Macera etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Macera etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2014 Cuma

Yeşil

0 yorum

Ted Dekker ile tanıştığım kitap. Maalesef, beklentilerimin altında...
Tarih Kitapları'na göre, 2010 yılından sonra meydana gelen her şey aslında M.S. 4036'da başladı. (sayfa 5)
Bu cümleyi okuduktan sonra ilk düşüncem, 2010 yılı ve sonrasındaki insanlar, kendilerini 2010 yılında zannetmelerine rağmen M.S. 4036'ta yaşamaktaydılar. Bu yanılsama fikri çok hoşuma gitmişti. Ancak işin aslı, M.S. 4036 ile 2010 yılı farklı zaman hızlarında olmak üzere aynı anda yaşanmaktadır. M.S. 4036'lı yılların 10 yılı 2010'ların 30 küsür yılına tekabül eden bir oran geçiyor kitabın içinde. İlk hayal kırıklığım bu şekilde gerçekleşti.

M.S. 4036'lar 2010'ların geleceği durumunda. Aynı dünya üzerinde geçtiğini varsayıyorum. Çünkü kitap içinde buna benzer bir ibare göremedim, gördüysem de dikkatimden kaçmış olması çok olası. Çünkü peşpeşe iki cümle arasında konu bağlantısı hiç olamayabiliyor. Böylece Ted Dekker'ın üslubundan beklentimi düşürmeye başladım.

Ted Dekker, bu ikili zaman dünyasını 4 kitaplık bir seri halinde düşünmüş. Birinci kitabın adı Siyah. Yeşil ise sıfırıncı kitap. Ted Dekker, istersek birinci kitaptan başlayıp sıfırıncı kitapla seriyi bitirebileceğimizi, istersek de sıfırdan başlayıp üçüncü kitapta seriyi bitirebileceğimizi söylüyor. Yani bir çember oluşturduğunu belirtiyor. Bu olay çok büyük bir risk teşkil ediyor. Bu sebeple de kitap içinde 1-2-3-0 sıralamasıyla okuyacakların anlayabileceği bir çok nokta bulunmaktadır. 0-1-2-3 sıralamısıyla okuyacaklar ise 1-2-3'te ne olduğunu merak ettirmeyi amaçlayan gizli noktalar bulunmakta. Bu da okumayı daha da sıkıcı hale getiriyor.

Thomas Hunter, M.S. 4036 ile 2010 yılı ikili zaman dünyası arasında geçiş yapan ilk kişi. Ancak biz Yeşil'de Thomas Hunter'ın ilk geçişini değil, son geçişinden gelecek zaman yılına göre 10 yıl sonrasını okuyoruz. Bununla beraber tahmin ettiğim bir olay da şudur: Ted Dekker Thomas Hunter'ın ilk geçişin (artık hangi kitaptaysa) nasıl olduğunu anlatmayarak, sıfırıncı kitapta bu geçişin detaylarını vererek son kitap vasfı kazandırmak istediğini düşünüyorum. Böylece Thomas Hunter gelecek zaman yılına göre 10 yıl öncesinde bu ikili zaman arasında bir geçiş yaparak dünyayı kurtarmış...

Bu -muş'lar kitap içinde ilginç şeylere sebep olabiliyor. Mesala, birden gelecek zaman yılındaki meyvelerin aslında iyileştirici ve güçlendirici gücü olabiliyor. Yahut, bir bölüm öncesinde bir yere giden ve ne yaptığı bilinmeyen karakterlerden biri, cebinden bir şey çıkartabiliyor... Böyle mesela şu da varmış, çocuksuluğuyla oluşturulmuş gelecek zaman var. Ancak diğer yandan şunu da düşünüyorum. Ted Dekker, böyle bir rastlantıların sebeplerini diğer kitaplarda anlatmış olabilir. Yahut böyle umuyorum.

İkili zamanda, M.S. 4036'lı yıllarda fantastik bir dünya, tam olarak hayal edemediğim garip konuşan yaratıklar ve tuhaf tanrılar -ya da tanrı çocukları veya ona benzer şeyler- var. Thomas Hunter, Elyon adlı bir tanrıya tapıyor ve bu tanrı tipik iyi. Thomas Hunter'ın gelecekteki karısı (çünkü 2010'larda başka bir kadın daha varmış meğer) tipik kötü tanrıyı -Teeleh- izleyen ve alsında kafası karışık olan kumandan Qurong'un kızıdır. Ve Thomas Hunter'ın oğlu Samuel de Elyon'un amacını (ne olduğunu tam anlamadığım bir amaç) düşmanla savaşarak gerçekleştirmek istiyor. Oysa ki Hunter'ın takipçileri savaşmayı bırakmış barışçıl bir topluluktur. Yani Samuel yoldan çıkmıştır. İşte böylece tipik; iyi ve kötü arasında gerçekleşen bir entrika var.

Karakter listesine gelince, gerekli gereksiz (belki de hepsinin ilerideki kitaplarda bir yeri vardır) bir çok isim var. İsimlere boğulmamak elde değil. Bu isim kalabalığı arasında, bazı isimler önce çıkıyor ki onlar zaten başkahramanlar... Ancak bir zaman sonra öyle bir ismin varlığını bile unuttuğunuz bir anda, karakterlerden birisi söze karışabiliyor.

Martı Yayınları'nda alışık pek alışık olmadığım imla ve baskı hataları bu kitapta var. Bana mı öyle geldi yoksa yayına hazırlayan Şahin Güç de mi kitabı incelerken sıkıldı bilemiyorum.

Ted Dekker, seri için kitapların isimlerini güzel düşünmüş ancak, çember oluşturacağım kaygısıyla, hikayesindeki kopukluklar okumayı güçleştiriyor. Ancak, Ted Dekker'ın oluşturduğu ilginç bağlantılar da kitap için hala bir umut olabileceğini gösteriyor. Örneğin gelecekten günümüze kaçan Shataiki (dişlerinde kan taşıyan ve bu kan sayesinde üreyen aseksüel yaratıklar) vampir türünün ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Hayal kırıklığına uğradığım bir kitap oldu. Seriye devam eder miyim hiç bilmiyorum. Ancak önce okumak istediğim kitapları okuyacağım kesin. Ted Dekker, ilginç bir ikili zaman kuramıyla yola çıkarak dikkatimi çekmişti ancak ilerledikçe işler değişti. Kimileri için bir kıstas olan Niv York çok satanlar listesinin bu kitabı da kapsadığını belirtmek isterim. Sanırım benim hatam 0-1-2-3 sıralamasıyla başlamış olmam. 1 no'lu kitaba göz atmayı düşünüyorum.

Kitap, Martı Yayınları'ndan Mihriban Doğan çevirisiyle Nisan 2012 tarihli baskısı.

Kitap:
Martı Yayınları
İdefix.com
Kitapyurdu.com

25 Aralık 2013 Çarşamba

Travma

0 yorum
Steve Hamilton'ın eseri. Kutu adam. Kilitleri hissedebilen, onlarla konuşabilen bir kişi Micheal. Güzel kurgusuyla ve Michael'ı sürükleyen olaylar içinde tutunacak yer bırakmıyor. Kitap sizi kendisiyle birlikte sürüklüyor.

