22 Nisan 2012 Pazar

Günahkar

0 yorum
Vize haftası biter bitmez, Günahkar'a kaldığım yerden devam ettim. Kitabın başından beri acaba ne olacak sorusu sordum. Neredeyse son sayfalara kadar olay çözülmedi. Elbette Tess Gerritsen'ın kalemini tanıyanlar bu kitabın sonucu için de çeşitli tahminlerde bulunacaklar.

İki önemli konu üzerinde durmuş Tess Gerritsen. Bu özellikle dikkatimi çekti. Ayrıca az sonra yazacaklarım kitabın sonuyla ve çözümüyle ilgili, şimdiden bilgisini vereyim.

İlk önemli konu ve aslında Gerritsen'ın tüm kitaplarında işlediği toplumda kadın. Bu sefer toplumda anne adayı olmak ve annelik üzerine de eğilmiş. Ayrıca Rizzoli'nin ailesi hakkında da çok ilginç bilgiler alıyoruz. Bi' anne olmak bu kadar kısa ve öz anlatılamazdı heralde.

Gelelim diğer konuya ve fabrikaların sebep olduğu çevre faciaları! İşte çoğunu görmediğimiz, bir şekilde hasır altı edilen kazalar ve/veya bilinçli "kazalar"ın sebep oldukları facialar. Her zaman olagelmiştir. Bu olaylar dünyanın ortak sorunu. Ancak yine de göz yummaktan çekinmiyorlar.

En yakını ve en büyüklerinden birisi, Fukushima, unutuldu, unutturuldu. Acaba son radyasyon ölçümlerinden kimlerin haberi var acaba? Yakına gelelim; Dilovası gaz ölçüm sonuçlarından...

Dünya hepimizin. Dünya'nın bir ucunda olan da bizi etkiler. Göz görmeyebilir, ten hissetmeyebilir. Ancak bu etkilenmediğimiz anlamına gelmez. Bu olaylar karşısında ne kadar sessiz kalırsak o kadar çok kanserimiz olur.

Ülkemizin tamamını etkileyen çok taze bir akciğer kanseri başlangıcını da gözden kaçırdık sanırım. 2B Yasası olarak biliniyor kendisi. Meclisten geçti...

Bugünün bir özelliği de Dünya Günü. Ülkemizdeki etkinlikleri için de müteşekkiriz. Nasılsa öleceğiz ve bizden sonrakiler Dünya ile ne yaparsa yapsın bizi ilgilendirmez...

İşte böyle bir günde bitti Günahkar...

Günahkar'da iki rahibenin öldürülmesi, elleri ve kolları kesilmiş yüz derisi alınmış, Fare Kadın lakabını taktıkları bir kadın ve öldürülmüş bir adamın zaman çizgileri Maura'nın masasında kesişiyor. Bunların üstüne Maura'nın eski eşinin -Victor- de olaylarla ilgisinin olması konuyu daha da karıştırıyor.

Tess Gerritsen, karmaşa gibi görünen bir çok incelemeyi bir araya getiriyor ve okumaya doyum olmayacak bir eser daha sunuyor ve evet, Rizzoli hamile olduğunu öğreniyor.


Kitap:
Martı Yayınları
KitapYurdu.Com









3 Nisan 2012 Salı

Alaycı Kuş

0 yorum

Açlık Oyunları serisinin son kitabı. Bittiğine üzülsem mi, sonucu okuduğuma sevinsem mi bilemedim. Bu duyguyu Harry Potter serisinde de hissetmiştim. Capitol'e karşı savaştım, yeri geldi ok attım, yeri geldi silah kullandım, yeri geldi sövdüm saydım. Tüm soruların cevabını buldum mu kitabın sonunda? Elbette ki hayır.

13. Mıntıka'nın başkanından, 13. Mıntıka'ya kadar, önceki devrimden bu zamana kadarki düzene kadar... Bu kadar yıpranmışlığın sonunda herkesin normal olmasını beklemek de bir başka sorun. Haymitch içmeye devam etti. Diğerleri de kendilerince iş buldular. Seri boyunca Katniss acaba kimi seçti sorusunun cevabını da var. İç içe geçmişliği Katniss'le beraber gördük. Cevap bulabildik mi? Hayır.

Bu noktadan sonra kitabın içeriğiyle ilgili fikirlerimi kitabın sonuyla ilgili olayları anlatacağım. Bu noktadan sonra bu yazıyı okuyanlar, bu yazıdan sonra kitabın sonunu bilerek okumak zorunda kalabilirler. Mesuliyet kabul etmem. Uyarmadı demeyin.

Sayfa 402'de Plutarch ile Katniss arasındaki konuşmayı aktarıyorum:
"Plutarch, yeni bir savaşa mı hazırlanıyorsun?" diye sordum ona.
"Ah, şimdi değil. Şimdi herkesin yakın geçmişteki dehşetin asla tekrar edilmemesi gerektiği konusunda hemfikir olduğu tatlı dönemdeyiz," dedi. "Ancak kolektif düşünce genelde kısa ömürlü olur. Bizler hafızası yetersiz ve kendi kendini yok etmek konusunda son derece hünerli, dönek yaratıklarız. Gerçi kim bilir? Belki buraya kadardır, Katniss"
Plutarch serideki son derece değiş karakterdeki bir kişi. Evet isyancıların tarafında ancak aklından geçenler konusunda yeterli bilgimiz yok. Davranışları onun uysal olduğunu ve aynı zamanda insanların ne isteyebileceğini görebilen bir insan. Ne de olsa eski bir oyunkurucu. Düşünüyorum, Capitol'de bir kişi nasıl oyunkurucu olur? İsteği nedir? Daha fazla dehşet oluşturmak mı? Plutarch kariyerini seçmeden önce de mi isyancıydı? Ne oldu da isyancı oldu? Evet bunlarla ilgili ipuçları var. Hatta bazıları için kesin bir cevap bile olabilir! Ancak ben yetinemedim.

Capitol'ün tutumu ve 13. Mıntıka'nın tutumu arasındaki benzerliği Katniss görmüştü. Bu yüzden şüpheyle yaklaşıyordu ve -Snow'un da sorduğu gibi- 13. Mıntıka neden diğer mıntıkaları kendi hallerine bırakmıştı? Başkan Coin kendi kişiliğini tam olarak ortaya koyan davranışlarla kendi sonunu hazırladı.

O kadar olay olmuşken, Plutarch'ın yukarıda paylaştığım sözleri benim için son noktayı koymuştur. Oyunlar devam ediyor. Sadece başka formlarda...

Serinin diğer kitapları:
İlk Kitap : Açlık Oyunları
İkinci Kitap: Ateşi Yakalamak

Kitap:
Pegasus Yayınları 
KitapYurdu.Com

2 Nisan 2012 Pazartesi

Ateşi Yakalamak

0 yorum

Bayanlar baylar! 75. Açlık Oyunları başlıyor! Bu seneki Oyunlar'ın bir özelliğiyse Çeyrek Asır Oyunları olması. İhanet Anlaşması'na göre her yirmibeş senede bir Çeyrek Asır Oyunları tertip edilir ve sadece o oyuna özel bir kural eklenir. Örneğin 2. Çeyrek Asır Oyunları'nda, ki bu oyunlar Katniss'in akıl hocası Haymitch'in yarıştığı oyunlardır, iki katı sayıda haracın yarışacağı duyrulmuştur.

3. Çeyrek Asır Oyunları'nın özel kuralıysa haraçlar, galipler arasından seçilecektir! 12. Mıntıka'nın tek kız galibi Katniss'tir ve tekrar arenadadır! Peeta da Katniss'i yalnız bırakmaz ve kuradan çıkan Haymitch'in yerine gönüllü olur. Peeta ve Katniss arenada her şeyden habersizdir. Katniss'in çıkarttığı kıvılcımın mıntıkalarda parlamaları görülmeye başlamıştır... Bu sefer arenada Oyunlar farklı bir seyre sahip olacak ve kıvılcımın etkilerini arenada da göreceğiz. 13. Mıntıka'nın da akıbetini bu kitapta öğreneceğiz.

Elimden bırakamadan okumuştum ve hemen ardından üçüncü kitabına başlamıştım. Bu kadar sürükleyici bir seri  bilim-kurgu fantastik serisi yoktu ve bu seri kütüphanemden eksik olmayacak. Bugün Çiko'yla kitap üzerine konuşurken, Suzanne Collins ben anlatımla şimdiki zamanda yazmasıyla daha da etkili bir eser ortaya koymuş. Katniss'in psikolojik betimlemelerini, düşüncelerini okumak, Katniss'in zihninde yaşamak ve onunla beraber savaşmak!

Olaylar ilerlerken Capitol'ün distopyatik havasına kendinizi iyice kaptırıyorsunuz. Capitol'e nefretiniz giderek artıyor ve bir sonraki kitapta olabilecekleri düşünmeden edemiyorsunuz.Ayrıca bir ara kitap özelliği taşımasına rağmen sürükleyiciliğinden ve şimdi ne olacak sorusundan taviz vermiyor.

Sevinç Tezcan Yanar çevirisiyle okuyoruz. Kitap ilk baskısını 2009'da yapmış.

Serinin diğer kitapları:
İlk kitap: Açlık Oyunları
Son kitap: Alaycı Kuş
Kitap:
Pegasus Yayınları
KitapYurdu.Com

26 Mart 2012 Pazartesi

Satranç

0 yorum

Stefan Zweig eseri. Kitabı arkadaşım okumam için ödünç vermeden önce biraz anlatmıştı. Ancak her ne kadar anlatmış olursa olsun okuduktan sonra üzerine bolca konuşmak gerektiğini, anlatılanların zayıf kalacağını anladım. Stefan Zweig, bu eserinden sonra intihar etmiş. Bu olay bile kitabı başlı başına bir okuma sebebi.

Kitabı yayına hazırlayan Şebnem Sunar Satranç tahtasında bir Avrupalı adlı önsüzü de okunmalı. Zira Stefan Zweig'ı biraz olsun tanımadan kitabı okumak yavan kalacaktır. Dönemin bakış açısını tanımalı ve kitabın zenginliğini bir kere daha görmeli.

Stefan Zweig Hitler döneminin çalkantılı Avrupasında hem milliyetçi hem de Avrupalı olma bilinciyle kendi iç çatışmaları ve gerilimleriyle kopma noktasına kadar gelmiş velhasılı kelam kopmuştur da. Sonunda Arjantin'e göç etmek zorunda kalır...

