen doğal ve dengeli oluyor. Hatta durumu kabulleniyoruz. Ancak insan işin içine girince olaylar çetrefilleşiyor.

İnsan insanı avlar mı?

Bendeki kitap Tankut Gökçe çevirisiyle Şubat 2020 tarihli ilk baskısı

Kitap:
Doğan Kitap

21 Mart 2020 Cumartesi

Bir Köpeğin Araştırmaları

0 yorum
Franz Kafka öyküsü. Bu seferki biraz uzunca çünkü bu kitabında bir köpeğin yaşamını ve yaşamındaki adanmışlıkları okuyoruz.

Köpek olma felsefesini de görüyoruz, köpek olmanın ne demek olduğunu da anlıyoruz, varlığının kaynağına kadar düşünüyoruz.

İnsanlar ne kadar köpekse köpeklerin de o kadar insan olduğunu düşünmemek elde değil.

Köpeğimizin araştırmaları yemek üzerine, toprağın verdiği yemeği neden hava da vermesin? Havanın yemek vermesi için ne kadar beklemek lazım ve ne yapmak lazım?

Belki de yememek lazım.

Kitabın her cümlesini birden fazla kere okumam gerekti. Anlaşılmazlığından değil. Her okuyuşumda bambaşka düşünceler içerisinde kaldım. Köpeğin peşinden gittiğinizi düşünürken kendi kaybolmuşluğunuzda boğulabilirsiniz!

Bu korona salgınında evde kalınız ve bol bol okuyunuz. Unutmayın ki size bir şey olmasa bile virüsü taşıdığınız ve çok sevdiğiniz kişi koronadan dolayı ölebilir!

Sağlıklı günler!

Bendeki kitap Olympia Yayınları'ndan Derya Öztürk çevirisi.


Ateş

0 yorum
Henri Barbusse kitabı. Birinci Dünya Savaşı'nın aslında kimler için olduğunu gösteren bir kitap.

Kitabın ben dili ile ilerliyor ancak bir yandan da sanki bir fanus içerisinde saflarda ilerliyorsunuz. Yazar sizi tamamen savaşın içine sokmuyor ama savaştan da uzak tutmuyor. Bir başka deyişle üzerine kan bulaşmıyor ama kanın kokusunu ve tadını alıyorsunuz.

Ancak bu hissiyat savaşın en korkutu zamanlarnda devam etmiyor. Üzerinizde mermiler uçuşurken yerde çamurun içine batmış şekilde bekliyorsunuz. Bu bekleyişe hareket ederseniz vurulacağınızın korkusuyla birlikte; çamurun içinde saplandığınz için hareket etmek istesenizde hareket edemediğinizin korkusu katılıyor.

Bu hissiyatla savaş hatlarında geziniyoruz. Barut kokusu, kan kokusu, çamur ve lağım kokusu birbirine karışıyor. Hatlarda bu kokuların, tatların içinde kimler yaşıyor?
Bu savaşta başlarını, buralarda mazgal deliklerinde, tehlikeye sokmuş aydın, sanatçı veya zengin hemen hemen hiç olmamıştır. Eğer olmuşsa tesadüfen buradan geçerken olmuştur ve muhakkak ki, başındaki kepi sırma şeritlidir. (sayfa 24)
Savaşı yaşayanlar ve savaşı isteyenler arasındaki çizgi böyle çiziliyor denebilir mi?