Kitabın başlangıcında, Michael'ın(Mike) hapiste olduğunu anlıyoruz. Hapisten kendi hayat hikayesini anlatıyor. Michael konuşmuyor! Konuşamıyor. Çocukluğunda başına gelen -mucize çocuk lakabı almasını sağlayan- olay yüzünden konuşamıyor, konuşmuyor. Ketum bir sessizlik içinde! Bu durum, kitap üzerinde tuhaf bir sessizliğe sebep oluyor! Michael'ın iç konuşmaları ise ayrı bir lezzet oluşturuyor kitapta.

Bu sessizlik içinde, iki daldan anlatılan olaylar aralarındaki zaman farkını yok ediyormuş gibi, eşzamanlı oluyormuş gibi bir izlenim uyandırıyor. Bu da kitapta olay örgüsünü daha da ilginç kılıyor.

Maceraseverler için güzel bir macera kitabı.

Bendeki kitap, Koridor Yayıncılık'tan, 2011 yılı baskılı, Ender Nail çevirisidir.




Kitap:
Koridor Yayıncılık
İdefix.com
Kitapyurdu.com

16 Ekim 2013 Çarşamba

Hiç Kimse Sıradan Değildir

0 yorum
Markus Zusak'tan bir şaheser. Bir iskambil destesine kaç hayat sığar? Ed Kennedy, bu destenin peşine düşüyor! Arayışı başka hayatlar izinde ilerlerken kendini buluyor. Bu arayışı kendisine gelen Kare As kağıdının üzerindeki üç adresle başlıyor.Başta Ed Kennedy bunun anlamını çözemiyor. Ancak zaman ilerledikçe ve verilen adresleri izledikçe ne yapması gerektiğini anlıyor.

Markus Zusak'ın üslubu da kitabının konusu gibi! Yalın ve sakin! Sıradan. Ancak bu üslup o kadar yakışmış ki! Okunması gereken kitaplar arasında! Bahsedilen hayatların bir noktasında kendimizi bulmamız işten bile değil! Hikayeyi de bize Ed Kennedy anlatıyor!
"Evet, Dylan on dokuz yaşındayken yıldız olmanın eşiğindeydi. Dali dahi olma yolunda ilerliyordu. Jeanne d'Arc tarihteki en önemli kadın olduğu için kazığa bağlanıp yakılmıştı. Ed Kennedy'yse on dokuz yaşında posta kutusuna gelen o ilk iskambil kağıdını bulmuştu." (sayfa 46)
"Bir an için basit, sorunsuz Ed olmaktan mutluluk duydum. Edward, Edmund ya da Edwin değil, sadece Ed." (sayfa 86)
Bayram gününe denk gelen bu günde bayramınızı da kutlarım!

Ed Kennedy'ye çok ilginç bir öyküde eşlik ediyoruz ve bu, biz Kuzey Yarımkürelilerin pek alışık olmadığı Güney Yarımküre'de -Avustralya'da- gerçekleşiyor!

Kitabın kapağına de değinmek istiyorum. Hiç başlığı'nda dört iskambil işaretinin de olması ayrıca dikkatimi çekti. Kapak Yasin Öksüz'ün imzasını taşıyor.

Bendeki kitap Martı Yayınları'ndan Selim Yeniçeri'nin çevirisiyle Mayıs 2013 tarihli baskısı.

Martı Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

26 Eylül 2013 Perşembe

Cehennem

0 yorum
Dan Brown'ın yeni eseri! Çıkış tarihi merakla bekleniyordu! Kitabı, Kitap Okumak İster Misin? ailesi ile birlikte okudum. Sosyal sorumluluk projesi olarak çıktıkları yolda çok hızlı büyüdüklerine ve daha da güçleneceklerine inanıyorum! Kitap üzerinde hiç kalem kullanmamak düşüncesindeydim. Ancak şu sözleri:
"Kitap kıymetli ancak daha kıymetlisi ''İz'' bırakılmış kitaptır."
kitap aşıkları için çok şey anlatmaktadır!

Ben yine kıyamadım fazla. Postitlerimle bol bol bıraktım izlerimi. Kendilerine çok teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum!  Bu arkadaşlarla mutlaka tanışmalısınız!

Kitaba gelelim. Eserde heyecan ve hareket daha ilk sayfalarda başlıyor! Soluksuz macera İstanbul'da sonlanıyor. Dinlenmek için fırsatı ancak bölüm sonlarında bulabileceğiniz; sürükleyici ve de akıcı bir eser! Robert Langdon ile birlikte neredeyse nefes almadan kendinizi bir maceranın ortasında bulacaksınız. Kitabın girişinde; "Bu romanda bahsi geçen tüm sana ve edebiyat eserleri ile bilim ve tarih gerçektir." ibaresi kitabı okurken yakınınızda internet erişimi bulundurmanızı da öğütlemektedir. Kitabı okurken bahsedilen eserleri görmek ayrıca güzellik katmaktadır. Belirtmeden geçemem; bu gerçeklik konusunda çeşitli kaynaklarda inceleme yazıları mevcuttur.

Robert Langdon'ın bir hastane odasında gözlerini açmasıyla macera başlıyor. Langdon oraya nasıl geldiğini ve başından neler geçtiğini hatırlamamaktadır. Kendini yeni yeni toparlamaya başlamışken birden bire odasına silahlı bir kişi girer doktorlardan birini öldürür, diğer doktor Sienna Brooks Langdon'ı odadan kaçırır. Olayların üzerinden sis örtüsü kalktıkça daha da şaşırtacak gerçeklerle karşı karşıya kalınacak! Olayların düğümü İstanbul'da çözülecek. İstanbul macerası kitabın 84. bölümünden (sayfa 467) itibaren başlıyor.

Dan Brown kurgusal olarak eldeki soruları sayfalar ilerledikçe cevapladığından, kitabın tadını tuzunu kaçırmak istemem. Dan Brown bu eserinde nüfus sayısı üzerine tartışması ve olayın düğümünün İstanbul'da çözülmesi de ayrıca dikkat çekici noktadır. Nüfus yoğunluğu üzerine geliştirdiği tartışma üzerine de düşünmek gerekliliği aşikar. Dante'nin Cehennem'i ya dünya üzerinde ise ve bu Cehennem'i insan türü bir virüs gibi davranarak kendi kendine oluşturuyorsa?

Kitabın sonunun,  maceranın tümüne göre zayıf kaldığını hissettim. Daha çarpıcı bir son bekliyordum.
"Hiçbir şey amacı olan bir dehadan daha yaratıcı... daha yıkıcı değildir."(sayfa 205)
 Kitap Altın Kitaplar'dan Mayıs 2013'te Petek Demir ve İpek Demir'in birlikte çevirisiyle ilk baskısını yaptı. Bendeki kitap Temmuz 2013 tarihli 4. baskısı.
Altın Kitaplar
Kitapokumakistermisin.com
Kitapyurdu.com
İdefix.com


23 Temmuz 2013 Salı

İstanbul Hatırası

0 yorum

İstanbul'u ne kadar tanıyoruz? Kurban olan İstanbul olsa gerek. Ahmet Ümit'ten bir şaheser! Başkomiser Nevzat, bu kez bir seri cinayetlerin peşindedir! Ölülerin ellerinde eski sikkelerden bulunmuştur, bunun yanındaysa ölülerin bulundukları yerler sikkelerle bağlantılıdır!

Her ölümün ardından bir İstanbul hikayesi gelir karşımıza. Katil veya katillerin amacı İstanbul tarihine mi dikkat çekmek yoksa hedef mi şaşırtmak kitabın sonunda hepsi çözülüyor. Yine beklenmeyen bir son.