Öykü de Arjantin'e giden bir gemide başlamaktadır.Czentovic adında genç bir dünya satranç şampiyonu da aynı gemidedir. Ünü bütün dünyayı sarmış bu satranç ustasının geçmişinin de bir kesitini okuduktan sonra. Öykü devam ediyor. Anlatıcı karakterin bu ustayla yakınlaşma çabalarının sonucunda bir maç tertip edilebiliyor. Czentovic ustaya karşı gemideki tüm satranç severler maça başlıyor. İlk el Czentovic'in galibiyetiyle sonuçlanıyor. İkinci el ilerlerken Dr. B. sahneye çıkıyor ve maçın berabere kalmasını sağlıyor. İşte bu noktadan sonra bu gizemli satranççıyla Czentovic'in müsabakası istenir oluyor. Anlatıcı karakter, Dr. B.yi buluyor ve onun öyküsünü bizlere aktarıyor.Dr. B. Hitler öncesi Almanya'da devletin gizli ama önemli yazışmalarını ve mali durumlarını yöneten küçük, kendini iyi saklamış bir avukatlık bürosundadır. Amcasının işini devam ettirmektedir. SS'ler sonunda Dr. B.yi yakalarlar ve bir otel odasına kapatırlar. Gardiyanından ve onu sorguya çeken askerlerden başka kimseyi göremektedir ve kimseyle konuşamamaktadır. Böyle bir hiçliği betimler Dr. B.Hiçlik arttıkça Dr. B. akıl sağlığını koruması gerektiğini farkeder ancak hiçliğin ortasında bunu yapacağı herhangi bir araç yoktur. Bir sorgu zamanında bekletildiği odada, askerlerden birinin montunun cebinde bir kitap farkeder ve bunu çalar. Sonunda kendini meşgul edecek bir araç bulmuştur.Bir kitap! Kitabın satranç kitabı olduğunda üzüldüğünü itiraf eder. Kitapta büyük satranç ustalarının 150 maçı vardır. Sonunda kendini bu oyunlara kaptırır. Her oyunu ezbere oynayabilecek duruma kadar gelir. Bir süre sonra bu oyunları hayalinde ezbere oynamaktan sıkılır ve kendiyle oynamaya başlar! Zihninde hem siyahtır hem beyaz...

İşte Dr. B.nin satrançla tanışma hikayesi böyledir. Tabi bu hikayenin devamı da var. Benim arada kestiğim önemli noktaları da. Hepsini anlatırsam tadı kalmaz. Dr. B.nin serbest bırakılması da buna dayanır. Şebnem Sunar'ın da belirttiği gibi Stefan Zweig'ın iç çatışmalarının yansımasını Dr. B.de görüyoruz. Çıldırırcasına bir mücadelenin sonucunda da Stefan Zweig'taki siyah da beyaz da ölür.

Bendeki kitap Can Yayınları'ndan. İlk baskısını 1997 yılında yapmış. Benim okuduğum Haziran 2011 tarihli 32. baskısı.Ayça Sabuncuoğlu çevirisi. Kapaktaki, satranç atı da ayrıca hoşuma gitti. Malumunuz at, satrançtaki en farklı hareket kabiliyetine sahip taş. Önünde herhangi bir taş olmasının önemi yoktur. Düzlemsel de gitmez. L'dir onun hareketi. At üzerine kurulmuş da bir çok maç vardır...

Kitap:
Can Yayınları Çevrimiçi
KitapYurdu.Com

23 Mart 2012 Cuma

Açlık Oyunları

0 yorum

Daha az önce bitirdim.Hemen buraya yazıyorum. Kitabı en az bir kez olsun eline alanlar bilir; arka kapakta Stephen King'in kitap için bir cümlesi var:
"Elimden bir türlü bırakamadım... Bağımlısı oldum."
Tam anlamıyla böyle. Kitabı elimden bırakmayı düşünmek şöyle dursun, fırsatını bulduğum her anda okudum. Ders aralarında, otobüste, evde, uyumadan önce. Hatta dün gece okurken, ihtiyaçtan uyudum. Sabah dinç uyanıp daha rahat okumak için, olayları kaçırmamak için.

Açıklık Oyunları'nın kısa tarihçesi şu şekilde: Kuzey Amerika'daki 13 mıntıka başkent Capitol'e karşı ayaklanır ve Capitol bu ayaklanmayı bastırıp 13. Mıntıka'yı tam anlamıyla yok eder ve kalan mıntıkalarla Capitol arasında İhanet Anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya göre her sene başkentte Açlık Oyunları düzenlenecek ve her mıntıka 12-18 yaşları arasında biri kızı biri erkek iki haraç gönderecektir. Bu haraçlar arenada hem arena şartlarıyla hem de kendi aralarında ölümüne savaşacaklardır. Oyun kurallarına tek galip çıkmalı ve diğer 23 haraç ölmüş olmalıdır.

Biz hikayeyi 12. Mıntıka'dan Katniss Everdeen'den takip ediyoruz. Kuradan kardeşi Primrose çıkar, ancak Katniss onun yerine haraç olmaya gönüllü olur. İkinci haraçsa Peeta Mellark'tır.

Kitabın üç seri olmasından baş karakterin, yani Katniss'in hayatta kalacağını herkes tahmin edecektir. Buna rağmen kitabı bu kadar sürükleyici kılan Katniss'in diğer haraçlarla olan ilişkisi ve diğer haraçların akıbetinin ne olacağıdır. Adetimdir -her zaman olmasa bile- kitabın son sayfasındaki son cümleyi veya, son paragraf kısaysa, son paragrafı okurum. Bu kitapta da okudum. Ancak bu sefer aşırı meraktan! Çok defa savaş verdim okumamak için ancak dayanamadım. Size tavsiyem, bu seferlik, böyle bir alışkanlığınız varsa, yapmayın! Ben son paragrafı okumama rağmen elimden düşüremedim! Eğer okumazsanız varın gerisini siz düşünün.

Bu kitabın bir özelliği de bugün -23 Mart 2012- sinema uyarlaması vizyona giriyor! Kitap zaten hayalinizde bir film oynatıyor bundan dolayı da film uyarlamasını daha çok merak ediyorsunuz. Bu tür kitapların uyarlamalarında genelde hayal kırıklığı olur, çünkü herkes hayalindeki filmde farklı görür. Şunu da belirtmek isterim ki fragmanı izlediğimde ağzım sulandı. Biletimi çoktan aldım bile!
Açlık Oyunları Sinema Uyarlaması IMDB Linki

Çiko'yla birlikte okuyoruz kitabı ki o da üç gün içinde ilk kitabı bitirdi, ikinci kitap için de üç gün ayırdı ve bitirdi. Kendisi Uluslararası İlişkiler uzmanı. Bu sebeple Açlık Oyunları'nın sadece bir kurgu olmadığını çok daha rahat gördü. Hemen hafızalarınızı yoklayın ve Kuzey Amerika'daki kolonileri düşünün. İngilizler'in sömürgesi altında yaşayışlarını... Tahmin edin bakalım kaç koloni vardı? 13... Suzanne Collins tarihten, mitlerden ve bilim-kurgudan beslenerek okumaya doyum olmaz bir kitap çıkartmış. Katniss'in iç çatışmaları, insanların kana susamışlığı ve baskının kişiler üzerinde etkisini de çok güzel şekilde anlatmış.
"Bunu tam olarak nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Sadece... Kendim gibi ölmek istiyorum. Sence mantıklı mı?" diyor Peeta 151. sayfada.
Kitap Pegasus Yayınları'ndan Sevinç Tezcan Yanar çevirisiyle Şubat 2009'da ilk baskısını yapmış.
Belirtmeden geçemeyeceğim, çünkü Pegasus'a yakıştıramadım, kitapta yer yer baskı hataları var. Göze batmasa da çarpıyor.

Açlık Oyunları Resmi Sitesi

Serinin diğer kitapları:
İkinci Kitap: Ateşi Yakalamak
Son Kitap: Alaycı Kuş

Kitap:
Pegasus Yayınları
KitapYurdu.Com

22 Mart 2012 Perşembe

Işık Bahçeleri

0 yorum
Amin Maalouf'un kaleminden çıkan bir başyapıt. Mani'yi anlatıyor. Mani'nin öğretisini, barışçıllığını ve Işık'ın aydınlatıcılığını... Mani'yi tanımıyordum. Aslında ismi pek yabancı gelmemişti. Ama yine de tanımıyordum... Halbuki bizim coğrafyamızdandı. Mani'ye adanmış bir kitapla Mani'yle tanıştım. Belki gerçekten de bir peygamberdi, belki de "alter egosu"yla konuşuyordu. Bilinmez... Çağının çok ilerisinde bir insan olduğu gerçekliğini de değiştirmez. İşin tuhafı, kitabı okurken de farkettiğim, bugün de yaşasa aynı tepkiyle karşılaşırdı. Hırs ve iktidar isteği, bencillik; Mani'nin en büyük düşmanıydı.

Kısaca Mani'den ve kitabın içeriğinden bahsedeyim. Mani'nin babası Pattig,bir tarikata katılıyor. Tarikat dişil olan her şeye karşı ve sadece beyaz giyiniyorlar. Ak-Giysililer olarak biliniyorlar. Pattig, eşi hamileyken gidiyor ve Mani dünyaya gelince Mani'yi almaya dönüyor. Annesinden koparılarak Ak-Giysililerin diyarına -Hurma Bahçesi'ne- getiriliyor. Mani burada, Ak-Giysililer öğretisiyle yetişiyor. Ancak içinde her zaman bir eksiklik hissediyor. Ürünlerini sattıkları komşu köyün pazarına gidip gelirken Yunanlı bir köylünün harabe evinin duvarlarına işlenmiş resimler görüyor. Onarılması gereken resimler... İçinde inanılmaz bir istek duyuyor ve buna karşı gelmeyip resimleri onarıyor. Bu sıralarda kendiyle başbaşa kaldığı, yalnız kalmak istediğinde her zaman gittiği yerde 'İkizi'yle konuşmaya başlıyor. Öğretisi şekillenmeye başlıyor. Yirmili yaşlarında Ak-Giysililerin memleketini terk ediyor.  Bu terk ediş Mani'nin öğretisini yaymaya başlamasıdır. Önce Hurma Bahçesi'nden kendinde önce ayrılan Malkos'un yanına gidiyor. Malkos daha sonra Mani'nin peşinden ayrılmıyor. Malkos'a Mani'nin babası da ekleniyor. Oğluna müritlik ediyor.
"Babil ülkesinden Çığlığım bütün dünyada yankılansın diye geldim" 
diyor Mani. Çığlığı hep güzellikleri öğütlüyordu. Güzelliği, saygıyı ve birlikteliği. Işık ve Karanlık'ın birlikteliğini, iç içe geçmişliğini anlatıyordu. Mani insanlardaki Işık'ı görüyordu.