Siperlerin dibinde benzer düzenin farklı ifadesini de görüyoruz. Bir bakıma insanın gerçek yüzü böylece görülüyor.
Her bitli asker, kendi arkadaşının sırtından yaşar, eğer sen karavanadan en iyi parçayı alır ya da bir anggaryayı atlatırsan ve görevde en rahat yeri alırsan, muhakkak bundan arkadaşların zarar görür. (sayfa 38)
İnsanın temel düzeni ortaya böylece çıkıyor. Hepimiz çamurun içindeyiz. Ama bizim mecmualarda okuduğumuzu hep çamurun cilde iyi geldiğidir.
On beş aydır biz böyle şeyler okuyoruz; on beş aydır, müdür, yazarlara: "Omuzdaşlar, siz bütün bunlarla şu kirletmemiz lazım gelen şu dört beyaz sayfayı bulayınız," diyor. (sayfa 43) 
Savaşı kim istiyor sorusuna gizli bir cevap bu. Peki insanın ihtiyacı mıdır savaşmak?
Ne kadar  şeyler bulursam hepsiniz alıp, hepsini yapacağım. Başkalarıyla savaşmak ve kan çıkıncaya kadar, bok içinde didişmeye mecbur olmadan yaşayacağım. İki elimi lüks bir eşya gibi kıpırdatmadan yorganın üstüne koyacağım. Yorganın altında bacaklarım, yukarıdan aşağıya sıcacık olacak. (sayfa 61)
 Peki kendi askerlerine karşı insanlık nasıl bekliyor?
Yalnız kollarını değil, ellerini de açıp, bizi karşılayan bu cömert insanlar! (sayfa 76)
İnsanlığın geninde var olan bir sıkıntı belli ki bu. Yoksa savaşa ihtiyaç olmaz ve birbirini öldürmek için uğraşmazdı. Sosyal düzen oluşurken bu gendeki sorun sosyal düzene de yansımış. Ama insan böyledir işte.
İnsan her zaman birini kendine siper eder, dedi. (sayfa 125)
Başkalarını kendimize siper alıyoruz. İnsanlık hiyerarşisinin en üstünden en altına kadar bu sirayet etmiş. Yahut zaten hep vardı(?)
Tüfekler de el yazılarına benzerler, hepsi birbirinden farklıdır. (sayfa 184)
Öyle ki hepsi aynı şekilde öldürmektedir insanlığı. Ölen insanlığın propagandası tüm insanlığın aklının kaybetmişliğinin göstergesi.
Tüm insanlığın çılgınlığı yüzünden, onlara zorla kabul ettirilen deli rolünü bir kez oynamak için. (sayfa 245)
Ancak unutulmamalı ki insanın içinde zaten bir delilik mevcut ki deli rolüne çok hızlı uyum sağlayabiliyoruz veya kabulleniyoruz ama ölen yine bizler oluyoruz.
Tüfek hangi taraftan atılırsa atılsın aynı ses çıkarır, aynı dili konuşur. Ama milletler aynı tüfeklerle birbirlerine saldırmaktan çekinmezler. (sayfa 288)
Bizler kimiz? Bizler mutsuz olanlarız.
Bu dünyada  hiçbir memlekete tek ülke denilemez... Doğru değil mi? Her memleket sınırları içerisinde iki ayrı üke var... Ve her bir memleket birbirine yabancı iki ülkeye ayrılmış. Cephede, orada çok mutsuzlar var; burada geride ise çok fazla mutlular var!..(sayfa 307)
Bizler unutanlarız.
Biz birer unutma makinesinden başka bir şey değiliz... İnsanlar biraz düşünen fakat özellikle unutan yaratıklardır İşte bizler böyleyiz... (sayfa 338)
Bizler intihar edenleriz.
Savaşan iki ordu intihar eden tek ordudur, diye bağırıyorduç (sayfa 340)
Bundan kurtulmanın tek bir yolu var.
Savaş düşüncesi ortadan kalkmadıkça, öldürülmedikçe, her devirde boğumaşmalar olacak... (sayfa 341)
Savaş düşüncesinin ortaya çıktığı eşitsizlik de öldürülmüş olacak haliyle.
Bütün insanlar eşit olunca, birleşmez zorunda kalacaklar... (sayfa 348)
Peki biz neden eşitsizliği ortadan kaldıramıyoruz?
Eğer her ulus, savaş tanrısına günde yüzbinlerce körpe delikanlının taze etini hediye ediyorsa, herhalde bundan faydalanan bir iki kışkırtıcıdır. (sayfa 348)
Yalnızca bunlar değil, bir de onlarla birlikte cennetlerinin morfini ile bizleri önce heyecanandıran ve sonra uyutan papazlar var. Ekonomistler, tarihçiler... Ne bileyim ben, daha kimler?.. Sizin kafaınızı teorik cümlelerle allak bullak ederler. (sayfa 351)
Kitap savaşın kanlı tadını aktarıyor ve savaşın ortadan kaldırılması için en temelde neler gerekli söylüyor.