Her ölüm öncesi ölünün bulunacağı yer için yazılmış bir kısa öykü bizleri bekliyor ve son öyküyle kitap bitiyor. Ben bu kısa öyküleri çok sevmiştim başından beri ve son olarak da böyle bir öyküyle bitmesi daha da güzel oldu! Sikkelerin resimleri de kitapta mevcut.

Kitabın yararlanılan kaynakları da mevcut ki bir o kadar değerli. İstanbul Hatırası, geçmişden günümüze uzanan 7 cinayet, 7 tarihi nokta ve içi içe geçmiş duygular!
Arka kapaktaki metin benim sevdiğim o küçük hikayelerden birisine ait.

İç içe geçmiş kültürlerin birbiri ardına dizilişine kanla çekilen dikkat!

Bu kitabı okuduktan sonra İstanbul'a aşık olmamak mümkün mü?


Bendeki kitap Everest Yayınları'ndan cep boy basımı olup Mayıs 2013 tarihli.

Kitap:
Everest Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Hobbit

1 yorum

J.R.R. Tolkien'in Ortadünya'sının ilk kitabı! Silmarillion ile Tolkien'in Ortadünya'sının notlarına başlamıştım. Silmarillion'daki takip zorluğu bu kitapta yok. Tersine çok akıcı bir şekilde ilerliyor! Ancak yine de sanki Tolkien daha çok şey anlatmak istiyormuş hissine kapıldım. Bol hayal gücü ile başbaşka bir macerayı bizlere aktarmış!

"Topraktaki bir oyukta bir hobbit yaşardı. Solucan kuyruklarıyla ve sulu çamur kokusuyla dolu, iğrenç, pis, ıslak bir oyuk değil, oturacak veya yemek yiyecek bir yeri olmayan kuru, çıplak, kumlu bir oyuk da değil: Bir hobbit kovuğuydu ve bu da konfor demekti." (sayfa 7)
Sözleriyle başlayan mit üslubuyla bizleri Ortadünya macerasına götürüyor. Bolca bulunan düğümlerden "nasıl kurtulacaklar" hissini tekrar tekrar yaşıyoruz ve Tolkien bu sorunun cevabını çok uzatmadan hemencecik veriyor! Bu da kitabı ayrıca ilginç kılan bir özellik olarak gözüme çarptı.

Hobbitimiz meşhur Galdalf'ın da eşliğinde, Yalnız Dağ; Dağaltı Krallığı varisi Thorin önderliğinde bir araya gelmiş cücelerle birlikte, Dağaltı'nı; ejderha Smaug'tan geri almak için yola çıkar! Hobbit burada hırsız görevindedir! Bu görev Yüzüklerin Efendisi üçlemesine yol açan bir olaya da imza atıyor.

Ortadünya yollarında gezinirken "ben olsaydım ne yapardım" sorusunu da sormaya başladıysanız Ortadünya'nın uçsuz buçaksız sınırları içinde gezimeye başlamışsınız demektir!

Irkların türüne göre var olan karakterleri net çizgilerle çizilmemiş olmasının kazandırdığı belirsizlik meraka yol açıyor.

Bu kitabın önce filmini izleyip daha sonra bu kitabı okudum. Bu da ayrı bir tat katıyor. Sinema uyarlamasının bu kadar çok sevilmesinin nedeninin şu olduğunu farkettim; filmlerin sanat yönetmenlerinin beklentilerin üzerinde bir iş koymuş olmasıdır. Zira kitapta karakterler için çok detaylı bir çehre betimlemesi bulunmamaktadır. Bunu da Tolkien'in bir başka imzası olarak görüyorum: Ortadünya sadece benim değil, hepimizin. Hepimiz bir şeyler katmalıyız.

Sayfa 25'te sözleri geçen şarkının; kitabın sinenama uyarlamasında benim için mükemmel olması da ayrıca hoştur. Kitabı okurken, tekrar tekrar dinlediğim bir şarkı olmuştur. Şarkı için : http://www.youtube.com/watch?v=BEm0AjTbsac

Kitabın sonu olması doğal ama beklenmeyen sonlardan olmuş. Bu da ayrı bir tat katmış.

Bendeki kitap İthaki Yayınları'ndan Gamze Sarı çevirisiyle Kasım, 2011 tarihli 6. baskısı.
İthaki Yayınları
Kitapyurdu.com
İdefix.com

10 Haziran 2013 Pazartesi

Beyaz Tehlike

0 yorum

Tom Clancy'nin eseri. Amerikan filmlerinden bildiğimiz dillere pelesenk olan "kahrolasıca federaller" tadında bir macera kitabı.

Amerika'ya uyuşturucu girişi artmıştır. Seçimlerin de yaklaşmasıyla Amerikan başkanı bu işe bir çözüm ister ve kurmayları çok gizli bir uluslararası operasyon başlatır. Amaç bilgi toplamaktır. Bir CIA ajanı Kolombiya'ya giriş yapar. Ülkede zaten var olan uçak pilotu ajanla beraber bilgi toplanır. Eski Küba askeri olan ve kartele çalışan kişi olan biteni fark eder ve bunu kartele bildirir. Bilgi arasında Büro başkanının da Kolombiya'ya gelip bakanla görüşeceğidir. Baskınla birlikte Büro başkanı öldürülür. Bu noktadan sonra işler değişir ve ülkeye sızmış olan kartelin uyuşturucu üretim tesislerini izleyen Amerikan askerleri de buralara müdahalede bulunurlar. İşin rengi değişmiştir.

Amerikan filmi tadında çok kollu çok karakterli bir roman. her kütüphanede olması gereken bir kitap diyemeyeceğim. Vakit geçirmek için güzel, hareketi yüksek bir eser. İşin aslı Tom Clancy efsanesini duymuş biri olarak beklediğimden farklı çıktı. Kötü değil, farklı. Ancak ajanı, askeri, siyaseti iç içe olan bir kitap.

Bendeki kitap Altın Kitaplar'dan Gönül Suveren çevirisiyle 1990 yılı baskılıdır.

Gezi Parkı Kütüphanesine buradan selam! :)

24 Şubat 2013 Pazar

Kudret Delisi

0 yorum

Irving Wallece şaheseri. Elimindeki kitabın en büyük özelliklerinden birisi 1983 baskısı olması! E Yayınları tarafından Leyla Tavşanoğlu'nun çevirisiyle basılmış. Baskısından tam 30 yıl sonra elime geçmiş bir kitap. Kimbilir en son ne zaman açılmıştı kapağı... Böyle kitapları elime aldığımda tarif edemediğim bir mutluluk kaplar içimi. Yılların tozu, görmüş geçirmişliği ellerimde gibi hissederim. Sayfaları çevirmeye başlayınca tozları etrafta uçuşur. Yapraklarının kokusu da ayrı güzeldir zaten.

Kitabı okurken, kaç zamandır aklımda olan bir soruya cevap buldum. "Terör" kelimesi yerine eskilerimiz ne diyordu? "Tedhiş" kelimesini kullanıyorlarmış. Türk Dil Kurumu bunu "yıldırmak" anlamında olduğunu söylüyor.