Mani'yi sevmeyen çağdaşları onu sapkın olarak ilan etmenin peşindeydi. Dönemin güçlü kralı Şahpur tarafından himaye altına alınıyor ve hem kralın özel danışmanı oluyor hem de öğretisini,dinini istediği gibi yayma özgürlüğüne sahip oluyordu ve mücadelesi Mani ölünceye kadar devam ediyordu. Öyle ki benim buraya yazdığım sadece devede kulak. Amin Maalouf, kendine has üslubuyla bize olayları zaman zaman kurgalayarak, zaman zaman efsanelere dayandırarak bazen de arkeolijiden bahsederek aktarıyor. Bu üçlüyü o kadar güzel harmanlıyor ki o sayfaların içinden o toprakların havasını yüzümde hissettim.

Mani, insanlara çağının çok ötesindeki olgulardan bahsetti ve sonunda işkenceyle öldürüldü. Sureti ölse de anlattıkları çok kişiye, kişinin kendindeki Işık'ı keşfetme imkanı sundu.

Bendeki kitap 10. baskısı Saadet Özen çevirisi Mart 2011 tarihli Yapı Kredi Yayınları çıkışlı.

Kitap:

Yapı Kredi Yayınları
KitapYurdu.Com

18 Mart 2012 Pazar

Aydili Sanat Dergisi

2 yorum
Gönüllüğe dayandırılmış, yaparak, çalışarak inşa edilmiş bir fanzin. Gönüllülerinden birisi sayesinde elime geçti. Okuduğuma ne kadar memnun olduğumu anlatmam zor.

Kapak resmi Selma Gün'e ait. (4. Sayı)

Dergi incelerken dikkatimi çeken ilk şey sayfa numaralarının stili oldu. Ay'ın hareketlerini sayfa numaralarına işlenmiş.Sayfaları çevirdikçe Ay'ı takip etmek, onun ışığında çınarın altında okumak serabına kapılmamak elimde olmadı.Dergi şiirlerle bezeli. İki-üç sayfada bir şiirlerle karşılaşıyorsunuz. Elimdeki sayısında "Sunu"dan Atilla İlhan'la karşılıyor dergi bizi. Afşar Temur "Gençlik Duygularımızın Şairi Atilla İlhan"la bize Atilla İlhan'ı anlatıyor.  Sayfalar geçtikçe yakamozun izi ufukta kayboluyor.

Ben yakamozu takip ederken, bana da BB King şarkıları eşlik ediyor.

Aydili Topluluğu'nun elimdeki sayısındaki -dördüncü sayısı- sunusunu buraya yazmak istiyorum:
"Üç sayı geçti, bu dördüncüsü... Artık öğrendik; gönüllülüğü öğrendik önce, sonra da dergiyi derleyip toplamayı... Nasıl ki insanlar geçmişinin toplamı, dergiler de öyle... Eksiklerini gidere gidere büyüyorlar. Hatalarından arına arına durulaşıyorlar.
Öte yandan anladık ki gönüllülük de öğrenilen bir şey... Biz gönüllü olmayı da çok sevdik, öğrenmeyi de, ne olursa olsun sanatın iyileştiriciliğini her deneyimimizde yeniden keşfetmek, sanatın çoğaltıcılığını hep birlikte yaşamak bizi büyütüyor, ancak büyümek sorumluluk istiyor. "
 TEGV bünyesindeki gönüllülük zamanımdan biliyorum bir işte gönüllülüğün önemini, başarının sırrını ve gönüllülüğün birletiriciliğini.

4. sayının içindekileri :
"Selahattin Uyuşan - Niyet
Afşar Timuçin - Gençlik Duygularımızın Şairi Atilla İlhan
Afşar Timuçin - Su Perileri
Nazmi Tirben - Büyü
Osman Bozkurt - Yenilgim
İbrahim Ersaraç - Türk Karikatürünün Gelişimi
Ali Timuçin - Düş
Selahattin Uyuşan - Şiir Eleştirileri Şiir Eleştirmenleri
Ruhan Odabaş - İpsiz Uçurtma Düşlerim
Oya Aksu - O Resimde
A. Arda Yastıoğlu - Erkek Egemen Toplumun Etkisiyle Çizgi Romanda Kadın Figürü
A. Arda Yastıoğlu - Harita
Selma Gün - Saklı Duygular
Necla Kutlu - Plastik Bebek
Şaban Akbaba - Çocuk Yazını ve Sanat Diyalektiği
Mert Öztürk - Minyatür İnsan
Ahmet Yaşar Tezulaş - Yiten Bir Aşkın Ardından
Filiz Tatar - Göç
Murat Sipahioğlu - Savruk Şiir
Şener Aksu - Öznenin İntihar Girişimi Postmodernizm
Songül Karakoç Akgün - Et ve Kemik
Minela - Beyaz Yıllara Dua
Zeynep Karaca - Fotoğraf
Melek Kara - Kara Akrep
Nadide Utku - Şimdi
Diren Gümüş - Fil Çekimi
Melek Durukan - O, Mavi Gözlü Van'dı / Söyleşi
Özhan Hakan - Düş Batımı
Oğuzhan Oğuz - Fâni Müjde
Mahmut Karahan - Yüreği Ezilen Köprücük Kemiği
Murat Sipahioğlu - Dondurmacı Yokuşu / Öykü
Duran Aydın - Sonra Sesin Reyhan
Mahir Dönmez - Dem
Anıl Küsen - Şaire Saygı / Anımsama
Tevfik Fikret / Senin Yerinde
Aydili Topluluğu - Bize Sordular / Söyleşi
Nuran Gürel / Kar Suskunluğu
Şener Aksu - Hücremde
Melis Taşkın - Ay Doğumu
Gül Anasal - Yanılsama
Tuba Aydın - İnsan Hep Arayışta
Mustafa Küpçü - Çağının Önünde Koşan Adam Avni Öztüre
Ozan Deniz Sarıtop - Sıla Mektubu
Anıl Küsen - Su Çocuk"
İşte böyle dolu dolu.
Nurcan Taşpınar ile Şener Aksu önderliğindeki gönüllü sanat topluluğu böyle de güzel işler çıkartmışlar.


Aydili Sanat Dergisi Websitesi 
Şiir İşliği Blogu






12 Mart 2012 Pazartesi

Fırat 2

0 yorum
Fırat'ın kitabının ikincisi. Birincisi için bu taraftan : Fırat

Bu genç adam için ne söylesek az! Fırat macerası ikinci kitapta da devam ediyor. Hem de hiç eksilmeden. Çoğu karikatürü okuduktan sonra gözlerimi kapatıp kendi küçüklüğüme gittim yine. Uğur Gürsoy harika bir iş çıkartıyor. Fırat, küçük kahramanımız!

Gidip bir kaç karikatürünü daha okuyayım. Bu sefer Fırat ile Melis'in evcilik oyunuyla başlıyor kitap. Defalarca okunası bir kitap. Tadı da hiç eksilmiyor!

Fırat 2 ilk basımını Temmuz 2010'da yapmış. Bendeki ilk baskısı. Değinmeden geçemeyeceğim bir şey de Fırat 2'nin ikinci baskısı Ağustos 2010'da!

Uğur Gürsoy'un kalemine, çizgilerine sağlık! İleride çocuklarıma mutlaka okutacağım kitaplardan Fırat serisi.

Kitabın son karikatürünün son cümlesini yine Fırat sarfediyor:
" Yine geldi sinek, yine geldi!.. "

Sübaneke dinimiz amin.

Kitap:

KitapYurdu.Com

7 Mart 2012 Çarşamba

Goriot Baba

0 yorum
Balzac'ın şaheserlerinden bir tanesi. Kısaca olay örgüsünü şu şekilde:

Goriot Baba fırıncı bir kişi, zamanla çok zenginleşmiş ve kızları için tüm servetini drahoma yapmıştır.Kızlarını da soylu kişilerle evlendirmenin mutluluğunu yaşamıştır.Ancak zamanla kızları ve damatları tarafından dışlanıp sonunda bir pansiyonda yaşamaya başlamıştır.

Burada araya girip şunları belirtmek isterim, her karakterin kişiliğini anlatmadan öykünün yarım kalacağı da bir gerçek. Çünkü her karakter kişiliğine göre davranıyor ve bunları da gayet belirgin bir şekilde gösteriyor. Bazı karakterlerse gayet geriplanda kalıyor. Kurdukları cümleler dönemin gerekliliğini ve sosyal yaşantısını da çok güzel ifade ediyor.

Balzac'ın oluşturduğu tüm karakterler karakterlerin kendi varlığında hizmet ediyor.

Pansiyonda kalanların çoğu her şeyden elini eteğini çekmiş insanlar.Pansiyonda kalanların ikisi hayata yeni yeni atılıyor. Bunlardan birisi Matmazel Victorine Taillefer. Annesi ölmüş, babası tarafından dışlanmış bir genç kız. Annesinin arkadaşı ona analık ediyor.

Mösyö Eugene de Rastignac yüksek öğrenimini Paris'te yapan azimli, hevesli bir avukat adayı. Paris'te yükselmek amacını taşıyor. Rastignac ailesi Paris dışında yaşayan geçimini çiftçilikle sağlayan bir aile. Maddi durumları o kadar da parlak değil. Hatta hasadın durumuna göre oğullarına zar zor para gönderebilen bir aile.

Goriot Baba'nın kızlarının pansiyonda görülmesi üzerine hikayenin akışı hızlanıyor. Çeşitli dedikodular yayılıyor.Goriot Baba o gençlerin kızları olduğunu inandırmakta zorlanıyor. İşin aslı bunun için de pek uğraşmıyor. Kendi acıları içinde kıvranan bir kişinin sukunetine ve inzivasına sahip.

Eugene Paris'te yükselmek adına bir baloya katılıyor ve baloda Goriot Baba'nın da kızı olan Madam Anastasie de Restaud ile tanışıyor ve onların evlerine yemeğe davet ediliyor. Bu davetle birlikte Eugene sosyeteye ilk adımını atıyor. Ancak acemelikle, yemekte, Goriot Baba'dan söz edince Restaudların kapısı Eugene'e kapanıyor.

Bir evladın babasından -parası yok diye- utanmasına şahit olduğumuz ilk sahnedir. Halbuki Goriot Baba kızları için canını verebilecek türden bir baba. Eugene bu kovulmanın ardından -kız kardeşlerin çekişmesini de bildiğinden- Goriot Baba'nın diğer kızı Delphine de Nucingen'e gidiyor ve Paris tarzı bir aşk da başlamış oluyor.

Olaylar sürüp giderken bir başka pansiyoner olan Mösyö Vautrin, genç öğrenciye Paris hayatının kavşağını anlatıyor ki bu söyleve hayran olmamak elde değil. Sayfa 72'den başlayıp sayfa 82'ye kadar konuşma devam ediyor. Elimde olsa tüm konuşmayı buraya aktarırdım.Bu konuşmanın bir başka güzelliği de konuşmanın nesnelliğidir. Vautrin'in söylediklerini harfiyen günümüzde de sıkça görmenin olanağı ve bu olanağın yarattığı şaşkınlığı size anlatmam mümkün değil.