Katılmadığım bir nokta var, tüm insanlar birleşse ve eşit olsa bile bazıları kendilerinin daha eşit olduğunu savunacaktır. Çünkü bizde var olan bir bozukluk bunu defalarca kanıtlamıştır.

Tüm kana susamışlar kanın miktarı ve kokusu karşısında bir zaman sonra elbette rahatsız olacaktır, peki o zamana kadar akan kanın hesabını kim verecek?

Kitap:
Nadir Kitap
 
 
 
 
 
 

22 Şubat 2020 Cumartesi

Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

0 yorum
Douglas Adams'ın Dirk Gently devam kitabı. Şu sokağa çıkmanın yasak olduğu Covid-19 günlerinde Dirk Gently ile dostluk çok bütünsel olacak.

Kutsal Dedektiflik Bürosu
Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

Kitabın en sevdiğim yönlerinden birisi de kapağı oldu. Sarı ceket ve çorap, mavi yelek ve ayakkabı, bordo ayakkabı sizleri ruhunuzun uzun karanlık çay saatinde tanrılarla uğraştığımız bir rüyaya götürüyor.

Her şey Heathrow Havaalanı'nda başladı. Bir patlamayla ortalık birbirine girer. Haliyle bütüncül dedektifimizin de bir şekilde işin içine gireceğini görebiliyoruz. Ancak bu bütüncül bağlantıların örgüsünün nasıl kurulacağını henüz bilmiyoruz. Dedektifimizin yol bulma yöntemini kullanarak kitabı okudum. Gittiği yeri biliyormuş gibi giden birisinin peşine takılmak suretiyle sayfaların peşinden gidiyorum.

Kuzey'den gelen bir esinti bizi kitabın sonucuna doğru yavaş yavaş uçuruyor.

Ya o buzdolabının kapısı açılsaydı?

Bendeki kitap Alfa Yayınları'ndan İrem Kutluk çevirisiyle Ekim 2018 tarihli ikinci baskısı.

Kitap:
Alfa Yayınları

Kasiyer

0 yorum
Sayaka Murata'nın kaleminden bir market kasiyerini anlatıyor.

Şimdi küçük bilgiler vermem lazım. Bu market, konbini olarak bilinen markettir. Bu marketler haftanın yedi günü, günün yirmi dört saati açıktırlar ve içinde, sıcak hızlı tüketim yiyeceklerden dondurulmuş gıdaya, tornavidadan, çatal kaşığa kadar her şey bulunabilir. Bu marketlerin hedefi de bu zaten. Japonya'ya gitme şansınız olursa bu marketlerin ne kadar çok kolaylık sağladığını görürsünüz. Gece karnınız mı acıktı? Çıkıp bir koşu bi' şeyler alır yersiniz. Benim en çok ziyaret ettiğim Family Mart idi. Kasiyerler para üstünü de doğrudan el ile vermezler, küçük para tepsisine koyarak uzatırlar. 

Kitabın sayfaları arasında ilerken bazı cümleler var ki tüm vuruculuğu üzerinde topluyor, ama bu vuruculuğu ima ediyor. Japon dili zaten bu şekildedir. İma üslubundadır. Çok kaba bir örnek vereyim. "Kapıyı kapat" demez, "içerisi serin mi oldu" der. Haliyle kitabın bu imalarının çok fazla olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Kitabın arka kapağı "Lütfen normal ol artık." cümlesiyle başlıyor. İşte bu benim kitabı daha çok okumaya iten bir durumdu. Bunun sebeplerin biri de normal kavramının iki kültür arasında çok farklı olduğunu biliyorum. İçinde yaşıyorum.

Keiko Furukura toplumun algılarıyla kendi arasındaki algının farkını daha ilkokuldayken hissetmiş. Haliyle topluma karışma yöntemi olarak onları taklit etmeyi seçmiş. Çünkü kendi olduğunda toplum kabulleri dışına çıkmaya başlıyor. 