Olaylar cep telefonunun olmadığı, internetin olmadığı zamanlarda gazetecilik üzerine gelişiyor. O dönemin gazeteciliğini de işlemiş. Zorlukların bol olmasına rağmen daha eğlenceli daha zevkli bir iş olduğu da aşikar. Gazeteler haberleri için muhabirlere daha fazla ihtiyaç duydukları da gün gibi ortada. Günümüzde haberleşmenin temelini internet ve uydular oluşturuyor. O zamanlarda iletişim bu kadar kolay değilmiş. Kitapta bir tamlama çok hoşuma gitti: "Bilgisayar çağı". Kitabın akışına kendimi o kadar kaptırmışım ki sayfasını not etmeyi unutmuşum. Sanırım gazetenin yazı işleri müdürü kullanıyordu bu tamlamayı.

Edward Armstead'e, babasının vefatından sonra New York'un ikinci büyük gazetesi -The New York Recorder- şartlı miras kalır. Bu şart New York Recorder'ın traji, ilk bir yıl içinde bir kere olmak üzere New York Times'ın trajını geçmek zorundadır. Aksi taktirde gazete NewYork Times'a satılacaktır. Edward babasının gölgesinde kalmış, 50'lili yaşlarında olmasına rağmen hala babasının etkisinden kurtulamamış bir adam. Bu şart karşısında çıldırmıştır. Eli kolu bağlı bunu nasıl başaracağını düşünürken, eski ahbabı Hugh Weston'dan taziye telefonu alır ve kızının Victoria Weston'a gazetesinde yer olup olmadığını sorar.

Victoria Weston gazetede ilk iş olarak idam cezası Sam Yinger'ın son dakikalarını nasıl geçirdiğini öğrenmek üzere aynı idam hücresinde kalıp son anda cezadan yırtan Gus Pagano ile ropörtaj yapar. Gus Pagano yayımlanmamak kaydıyla hücrenin altındaki, özgürlüğe açılan gizli geçitten söz eder. Victoria bunu patronuna bildirdiğinde olaylar gelişmeye başlar.

Edward Armstead artık haber kovalamak değil haber yaratmak peşindedir. Sam Yinger'ın kaçışını ilk haber -Mark Bradsawh imzasıyla- veren gazete olarak New York Recorder'ın trajını New York Times'ınkinin üzerine taşımıştır.  Bunun üzerine haber yaratmak fikrine iyice ısınmıştır. Sam Yinger olayından sonra İspanya Kralı kaçırılır. Habere Mark Bradshaw imzasını atar. BM Genel Sekreteri kaçırılır. İsrail Başbakanı öldürülür. Bu tedhiş eyleminden sonra da atlatma haberler vererek basın dünyasının merkezine yerleşmiştir. Bir sorun vardır; Vicky Weston ve onun çalışma arkadaşı Nick Ramsey olayların patlak verdiği yerlerde olmalarına rağmen hiç tanımadıkları çalışma arkadaşları Mark onlardan önce haberi gazeteye geçmektedir.

"Ölüm onu bekliyordu. Gözleri yaşlarla doldu. Yaşama isteği öylesine güçlüydü ki... Bu şaşırtıcı dünyada görmesi gereken o kadar çok yer, bilmediği o kadar garip ama tatlı insan, hiç görmediği o kadar güzel kadın vardı ki" (sayfa 356)

Victoria, eskilerden hatırladığı Aldous Huxley'nin Mona Lisa'nın Gülüşü adlı öyküsünden alıntılama yapıyor.

New York'tan Paris'e, Cenevre'ye, İstanbul'a, Tokyo'ya kadar uzanan bir kovalamaca bir haber tutkusu üzerine bir şaheser.

Kitabın kapağından da söz etmeden geçemeyeceğim. Artık günümüzde ileri teknoloji olmasına rağmen bu kadar güzel kapak meydana çıkmıyor. Tabi müthiş kapaklı kitaplarımızın da hakkını yememek lazım.

Kitap, 1983 yılında, E Yayınları tarafından, Leyla Tavşanoğlu çevirisiyle, Reha Yalnızcık kapağıyla basılmıştır.

Arka kapağı okuyamayanlar için:
"Dünyada en çok okunan beş yazardan biri olan Irving Wallace, bütün dünyada yirmi yılda 156 milyon kitap sattıran yeteneğini Kudret Delisi'yle bir kez daha kanıtlıyor...
Edward Armstead, babasının ölümüyle, bir milyar doların yanısıra, muazzam bir basın imparatorluğunun ve New York'un en çok satan ikinci gazetesinin mirasçısı olmuştur. Fakat bir tutkusu vardır: Babasının ününü, kudretini aşmak...
Babasının genç metresine sahip olmak Edward'a yeterli gelmez, basın imparatorluğunun kalbi olan gazeteyi de bütün rakiplerinin üzerine çıkarmak zorundadır...
Bunun içinse haberleri kovalamak değil, hiç yoktan yaratmak gerekeceğini kısa zamanda anlar... Günün birinde İspanya Kralı kaçırılır, İsrail Başbakanı öldürülür, Papa'ya suikast girişiminde bulunulur...
Bütün bu olaylar Edward'ın gazetesinde atlatma haber olarak birinci sayfada manşettir... Edward bir gazetecilik dehasıdır sanki...
Ancak sıra o güne kadar yaratılan haberlerin en müthişine geldiğinde, patronunun tutkularının aleti olan bir kadın muhabir bütün bu olağanüstü haberlerin kökenini araştırmaya başlar... "

Böyle kitaplar elime geçtikçe sahaf olasım geliyor!

Kitabın baskısı bulunmadığı için sahaflara bakınız.
Gittigidiyor.Com'da da ikinci elleri bulunmaktadır: http://www.gittigidiyor.com/arama/?k=kudret+delisi

28 Aralık 2011 Çarşamba

Sherlock Holmes Dans Eden Adamlar

0 yorum
Sherlock Holmes için ne söylenebilir ki?! Sir Arthur Conan Doyle Watson üzerinden anlattığı bu kişinin olayları çözmesine, teatral havasına hayran kalmamak elde değil! Bu dönemlerde ikinci sinema uyarlaması da vizyondayken insanların bir kere daha farkettiği gibi, sinema uyarlamaları eğlenceli, görselliği bolca artı katıyor ancak kitabının yerini tutamıyor.

Sherlock Holmes bu kitapta dört dört ayrı olayla ilgileniyor ve onları kendi yöntemleriyle çözüyor. Havaların da şu sıralar soğumasıyla keyifle okunabilecek, elden bırakılamayacak bir eser!

"Reigate Bulmacası
Nordwoodlu İnşaatçı
Dans Eden Adamlar
Bisikletteki Adam"
Reigate Bulmacası'nda dedekifimiz kendini toparlamak amacıyla şehirdışında bir arkadaşı ziyarete gider. Orada karşılaştığı ilginç bir hırsızlık ve ardında da gelen cinayetle Sherlock Holmes ve dostu Dr. Watson kendilerini olayların içinde bulurlar.

Sherlock Holmes, Baker Sokağı'ndaki evinde beklenmedik bir misafiri ağırlamak zorunda kalır. Ziyaretçi bir avukattır ve cinayet zanlısıdır. Polisler peşindedir ve Sherlock Holmes'ten, kendisinin masum olduğunu ispatlamasını ister.

Eşini çok seven bir kocanın Sherlock Holmes'ten yardım istemesiyle olaylar başlar. Çift bir sabah uyandıklarında duvarlarında çizilmiş şekiller görürler ve kadının davranışları değişir, korkar. Durum Sherlock Holmes'e ulaşır ve şekillerin anlamını çözmesini ister.