Balzac üzerine binlerce sayfa yazılabilecek bir şaheser bırakmış. Eserin sonunu söylememek adına, hikayenin devamını anlatmayacağım. Ancak Vautrin'in Eugene için kurduğu plana eser sonunda hak vermemek elde değil.

Matmazel Taillefer'in bir ağabeyi var ve Vautrin bu ağabeyin düelloda öleceğini Eugene'e haber veriyor. Ağabey ölürse tüm miras tek varis olan genç kıza kalacak. Matmazel de kirlenmemiş bir sevgiyle Eugene'i seviyor. Vautrin,Eugene'e, Matmazel ile evlenmesini öğüt veriyor.

Her baba Goriot Baba gibi olmasa da Goriot Baba'daki özelliklerden en az bir tanesi vardır. Goriot Baba dünyadaki tüm babaların birleşmesidir.

Kitabı okurken her karakterde kendimden bi' şeyler buldum. Kimi zaman Goriot Baba'ydım, kimi zaman Eugene, kimi zaman, Anastasie, bazen de Delphine, Vautrin -nam-ı diğer Mezar Kaçkını, ki Vautrin isminin aslında takma ad olduğunu da öğreniyoruz.- gibi oldum. Belki tam anlamıyla olmayabilir ama toplum neyse biz oyuz, biz ne isek toplum o. Ne biz toplumu oluşturuyoruz ne de toplum bizi... Bu iç içelik görüşü biraz daha puslu kılıyor. Balzac bu pusu hem olduğu gibi göstermiş hem de biraz aralamış.

Benim okuduğum Goriot Baba Emre Karaörs tarafından Türkçe'ye çevrilmiş Morpa Kültür Yayınları'ndan 2007 yılında çıkmıştır.

Kitap:
Morpa Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

25 Şubat 2012 Cumartesi

Küçük Prens

0 yorum
Kim bilmez ki Küçük Prensi?! Ancak buraya yazdığım benim kendi küçük prensim değil. Bilmiyorum benimki hangi gezegende şu anda... Bu Küçük Prens bir başkasının Küçük Prensi ve o, bu Küçük Prensi çok seviyor! Küçük Prens'in adı geçtiğinde gözlerindeki parlamayı gördüm. Kendisinin de bir itirafı var: Kitap bittiğinde ağladım.  Bu itirafı yapan kişi Küçük Prens'in dövmesini yaptıracak kadar onu çok seviyor! Çölde onu gördü mü bilemiyorum...

Bilmeyenlere Küçük Prens'i kısaca anlatayım. B612 astreoidinde yaşar. Bir zaman gezegeninde bir tohum filizlenir. Bir güldür. Bu gülle geçinemediğinden dolayı kendi gezegenini güle bırakır ve gezinmeye başlar. Gezegenler görür, görür ve sonunda yolu Dünya'ya düşer.

Küçük Prens'in içinden alıntı yapmaya kalksam tüm kitabı buraya yazmam gerekir! Ancak Küçük Prens'te bende yeri ayrı olan bölüm, Küçük Prens'in astreoidleri gezdiği ve o astreoidlerdeki kişilerle tanıştığı kısımdır.

Antoine De Saint-Exupery mükemmel bir şaheser bırakmıştır. Bize dostunu unutturmadığı için ona teşekkürü borç bilirim!

Şaheserin içindeki resimleri de ayrıca ele almak gerekir ki bu resimler, kitabın üzerinde de belirtildiği gibi, yazarın kendi suluboya resimleriyse bir başka bakmak lazım...

Küçük Prens için söylenecek çok şey var olmasına var da onun güzelliği bu sessizliğinde. Biz büyümeyelim, yeter bu Küçük Prense!

Bu kitabın bir de internet sitesi var ki kitabı oradan da okuyabilirsiniz:
http://www.kucukprens.org/kitap/

Kitabın üç boyutlusu da piyasaya sürülmüş ki hayran olmamak elde değil!
BinBirKitap.Com
KitapYurdu.Com
İdefix.Com

Kitap Mavi Bulut Yayıncılık'tan bendeki Eylül 2010 tarihli 14. baskısı. Türkçe çevirisi Sumru Ağıryürüyen tarafından yapılmış.


Kitap:
BinBirKitap.Com
KitapYurdu.Com



19 Şubat 2012 Pazar

Puslu Kıtalar Atlası

0 yorum
Bir şaheser! İhsan Oktay Anar'la tanışmam bu kitap sayesiyle oldu. Bazı kitaplar bir çırpıda okunur, insan elinden düşüremez. Bu da onlardan. Şimdi ne olacak?.. Kişiler zaman çizgisi boyunca kendi parçalarında geçiyor. Sonunda zaman çizgilerinin kesişimi şaşırtıyor!

Uzun İhsan Efendi evinden çıkmadan bir dünya atlası yazıp çizmek ister. Bu sırada eline Rendekâr'ın kitabı geçer. "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyor Rendekar.Uzun İhsan Efendi bunun üzerine düşünüyor.

İhsan Oktay Anar masalsı anlatımıyla alıp götürüyor Konstantiniye'ye. Uzun İhsan Efendi'nin oğlu Bünyamin'in o melun parayla karşılaşma hikayesini okuyoruz. Kişilerin renkliliği, kesişmeleri arasında Konstantiniye sokaklarında geziniyoruz.

Kitabın sonunda, o meşhur paragraf, varlığı tekrar sorgulatıyor. Oğluna bıraktığı Puslu Kıtalar Atlası'nda oğluna yazdığı mektupta okuyoruz:
"Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hala çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."

Evinden çıkmadan bir atlas çizme peşinde olan Uzun İhsan Efendi, oğlu Bünyamin, eski hırsızlardan o zamanın dilenci kethüdası Hınzıryedi, Büyük Efendi Ebrehe, sakallı maymun Müşteri, Lağımcılar başı Vardapet, Arab İhsan, esirliği Alibaz namı Efrasiyab... Adını unuttuğum diğerleri... Bu Puslu Kıtaların arasındaki Konstantiniye'deler. İhsan Oktay Anar'ın masalsı anlatımıyla okunmayı, yaşanmayı bekliyorlar.

Şaheser İletişim Yayınları'ndan ilk baskısını 1995'te yapmış.Bendeki 36. baskısı 2009 tarihli.

Kitap:
İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com

16 Şubat 2012 Perşembe

Şah & Sultan

0 yorum
Kitapçı : Berkay Hür AKBABA

Şah ve Sultan İskender Pala'nın tarihi romanlarından bir diğeri... Anadolu üzerindeki değişik etnik kültürlerin oluşum süreçlerine Üniversitedeki eğitimci dostlarınının da katkılarıyla değinmeye devam ediyor...

Eserimizde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkış süreçleri ve Anadolu halklarının seçim yapma durumunda kalması yıllarca ülkemizi bölen, ayıran, ötekileştiren sürecin ilk yıllarında kardeşi kardeşe nasıl düşman ettiğinden başlayarak anlatılıyor... Alevi-Şii kültüründen ve Türk Müslüman adetlerinden sıkça bahsedilen eser alışılageldiği üzere bölümlerden (BAB) oluşmakta...

Olayların ilerlemesi ile aşk konusu ile kitaba sürükleyicilik katmaya çalışıyor yazar ama yukarıda bahsettiğimiz tartışmalara derinlemesine inceleme yapma imkanı bulamıyor bu yüzden... Bir yandan da anlatıcıya başvurmasının etkisinden bahsetmek mümkün.. Üstelik belki de anlatıcı yüzünden olacak Şah'ın sarayında her şeyden haberdar oluyorken Sultan'ın sarayına girmek pek mümkün olmuyor..

Diğer eserleri Katre-i Matem ve Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk'a yaklaşamayan bir eser olduğunu belirtmekte fayda var... Konu yıllarca insanların birbirini öldürdüğü bir temele dayandığından tepki çekmemek adına yazarın bunlardan kaçınması normal görülebilir ancak böle bir yazıyı kaleme almaya niyetlenmiş bir yazarın kaçamak yapma lüksü olduğuna şahsım adına inanmadığımı son olarak belirtmem gerekir.

Kitap Kapı Yayınları'ndan Ekim 2010 tarihli ilk baskısı.

Kapı Yayınları
KitapYurdu.Com

15 Şubat 2012 Çarşamba

Sofie'nin Dünyası

4 yorum
15. doğumgününe günler kala Sofie Amundsen postakutusunda Kimsin sen? yazılı bir not bulur ve olaylar gelişir. Not Alberto Knox adında bir kişiden gelmektedir. Sofie'nin felsefe öğretmeni, filozofu... Felsefe tarihinde bir gezintiye başlarlar.Bu gezinti sırasında Hilde Moller Knag'ın doğumgünü kartlarını postakutusunda ve başka yerlerde bulmaya başlar. Hilde'nin babası Binbaşı Albert Knag'tandır kartlar. Sofie ve Alberto varlıkları üzerine bir araştırmaya da girişmişlerdir. Sofie ve Alberto aslında Albert'in kızı Hilde için yazdığı bir doğumgünü kitabında olduklarını keşfederler ve Alberto kitaptan kaçmak için bir plan yapmaya başlar ve plan Sofie'nin doğumgünü partisinde sonuçlarını verecektir.

Uzun zaman sonra tekrar okudum kitabı. Tekrar okumalarda düşüncelerin gelişimi, aynı kitapta farklı bakış açıları yakalamanın eğlencesi daha bir başka. Olaylar benim doğum yılımda, 1990'da geçiyor. İlk basım 1991...

Benimle akran. O yüzden daha da bi' başka yeri. Çizgisel felsefe ancak bu kadar güzel kurgulanabilirdi. Çağımız artık bilimkurgu çağı, belki bilimkurgu öğeleriyle bi' başka yazar tekrar ele alır bunu ancak bu kadar olacağını yine sanmıyorum.

Öykünün temelinde ve insanlığın da temelindeki "ben neyim?" sorusu yatıyor. Sofie ve Alberto kendilerinin birer öykü karakteri olduklarını buldular. Biten her öykü gibi onlar da sonsuzluktalar; arkadaşlarıyla.

Bazen alışveriş merkezlerinde insanları izlerim. Fotoselli kapılara şaşırmamalarına, şaşırırım! 1990'lı yılların bilimkurgu modasıydı kendiliğinden açılan kapı! Ama o kadar sıradan ki şimdi... Bunu da işliyor Jostein Gaarder eserinde.

Merak et ve şaşır! Farkındalığın temelini oluşturuyor?