Furukura Hanım, üniversitenin ilk sınıfında öğrenciyken yeni açılacak olan Smart-Market Hiiro İstasyonu şubesine başvurur ve işi alır ve o zamandan bu zamana yarı-zamanlı olarak çalışmaya devam eder. Ancak çevresindeki herkes onun tam zamanlı bir iş bulması gerektiğini ya da evlenmesi gerektiğini söyler. 
Market, zorla normalleştiren bir yer. Sen de çok geçmeden kalıba girersin. (sayfa 58)
Kitap böyle başladığında bir başkaldırı olarak düşünüyordum. Ancak bu baş kaldırı sistemden çok bireysel özgürlüğün üzerindeki çevre insanların baskısına karşı olmuş. Furukura Hanım hunharca çalışarak normallerin içerisinde eriyerek normalleşebileceğini bizlere gösteriyor. Standart insan taklidiyle yaşayabiliyor ve bununla mutlu oluyor.

Kitabın kurgusunda Keiko Furukura'nın tuhaf olduğunu ve bunun bir şekilde doğuştan olduğunu görüyoruz. Ailevi problemi olmadığını da görüyoruyoruz. Keiko sadece olduğu gibi birisi. Çevresini incelediğimizde uyum probleminden dolayı biraz daha sessizleşiyor ve görünmez olmaya çalışıyor. Kasiyer olduğunda da firmanın el kitabındaki insanı taklit etmeye başlıyor ve haliyle üniformayı da giyince kasiyer olarak bilinir hale geliyor, Keiko Furukura değil ve kasiyer oluyor ve yaşamının merkezine bunu alıyor. Uyurken marketin sesleri kendisine ninni oluyor. Daha sonra karşısına mevcut yaşam düzeninin ilkel insanlık düzeninden farkı olmadığını düşünen bir kişi çıkıyor. Bu ilkelliğin üzerinde oldukça duruyor.

Haliyle günümüz yaşamı da bunun zıttı durumuna düşüyor.

Kitabın bir başkalıdırı mı yoksa bir ironi mi olduğunu düşündüm. Bir başkaldırı değil ve hayır ironi de değil. Mevcut durumun içerisinde ilkellikten uzak, çalışırak ve tektipleşerek anormalliğini de bu şekilde yaşamak isteyen Keiko Furukura'nın kasiyer olarak çalışmasını okuyoruz.

Bendeki kitap Turkuvaz Kitap'tan H. Can Erkin çevirisiyle Aralık 2019 tarihli ikinci baskısı.

9 Şubat 2020 Pazar

Taşrada Düğün Hazırlıkları

0 yorum
Franz Kafka kitabı. İki öyküden oluşuyor. Kitabı edinirken tek öykü gibi düşünmüştüm.

Bendeki kitap Derya Öztürk çevirisiyle Olympia Yayınları'ndan 2019 tarihli baskısı.

Eduard Raban yağmurlu bir güne adım atar. Yorgunluğunu da kendisiyle birlikte götürmektedir.
Bütün gün ofiste canla başla çalıştıktan sonra insan tatil günlerinden bile zevk alamayacak kadar yorgun oluyor. (sayfa 6)
Sevdikleri onu beklemektedir yahut beklediğini sanmaktadır ya da beklemediklerini bile bile Taşrada Düğün Hazırlıkları'na gitmektedir Raban. Kendini bırakıp bedenini göndererek.

Yoldaki Çocuklar camdan gelirler. Tüm dünyayı gezeceklerdir! Ancak kendisi çok yorgundur! Gidecekleri yerde görecekleri insanlar gariptir.
"Orada garip insanlar göreceksin! Bir düşünsene, asla uyumuyorlar!"
"Peki neden?"
"Çünkü hiç yorulmuyorlar."
"Neden?
"Çünkü aptallar." (sayfa 39)

Bu sefer kitapta karşılaştığım baskı hataları mevcut. Anlatım hatalarıyla, pekiştirme hatası gördüm. Kişi hatalarında özellikle durdum. Kafka özellikle o şekilde seçmiş olabilir mi diye ancak Raban'a bağladığı bir örgü gerçekleşmedi. Bu yüzden de baskıda hata olduğunu düşünüyorum.

Bedenimizi gönderip kendinizin kalabileceği bir pazar diliyorum.
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.