Bisikletteki Adam, bir kadın üzerine kurulan komployu içermektedir. Kadın yeni işe başladığı eve gelen bir misafir tarafından taciz edilir ve sonrasında takip edildiğini farkeder. Sherlock Holmes'ten yardım ister.

Sir Arthur Conan Doyle'un inanılmaz anlatımıyla ve cümlelerindeki kıvraklığıyla mükemmel bir eser, Martı Yayınları'nda 2010 baskısı.Kitapta bu yayınevinden beklemediğim baskı hatalarıyla karşılaştım. Buna rağmen Sherlock Holmes olanları unutturuyor ve kendine hayran bırakıyor.

Okuduğum kitabın kapak resmini buraya ekledim ancak bağlantılarını bulamadım ancak aşağıda 2008 baskısı linkleri var:

KitapYurdu.Com

12 Ekim 2011 Çarşamba

P*ç Güveysinden Hallice

0 yorum
Bir bloggerın kitabı. Blog aleminde kullandığı ve de kitabında kullandığı mahlas "samihazinses".Gerçek ismi Aras Öztürk Çolak.

Kitabın bir anı niteliği taşıyor.Ancak tek bir anı detaylıca işleniyor.Bu esnada günümüz dünyası gencinin tespitleri kimi zaman güldürüyor kimi zaman sinirlendiriyor. Gel gelelim bunlar var.

Hüsnü uçkuru peşinde bir adam. Sonunda en yakın arkadaşına aşık olur. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Müjgan'ın -esas kız- gözünde onlar sadace arkadaştırlar.

Kimseye mutlaka okumalısın diyemem. Kimseye okumamalısın da diyemem.Sonunda ne olacaklar diye merak ettiriyor ve buna sürüklüyor.Okunabilir bir kitap.Yok sayılamayacak tespitler de mevcut:

"Babama desem ki, Baba, sen bana adam olamazsın derdin ama bak Superman oldum, kuvvetle muhtemel bana diyeceği şey, Sigortası var mı, olur."
Kitap Okuyan Us Yayınevin'den 2010 baskısı.

Kitap:
KitapYurdu.Com 




16 Ağustos 2011 Salı

Aşk

0 yorum
Elif Şafak'la tanıştığım kitap oldu.Ne kalemini tanıyordum ne kendisini. Sadece televizyonlardan duyduğum raflarda gördüğüm, arkadaş çevresinde ismi telaffuz edilen bir kişiydi.

Kitabın sayfalarını açtığımda bir önsözle karşılaştım.İşin aslı, pek de beklemiyordum böyle bir şey. Beklemeliydim; Elif Şafak ne de olsa bir Uluslararası İlişkiler mezunu... İlerleyen sayfalarda "Zaman: Mayıs ayında bir cumartesi öğleden sonra. Mekan: Evlerinin mutfağı." metnini görünce işlerin sarpa sardığını düşündüm. Ancak Ella'nın karakterini tanıdıkça bu ibarenin yerindeliğini anladım.

Ella, Amerikalı bir evhanımı. Kocasına sadık ve zamanla yaşamı rutinleşmiş. Bir zaman sonra bir kitapevinde "editörün asistanının asistanı" olarak işe başlıyor. Kitapevi Ella'dan "Aşk Şeriatı" adlı romanın raporunu istiyor.Aşk Şeriatı' Mevlana ile Şems'in mistik hayatını anlatan bir roman.Yazarı Aziz Zahara.

Ella kitabı okudukça ona bağlanıyor. Bir zaman sonra Aziz'e bir e-posta atmak istiyor. Bu e-postayla Ella'nın hayatı değişmeye başlıyor. "Aşk"ı unutmuş bir kadın Aşk'ı hatırlıyor, onunla tanışıyor.

Elif Şafak'ın olayları bir kaç koldan anlatması kitabı daha heyecanlı, daha çekici kılmış ve Mevlana'nın, Sufiliğin "bütünlük" ilkesiyle süslenmiş. Farklı insanlar, farklı yorumlar... Farklı bakışaçıları ve oysa hepsi bir bütün...

"Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milâd demektir. Şayet 'aşktan önce' ve 'aşktan sonra" aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!"(s.339)
Doğan Kitap'ın bastığı bu kitabın bendeki baskısında Bir "Ek" mevcut. "Söyleşi ve Görüşler".

Aşk'tan herkesin kendince çıkartacakları vardır. Ne kadar genişse kalbin, Aşk'a o kadar susarsın.

Kitap:
Doğan Kitap
KitapYurdu.Com

4 Ağustos 2011 Perşembe

İz

0 yorum
Tedbirli yaklaştığım bir romandı. Nereden bilebilirdim bu kadar içine çekeceğini? Bu kadar sade bir anlatımla duyguların kelimelere bu denli güzel dökülmesi beni kendine hayran bıraktı!Elimden bırakamadan okudum bu aile romanını. Verda'nın babasının intihar etmesiyle başlıyor.Verda babasının "iz"ini kovalıyor.Bu izin peşindeyken yaşananları aktarıyor bize.Bir kadının iç dünyasına mükemmel bir bakış! Çocukluğundan erişkinliğine kadar Verda'nın etrafında olan olaylar ve Verda'nın buna tepkileri, duyguları ve Verda'nın bu duyguları ifade ederken seçtiği kelimeler!

Canan Tan Verda'nın ağzından bize üç kuşağı bir bütün halinde anlatıyor. Bir çocuk olarak Verda, bir genç kız olarak Verda ve bir avukat anne olan Verda... Her çağında başka başka şeyler gösteriyor bize. Belki farkında olduğumuz ama görmezden geldiklerimizi gözümüze sokuyor. İnce ince işleyor. Bu işlemede hiçbir ilmek atlanmamış.


İçinden çok fazla alıntı yapmayacağım. İçinde o kadar çok değerli paragraf var ki! Bir hayat dersi aslında bu eser...

"Evliliğimizin ilk yıllarında, her kavgalarımızın ardından gözyaşlarına gark olmuş bir halde, avutulmayı beklerdim. Hiç yoktan çıkan kavgalar, mutlaka benim gözyaşlarımla sonuçlanırdı, çünkü Bülent, gözlerimden yaş getirmeden sonlandırmazdı tartışmayı; kızgınlığının bedelini ödetmeden, canımı yeterince acıttığından emin olmadan rahat etmezdi içi.

En çok da, 'Annesi babası ayrılmış birini mutlu etmek zordur, mutsuzluğa şartlanmışlardır onlar', dediğinde incinirdi yüreğim. Ne acımasız bir genellemeydi yaptığı! Yanlıştı da üstelik... Yaşamamıştı ki bilsin.

Varlığın değil, yokluğun değerini bilir insanlar. Mutluluğun değerini bilenler, mutsuzluğu tatmış olanlardır. Onları mutlu etmek çok daha kolaydır. Annesiyle babası boşanmış kadın ya da erkekler, kendi evlerindeki olumsuzlukları evliliklerinde de yaşamamak için çok daha özenli hareket ederler, üzerine titrerler beraberliklerinin. Alttan alan, uzlaşmaya yakın duran taraf hep onlardır.