Binbaşı Albert Knag, Sofie Amundsen'i anlatan bir roman yazdı. Jostein Gaarder Binbaşı Albert Knag'ı anlatan bir roman yazdı. Aslında iki katmanı yazan da oydu. Kitabın içindeki bu küçük gönderi çok eğlenceli.

Bendeki kitap Pan Yayıncılık'tan, 2006 tarihli onüçüncü basım. Çevirisi Sabir Yücesoy tarafından yapılmış.

Sofie'nin Dünyası: Felsefe tarihi üzerine bir roman, ileride çocuklarıma okutacağım kitaplardandır!

Ayrıca kitap beyazperdeye de aktarılmış:
http://www.imdb.com/title/tt0125507/

Kitap:

Pan Yayıncılık Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

23 Ocak 2012 Pazartesi

Yürek Burgusu

2 yorum
Henry James eseri. en iyi hayalet romanı olarak da gösterilmektedir. Kısa roman. Sona gelinceye kadar gerilim devam ediyor. Türkçe çevirisinde cümlelerin biraz uzun olması, cümle takibini -başlarda- zorlaştırabilir. Üsluba alıştıktan sonra gerisi kendiliğinden gelir. Necla Aytür'ün çevirisi.

Kitapta Yürek Burgusu kısa romanından başka iki uzun öykü daha var.Ormandaki Canavar ve Daisy Miller. Bu iki öykü de aşkı irdeliyor.

Şu anda sizi uyarmam gerek çünkü bu cümleden sonra romanın ve öykülerin sonlarıyla ilgili cümleler yer alacak. Öyle ki bu kitapta sonlarla ilgili dikkatimi çeken ölüm olmuştu.Her sonda mutlaka bir ölüm var.

Yürek Burgusu, hayalet üzerine inşa edilmiş ve bu da bir tür aşk içeriyor. İki küçük yetim kardeş amcalarının velayetindedir. Yeni, genç mürebbiye gelir. Kendinden önceki mürebbiye hakkındaki bilgisi çok azdır. Yeni ortamını  tanımaya çalışırken daha kaldığı yerde tanıştırılmadığı insanlar görmeye başlar ve sonunda onların kim olduğunu öğrenir.

Ormandaki Canavar, başına mutlak surette kötü bir şey geleceğine inanan ve onu bekleyen bir adamla -John Marcer-, ona bu yolda destek veren bir kadını -May Bartram- anlatmaktadır. John Marcer yıllar sona May Bartram'ı tekrar görür ve onun kim olduğunu zorlukla anımsar. Sırrını -başına geleceği şeyin ne olduğunu bilmeden beklediğini- söylemiştir, ancak onu tekar gördüğünde bunu hatırlayamamıştır. May'se ona bunu hatırlatmış ve olay olup bitinceye kadar yanında olacağının sözünü vermiştir. John yıllarını bu olayı bekleme körlüğünü gösteririken elinden uçup gidenlerin muhasebesini çok sonraları yapacaktır.

Daisy Miller, hovarda bir Amerikan kızının annesi ve kardeşiyle Avrupa turunda Winterbourne adında bir başka Avrupa'da yaşayan Amerikalı arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Daisy'nin davranışlarını tasvip etmeyen sosyeteyi; onun saf olduğuna inanan Winterbourne ve aralarındaki kovalamaca üzerine inşa edilmiş çatışmaları anlatıyor. Bu da bir tür aşk hikayesi.

Henry James, çatışmalarla yüklü, gözlemlerle donatılmış eserlere imza atmış. Adam Yayınları'nın baskısının güzelliği kitabı daha da çekici kılmıştır. O sarı sayfalar Henry James'in anlatmak istediklerine çok güzel bir perde oluşturmuş.

Kitap, Necla Aytür çevirisi.

KitapYurdu.Com

1 Ocak 2012 Pazar

Güneşi Uyandıralım

0 yorum
Her sayfasından hüzün akan bir şaheser! Brezilya'da geçse de bizden, ta içimizden. Duyguların ırk,renk, din barındırmadığının en güzel kanıtlarından! Neyse, geçeceğim sosyal mesaj kısmını.

Zeze yüreğimi titretti, gözlerimi nemlendirdi. Her şey Adam'la tanışmasıyla başlıyor! Bir Cururu Kurbağası. Zeze'nin yüreğine yerleşiyor.

Bluğ çağının başlangıcında bir çocuk, evlatlığı olduğu yeni bir aile. Natal'da. Ailesiyle anlaşmazlığı tırmanıyor. Zeze daha da içine kapanıyor. Yalnız değil, Adam yanında! Babasının sözleriyle yaralanıyor. Sinemada oyunculuğunu gördüğü Maurice Chevalier'i babalığı seçiyor! Düşlerinde...

Adam geliyor! Zeze'nin güneşi uyandırmasını istiyor. Görevi tamamlandığında gideceğini belirtiyor. Maurice geliyor, Zeze'nin aşkı öğrenmesini istiyor. Görevi tamamlandığında gideceğini söylüyor! Okulda dostu, Peder Fayolle, dert ortağı, dostu.

"Maurice: 'Şu bademciklerini en kısa zamanda aldırmalıyız.'
Yarı umutsuz ağlaştım:
'Maurice, şeytandan sonra en çok korktuğum şey bu.'
'Geçecektir. Hem sen yüreklisin.Korkusunu yenmeyi bilen küçük bir adamsın. Kurbağalardan ödün koptuğunu bana söylememiş miydin?'
'Evet, doğru.'
'Oysa, en büyük danışmanın yüreğinde yaşayan bir kurbağa.' " (sf. 80)
 Zeze büyüyor. Zor bir çocuk... Özlüyor, arıyor, düşünüyor... Aşık oluyor, kızın adı Dolares.

"Hayale kapıldığım yoktu. Dolares geri dönmeyecekti. Yüreğim bu gerçeği bana söylüyordu. Geminin yerinde yıldızlarla dolu karanlık geceden, kapkara ve sessiz denizden başka şey kalmamıştı şimdi. Köpekyıldızı gökyüzüne egemendi. Ya ay? Ay yoktu. Yalnızca pişmanlıklar. Au olsaydı bunu söylemezdi bana. Sevgiden söz etmek neden? Sevgi, pek az tanıdığım bir şey." (sf. 229)
Zeze, sorguluyor, hayatı tanıyor:
"Neden hayatta her şeyin geçip gitmesi gerekiyordu? Yalnızca ,Zeze, doğmak, yola çıkmak olduğundan. İlk dakikadan yola çıkmak. Soluk almaya başladığın andan. Ve hayatın katı gerçeği ile savaşamazsın." (sf. 237)
Zeze, öğrenimi tamamlar, mezun olur. Sorumluluk ile karşı karşıya kalır. Mesleği ne olacak? Ablaların yanına dönmek gerçeği de bir yanındadır.Oysa alışmıştır Natal'e, annesine... Korkuları, anıları, çocukluğuyla birlikte...

Hüzün hep böylesine bir hüzün değil! Zeze'nin zıpçıktılıkları, haşerilikleri ve hareketliliği güldürüyor. Nasıl güldürmesin ki!

Kitabın sonunda Zeze karşımıza 40'ında bir adam olarak çıkıyor. Mesleği de tam ona göre! Kitabın son bölümü ayrıca güzel!
"İyi ya Adam. Büyükler güneşi uyandırmayı bilmezler. Öyleyse Tanrı'nın iyiliği, yarın, olur da, güneşi uyandırıverir. Tüm dingin sonsuzluk için yaptığı gibi.

Önemi yok, kendim için şarkı söylmeyi sürdüreceğim, çünkü ne mutlu bana ki hala pişmanlık sözcüğünün ne anlama geldiğini bilmiyorum."
Bendeki, 10. baskı, Aydın Emeç çevirisiyle Can Yayınları'ndan 1993 yılında basılmış.

Kitap:
Can Yayınları
Kitapyurdu.Com

30 Aralık 2011 Cuma

Yazlık

0 yorum
Gülse Birsel'in Haziran 2011 çıkışlı kitabı. Samimi mizahçının cümleleri muhabet havasında. Onun eserlerini değerli kılanlardan birisi de bu ya...

Yazlık'ın içindekilerini açınca;
 "İyi bir yaz için"
cümlesiyle karşılaşıyoruz. Düşündüm, iyi bir yaz geçirdim mi? Daha da fazla derinlere dalmadan içindekilere göz gezdirdim.

"Evle İlgili Sorumlulukardan Kurtulun!
Temizlik gününün diktatörü!
Çocukları erken yatırmayın! Ateşle oynamayın!
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözzlerinden!
Kurbağaların sessizliği!
Şehrin Cilvelerinden Uzaklaşın!
Kendinden 3D İstanbul!
Tophaneli arkadaşlara transfer çağrısı!
Alışveriş, ruhu kaç saat mutlu eder?
Kahraman Kurukahveci Starbucks'a karşı!
Protest bir yazı!
Yeryüzünün son "pacman"leri!
İşi Gücü Bir Yana Bırakın!
Ofis halk için midir, sanat için mi?
Üşenme, erteleme, vazgeçme
Davetsiz mesajcılara veda mektubum!
Zenginin vergisi, züğürdün çenesi
Siyasete Bulaşmayın!
Nükleer santrale ilişkin soru yörüngem!
Ebeveyn İzleme Kurulu potansiyel üyelerine!
Sanatçı açılımını açıyorum!
Trajedi ve komedi
Silah varsa, patlar!
Eeeeeh, yetti be!
Güzelliği, Şıklığı Boş Verin, Kendinizi Salın!
Yatak giysilerinde bir devrim!
Bronlaş ey insanoğlu!
Gençlik ve güzelliğin sırrını veriyorum bak!
UGG: Uymasa da giyer gezinirim
Modanın sokağa pörtlediği bir gece!
Sporunuu Yapın, Sağlığnıa Dikkat Edin!
Büyükdere geçilmez!
Saten sabahlıklı prima donna
Beden eğitimi müfredatın temel taşıdır!
Doktor benim neyim var?
Vitanime inanma, vitaminsiz de kalma!
İyi Bir Tatil Planı Yapın!
Issız adaya, düşşeniz, yanınıza alacağınız en lezzetli üç arkadaşınız kimlerdir?!
Yazlıkçı kimdir, tatilci kime denir
Nerelisin? 'Tatil köylü!'
'Karşı konulmaz Türk erkeği' dünya televizyonlarında!
Geceleri Yatıp Yıldızları Seyredin!
Alpha Centauri Türkçe Olimpiyatları'nda!
Uzaylılar geliyor, paçam tutuştu!"
İşte içindekiler! Gülse Birsel'in olayları kendi fikir tenceresinde pişirmesiyle özel bir lezzet oluşturuyor. Tadı damağınızda kalıyor.
"Tişörtler malumunuz ikiye ayrılır: Dışarıda giyilen fıstık gibi, parlak, çıtır tişörtlr ve evde giyilen, yumuşacık, ipeksi, yıllar tarafından yıpratılarak ikinci bir teen haline gelmiş, emekli tişörtler."(sf. 106)
Gülse Birsel her zamanki yerinde tespitlerini kalemiyle çok güzel anlatmış.