Bunca yıllık evliliğimizde Bülent, kavgaların tamamına yakınını kendisi çıkarttığı halde özür dilemedi benden. Yarattığı hoşluklarla gönlümü almaya çalıştı sözüm ona. Oysa her seferinde ince bir çatlak oluşuyordu aramızda. Kırılma noktasına gelmedi hiç ama, uç uca eklenen, dallara ayrılıp yaşamımızın geniş alanlarına yayılma eğilimi gösteren çatlakların bugünkü boyutlarını nereye kadar koruyabileceklerini kestirmekte zorlanıyorum artık. Konuşup tartışılmadan üzeri örtülmüş açık yaralara gül yapraklarının ne derece derman olabileceğini ise zaman içinde, beraberce göreceğiz..."
Böyle anlatıyor Verda kavga sonlarında olan olayların yansımasını. Bir başka sayfadaysa "sadece özür dilemesini, 'ben hatalıyım', demesini bekliyorum oysa" diye belirtiyor...

Yukarıdaki alıntı bir anne, bir eş olan Verda'nın anlattıkları. Anne olması, evlenmiş olması onun gözünde babasının küçük kızı olmasına engel değil oysa ki... Kitabın arka kapağaında baba-kız öyküsü olarak niteleniyor eser. Baba-kız olayının etrafında dallanıp budaklanan bir yaşam öyküsü.

Mutlaka okunması gereken, erkeklerin üç kere beş kere okuması gereken bir kitap!

Kitap Altın Kitaplar'dan bu sene Mart ayında çıktı. Kapağı da ayrı güzel.

Kitap:
Altın Kitaplar
KitapYurdu.Com

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Aylak Adam

0 yorum
Mutlaka okunması gereken bir kitap; şaheser! Yusuf Atılgan'ın kaleminden, Yapı Kredi Yayınları'ndan...

C. hayata tutunamaya çalışan, onun tabiriyle, çalıntı para yiyen bir kişi. Doğru kadını arıyor. Onu istiyor.

C. hayata kimi zaman iyimser kimi zaman kötümser yaklaşıyor . Mesleğine gelince "Aylakım ben, çalıntı para yerim!" der. İnsanlığa karşı içinde kabaran öfke şarap kadehinden taşıyor. Doğru kadını arama yolunda yanlış kadınlarla geçirdiği zamanlar ve C.nin babasıyla çatışması onun hayatını kalıplara sokuyor. Oysaki C. kalıpları, alışkanlıkları sevmez.

"Bir yerleri olması kötüydü.Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

Tek başına yaşadığı evinde tek dostu kitaplarıydı. Bir de evi toparlamaya gelen kadın var. Ama sadece var.
Aylaklığı aşmak için kendine çeşitli işler de bulur aslında ama çabuk sıkılır. Sokak isimleri toplamak insanın sıkıntısı kaç zaman alır ki?

C.nin en sevdiği işlerden birisi -farkında olmasa da- insanları izlemek.Hepsini izler... İnsanların içinde keşfettiklerinden sadece ikisi:

"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor.Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona birşeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor.Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına arıyorlar, eritiyorlar."

"Sokakta kendi kendine sesli gülünmeyeceğini bilmeyen yoktu."
Bu başyapıtın son cümlesini ayrı bir güzel.
"Biliyordu, anlamazlardı."
Kitap:

YKY Çevrimiçi alışveriş
KitapYurdu.Com

3 Temmuz 2011 Pazar

Şato

0 yorum
Uzun bir bütünleme sınavları arasından sonra yine burada, bir başka kitap... Kaç zamandır elimdeydi, araya giren işler yüzünden ona fazla vakit ayıramamıştım.Bugün onun günü.


Franz Kafka'nın Şato'su. Ama sakın ha Alter Yayıncılık'tan çıkanını almayın. Yayıneviyle kişisel bir husumetim yok. Zaten bu kitap sayesinde onlarla tanıştım. Buruk bir tanışma oldu. Kitapta cümle düşükleri, basım hataları istemediğin kadar... İsimlerin yanlış yazımından söz etmiyorum bile. Elimdeki eser Hasan İlhan tarafından çevrilmiş. Bu kitabın neden bu durumda basıldığı konusunda bir fikrim yok. Yayınevi umarım bu tür eleştirilerle daha da ileriye gidecektir. Bir eksikleri de -bunu onlara da bildirdim- internet sitelerinde bu kitaba ulaşamıyor olmamız. Sanki hiç yokmuş gibi...

Kitabın kapağını beğendim. Kafka'nın o ilginç dünyasına bir başka yaklaşım. Birbirinin aynı insanlar... Bu sizi yanıltmasın Şato'ya özel bir kapak değil. Bu kapak Alter Yayıncılık'tan çıkan Kafka'nın tüm kitaplarına uygulanıyor.

Kafka bu eserinde bir yabancıyı anlatıyor. Acaba kendini mi anlatıyor diye çok düşündüm. Bu düşüncemin sebepleri arasında en belirgin olanı Kadastrocu K.nın "yersiz, yurtsuz" olmasıydı.

Bay K. bir fırtınalı kış gecesi köye geliyor. Bu köyün tüm yönetiminden sorumlu olan Şato'dur ki bu şato ve çalışanları halkın gözünde mutlak mükemmeldir.Beyler diye anlatılan Şato çalışanları hata yapmazlar, çok çalışırlar ve her hareketleri yasalara uygundur.Kadastrocu Bey'in gerçekten kadastrocu olup olmadığı ise bir muallaktır. Kafka bize kadastrocu olarak tanıtmaktadır bu kişiyi. Ancak eser boyunca K.nın Şato'ya ulaşma çabası bulunmaktadır. Bu uğraşları esnasında Köy'den kesitleri, Köy'de yaşamın nasıl olduğunu da görüyoruz.

Kadastrocu Bey'in başına da iki tane yardımcı musallat edilmiştir. "Musallat edilmiştir" diyorum çünkü Bay K. da durumu bu şekilde görmektedir. K.nın Şato'ya girme çabaları esnasında Haberci Barnabas ve ailesinin durumu da inceleniyor. Kitabın en belirgin özelliklerinden birisi de uzun monologlardır. Bu konuşmalar günlük hayatta gerçekleşmesi zor gibi de olsa içinde derin fikirler ve olaylara bakış barındırmaktadır.

Şato, yaklaşık bir haftalık bir süre içinde olan olayları anlatsa da aslında bir hayat boyu insanların bu ve buna benzer şekilde yaşadığını da anlatmıştır. Bay K.nın bakış açısı bu gibi çoğu noktada çakıştığı için Kadastrocu K. kendisi mi diye düşünmemek elimden gelmiyor.

Bay K.nın Friede ile olan aşkı da entrikalar üzerine gibidir. Şato'da dikkat çekici noktalardan birisi de budur; entrikalar. Her zaman her yerde... İnsanlar birbirinden devamlı olarak şüphelenmektedir ve "dedikodu"larını etmektedir. Böyle bir toplumun içinde K. kendine yer arıyor.

Eserde dikkatimi çeken bir şey daha var ki K.nın bazı konular üzerine yalan söylemesi. Belki de yalan değildir bu. K.nın konuşmaları üzerinden kişiliği hakkında çözümleme yapılabilir. Ancak K.nın kişiliğinin "sezdirdikleri" daha başkadır. Bu "sezdirme" işi K.ye özel değil. Kafka eserindeki tüm kişilerinde bunu kullanmış.İnsani duygular ve söylenenler, olaylara başka insanların gözünden bakılması ve hepsinin ortasında Kadastrocu K.

Bay K. hayatımıza fırtınalı bir köyle beraber giriyor ve fırtınalı bir gecede çıkıveriyor. Geride sorularla, sorgularla bırakıyor insanı.

Kitap:
KitapYurdu.Com

17 Haziran 2011 Cuma

Kayıp Gül

0 yorum
Finaller bitti! Sıra rövanşlarda...  Rövanşlara bir hafta ara vermişken bu dostlara dönmemek olmaz.

Serdar Özkan'ın ilk kitabı Kayıp Gül. Bir annenin ölümüyle başlamıştı roman. Anne ölümüyle kızına, kızının bilmediği ikiz kardeşinden söz etmişti ve onu "mutlaka" bulmasını istemişti.. Genç kadın, annesinin ona yüklediği bu ağır görevle daha da zor bir dönem geçirmekteydi..

Roman bu şekilde başladı.Olayların Amerika'da başlamasıyla orada kalacağını zannetmiştim. Derken ülkemize uzandı. Zeynep Hanım'a kadar geldik Zeynep Hanım, düşüncelerin beden bulmuş hali.

Dersler başlıyor Zeynep Hanım'la Gül Bahçe'sinde... Güllerle sohbetler ediliyor. Bir gülü duymak üzerine konuşuluyor.

Okuması rahat, hazmı kolay bir kitap.İç içe geçen olaylarla sürükleyicilik de artıyor. Serdar Özkan ilk eseriyle güzel bir işe imza atmış. Dünya'da konuşulması da bunun bir göstergesi değil midir? Bu kadar konuşmayı hak eden bir eser.

Kayıp kız kardeş? Onun hakkında bir şey söylemeyeceğim. Okuyup görmek lazım.

Kitapta bir de Ressamımız var. Sadece bir manzara resmeden bir ressam... Onun da hikayesi bambaşka ve çok da hoş.

Kitabı "dinlemek" lazım.

Serdar Özkan'ın resmi sitesinde kitaptan alıntılar bulunuyor:
http://www.serdarozkan.com/tr_exerpts_from_the_book.html

Kayıp Gül'ü aramak, kendimizi aramaktır.

Kitap:
Timaş Yayınları
KitapYurdu.Com

11 Haziran 2011 Cumartesi

Hayatın Işıkları Yanınca

0 yorum
Final sınavlarıma ufak bir haftasonu arası! VW '62 Bus ile, Thelonious Monk eşliğinde Kütüphane'ye bir kitap daha! Serdar Özkan'la tanıştığım kitap. Hayatın Işıkları Yanınca... Bu onun ikinci kitabı.

Küçük Ömer'le Büyük Ömer arasında git geller ile Ak Sakallı Dede'nin gösterdikleri, beni düşünmeye sevketmişti. Bir insanın çocukluğu ve büyüklüğü üzerine nakışlanmış bir kitap. Büyük Ömer ile Küçük Ömer'in farklıları...

Her şey Büyük Ömer'in intihar etmeye karar vermesiyle başlıyor.Bunu denizde yapmak için açılıyor büyük maviye... Büyük Ömer ile Küçük Ömer arasında git geller başlıyor. Büyük'le Küçük arasındaki benzerlikleri görüyoruz, değişimleri yaşıyoruz adeta. İçindeki "çocuğu" kaybetme meselesine değiniyor bir bakıma...

Küçük Ömer'in bir yaz tatilinde olan bir olayla o yazı hatırlamamasıyla olaylar düğümlenmeye başlıyor. Derken, Ak Sakallı Dede çıkıyor sahneye. İşler iyice çetrefilli olmuşken Küçük Ömer'in bir yunusla arkadaşlık ettiğini öğreniyoruz.

İşte kapaktaki yunus! Kitabı elime ilk aldığımda kapak çok hoşuma gitmişti. Kitabı okuyunca da bu kitaba daha başka bir kapak olmazdı diye düşündüm. Dönelim hikayemize:

Küçük Ömer'in yunusla arkadaşlığı ilerliyor. Yunusla sohbet(!) derinleşiyor ve bir ışığı bulma yolculuğuna başlıyoruz. İçimizdeki ışığı ararken Mevlana Tasavvufu'ndan esintileri tatmamak elde değil.

Adını hatırlayamadığım bir üstadımız "sanatta özüne inmeyen dünyaya açılamaz" demişti.Serdar Özkan özüne inebilenlerden birisi olarak karşımızca canlı kanlı duruyor.

Ak Sakallı Dede'yle sohbet devam ediyor tabi bu arada. Büyük Ömer'i morga kadar götürüyor hatta. Eğer intihar edersen bu şekilde olur diye...

Biraz hayal, biraz gerçek, iç içe geçmiş güzel bir kitap. Okuması eğlenceli. Pamuk şeker yer gibi hatta! Büyük Ömer'in düşünceliri, Küçük Ömer'in söyledikleri bir kişideki değişimi de anlatıyor. Çağımıza da çaktırmadan bir bakış bu!

Ayrıca bu kitabı bana öneren Çınar-Arkadaşım Berkay'a teşekkürler. Sohbetlerimize Ömerlerin her ikisini de davet eden oydu. Onlarla tanıştığıma memnun oldum.

Ak Sakallı Dede'nin kim olduğunu burada söylemeyeceğim. Ancak olaylara, düşüncelere renk katacağı kesin bir kişi. Hele mesleği... çok zor...


Kitap:
Altın Kitaplar
KitapYurdu.Com

2 Haziran 2011 Perşembe

Empati

0 yorum
Adam Fawer'ın Olasılıksız'ın devamı niteliğidindeki bu kitapta birden fazla yetenekle karşı karşıyayız.Ancak bir tanesinin üzerine yoğunlaşıyor Adam Fawer: "Duymak" üzerine.

Karakterlerin yetenekleri aslında bilindik sayılmaz. Bir tadı işitmek mümkün müdür?

İster istemez, akıllar Olasılıksız'a gidiyor. Olasılıksız mı Empati mi diyecek olsanız ikisi de derdim. Çünkü ikisi birbirinden bağımsız, birbirinden güzel! Bir rengi tatmak fikrini belki de hiç düşünmemiştim, düşünmemiştik. Ancak gerçekte mavi nasıl bir tat?

Zihnin derinliklerine inen Adam Fawer yine sarıp sarmalayan, yine kendine bağlayan bir eserle karşımızda! Kitap yine April Yayıncılık'tan, Murat Kayı çevirisiyle,2009 yılında önümüze kadar geliyor.

Empati, yukarıda belirttiğim gibi devam niteliğindedir; Olasılıksız'ın devamı değildir. Devam niteliği taşımasının sebebi de zihnin derinliklerine bakmaya devam etmekten gelir. Bu kitaba "acaba?" diye yaklaşmıştım. Ancak okuduğuma pişman etmeyen bir kitap oldu.Kurgusuyla, öyküsüyle kendine bağladı. Bir solukta bitti.

Olasılıksız ilk göz ağrısıydı.Onun verdiği tadın aynısını bulmak mümkün değildir.Empati'nin tadı başkadır, Olasılıksız'ın başka.

Olasılıksız'da olduğu gibi düşüncelere de dokunuşlar var. Merak unsurları, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği yerlerde kendini iyice gösteriyor. Kitabın kapağını siz de benim gibi, "gerçekte renklerin tadı nasıldır?"la kapatacaksınız. "Renklerin tadı var mıdır?"la değil.