 Turkuvaz Kitap'tan çıkmış keyifle okunacak bir kitap!

Turkuvaz Kitap Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

28 Aralık 2011 Çarşamba

Sherlock Holmes Dans Eden Adamlar

0 yorum
Sherlock Holmes için ne söylenebilir ki?! Sir Arthur Conan Doyle Watson üzerinden anlattığı bu kişinin olayları çözmesine, teatral havasına hayran kalmamak elde değil! Bu dönemlerde ikinci sinema uyarlaması da vizyondayken insanların bir kere daha farkettiği gibi, sinema uyarlamaları eğlenceli, görselliği bolca artı katıyor ancak kitabının yerini tutamıyor.

Sherlock Holmes bu kitapta dört dört ayrı olayla ilgileniyor ve onları kendi yöntemleriyle çözüyor. Havaların da şu sıralar soğumasıyla keyifle okunabilecek, elden bırakılamayacak bir eser!

"Reigate Bulmacası
Nordwoodlu İnşaatçı
Dans Eden Adamlar
Bisikletteki Adam"
Reigate Bulmacası'nda dedekifimiz kendini toparlamak amacıyla şehirdışında bir arkadaşı ziyarete gider. Orada karşılaştığı ilginç bir hırsızlık ve ardında da gelen cinayetle Sherlock Holmes ve dostu Dr. Watson kendilerini olayların içinde bulurlar.

Sherlock Holmes, Baker Sokağı'ndaki evinde beklenmedik bir misafiri ağırlamak zorunda kalır. Ziyaretçi bir avukattır ve cinayet zanlısıdır. Polisler peşindedir ve Sherlock Holmes'ten, kendisinin masum olduğunu ispatlamasını ister.

Eşini çok seven bir kocanın Sherlock Holmes'ten yardım istemesiyle olaylar başlar. Çift bir sabah uyandıklarında duvarlarında çizilmiş şekiller görürler ve kadının davranışları değişir, korkar. Durum Sherlock Holmes'e ulaşır ve şekillerin anlamını çözmesini ister.

Bisikletteki Adam, bir kadın üzerine kurulan komployu içermektedir. Kadın yeni işe başladığı eve gelen bir misafir tarafından taciz edilir ve sonrasında takip edildiğini farkeder. Sherlock Holmes'ten yardım ister.

Sir Arthur Conan Doyle'un inanılmaz anlatımıyla ve cümlelerindeki kıvraklığıyla mükemmel bir eser, Martı Yayınları'nda 2010 baskısı.Kitapta bu yayınevinden beklemediğim baskı hatalarıyla karşılaştım. Buna rağmen Sherlock Holmes olanları unutturuyor ve kendine hayran bırakıyor.

Okuduğum kitabın kapak resmini buraya ekledim ancak bağlantılarını bulamadım ancak aşağıda 2008 baskısı linkleri var:

KitapYurdu.Com

25 Aralık 2011 Pazar

Aklından Bir Sayı Tut

0 yorum
John Verdon eseri. Tess Gerritsen;
"Çok, çok uzun zamandır okuduğum en iyi romanlardan biri. Aklınızı başınızdan alacak... John Verdon öyle ışıl ışıl ve incelikli yazıyor ki kıskanmadan edemedim."
demiş kitap için. Bu beni okumaya biraz daha teşvik etmişti. Ancak okudukça polisiye/gerilim sever okuyuculardan kaçmayacak bariz bir nokta gördüm. Elbette ki bu olayın çözümü olduğu için bunun ne olduğunu açıklamayacağım. John Verdon'ın bunu bilerek mi yaptığını yoksa farkında olmadan mı yaptığını anlamadım. O noktaya kadar kurgusu o kadar güzelken o olayla karşılaştığımda, bilerek yaptığı bir şaşırtmaca olduğunu düşünmüştüm.



Zamanınızı çarçur etmeyen, istenileni de yeteri kadar veremeyen bir eser. Eğlendiriyor, keyifli, boğmadan akan bir kitap. Olay örgüsü içine çekti. Kitabın arka kapağından aktarıyorum:
"Mark Mellery, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöye yazmaktadır: 'Aklından bir sayı tut - 1 ile 1000 arasında herhangi bir sayı.' Mellery öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: 'Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin. Küçük zarfı aç.

Aldıklarını geri vereceksin
Vermiş olduklarını aldığın zaman.
Biliyorum ne düşündüğünü,
Ne zaman uyuduğıunu,
Nereye gittiğini,
Nereye gideceğini.
Seninle bir randevumuz var,
Bay 658"
Kitabın hikayesini kısaca şöyle. Mark Mellery mektubu aldıktan sonra eski arkadaşı emekli Dedektif Gurney'den yardım ister. Dedektif Gurney kendini olayların içine çekilmiş bulur. Bu olay aynı zamanda Dedekti Gurney için bir iç yolculuk olur.

Koridor Yayıncılık'ta Cemile Özyakan çevirisiyle basılmış.

Kitap:

Koridor Yayıncılık
KitapYurdu.Com
>

22 Kasım 2011 Salı

Billur Köşk Masalları

0 yorum
Kocaeli Valiliği'nin güzel bir kitap dağıtım organizasyonuyla elime ulaşan bu kitap böyle kampanyaların devamlı hale getirilmesi gerekliliğini vurguladı. Bedava kitap meselesi değil olay! Olay kaliteli kitap meselesi. Okumak rastgele okumaktan ziyade, okuyacaklarını süzmek meselesi gözümde.Bana balık tutma, balık tutmayı öğret... Gelelim asıl meselemize, kitaba!

Tahir Alangu'nun eseri(1961).Eserde 14  tane masal var.
Billur Köşk ile Elmas Gemi 
Helvacı Güzeli
Ağlayan Nar ile Gülen Ayva
Muradına Eren Dilber
Muradına Eremeyen Dilber
Tasa Kuşu
Zümrüdüanka Kuşu
İğci Baba
Hırsız ile Yankesici
Sefa ile Cefa
Alicengiz Oyunu
Saka Güzeli
Karayılan
Mercan Kız
Bu  masalların her biri kendi içinde birer örnek. Bu masallar kimileri için rahatsız edici unsurlar bile içerebilir. Bu sebepten masallar daha çok büyüklere hitap ediyor.Ancak her masalda başka başka hazine yatmakta.
Kitabın sonunda masalların masal tipi numaları da verilmiş. (sayfa 337)

Hepsi birbirinden güzel masallar. Hangisi daha güzeldi diye sorsalar inanın yanıtlayamam.Kitap Mustafa Delioğlu'nun resimleriyle daha da eğlenceli olmuş. Okumayı kesip resimleri incelemek, masal dünyasını daha da renklendiriyor.
"Masal dedikleri bir bahane, hayattır dökülüp saçılan orta yere." (sayfa 288)

Kitap, Yapı Kredi Yayınları'ndan. Bendeki 2011 yılında çıkmış olan 2. baskısı.

Yapı Kredi Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com


13 Ekim 2011 Perşembe

Benim Adım Kırmızı

0 yorum
Nakkaşlığın bir maceraya dönüşmesi! Orhan Pamuk üslubuyla güzel bir esere imza atmış. "Ben Ölüyüm" bölümüyle başlayan kitap daha ilk satırlarından merak uyandırıyor. Sonrası kendiliğinden geliyor.Şeküre'nin kocası yıllardır eve dönmemiştir. Şeküre'yse bundan sıkılmıştır. Olaylar başlar.

Nakkaşlığın gerektirdikleri de minik hikayelerle anlatılmış, roman bunlarla bezenmiş. Bu romonla birlikte nakkaşlığın aslında sadece bir resim türü değil, bir yaşam felsefesi olduğunu, hatta bir öğreti görevi gördüğünü anladım.

Kimileri Orhan Pamuk'u sever kimileri sevmez. Ancak unutulmaya yüz tutmuş bir sanatın bir maceraya dönüşmesi küçümsenecek bir olay değil gözümde. Karakterlerin zenginliği, işin çetrefilini arttırıyor. Roman 1591'de de geçse oradaki karakterlerin günümüzde de karşımıza çıkması ayrı bir tattır.

Kitap İletişim Yayınları'ndan.1998 yılında ilk baskısını yapmış.2010 yılındaysa 33. baskısı yapılmış.

Kitap:

İletişim Yayınları
KitapYurdu.Com
>

12 Ekim 2011 Çarşamba

P*ç Güveysinden Hallice

0 yorum
Bir bloggerın kitabı. Blog aleminde kullandığı ve de kitabında kullandığı mahlas "samihazinses".Gerçek ismi Aras Öztürk Çolak.

Kitabın bir anı niteliği taşıyor.Ancak tek bir anı detaylıca işleniyor.Bu esnada günümüz dünyası gencinin tespitleri kimi zaman güldürüyor kimi zaman sinirlendiriyor. Gel gelelim bunlar var.

Hüsnü uçkuru peşinde bir adam. Sonunda en yakın arkadaşına aşık olur. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Müjgan'ın -esas kız- gözünde onlar sadace arkadaştırlar.

Kimseye mutlaka okumalısın diyemem. Kimseye okumamalısın da diyemem.Sonunda ne olacaklar diye merak ettiriyor ve buna sürüklüyor.Okunabilir bir kitap.Yok sayılamayacak tespitler de mevcut:

"Babama desem ki, Baba, sen bana adam olamazsın derdin ama bak Superman oldum, kuvvetle muhtemel bana diyeceği şey, Sigortası var mı, olur."
Kitap Okuyan Us Yayınevin'den 2010 baskısı.

Kitap:
KitapYurdu.Com 




7 Ekim 2011 Cuma

Cerrah

2 yorum
Tess Gerritsen kitabı. Popüler kültürde çoğu yazar adayı bir kitapla parlama yapar ancak devamını getiremez. Tess Gerritsen böyle olmadığını bize defalarca ispatladı.