Kitap:
KitapYurdu.Com

31 Mayıs 2011 Salı

Sinekli Bakkal

0 yorum
Çocukluk yıllarımda adını duyduğum, gerçekten sinekleri olan bir bakkalın etrafında ilerleyen bir roman zannediyordum. Öyle olmadığını öğrendim tabi.Ancak insan çocukluğundaki anılarını kolay kolay unutamıyor.

Sinekli Bakkal mahallesine yavaş yavaş adım atıyoruz.Sinekli Bakkal bir Osmanlı mahallesi ve çok renkli bir mahalle. İmam'ın ailesiyle Sinekli Bakkal'ı adımlamaya başlıyoruz. Sonra Sinekli Bakkal Bakkaliyesi'yle tanışıyoruz. Halide Edip mahalleyi genel olarak bu iki aile üzerinden anlatıyor. Tevfik'le imamın kızı Emine'nin evlenmesiyle işler dallı budaklı olmaya başlıyor. Rabia doğuyor ve Tevfik'le Emine ayrılıyor. Olaylar gelişiyor.

Halide Edip eserinde Osmanlı kişilerini bizlere anlatıyor. Cemiyetinden bakkaliyesine kadar, müslümanında gayrimüslimine kadar...Aksakallı deden yobaz imama kadar herkes var. Kitap sıkmıyor. Dili de gayet rahat bir dil. Tabi artık kullanmadığımız, kullanmayı akıl edemediğimiz bazı bağlaçları, kelimeleri görmemek de olmaz. Kitapta bazı sahnelerde felsefi düşünce tartışmaları da var. Meşrutiyetçilere de değinilmiş. Meşrutiyetçiler olur da onlara karşı olanlar olmaz olur mu? Dediğim gibi, Sinekli Bakkal çok renkli bir mahalle. Osmanlı'da sokak yaşama bakış için bu eser birebir!

Roman iç içe geçmiş, mahallenin güldüren adamı Tevfik'in talihi ya da talihsizliği sonucu başına gelen olaylarla da beslenmiş. Bu olayların mahalledeki yankıları da ayrıca güzel.

Eserin sinemaya ve tv dizilerine uyarlanışı malumunuzdur.
Bendeki kitap Can Yayınları'nın 2007 baskısı. Selim İleri'nin sonsözü de kitaba dahil.

Selim İleri sonsözünde eser için şunları belirtmiştir ki arka kapağa da bu yansıtılmıştır:
Defalarca basılmış, kuşaklardan kuşaklara ulaşabilmiş Sinekli Bakkal, II. Abdulhamit dönemini bir geçmiş zaman dekoru önünde yansıtarak, eskiden yeniye devralınması gereken kültür, sanat ve töre değerleri üzerinde durur. Bir anlamda, yazar ve eseri, tarihi sürelilik arayışı içindedirler.
 Bu cümleler hoşuma gitmişti. İçinde olanlar için güzel bir tespittir bu.

Kitap:
Can Yayınları Çevrimiçi Alışveriş
KitapYurdu.Com

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Olasılıksız

0 yorum
Adam Fawer tarafından kaleme alanınan bu kitap çok konuşuldu.Kitap genel olarak gayet okunaklı, heyecan verici.Hatta bir Amerikan filmi izliyormuşuz hissine kapılmamak da elde değil. Adam Fawer, kurguyu gerçeklere dayandırdığı için daha da bir güzel, daha da bir inandırıcı kitap.Olasılık hesabıyla da az çok iç içe. Güzel vakit geçirtecek bir kitap. Hatta kimi zaman hayal gücümü bile ateşlemişti. Zihnin derinliklerinde gerçekleşen mükemmel olasılık hesapları sizi içine çekecek. Tabi arada sırada ufak tefek kurgusal olaylar da gözümüze çarpmıyor da değil.

Sonunu da gayet merak ettiriyor! Sonuna gelebilmek isteğimi hala hatırlarım.Sürükleyiciliği, kurgusu hat safhada! Kitap kısaca kendinden bekleneni çok güzel bir şekilde veriyor.

Kitabın sinemaya uyarlanacağını düşünüyordum ancak yapılmadı.

April Yayıncılık'tan çıkan bu kitabın 30. baskısına sahibim.Şirin Okyavuz Yener'in güzel çevirisiyle de kitabı tek seferde okudum.


"Bitirmek için yarını, başkasına anlatmak için bitirmeyi beklemeyeceksiniz."
Arka kapaktaki bu cümleye hak vermemek olmaz!

"Atlara, maçlara, kumarhanelere para yatıran veya bir boruda kaç yağmur damlası olduğu üzerine iddiaya giren bir kumarbaz, pek de lehinde olmayan bir olasılığa para yatırmıştır.Poker oynayan profesyonel bir kumarbaz ise, lehinde olan olasılıklara para yatırır.Biri romantik bir hayalperesttir, diğeri ise gerçekçidir.  -Anthony Holden, profesyonel poker oyuncusu-"
Bununla karşılıyor kitap bizi.David Caine'in tüm olasılıkları hesaplayabilme yeteneğini farketmesiyle başlayan macera, sürükleyiciliğinden hiç ödün vermeden, insanı sıkıp boğmadan çok güzel vakit geçirtiyor!

İlk baskısını 2006'da yaptı.


Kitap:
April Yayıncılık
KitapYurdu.Com

27 Mayıs 2011 Cuma

Uçurtma Avcısı

1 yorum
Olaylara uzaktan bakmak kolaydır. Üzerine cümleler kurmak kolaydır. Ancak onları yaşamak "acıyı paylaşmak"tan çok ama çok daha zordur. Afganistan'ın derinliklerine iniyoruz. Oradan Amerika'ya geçiyoruz. Sonra tekrar Afganistan'a dönüyoruz...

Khaled Hosseini, bize Afganistan'ı anlatıyor. Talibanlı, Talibansız... Oralara daha yakından bakıyoruz. Olanları sade bir dille anlatıyor. Çocukluk yıllarında çocukça, olgunluk yıllarında olgunca bir dil... Kitap içine çekiyor ve orada yaşatıyor olanları! Kanımızı donduracak gerçekliklerle karşılaşmak siyasi tüm düşünceleri götürüyor! Geriye kalan katıksız acıyla çocuklar, yaşayanlar başbaşa kalıyor... Hosseini, siyasi yaklaşmıyor olaylara. Bazı noktalarda babadan dinliyoruz. O da ideoliji anlatımı değil. Olanlar...Sadece olanları anlatmış Hosseini...Taliban'ın yaptıkları... İlk başta orada Taliban'a  yaklaşım, değişimi ve halk... Halkı görüyoruz, halk oluyoruz...

Ancak okumak, duygularımızın kabarması olanları değiştirmiyor...

Püren Özgören'in çevirisiyle Everest Yayınları'ndan çıktı. Uçurtma uçurdum Afganistan'da, uçurtma avladım...Dilenci oldum, taşlandım...

Okunması gereken bir kitap. İçinden alıntı yapmayacağım. İçinden bir şey söylemeyeceğim, arka kapağı da aktarmayacağım.İçinde herkes inci bulacak! Mükemmel bir eser...Oralara önyargıyla yaklaşanların da önyargısını kıracaktır Uçurtma Avcısı.

Sinemaya da uyarlandı eser: http://www.imdb.com/title/tt0419887/


Sert ve karamsar değil... O umut, o çocuklara has olan sevgi, her kelimede hissettiriyor kendini.

Tekrar söylüyorum, okunmalı...

Kitap:
KitapYurdu.Com
 
Copyright © Kitaplık
S.Y.