Cerrah, benim gözümde Tess Gerritsen'ın "ustalık" eserlerinden birisidir.Psikolojik tahlillerden tutun da Rizzoli karakterine kadar her şey yerli yerinde! Tess Gerritsen tecavüz konusına, polisiye gerilim türünde eğilmesi, tecavüze uğrayan kadınların yaşadıklarını apaçık tahlil etmesi ve tacavüzcünün ve katilin bakışaçısını yakalayabilmesi başlı başına bir olaydır.
"Öldüğünü anlayabilecek kadar uzun yaşamıştı."(sayfa 21)
 "Böyle sessiz kalmayı seçen kim bilir kaç kadın vardır, diye düşündü Moore."(sayfa 72) 

Bendeki eser Doğan Kitap'tan Ali Cevat Akkoyunlu çevirisinin ikinci baskısı.2005 yılı basım tarihli.A. Cevat Akkoyunlu'nun çevirisi her zamanki gibi güzel olmuş. Öyle ki kimi yerlerde Tess Gerritsen'ın vermeye çalıştığı ayrıntılardan hiçbiri atlanmamış.
Cerrah'ın ağzından:
"Temel tabiatımı kabul ediyor, benimsiyorum. Tanrı'nın yarattığı gibiyim; Tanrı'nın hepimizi yarattığı gibi." (sayfa 296)


Kitap:

Doğan Kitap
KitapYurdu.Com



4 Eylül 2011 Pazar

Babalar ve Oğullar

0 yorum
Turgenyev'in eseri. Arkadi ile Bazarov üzerinden babalar ve oğulları anlatıyor. Arkadi'nin babası Nikolay Petroviç, Bazarov'un babası Vasili İvanoviç.

Kitaptaki karakterlerden birisi Bazarov için yırtıcı diyor. Bazarov'sa Arkadi için alacakarga diyor. Alacakarganın da özelliğini açıklıyor, doğada en iyi aile kurabilen kuş. Babalara gelince, Nikolay Petroviç karısını erken yaşta kaybeden bir eş.Bir zaman sonra evin yardımcılarından birinin kızına tututluyor ve gayrimeşru çocukları oluyor. Kardeşi Pavel Petroviç ile yaşıyor. Vasili İvanoviç karısıyla birlikte mütevazi bir çiftlikte yaşıyorlar. Hatta yoksul bile sayılırlar. Çocuklarına aşırı düşkünler.
 "Nikolay Petroviç, hüzünlü bir iç çekişle:
'Evet mirasçılarımız,' dedi; 'neyi anımsadım biliyor musun, ağabey?Bir gün zavallı annemle tartışmıştım.Annem bağırıyor, beni dinlemeyi reddediyordu.Sonunda ben ona, siz beni anlayamazsınız, demiştim. Çünkü biz seninle farklı kuşaklardanız.Annem epeyce öfkelenmişti. Ben kedi kendime; ne yapabilirim ki, diye düşünmüştüm.Gerçek acıdır ama bilmesi gerek.Şimdi sıra bizde.Bizim mirasçılarımız da bize, sizinle farklı kuşaklardanız, öğrenin bu acı gerçeği, diyebilirler."(sayfa 60)

Zamanının Rusya'sında aileye bir bakış, bir inceleme. Ancak ondan daha da önemlisi çocukların aile ile ilişkisi üzerine bir roman. Arkadi ile Bazarov'un hayatının bir kısmına giriyor ve insanlardaki değişimi görüyoruz. Kuşak değişimini görüyoruz.Bu çatışmada Arkadi uysal iken Bazarov keskin bir yapıda.

"Bazarov:
-Puşkin, Doğa ninni gibi bir sessizlik içinde, der.
Arkadi:
-Puşkin asla böyle bir şey söylememiştir, dedi.
-Olsun. Fakat şair olarak bunu söyleyebilirdir ve söylemeliydi de..."(sayfa140)



Turgenyev'in bendeki bu eseri Alkım Yayınevi'nden, 2006 baskısı Celal Öner çevirisi.

Kitabın bendeki baskısının satışını bulamadım. Bu sebepten ötürü şu andaki basılmışları veriyorum:

KitapYurdu.Com
İdefix.Com

23 Ağustos 2011 Salı

Çırak

0 yorum
Tess Gerritsen eseri. Cinayetler, yakalanmış Cerrah'ın cinayetlerine benzemektedir. Bir taklitçi mi yoksa Cerrah'ın bir destekçisi mi var? Bu soru üzerinden Tess Gerritsen bir harika eser daha sunmuş ve -kitabın adından da belli-  Cerrah'ın bir Çırak'ı var. Cerrah geri dönüyor ve yalnız değil!

Tess Gerritsen kurgusu yine harika.Olayın çözümündeki heyecansa bu sefer çok daha başka!

Tess Gerritsen ayrıntıların peşini bırakmayan, betimlemeleriyle olayları net bir şekilde bize aktaran üslubuyla kitaba bağlıyor. Rahatsız edicilik her zamanki gibi mevcut.

Eserin bir artısı daha var.Bir katille karşılaşmış olan bir kişinin daha sonra yaşadıklarına da değiniyor.Rizzoli'nin yaşadığı korkuyu bize çok güzel bir şekilde aktarıyor.

Martı Kitabevi, Cumhur Mısırlıoğlu'nun güzel çevirisiyle kitabı basmış.

Rizzoli bu kitapta kendine bir eş buluyor Gabriel Dean ile bu kitapta tanışıyor.

Tam anlamıyla "soluksuz" bir macera, bir köşe kapmaca...

Tess Gerritsen eserlerinin televizyon dizisi uyarlaması:
Dizinin resmi internet sayfası: http://www.tnt.tv/series/rizzoliandisles/
IMDb sayfası: http://www.imdb.com/title/tt1551632/
CNBC-e sayfası: http://www.cnbce.com/diziler/Hakkinda.aspx?TvSerieId=94


Kitap:
KitapYurdu.Com




21 Ağustos 2011 Pazar

Ruh Koleksiyoncusu

2 yorum
Jane Rizolli ve Maura Isles bu kez farklı bir seri katille karşı karşıya. Katıksız kötülük aynı olsa da yöntemler ve istekler değişmiş.

Olayın detaylarına girmeyeceğim. Yoksa ne tadı kalır bunu okumanın! Seri katil arkeoloji temalı... Aslında arkeolojiye merakı da yok. İsteği başka. İsteği... Kadınları mumyalayan, bataklıkta saklayan, kadınların başlarından tsantsa yapan bir seri katil...Bununla arkadaşlık eden bir psikopat. Olaylar Boston'da bir müzenin bodrumunda bulunan ve ikibin yaşında olduğu sanılan bir mumyayla başlıyor. Ancak mumyada olmaması gereken bir şey bulunuyor: Mermi.

Tess Gerritsen her zamanki üslubuyla, güzel kurgusuyla harika bir polisiye, gerilim eseri sunuyor. Soluksuz okunan bir roman. Ancak dikkat edilmesi gereken rahatsız edicilik. Üstelik "insan saklama yöntemlerinin" gerçekten de kullanılmış olması işleri başka bir boyuta taşımakta!

Bir insanın yıllarca korku içinde yaşaması, saklanması ve "özgür" olamamasının baskısı, her an öldürülecekmiş hissi ve bir seri katilden kaçmak zorluğu insan zihnini ne kadar zorlasa da bunun üstesinden ancak yavrusunu korumaya çalışan bir anne gelebilirdi! Tess Gerritsen bunda da çok haklı!

Kitap Doğan Kitap'tan Boğaç Erkan çevirisiyle ilk baskısını Haziran 2011'de yapıyor.Orijinal adı: The Keepsake.

Tess Gerritsen eserlerinin televizyon dizisi uyarlaması:
Dizinin resmi internet sayfası: http://www.tnt.tv/series/rizzoliandisles/
IMDb sayfası: http://www.imdb.com/title/tt1551632/
CNBC-e sayfası: http://www.cnbce.com/diziler/Hakkinda.aspx?TvSerieId=94


Kitap:
Doğan Kitap
KitapYurdu.Com

16 Ağustos 2011 Salı

İkiz Bedenler

0 yorum
Tess Gerritsen eseridir.

Bir iş için şehir dışına çıkıp evinize geri döndüğünüzde kapınızın önünde kendi cesedinizle karşılaşırsanız ne olur...

Tess Gerritsen mükemmel bir esere imza atmış.Kitabı bir çırpıda okuyup bitirmiştim. Kitabın kapağı da beni bir o kadar etkilemişti.

Maura'nın durumunu düşünmemek elde değil. Annesini arayışı... Tam ulaştı derken ulaşamaması.

Tess Gerritsen bize fazla söz bırakmayacak bir esere imza atıp yeni eserleri peşinde gitmiş. Okumaktan sıkıldığımı asla ama asla söyleyemeyeceğim. Kurgusuyla baş döndürüyor.

Bazı anlarda kişileri rahatsız edebilecek sahneler bulunuyor. Uyarmadan geçemem.Polisiye, macera severlerin okumadan geçmemesi gerekir.

Bu kitabı, Martı Yayınları, Bahar Çelik çevirisiyle basıyor.Mükemmel bir şekilde basmışlar.

Tess Gerritsen eserlerinin televizyon dizisi uyarlaması:
Dizinin resmi internet sayfası: http://www.tnt.tv/series/rizzoliandisles/
IMDb sayfası: http://www.imdb.com/title/tt1551632/
CNBC-e sayfası: http://www.cnbce.com/diziler/Hakkinda.aspx?TvSerieId=94



Kitap:

KitapYurdu.Com

Aşk

0 yorum
Elif Şafak'la tanıştığım kitap oldu.Ne kalemini tanıyordum ne kendisini. Sadece televizyonlardan duyduğum raflarda gördüğüm, arkadaş çevresinde ismi telaffuz edilen bir kişiydi.

Kitabın sayfalarını açtığımda bir önsözle karşılaştım.İşin aslı, pek de beklemiyordum böyle bir şey. Beklemeliydim; Elif Şafak ne de olsa bir Uluslararası İlişkiler mezunu... İlerleyen sayfalarda "Zaman: Mayıs ayında bir cumartesi öğleden sonra. Mekan: Evlerinin mutfağı." metnini görünce işlerin sarpa sardığını düşündüm. Ancak Ella'nın karakterini tanıdıkça bu ibarenin yerindeliğini anladım.

Ella, Amerikalı bir evhanımı. Kocasına sadık ve zamanla yaşamı rutinleşmiş. Bir zaman sonra bir kitapevinde "editörün asistanının asistanı" olarak işe başlıyor. Kitapevi Ella'dan "Aşk Şeriatı" adlı romanın raporunu istiyor.Aşk Şeriatı' Mevlana ile Şems'in mistik hayatını anlatan bir roman.Yazarı Aziz Zahara.

Ella kitabı okudukça ona bağlanıyor. Bir zaman sonra Aziz'e bir e-posta atmak istiyor. Bu e-postayla Ella'nın hayatı değişmeye başlıyor. "Aşk"ı unutmuş bir kadın Aşk'ı hatırlıyor, onunla tanışıyor.

Elif Şafak'ın olayları bir kaç koldan anlatması kitabı daha heyecanlı, daha çekici kılmış ve Mevlana'nın, Sufiliğin "bütünlük" ilkesiyle süslenmiş. Farklı insanlar, farklı yorumlar... Farklı bakışaçıları ve oysa hepsi bir bütün...

"Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milâd demektir. Şayet 'aşktan önce' ve 'aşktan sonra" aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!"(s.339)
Doğan Kitap'ın bastığı bu kitabın bendeki baskısında Bir "Ek" mevcut. "Söyleşi ve Görüşler".

Aşk'tan herkesin kendince çıkartacakları vardır. Ne kadar genişse kalbin, Aşk'a o kadar susarsın.

Kitap:
Doğan Kitap
KitapYurdu.Com

4 Ağustos 2011 Perşembe

İz

0 yorum
Tedbirli yaklaştığım bir romandı. Nereden bilebilirdim bu kadar içine çekeceğini? Bu kadar sade bir anlatımla duyguların kelimelere bu denli güzel dökülmesi beni kendine hayran bıraktı!Elimden bırakamadan okudum bu aile romanını. Verda'nın babasının intihar etmesiyle başlıyor.Verda babasının "iz"ini kovalıyor.Bu izin peşindeyken yaşananları aktarıyor bize.Bir kadının iç dünyasına mükemmel bir bakış! Çocukluğundan erişkinliğine kadar Verda'nın etrafında olan olaylar ve Verda'nın buna tepkileri, duyguları ve Verda'nın bu duyguları ifade ederken seçtiği kelimeler!

Canan Tan Verda'nın ağzından bize üç kuşağı bir bütün halinde anlatıyor. Bir çocuk olarak Verda, bir genç kız olarak Verda ve bir avukat anne olan Verda... Her çağında başka başka şeyler gösteriyor bize. Belki farkında olduğumuz ama görmezden geldiklerimizi gözümüze sokuyor. İnce ince işleyor. Bu işlemede hiçbir ilmek atlanmamış.


İçinden çok fazla alıntı yapmayacağım. İçinde o kadar çok değerli paragraf var ki! Bir hayat dersi aslında bu eser...

"Evliliğimizin ilk yıllarında, her kavgalarımızın ardından gözyaşlarına gark olmuş bir halde, avutulmayı beklerdim. Hiç yoktan çıkan kavgalar, mutlaka benim gözyaşlarımla sonuçlanırdı, çünkü Bülent, gözlerimden yaş getirmeden sonlandırmazdı tartışmayı; kızgınlığının bedelini ödetmeden, canımı yeterince acıttığından emin olmadan rahat etmezdi içi.

En çok da, 'Annesi babası ayrılmış birini mutlu etmek zordur, mutsuzluğa şartlanmışlardır onlar', dediğinde incinirdi yüreğim. Ne acımasız bir genellemeydi yaptığı! Yanlıştı da üstelik... Yaşamamıştı ki bilsin.

Varlığın değil, yokluğun değerini bilir insanlar. Mutluluğun değerini bilenler, mutsuzluğu tatmış olanlardır. Onları mutlu etmek çok daha kolaydır. Annesiyle babası boşanmış kadın ya da erkekler, kendi evlerindeki olumsuzlukları evliliklerinde de yaşamamak için çok daha özenli hareket ederler, üzerine titrerler beraberliklerinin. Alttan alan, uzlaşmaya yakın duran taraf hep onlardır.

Bunca yıllık evliliğimizde Bülent, kavgaların tamamına yakınını kendisi çıkarttığı halde özür dilemedi benden. Yarattığı hoşluklarla gönlümü almaya çalıştı sözüm ona. Oysa her seferinde ince bir çatlak oluşuyordu aramızda. Kırılma noktasına gelmedi hiç ama, uç uca eklenen, dallara ayrılıp yaşamımızın geniş alanlarına yayılma eğilimi gösteren çatlakların bugünkü boyutlarını nereye kadar koruyabileceklerini kestirmekte zorlanıyorum artık. Konuşup tartışılmadan üzeri örtülmüş açık yaralara gül yapraklarının ne derece derman olabileceğini ise zaman içinde, beraberce göreceğiz..."
Böyle anlatıyor Verda kavga sonlarında olan olayların yansımasını. Bir başka sayfadaysa "sadece özür dilemesini, 'ben hatalıyım', demesini bekliyorum oysa" diye belirtiyor...

Yukarıdaki alıntı bir anne, bir eş olan Verda'nın anlattıkları. Anne olması, evlenmiş olması onun gözünde babasının küçük kızı olmasına engel değil oysa ki... Kitabın arka kapağaında baba-kız öyküsü olarak niteleniyor eser. Baba-kız olayının etrafında dallanıp budaklanan bir yaşam öyküsü.

Mutlaka okunması gereken, erkeklerin üç kere beş kere okuması gereken bir kitap!

Kitap Altın Kitaplar'dan bu sene Mart ayında çıktı. Kapağı da ayrı güzel.

Kitap:
Altın Kitaplar
KitapYurdu.Com

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Aylak Adam

0 yorum
Mutlaka okunması gereken bir kitap; şaheser! Yusuf Atılgan'ın kaleminden, Yapı Kredi Yayınları'ndan...

C. hayata tutunamaya çalışan, onun tabiriyle, çalıntı para yiyen bir kişi. Doğru kadını arıyor. Onu istiyor.

C. hayata kimi zaman iyimser kimi zaman kötümser yaklaşıyor . Mesleğine gelince "Aylakım ben, çalıntı para yerim!" der. İnsanlığa karşı içinde kabaran öfke şarap kadehinden taşıyor. Doğru kadını arama yolunda yanlış kadınlarla geçirdiği zamanlar ve C.nin babasıyla çatışması onun hayatını kalıplara sokuyor. Oysaki C. kalıpları, alışkanlıkları sevmez.

"Bir yerleri olması kötüydü.Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

Tek başına yaşadığı evinde tek dostu kitaplarıydı. Bir de evi toparlamaya gelen kadın var. Ama sadece var.
Aylaklığı aşmak için kendine çeşitli işler de bulur aslında ama çabuk sıkılır. Sokak isimleri toplamak insanın sıkıntısı kaç zaman alır ki?

C.nin en sevdiği işlerden birisi -farkında olmasa da- insanları izlemek.Hepsini izler... İnsanların içinde keşfettiklerinden sadece ikisi:

"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor.Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona birşeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor.Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına arıyorlar, eritiyorlar."

"Sokakta kendi kendine sesli gülünmeyeceğini bilmeyen yoktu."
Bu başyapıtın son cümlesini ayrı bir güzel.
"Biliyordu, anlamazlardı."
Kitap:

YKY Çevrimiçi alışveriş
KitapYurdu.Com

3 Temmuz 2011 Pazar

Şato

0 yorum
Uzun bir bütünleme sınavları arasından sonra yine burada, bir başka kitap... Kaç zamandır elimdeydi, araya giren işler yüzünden ona fazla vakit ayıramamıştım.Bugün onun günü.


Franz Kafka'nın Şato'su. Ama sakın ha Alter Yayıncılık'tan çıkanını almayın. Yayıneviyle kişisel bir husumetim yok. Zaten bu kitap sayesinde onlarla tanıştım. Buruk bir tanışma oldu. Kitapta cümle düşükleri, basım hataları istemediğin kadar... İsimlerin yanlış yazımından söz etmiyorum bile. Elimdeki eser Hasan İlhan tarafından çevrilmiş. Bu kitabın neden bu durumda basıldığı konusunda bir fikrim yok. Yayınevi umarım bu tür eleştirilerle daha da ileriye gidecektir. Bir eksikleri de -bunu onlara da bildirdim- internet sitelerinde bu kitaba ulaşamıyor olmamız. Sanki hiç yokmuş gibi...

Kitabın kapağını beğendim. Kafka'nın o ilginç dünyasına bir başka yaklaşım. Birbirinin aynı insanlar... Bu sizi yanıltmasın Şato'ya özel bir kapak değil. Bu kapak Alter Yayıncılık'tan çıkan Kafka'nın tüm kitaplarına uygulanıyor.

Kafka bu eserinde bir yabancıyı anlatıyor. Acaba kendini mi anlatıyor diye çok düşündüm. Bu düşüncemin sebepleri arasında en belirgin olanı Kadastrocu K.nın "yersiz, yurtsuz" olmasıydı.

Bay K. bir fırtınalı kış gecesi köye geliyor. Bu köyün tüm yönetiminden sorumlu olan Şato'dur ki bu şato ve çalışanları halkın gözünde mutlak mükemmeldir.Beyler diye anlatılan Şato çalışanları hata yapmazlar, çok çalışırlar ve her hareketleri yasalara uygundur.Kadastrocu Bey'in gerçekten kadastrocu olup olmadığı ise bir muallaktır. Kafka bize kadastrocu olarak tanıtmaktadır bu kişiyi. Ancak eser boyunca K.nın Şato'ya ulaşma çabası bulunmaktadır. Bu uğraşları esnasında Köy'den kesitleri, Köy'de yaşamın nasıl olduğunu da görüyoruz.

Kadastrocu Bey'in başına da iki tane yardımcı musallat edilmiştir. "Musallat edilmiştir" diyorum çünkü Bay K. da durumu bu şekilde görmektedir. K.nın Şato'ya girme çabaları esnasında Haberci Barnabas ve ailesinin durumu da inceleniyor. Kitabın en belirgin özelliklerinden birisi de uzun monologlardır. Bu konuşmalar günlük hayatta gerçekleşmesi zor gibi de olsa içinde derin fikirler ve olaylara bakış barındırmaktadır.

Şato, yaklaşık bir haftalık bir süre içinde olan olayları anlatsa da aslında bir hayat boyu insanların bu ve buna benzer şekilde yaşadığını da anlatmıştır. Bay K.nın bakış açısı bu gibi çoğu noktada çakıştığı için Kadastrocu K. kendisi mi diye düşünmemek elimden gelmiyor.

Bay K.nın Friede ile olan aşkı da entrikalar üzerine gibidir. Şato'da dikkat çekici noktalardan birisi de budur; entrikalar. Her zaman her yerde... İnsanlar birbirinden devamlı olarak şüphelenmektedir ve "dedikodu"larını etmektedir. Böyle bir toplumun içinde K. kendine yer arıyor.

Eserde dikkatimi çeken bir şey daha var ki K.nın bazı konular üzerine yalan söylemesi. Belki de yalan değildir bu. K.nın konuşmaları üzerinden kişiliği hakkında çözümleme yapılabilir. Ancak K.nın kişiliğinin "sezdirdikleri" daha başkadır. Bu "sezdirme" işi K.ye özel değil. Kafka eserindeki tüm kişilerinde bunu kullanmış.İnsani duygular ve söylenenler, olaylara başka insanların gözünden bakılması ve hepsinin ortasında Kadastrocu K.

Bay K. hayatımıza fırtınalı bir köyle beraber giriyor ve fırtınalı bir gecede çıkıveriyor. Geride sorularla, sorgularla bırakıyor insanı.

Kitap:
KitapYurdu.Com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.